Nasrallah, Temmuz 2006 savaşının sırlarını ortaya çıkarıyor (2)

Nasrallah, Temmuz 2006 savaşının sırlarını ortaya çıkarıyor (2)
El Ahbar’dan İbrahim el-Emin, Vefik Kansu, Hasan İleyk ve Maha Zureykat’ın yaptığı altı saatlik özel bir röportajda Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Suriye’den son Gazze savaşına, İsrail’le olan 2006 savaşından Lübnan’ın iç meselelerine ve kişisel alışkanlıklarına kadar bir dizi konuyu ele aldı.

 

 

El Ahbar

 

 

El Ahbar'dan İbrahim el-Emin, Vefik Kansu, Hasan İleyk ve Maha Zureykat'ın yaptığı altı saatlik özel bir röportajda Hizbullah Genel Sekreteri  Hasan Nasrallah, Suriye'den son Gazze savaşına, İsrail'le olan 2006 savaşından Lübnan'ın iç meselelerine ve kişisel alışkanlıklarına kadar bir dizi konuyu ele aldı.

 

El Ahbar bu röportajı parçalar halinde yayınladı. Röportajın aşağıdaki kısmı, İsrail'le olan 2006 Temmuz Savaşı'na odaklanıyor.

 

Savaşın ilk günü olan 12 Temmuz 2006'ya geri gidersek, iki İsrail askerini kaçırma operasyonunun o gün gerçekleşeceğini biliyor muydunuz?

 

İsrail askerlerini kaçırma kararı, Hizbullah'ın Şura meclisinde operasyondan aylar önce alınmıştı. Bizim eylem mekanizmamızda, Şura meclisi bu türden bir karar aldığı zaman, bunun hayata geçirilmesi ve uygulanması işi, partinin sistemine göre genel sekreterlik tarafından liderlik edilen Cihad meclisine götürülür. Bu meclis, önde gelen cihad komutanlarından oluşur. Yürütme düzeyinde mesele, Cihad meclisinde pek çok farklı açıdan tartışıldı ve bunların içinde başarılı bir operasyon gerçekleştirmek için uygun bir yer seçilmesi, zamanlama, taktik, operasyonel plan, operasyonun katılımcıları ve komutanları ve aynı zamanda muhtemel tepkiler ile alınması gereken önlemler de vardı. Bütün bu meseleler genelde Cihad meclisi çerçevesinde tartışılır ve kararlar oya konulmak yerine konsensüsle veya yaklaşık bir konsensüsle alınır.

 

Askerlerin kaçırılacağı yer seçildi, operasyon için katılımcılar grubu ve komutanlar seçildi. Fakat bu basit bir iş değildi ve gerçekleşmesi aylar aldı. Adamlarımız alana, hatta İşgal Altındaki Filistin'e birden fazla defa girdi. Orada bir süre pusuda bekliyor, sonra ayrılıyor ve bir sonraki gidiş için doğru zamanı bekliyorlardı. Bazen, hedefler olduğunda, bu hedeflerin sivil mi yoksa askeri mi olduğu her zaman belli olmuyordu. Daha ileride bizi sivilleri kaçırmakla suçlamasınlar diye, yerleşimcileri değil askerleri kaçırmak gerektiğini vurguluyorduk. Bütün bunlar operasyon gerçekleşinceye kadar zaman aldı. Elbette, siyasi düzeyde, karar alma düzeyinde ve cihad [yani operasyon] düzeyinde Beyrut'da durumu yönetmekle sorumlu olanlar, operasyonun gerçekleştirilmesine yaklaştığımız yönünde bilgilendiriliyordu. Kimse şaşırmadı. Operasyonun gerçekleştirilmesinden birkaç gün önce, adamların bu işi birkaç gün içinde gerçekleştireceğine inanmak için güçlü nedenlerimiz vardı.

 

Operasyon sırasında, mücahitler ilerleyip iki askeri esir aldığı zaman bilgilendirildik ve önceden planlandığı gibi önlem ve tedbirler aldık. Komuta grubu, olması gereken yere ilk birkaç dakika içinde ulaştı.

