MEHDEVİYET DOSYASI (2): Mehdilik inancı mütevatir hadislere mi yoksa ahad rivayetlere mi dayanıyor? (1)

MEHDEVİYET DOSYASI (2): Mehdilik inancı mütevatir hadislere mi yoksa ahad rivayetlere mi dayanıyor? (1)
Tevatür sınırı beş iken 30’u aşkın sahabî tarafından rivayet edilen bir hadisin durumunu varın siz düşünün! Mehdi hadisleri sadece mütevatir değil tevatürün çok üstündedir. Çünkü yukarıda geçen kuralları ve İbn Hazm’ın beş sahabînin nakli şartını birbirine eklediğimizde bir haber mütevatir oluyor. Peki 30’u aşkın kişi tarafından rivayet edilen bir hadis hakkında ne denir?

 

Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. "Utruhatü'l-Mehdeviyet'" programının yeni bir bölümünde sizleri selamlıyoruz. Bu haftaki programımızın konusu: Mehdilik İnancı mütevatir hadislere mi yoksa ahad haberlere mi dayanıyor? İnşallah bu programda Seyyid Kemal Haydari Bey'le bu inançla ilgili bazı konular üzerinde etraflıca duracağız. Programımıza hoş geldiniz diyoruz Seyyid Kemal.

 

Hoş bulduk.

 

Saygıdeğer Seyyid, programımıza “Mehdilik inancı mütevatir midir yoksa haber-i ahada mı dayanmaktadır?” başlığını koyduk. Şöyle bir soru gelebilir: Tevatür kavramı ne anlama geliyor? Bir haber hangi koşullarda mütevatir olur?

 

Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli alâ Muhammed ve Âl-i Muhammed ve accil feracehum.

 

Öncelikle bu başlığı neden seçtiğimize veya bu programda niçin bu konuyu ele alacağımıza işaret edelim. Âlim olduklarını söyleyen bir grup insanın “Mehdi-i Muntazar ile ilgili haberler en nihayetinde ahad haberlerdir. Bir inancın ahad rivayetler üzerine tesis edilmesi ise mümkün değildir. Öyleyse böyle bir meseleyi araştırmanın ne gibi bir zorunluluğu olabilir?” diyerek ortaya koymaya çalıştıkları bir problemden dolayı bu meseleyi ele alıyoruz.

 

“Mehdi ile ilgili hadisler, tevatür haddine ulaşmamaktadır. Üzerine bir akide ve inanç bina edebilmemiz için haberin mütevatir olmasına ihtiyaç vardır. Mehdi haberleri tevatür haddine ulaşmadığına göre bu konuyu incelemenin bir yararı yoktur, dahası boş bir şeyle uğraşmak demektir. Haber-i ahad türünden birçok konu vardır ve biz bunlara önem vermemekteyiz. Öyleyse tevatür sınırına ulaşmayan Mehdi haberlerine neden bu kadar çok önem veriyoruz?” diyorlar.

 

Resulullah'ın (s.a.a.) “Dünyanın bir gün ömrü kalmış olsa dahi Allah-u Teâlâ o günü öyle uzatır ki Ehl-i Beyt'imden birisi çıkar, yeryüzünü zulüm ve zorbalıkla dolduktan sonra adalet ve hak ile doldurur” şeklinde andığı Mehdi-i Muntazar'ı ele alıyoruz.

 

Bu meseleyi incelemek istiyoruz. İslam âlimleri bu konuda ittifak halindedirler. Şimdilik Mehdi-i Muntazar'ın hususiyetlerinden, sıfatlarından ve zuhur koşullarından bahsetmek istemiyorum. İnşallah ileride de geleceği gibi Ehl-i Beyt Okulunun kabul ettiği hususların %90'ının açık, bariz, mütevatir ve sahih bir şekilde Ehl-i Sünnet'in asli kaynaklarında da geçtiğini göreceğiz. Gerçi Mehdi-i Muntazar'ın hayatına ilişkin ihtilaflı konular da yok değildir. Mesela Mehdi-i Muntazar'ın masum oluşunda ihtilaf söz konusu. Ancak zuhur koşulları, Mehdi-i Muntazar'ın nesebi, sahip olduğu kerametler, bir melek tarafından destekleneceği gibi hususların tamamı İslam uleması tarafından ittifakla kabul edilmiştir. Gerçi son dönemlerde bazı televizyon kanalları veya internet sitelerinde bu düşünceyi akılsızlık olarak nitelendirmeye çalışanlarla karşılaşır olduk.