 

Operasyondan sonraki ilk saatlerde olayın yankıları büyük ve ciddi değildi. İlk birkaç saatte ve ilk günde olması öngörülen herşey başarılı bir şekilde ele alındı, zira biz buna hazırlanmıştık. Operasyonun başarısı teyit edildikten sonra ve esirler, düşmanın ilerleyebileceği ateş hattından uzaklaştırıldıktan sonra, operasyon odasından basın toplantısına geçtim. Düşmanın elindeki esirlerin bırakılmasını sağlayacak dolaylı müzakereleri başlatma hedefiyle, askerlerin kaçırıldığı ilan edildi.

 

Böyle durumlarda genel sekreter nasıl hareket eder? Özel olarak onun rolü nedir? Tahliye, yer değiştirme ve öteki düzenlemeler konusunda vizyonlarınız ve planlarınız var mıydı?

 

Genel sekreter, cihad faaliyetlerinin yönetilmesinde bir karar alıcıdır. Elbette cihad, savaş ve saha birimlerine doğrudan komuta etmez ve teknik askeri anlamda operasyonları yürütmez. Cihad komutanları, yahut bizim verdiğimiz isimle cihad teğmenleri, sahadaki operasyonları, cihadı ve uygulama işini yöneten kişilerdir. Elbette genel sekreterle koordinasyon kurarlar, çünkü genel sekreter Şura meclisi tarafından geliştirilen politikaları ve alınan kararları iyi bilir. Genel sekreter bir dizi yetkiye sahiptir ve cihad durumu, mevcut kapasiteler ve siyasi durum hakkında bilgilendirilir. Bu nedenle genel sekreter, bazen sahayla ilgili konularda bile karar alıcıdır. Kararlarını istişareyle ve bazen Cihad meclisinin üyeleriyle anlaşarak alır. 

 

Buna dair örnekler var mı?

 

Örneklerden biri, İşgal Altındaki Filistin içinde bombalama için hedef alınacak alanlarla ilgilidir. Saha komutanları, bugün yerleşimlerin, yarın Hayfa'nın, daha sonra Hayfa'nın ötesinin bombalanmasına karar verecek kişiler değildir. Bu, bizim alacağımız bir karardır. Bir karar alındığı zaman cihad komutanları bunu uygular ve birimler, enformasyon subayları, topçu subayları arasında koordinasyon kurar ve ardından roket fırlatır. Yani, Hayfa aşamasına girdiğimizi söylediğimiz zaman, bu, bizim aldığımız bir karardır. Kullanılacak silah tipi bir kararı gerektirir.  Sa'ar 5 [korvetinin] hedef alınması da bir karardır. Bu tür kararlar genelde Cihad meclisi tarafından ve Cihad meclisinin komutanı sıfatıyla, kardeşlerle istişare ve anlaşma temelinde genel sekreter tarafından alınır. [Bundan] sonra prosedür tarafları işleri yönetirken ben onlarla aynı hizada kalırım. 

 

Neden bunun [yani bu meselelerin] [büyük] bir kararı gerektirdiğini söylüyoruz? Çünkü her adım kendi koşullar dizisine sahiptir. Örneğin Sa'ar 5'e saldırılması, pek çok içerimi olacak şekilde çok değerli bir hedefe saldırdığımız anlamına gelir. İkinci olarak, bir silah tipini ilk defa kullandığımız için, Cihad meclisi daha önce Direniş'in elinde olduğu bilinmeyen bir silahı açığa vurmaya karar vermiş demektir. Bu karardan sonra tartışma teknik, prosedürel ve yürütmeye ilişkin bir tartışma haline gelir ve benim bununla bir ilişkim yoktur, müdahale de etmem. Bu, uzmanları ilgilendiren bir meseledir. Evet, kardeşler benimle temas halindedir, bana her şeyin “tamam” olduğu veya engeller ve zorluklar olduğu yönünde bilgi verir. Fakat bu meselelerle uğraşmak onların sorumluluğundadır.

 

Başka bir örnek de Tel Aviv'in bombalanması meselesiyle ilgilidir. Bu, prosedürel bir mesele değil, büyük bir karardır. Güney banliyöleri ve Güney'deki başka şehirler ile Bekaa bombalandığı zaman, Tel Aviv'i bombalamamızın gerekip gerekmediği konusunda ciddi bir tartışma vardı. Tartışma sonucunda, Beyrut'un bombalanmasına yanıt olarak Tel Aviv'in bombalanması denklemi ortaya çıktı. “Yeni bir denklem kuralım” dedik. Eğer bunun üzerinden Beyrut'u koruyabilir veya pek çok nedenden ötürü korunmasına yardımcı olursak, bu en iyi davranış tarzı olsun dedik.