 

Seyyid Kemal Haydari nasıl bir dil kullanıyor demesinler diye bir noktaya işaret etmek istiyorum: Bunlar Ehl-i Beyt Okulunun sahip olduğu Mehdilik nazariyesinin bir tür akılsızlık olduğunu iddia etmekte ve bunu dillendirmeye çalışmaktadırlar. Yani onlara soracak olursanız “Bizler Ehl-i Beyt Mezhebinin Mehdi-i Muntazar düşüncesini reddetmek istiyoruz” derler. Ancak vakıa hiç de öyle değil. Yani televizyon kanallarında Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan bu inancı bütünüyle beyinsizlik olarak nitelendirdiklerini görürsünüz. Televizyon kanallarına çıkıp bu inanç özelinde Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaflı hususlara ve ittifak edilen noktalara değinme imkânları mevcuttur. Zaten bunlar kendilerini “ilim ehli” diye nitelendiriyorlar. Bunu belirttikten sonra yine dilediklerini söylesinler.

 

Ancak ben mantıkî ve ilmî metodun şöyle olduğunu düşünüyorum: İhtilafa düştüğümüz konuları ele alalım ve elde delil olup olmadığına bakalım. Örneğin Mehdi-i Muntazar'ın masum oluşu konusunu ele alalım. Konuyu ilmî bir şekilde ve usûl çerçevesinde münakaşa edelim. Konuyu ele alanın garazkâr bir yapıya sahip olduğunu gösteren hastalıklı yolları bir kenara bırakalım. Bizim elimizde Mehdi-i Muntazar'ın masum olduğuna dair deliller vardır.  Geliniz bu delilleri tartışalım. Elimizde Mehdi'nin 12. İmam olduğuna dair deliller de var, gelin bu kanıtları inceleyelim ve eleştiriye tabi tutalım. O'nun Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) kendilerine işaret ettiği 12 halifeden birisi olduğuna dair deliller var ve bizim böyle bir iddiamız var. Bahsi geçen televizyon kanallarına bir öğütte bulunmak istiyoruz. Ehl-i Beyt Okulunun ilim erbabına müracaat etsinler. Televizyon kanallarına çıkıp da çeşitli iddialarda bulunanların Ehl-i Beyt Mezhebini temsil edenlere bakmaları gerekir. Nitekim bizler de Sahabe Okuluna bir görüş nispet etmek istiyorsak onun gerçek temsilcilerine müracaat etmemiz gerekiyor. Televizyon kanallarına çıkıp da biz âlimler diye her iddiada bulunana prim verilemez.

 

Buna göre ilmî, metodolojik ve açık bir şekilde diyorum ki; ben kendime ve değerli izleyicilere söz veriyorum ki size bir görüşü veya bir pasajı aktaracaksam bunu Sahabe Okulu bilginlerinin en önemli kaynaklarından aktaracağım. Değerli izleyiciler Mehdilik inancının Sahabe Okulunun açık bir öğretisi olduğunu anlayacaklardır.

 

Bu meselenin önemi işte buradan kaynaklanıyor. Çünkü kimileri bu meselenin mütevatir haberlere dayanmayışı yüzünden herhangi bir önemi haiz olmadığını, haber-i vahidin ise inanç ile ilgili konularda bir şey ifade etmediğini söylemeye çalışmaktadırlar.

 

İlk soruya geçelim. Neyi araştırdığımızı öğrenebilmemiz için tevatürden muradın ne olduğuna bakmamız gerekiyor. İbn Hacer el-Askalanî, İbn Hazm ve Şeyh Abdullah b. Sıddık el-Ğımarî'nin bazı açıklamalarına işaret etmek istiyorum. Bunlar kadim ve son dönem ulemasından üç kişidir.

 

Elimizde Doktor Muhammed Ahmed İsmail'in el-Mehdî ve Fıkhu Eşrati's-Saati adlı eseri var. Bu eser akademik ve ilmî bir kitaptır. Değerli izleyicilerden bu meselenin çözümü bağlamında yapılan açıklamalara dikkat etmelerini istirham ediyorum. Çünkü o kadar da geniş bir vaktimiz yok.