 

Eğer bu 2006'da olsaydı, Tel Aviv bugün Gazze'den bombalandığı gibi bombalanır mıydı?

 

Kesinlikle, ve çok daha güçlü bir şekilde. İsrailliler de bunu biliyor. Sonuç olarak, farklı kalibrede, tipte ve miktarda roketlerden bahsediyoruz. Biz Beyrut'a karşı Tel Aviv denklemini ilan ettiğimiz zaman, bu ciddiydi. Tel Aviv'i vurma kapasitesine kesinlikle sahiptik, aksi halde böyle bir tehditte bulunmaz, hayata geçiremeyeceğimiz bir denklemden söz etmezdik.

 

Savaş sırasında bir yakın tehditle karşı karşıya geldiniz mi? Geldiyseniz, tehlike size ne kadar yakındı?

 

Doğrudan bir saldırı altında kalmadım. Benim bulunduğum yerler saldırıya uğramadı. Fakat doğal olarak, içinde bulunduğumuz [genel] bölge bombalandı. Bu normaldir.

 

Füzelerin sizin konvoyunuzun yakınlarına düştüğü doğru mu?

 

Hayır doğru değil.

 

Savaşın ilk günlerinde gününüzü nasıl geçiriyordunuz? Yürütme kolunun büyük işlere giriştiğini ve siyasi müzakerelerin henüz ciddi şekilde başlamadığını biliyoruz. Savaşın ilerleyişini devamlı olarak takip edebildiniz mi? İyi uyuyabildiniz mi?

 

Muharebelere müdahale etmemek, onları yönetmediğiniz anlamına gelir. Fakat savaş sahasındaki gelişmeleri gece gündüz takip etmeyi içerir: Güneydeki, ileri pozisyonlardaki, Bekaa'daki diğer bölgelerdeki gelişmeleri, bombalanan alanları, şehitleri, yaralıları, yer değiştirenleri, medyadaki atmosferi ve siyasi atmosferi takip etmekten söz ediyorum. Bütün bunların yakından takip edilmesi gerekir.

 

Savaş süresince ailenizi görebildiniz mi?

 

Evet, onları bir kez gördüm.

 

Savaş bittiği zaman iyi olup olmadığını kontrol ettiğiniz ilk kişi kimdi?

 

Savaş bittiği zaman, hareket imkanı biraz karmaşıktı. Hatırlayın, savaş ateşkesle değil, karşılıklı saldırıların bitmesiyle sona erdi. Biz halen savaşın kalbinde olduğumuzu düşünüyorduk ve bu nedenle savaştan hemen sonra ve bir süreliğine, benim hareketim sınırlı kaldı.

 

Benimle görüşmek için ısrar eden kişiler vardı ve ben onlara bunun hem kendim hem de onlar için riskli olduğunu söylüyordum. Kardeşlerin yaptığı değerlendirme, durumun tehlikeli olduğu ve benim verili bir yerde görünmemin hem beni, hem de orada bulunan kişileri riske atacağı yönündeydi. Savaştan sonra gittiğim tek yer, Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın bulunduğu yerdi. Çok sayıda kardeşle birlikte, savaştaki duruşu nedeniyle ona teşekkür etmek üzere onu ziyaret ettim. Bu tek ziyaretti. Savaş sırasında buluştuğum insanlar, cihad faaliyetleriyle ilgili olan kardeşlerden ibaretti.

 

İç cephede, El Menar'la ve Medya İlişkileri birimiyle konuşuyordum. İç ağ dahilinde iletişim kurmak sorun değildi. Sorun, cep telefonları veya radyo üzerinden iletişim kurmaktı. Bazen bir açıklama kaydederdim, o da iç ağa erişimi olmayan insanlara radyo üzerinden yayınlanırdı. Olan şey buydu. 

 

Savaş sırasında yer değiştiren mültecileri ziyaret ettiniz mi?

 

Mesele kişisel ziyaretleri gerektirmiyordu, zira hareket etmek zordu, fakat mültecilerin işlerinden sorumlu olan kardeşlerle temas halindeydim. Partinin kurumu bütünüyle işin içindeydi ve ben bütün yetkililerle temas halindeydim. Bu yüzden, bombalama ve yıkım, mültecilerin durumu, onların meselelerinin ve sorunlarının nasıl ele alındığı konusunda her gün brifing alıyordum. Doğal olarak, mülteciler ve halkın tutumları meselesi, halk ve onların halet-i ruhiyeleri, sabırları, moral durumları bizim için temel önemdeydi ve kararlarımızda yer ediniyordu.

 

Yer değiştiren kişilerin duruşu sizi şaşırttı mı?

 

Şaşırtıcı değildi, ama pek çoklarını şaşırttı çünkü mülteciler üzerine bahse giriyorlardı ve medyada ve başka yerlerde, okullarda vs. onlar arasında kışkırtma vardı. Bazı siyasi partiler, mültecilerin gösteriler düzenleyip Direniş'e durma veya silahsızlanma veya teslim olma çağrısı yapmalarını umuyorlardı. Bunun olması için çabalar yürütüldü. Halkın duruşuna dair büyük olan şey, sadece onların iradesi, inançları, bilinçleri ve anlayışları değil, aynı zamanda savaşa, yıkıma, yer değiştirmeye, ölüm ve katliamlara ve çirkin kışkırtmalara rağmen bunu korumalarıydı. Eğer bir ulusal uyum olsaydı, herkes dayanışmayı teşvik etse, desteklese ve ifade etseydi, duruşları nedeniyle insanlara daha az itibar etmiş olurduk. Fakat gerçekte, bir demoralizasyon, güvensizlik ve olan her şey için Direniş'i suçlama atmosferi ve insanları gösterilere çekme girişimleri vardı, fakat onlar bunu reddettiler.

 

Savaş süresince sizi en fazla inciten şey neydi?

 

En fazla inciten şey katliamlardı. Savaşan kişiler genelde katılaşır, fakat kardeşlerimiz, cesaretlerine ve azimlerine rağmen etkilendiler. İçlerinden bazıları, kadınların ve çocukların katledildiğini görünce ağlıyordu. Sivillerin hedef alınması çok inciticidir. Altyapı ve binalar yeniden inşa edilebilir ve yer değiştirenlerin hepsi sonunda geri dönecektir, zira bizim için, Allah'ın izniyle savaşta galip geleceğimiz ve insanlarımızın evlerine, köylerine, mahallelerine ve şehirlerine geri dönecekleri açıktı. Fakat İmam Hasan külliyesi bombalandığı zaman özel olarak inciten bir şey vardı; öncelikle orada çok sayıda insan şehit oldu, ikinci olarak da Lübnan'da, İsraillilerin orayı benim orada olduğumu düşündükleri için bombaladıkları şayiaları dolandı. Elbette savaşın hiçbir anında oraya gitmedim.

 

Kimin için korkuyordunuz?

 

Özel olarak birinin olduğunu söyleyemem. Savaşta uğruna endişelendiğim bir çok kardeş vardı ve bunlardan biri de Hacc İmad [Muğniye] idi, çünkü onun hayatta kalmasının savaşın gidişatı bakımından hayati önemde olduğunu biliyordum ve her zaman ne durumda olduğunu öğrenmeye çalışıyordum.

 

Tuğgeneral Muhammed Süleyman'ın rolü de dahil olmak üzere, Suriye'nin savaştaki rolü ne oldu? [Direniş'e] silah transferi sırasında Suriye ordusu ne kadar şehit verdi?

 

Savaş boyunca Suriye'den gelen silah ve cephanelik transferi ve yardım hiç durmadı. Savaşın ne kadar süreceği belli değildi, bu yüzden de ne kadar çok kapasiteye, silaha ve cephaneliğe sahip olursak, durumun o kadar iyi olacağına kanaat getirdik. İsrailliler neredeyse bütün sınır noktalarını hedef alsa da, silah sevkiyatı imkanı hâlâ vardı. Ancak Suriye ordusu silah transferi sırasında şehit vermedi, zira Suriye içinde bombardıman yoktu, sadece sınır noktalarında ve Lübnan toprakları içinde bombardıman vardı.