 

Eserde İbn Hacer'den şu alıntı yapılmış:

 

“Bu konuda söylenen sözlerin en güzellerinden biri şudur: Doğu ve batıdaki ilim erbabının ellerinde dolaşan ve yazarlarına nispetleri kesin olan meşhur eserlerde bir hadis çeşitli kanallardan tahric edilmiş ise ve bu geliş kanalları yalan üzere birleşmeleri olanaksız olacak bir şekilde de çoksa artık bu hadis sahihliğiyle yakînî bir bilgi ifade eder.” (Doktor Muhammed Ahmed İsmail el-Mukaddem, el-Mehdî ve Fıkhu Eşrati's-Saat, s.133, 1. Baskı, ed-Darü'l-Alemiyye, el-İskenderiyye,1423)

 

Yani yazar şöyle diyor: Bir hadisin geliş kanalları çok, İslam âlimlerinin kaleme aldıkları çeşitli eserlerde de sabitse, onlar bu hadise işaret etmişlerse rivayetin mütevatir olduğuna kanaat getirilir ve artık kesinlik ifade eder.

 

İkinci bölüm: Şeyh'in sözleridir. Tabii yazar bunu Şeyh'in Nüzhetü'n-Nazar Şerhü Nuhbeti'l-Fiker adlı eserinden alıntılıyor. Şeyh Abdullah b. Sıddık el-Ğımarî, Hz. İsa'nın (a.s.) nüzulü ve Deccal'ı öldüreceğini ifade eden hadislerin mütevatirliği hakkında kuşku oluşturmaya çalışanları reddeder. Bu reddiyenin bir bölümünde şu ifadeleri kullanır: “Bu rivayetler sahabeden, tabiundan, tebe-i tabiundan ve hadis-i nebevîyi nakledenlerden oluşan, yalan ve yanılma üzere birleşmelerini olanaksız kılan sayıda bir topluluktan sayıca bunlardan daha az olmayan, yalan ve hata üzere toplanmaları imkânsız bir diğer topluluk tarafından rivayet edilmiştir.” (a.g.e., agy.)

 

Diyor ki bizler sahabeden, tabiundan veya tebe-i tabiundan ravilerin sayısına baktığımızda bu sözlerin Hz. Peygamber (s.a.a.) tarafından buyrulduğu noktasında bizde bir yakîn-kesin bilgi doğuyor. Yazar daha sonra aralarında İbn Hazm'ın da bulunduğu bir grup âlimden oldukça önemli bir söz aktararak şöyle diyor: İbn Hazm'ın da aralarında bulunduğu bir grup beş sahabî tarafından rivayet edilen hadisin mütevatir olduğu görüşündedir. (a.g.e., agy.)

 

Buraya kadar yaptığımız açıklamaları özetleyeyim: Beş sahabî tarafından rivayet edilen veya çeşitli raviler ya da hadis sahasında kalem oynatan farklı müellifler tarafından aktarılan hadisler mütevatir hadis kapsamına girdiğinden dolayı bizim için yakîn ifade ederler ve bu sözlerin Hz. Peygamber'e aidiyetinde itminan oluştururlar.

 

Tevatürün tanımı bağlamında ulemanın yaptığı açıklamalar genelde bu yöndedir. Tevatür ve ahad haberin tanımı gibi konular için bu alanla ilgili eserlere bakılabilir.

 

Vardığımız nokta itibariyle şu soruyu soracağım. Mehdi hadislerini rivayet eden sahabî sayısı kaçtır?

 

Ben Ehl-i Sünnet âlimlerinin ortaya koyduğu ölçütler çerçevesinde değerlendirmelerde bulunuyorum. Bu kadarının (beş kişi) biz Ehl-i Beyt Medresesinde de ilim ifade edip etmediği ayrı bir konudur. Biz Mehdi-i Muntazar ile ilgili konuların girişinde şunu ifade etmiştik: Mehdi-i Muntazar konusu bizim aslî inançlarımızdandır ve tevatüren sabittir. Dolayısıyla beş veya on sahabîye ihtiyaç duymuyoruz. Çünkü kaynaklarımız ayetlerle, rivayetlerle, nasslar ve Ehl-i Beyt Okulu bilginlerinin açıklamalarıyla doludur. Ancak bizim programımız Ehl-i Sünnet'in ve Sahabe ekolünün konuya bakışıdır. Evet bu bizim hangi kaynaklarımızda geçiyor? Bize Usûlu Kâfî'den, el-Bihâr'dan ve el-Ğaybet'ten delil getirmeyin diyenler açısından meseleye yaklaşıyoruz. Bu belirttiğiniz kaynaklar size aittir, Mehdi-i Muntazar meselesi Ehl-i Sünnet'in hangi kaynağında geçiyor, diye itirazlar geliyor.

 

Sorduğunuz soru esasa ilişkin bir sorudur. Mehdi-i Muntazar hadislerini rivayet eden sahabenin sayısı kaçtır?

 

Doktor İsmail Mukaddem'in el-Mehdî ve Fıkhu Eşrati's-Saat adlı eserinden aktarımda bulunacağız.

 

Yazar “Mehdi hadislerini Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktaran sahabenin isimleri” başlığı altında şöyle der: Osman b. Affan, Ali b. Ebi Talib, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Hüseyin b. Ali (Cennet ehli gençlerinin efendisi), Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Abdulllah b. Abbas, Abdullah b. Amr el-As, Ebu Said el-Hudrî, Cabir b. Abdullah el-Ensarî, Ebu Hureyre, Enes b. Malik, Ammar b. Yasir (Resulullah'ın “Seni azgın bir topluluk öldürecek” dediği şahıs) Avf b. Malik, Resulullah'ın mevlâsı Sevban, Kurre b. İyas, Ali el-Hilalî, Huzeyfe b. el-Yeman, Abdullah b. el-Haris ez-Zebidî, İmran b. Husayn, Ebu't-Tufeyl, Cabir b. Macid es-Safdî, Ebu Eyyub el-Ensarî, Ebu Ümame el-Bahilî, el-Abbas b. Abdülmuttalib, Temim ed-Darî, Ümmü'l-Müminin Aişe b. Ebubekir,  Ömer b. Mürre el-Cühenî. (a.g.e., s.63)

 

İsmi geçen şahısların bir bölümü sahabenin âlimleri ve seçkin simaları arasındadır.

 

İlginç bir şey, Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe'nin ismi geçerken “ümmü'l-müminin” ifadesini kullanmıyor ama Aişe'yı anarken “ümmü'l-müminin” diyor. “Peygamber'in (s.a.a.) hanımları arasındaki bu ayrımı neye göre yapıyorsun?” şeklinde bir soruyu yazara yöneltmemiz gerekiyor. O'nun (s.a.a.) hanımlarının hepsi müminlerin anneleridirler. Niçin biri hakkında bu ifadeyi kullanırken diğeri hakkında kullanmıyor? Yazar sonuçta 31 sahabîye işaret ediyor.

 

Beş nerede 31 nerede?

 

Allah aşkına İbn Hazm'ın işaret ettiği beş sayısı nerede, 30'u aşkın sahabî nerede?

 

Bundan dolayıdır ki bu isimler arasında sahabenin seçkinlerinin olduğunu belirttik. Bu mesele temel bir öneme sahip olduğundan çağdaş Selefî ekolün büyük bilginlerinden İbn Baz'ın açıklamalarını kanıt olarak sunduk. Gerçi bundan önceki programlarda onun açıklamalarını bütünüyle aktarmadık, ancak bu bölümde tamamen aktarmayı düşünüyoruz. Şeyh Abdülmuhsin Abbad'ın Akidetü Ehli's-Sünneti ve'l-Eseri fi'l-Mehdiyyi'l-Muntazar adlı eserine Şeyh İbn Baz bir mukaddime yazmıştır.

 

İbn Baz mukaddimesinde şöyle diyor:

 

“Mehdi ile ilgili hadislerin birçoğuna muttali oldum. Şevkanî, İbn Kayyım ve diğerlerinin dediği gibi bu hadislerin bir bölümünün sahih, bir bölümünün hasen, bazılarının zayıflığı telafi edilmiş hadisler ve bir kısmının ise mevzu olduğunu gördüm. Bize senedi sahih olan rivayetler -ister sahih li-zâtihi ister sahih li-ğayrihi ister de hasen olsun- yeterli gelmektedir. Aynı şekilde zayıf hadislerin zayıflıkları da böylece telafi edilmektedir. Zira ehli ilme göre bunlar da kanıt olarak ele alınabilmektedir.”  (Allame eş-Şeyh Abdülmuhsin İbn Hammad el-Abbad, Akidetü Ehli's-Sünneti ve'l-Eseri fi'l-Mehdiyyi'l-Muntazar, s. 5, Mektebetü's-Sünne, 1. Basım, Kahire, 1416)

 