 

Şehit Tuğgeneral Muhammed Süleyman'a gelince, ben İsraillilerin onu savaş öncesindeki ve esnasındaki rolü nedeniyle öldürdüğünü düşünüyorum, çünkü o bu meseleyi takip etmek üzere Başkan Esad tarafından görevledirilmişti. Onun rolü mükemmel ve son derece pozitifti, bu nedenle İsrailliler savaştan sonra Suriye'de İmad Muğniye ve Tuğgeneral Muhammed Süleyman'ın peşine düştü. Şüphe yok ki onun suikaste kurban gitmesi, Temmuz Savaşı'yla bağlantılıydı. Bazı Arap medya kuruluşları iç tasfiyelerden söz ettiler. Fakat sahadan edindiğimiz bilgiler ve yaptığımız araştırmalar temelinde bizim için, bu suikastin arkasında İsrail'in olduğu açıktır. Savaş sırasında vurulan bir Suriye mevzii veya öldürülen bir Suriyeli olmadı. Elbette biz cephede savaşırken, bize hiçbir çekince olmaksızın silah, kapasite, cephanelik, roket ve benzerlerini temin etmeye hazır olan, Suriye adında bir arka üsse sahip olmanın güvenini yaşıyorduk ve bu çok önemlidir. Bu nedenle, abluka altında savaşan Gazze Şeridi'nde olanları anlıyorum.

 

Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Suriye cephesinde savaşmak istediği doğru mu?

 

Savaşın Suriye'ye yayılması ihtimal vardı, zira İsrailliler Direniş'in dayanıklılığı ve savaşı sürdürme becerisi nedeniyle kısmen Suriye'yi suçluyordu ve silahların bir kısmının ya Suriye yapımı olduğu ya da Suriye tarafından temin edildiği ortaya çıkmıştı. Hizbullah örneğin Kornet füzelerini başka türlü nasıl edinebilirdi? İsrailliler Suriye'yi, savaşın gidişatı üzerinde nitel bir etkisi olan silahların bir kısmını Suriye'ye temin etmekle suçluyorlardı. Bu nedenle, sahadaki gelişmelerin sonucu olarak, özellikle de Hasbaya, Raşaya, Batı Bekaa ve Orta Bekaa yönünde kara harekatının başlayabileceğini konuştuğumuz zaman bu ihtimal vardı. Saldırının yaklaşık olarak ikinci haftasında, savaş boyunca temas kurduğumuz General Asıf Şevket bana bir mesaj göndererek Şam'da tartışılan bir fikir hakkındaki kanaatimi sordu. Buna göre geniş çaplı bir kara harekatı durumunda Suriye kendini, Direniş'in yanında müdahaleye zorlanmış halde bulabilirdi. Böyle bir kararın alındığını iddia etmiyorum, fakat her şeyi takip eden ve olanlar hakkında ayrıntılı bilgilere sahip olan başkan ve karar alıcı grup tarafından tartışıldı. Kardeşlerle istişarede bulunduktan sonra cevabım şu oldu: bunu yapmak zorunda değilsiniz, durum o kadar da tehlikeli değil ve bizim bir kara saldırısına karşı mücadele etme becerimiz hayli yüksek. Gerçekte, İsraillilerin kara harekatına girmesini istiyorduk, çünkü o zaman savaşın özellikleri daha açık hale gelecekti.

 

Pratik olarak, Suriye'nin savaşa girmeyi düşünmesinin temelini oluşturan kara harekatı gerekleşmedi ve bütün mesele bir münazaradan ibaret hale geldi.

 

----

‘Hacı Rıdvan'ın intikamı çifte intikam olacaktır

 

Hacı İmad Muğniye'nin iki zaferin arkasında olduğunu söylüyorsunuz. Pratikte bunun anlamı nedir?

 

1990'ların sonlarında partide yürürlükte olan hiyerarşiye göre bütün fiili cihad aktiviteleri Hacc İmad'ın komutası altında yürütülür, çok sayıda kardeş de ona yardım ederdi. Bu, onun şehadetine kadar devam etti. Bu yüzden 2000'deki kurtuluşta ve 2006'daki Temmuz Savaşı'nda cihad çalışmasına komuta etmekten sorumlu olan kişi - her ne kadar Temmuz Savaşı'nda özel olarak şu veya bu kişinin yükümlü olduğu söylenemezse de - Hacı İmad'dı. Biz bütün itibarı tek bir kişiye vermiyoruz, çünkü Temmuz Savaşı Direniş'in kolektif çalışmasıydı ve genel ulusal çerçeve içinde gerçekleşti. Fakat Hacı İmad birinci zaferde ve ikinci zaferde temel ve merkezi bir rol oynadı ve eğer o hayatta olsaydı, onun iki zaferin lideri olduğunu söyleyemezdik.