İbn Baz mealen şöyle diyor: Ehl-i Sünnet bilginlerine göre birbirini destekleyen zayıf hadisler de kanıt olarak kullanılabilmektedir. Buna göre televizyon kanallarına çıkıp da sadece bir eserde geçmesinden dolayı “bu hadis zayıftır” diyenlerin bu tavrı asla doğru değildir. Özetle zayıf bir hadisin geliş kanalları birden fazlaysa ve bunlar da birbirini destekliyor ve kuvvetlendiriyorsa durum değişiyor ve bu hadis artık atılması gereken bir rivayet olmaktan çıkıyor. Dolayısıyla buraya dikkat edilmesi gerekiyor. Modern ulema, en azından İbn Baz nezdinde mesele şöyle şekilleniyor: Başka bir şey tarafından desteklenmeyen zayıf bir hadis öylece zayıf hadis olarak kalır. Ama birbirini pekiştiren ve destekleyen zayıf hadisler birbirine eklendiğinde makbul hadis düzeyine çıkar. Buna zayıf hadislerin telafi edilmesi ve zayıflıklarının giderilmesi deniliyor. Yani bir hadisin sahihliğinin bilinebilmesi için karinelerin bir araya getirilip derlenmesi… Bir hadis haddizâtında sened açısından zayıf olsa dahi diğer zayıf hadislerle bir araya getirildiğinde bir noktaya varıyorsa ilim ehli nezdinde artık makbul hadis seviyesine çıkıyor.

 

Sahabe Okuluna göre makbul rivayetler dört çeşittir: Sahih li-zâtihi, sahih li-ğayrihi, hasen li-zâtihi ve hasen li-ğayrihi. Bu kısımlar mütevatir haberin dışındadır. Hadisler mütevatir olunca artık hepsi makbul olur. Burada artık detaya gidilmez. Mütevatirliği ister lafzen ister manen olsun fark etmez. İmam Mehdi hadisleri ise manevi mütevatir kısmına girmektedir. Lafızları ve manalarının farklılığı, geliş kanallarının ve çıkış yerlerinin çeşitli olması, kendilerine güvenilen ehl-i ilmin sabitliğine ve mütevatirliğine ilişkin ifadelerinin bulunuşu dolayısıyla Mehdi hadisleri mütevatir kabul edilmektedir. İlim erbabının sayı itibariyle bundan daha az olan rivayetleri mütevatir hadis kapsamına koyup ispat ettiklerini görmüştük. Ehl-i ilmin cumhuru Hz. Mehdi'nin sabitliği, O'nun hak olduğu, ahir zamanda çıkacağı görüşündedirler, hatta bu konuda ittifak ettiklerini bile söyleyebiliriz. İlim ehli içinde bu konuda aykırı görüş serdedenler son derece nadirdir ve onlar da kelamına iltifat edilecek türden kişiler değildir. (a.g.e., agy.)

 

Tevatür sınırı beş iken 30'u aşkın sahabî tarafından rivayet edilen bir hadisin durumunu varın siz düşünün! Mehdi hadisleri sadece mütevatir değil tevatürün çok üstündedir. Çünkü yukarıda geçen kuralları ve İbn Hazm'ın beş sahabînin nakli şartını birbirine eklediğimizde bir haber mütevatir oluyor. Peki 30'u aşkın kişi tarafından rivayet edilen bir hadis hakkında ne denir?

 

İzleyicilerin artık bunların mütevatir hadis olup olmadıkları hakkında soru sormamaları ve kuşkuya düşmemeleri gerekiyor.

 

Mehdi hadisleri manevî mütevatir de olsa sonuçta mütevatirdir.

 

Haber-i ahad olduğunu söyleyenler hakikate karşı bir cinayet işlemektedirler.

 

Sadece cinayet işlemekle kalmıyorlar. Onların ihtisas ehli olmadıklarını da görüyoruz. Kendilerinin ilim erbabı olduklarını iddia eden bu şahıslar ihtisas ehli değildirler. İslam âlimleri hakkında bu ibareyi kullanmak istemiyorum. Ancak televizyon kanallarına çıkıp da kendilerinin Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'i temsil ettiklerini iddia eden bu şahıslar esasında değerden yoksun azınlık bir gruptur. Bunların kullandıkları üsluba baktığımda onlar hakkında âlim ifadesini kullanmak içimden gelmiyor. Bunların ilim erbabı olmadığı da zaten hissediliyor. Bunlar ehl-i ilim olsalardı bu tür bir konuyu ele aldıklarında ilmî ve akademik bir seviyede ele alır, delilleri tanımaya çalışır ve eleştirirlerdi. Şaşırtmaca, saptırma, altını oyma, alay ve itham gibi hususlar cehalet göstergesidir ki bunların da tavırlarında da başka bir şey gözükmüyor.