 

Onun intikamını alma yemininize ne oldu?

 

Bu, açık uçlu bir mesele. Birden fazla vesileyle şunu söyledim: bazı insanlar bir grup insanın, yerleşimcinin veya şu ya da bu ülkeye seyahat eden İsraillilerin hedef alınabileceğini, yahut bir yerde İsrail'i hedef alan bir operasyonun gerçekleştirilebileceğini ve bunun onun sonu olacağını savunuyorlar. Gerçekte, biz böyle düşünmüyoruz. Hacı İmad'ın intikamının çifte intikam olacağını düşünüyoruz. Öncelikle, Direniş yapısının, gelişiminin sürdürülmesi, herhangi bir çatışmada muzaffer olacak şekilde kapasite, beceri ve hazırlığının geliştirilmesi bağlamında olacaktır, zira Hacı İmad'ın adı, Hacı İmad'ın ruhu ve Hacı İmad'ın zihni, bütün bunlarda canlıdır.

 

İkinci boyut ise İsrailli işgalcilerin, intikamın daha sonra da olsa geleceğini biliyor olmalarıdır. Onlar, onun dengi olan bir kişi veya hedef aradığımızı düşünüyorlar. Gerçekte, Hacı İmad'ın siyasi ve manevi duruşunun dengi olabilecek biri yoktur. Peki bu, hedefin bir grup insan, lider veya karar alıcı olabileceği anlamına mı gelir? Evet. İsrailliler, hedefin bu büyüklükte olacağını vasayıyorlar. Bu nedenle, başbakan, savunma bakanı, eski ve yeni ordu ve istihbarat komutanları etrafındaki güvenlik önlemlerini sıkılaştırdılar. Şehid İmad Muğniye'nin intikamının, belli bir süre sonra gerçekleşse bile, bundan daha azı olamayacağını düşünüyorlar.

 

Size bir keresinde onun sorulduğunu ve sizin de “onu tanımıyoruz ve nerede olduğunu bilmiyoruz” dediğinizi hatırlıyor musunuz?

 

Hiçbir zaman onu tanımadığımızı söylemedim. Sadece, 1993 yılında Télé Liban'a verdiğim ilk röportajda, Hacı İmad'ın bir Hizbullah lideri olup olmadığı sorulduğunda, “hayır” dedim. Gerçekten de o tarihte Hacı İmad Hizbullah'ın içinde değildi. O da, Cihad çalışması içinde temel kişiler olan öteki kardeşler de Hizbullah'ın formasyonlarına girmemişti. Hala var olmaya devam edip etmemesinden bağımsız olarak, faaliyet yürüttükleri bağımsız bir formasyonları vardı. Bu, hassas meselelere temas etmeyen, başka bir konudur. 

   

Hacı Hasan Lakkis suikastını Hacı Rıdvan [İmad Muğniye] suikastı bağlamına mı yerleştiriyorsunuz yoksa bu, Hizbullah bir yerlerde kırmızı çizgiyi çiğnediği için İsrail'e ait yeni bir kırmızı çizgi ortaya koymak için mi gerçekleştirildi?

 

Ben bunun düşmanla olan açık uçlu istihbarat savaşının parçası olduğunu düşünüyorum. Mesele kırmızı çizgiler meselesi değildir. İsrail'in, ulaşabilmesi halinde hedef almaktan çekinmeyeceği pek çok insan olduğunu ve onların herhangi bir kırmızı çizgi de gözetmeyeceğini biliyoruz; tıpkı az önce tartıştığımız Hacı İmad meselesi bağlamında bizim kırmızı çizgi gözetmeyecek olmamız gibi. Bizim için ayrıca Hacı İmad Muğniye meselesiyle ilgili bir grup hedef de var ve bu, İsraillilerle bizim aramızdaki açık uçlu istihbarat savaşının bir parçasıdır.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com