 

Konunun anlaşıldığı kanaatindeyim. Geriye şu soru kalıyor: Acaba, makbul Mehdi hadislerini kanıt olarak kullanan İslam âlimlerinin açıklamalarına dayanmak mümkün müdür?

 

Konu başka bir boyuta taşındı. Tevatürü açıklarken başka bir noktaya işaret edilmişti: Büyük musanniflerin (yazarların) bu rivayetleri nakletmeleri. Yani Mehdi hadislerinin orta tabakasına geçtik. İlk tabakada 30 sahabî tarafından rivayet edildiğini gördük ki bu sayı tevatür için gerekenin çok ötesindedir. Şimdi ise bir diğer tabakaya yani sahabe sonrasına geçmek istiyoruz. Yani tabiun ve tebe-i tabiun tabakasına. Sonra da büyük müelliflere ve büyük İslam âlimlerine geçiyoruz. Bunlar Mehdi hadislerine nasıl bakmışlar? Makbul hadis kategorisine koyup kanıt olarak kullanmışlar mı yoksa aksi mi olmuştur? Bu hadisleri ihmal mi etmişler yoksa eserlerinde tahric ederek sahih hadis kategorisinde mi değerlendirmişlerdir. Açıktır ki makbul olmayan hadisleri kanıt göstermeleri mümkün değildir.

 

Yukarıda geçen el-Mehdî ve Fıkhu Eşrati's-Saat adlı esere bir defa daha dönelim. Mehdi hadislerini tahric eden bilginlerin isimlerini yazmak isteyenler ellerine kalem kâğıt alıp yazsınlar.

 

Yazar şöyle diyor:

 

“Ebu Davud Sünen'inde, Tirmizî Câmi'inde, İbn Mâce ve en-Nesâî Sünen'lerinde, Ahmed el-Müsned'inde, İbn Hibban Sahih'inde, el-Hâkim el-Müstedrek'inde, Ebubekir b. Ebi Şeybe el-Musannef'inde, et-Taberânî Mucemü'l-Kebir, Mucemü'l-Evsat ve Mucemü's-Sağir'inde, Darekutnî el-İfrad'ında, el-Barudî Marifetu's-Sahabe'sinde, Ebu Yala el-Mavsılî Müsned'inde, el-Bezzâr el-Müsned'inde, el-Haris b. Ebi Üsame Müsned'inde, el-Hatîb Telhisü'l-Müteşabih'inde ve el-Müttefek ve el-Müfterak'ında, İbn Asâkir Tarih'inde, İbn Mendeh Tarihü İsfahan'ında, Ebu'l-Hasan el-Harbî el-Harbiyyat'ında, Temmam er-Razî Fevâid'inde, İbn Cerir Tehzibü'l-Asar'ında, Ebubekir b. el-Mukrî Mucem'inde, Ebu Amr ed-Danî Sünen'inde, Ebu Ğanem el-Kufî Kitabü'l-Fiten'inde, ed-Deylemî Müsnedü'l-Firdevs'inde, Ebu'l-Hasan b. el-Münadî Kitabü'l-Melah'iminde, el-Beyhakî Delâilü'n-Nübüvve'de, el-Cevzî Tarih'inde, Yahya b. Abdülhumeyd Müsned'inde, er-Ruvyanî Müsned'inde, İbn Sa'd et-Tabakat'ında, İbn Huzeyme el-Hassan b. Süfyan, Ömer b. Şübber, Ebu Avane, Abdülhumeyd Abdurrezzak vs. rivayet etmektedir.”

 

O bunları “Mehdi ile ilgili hadisleri ve eserleri kitaplarında tahric eden imamların isimleri” başlığının altında sunar. (a.g.e, s. 64)

 

Yazar toplamda 38 musannifin İmam Mehdi (a.s.) ile ilgili hadisleri tahric ettiğini söylemektedir.

 

Bu isimler sadece Mehdi ile ilgili hadisleri tahric etmekle kalmamışlardır. Çünkü hadisleri tahric edip zayıf ve dayanak alınamaz olarak nitelendirmekle aksine sağlamlıklarını belirtmek arasında fark vardır. Bu âlimler söz konusu hadisleri tahric ettikleri gibi dayanak olarak almışlar ve kanıtlıklarına kanaat getirmişlerdir. Öyleyse İbn Hacer'in zikrettiği kural gereği sonraki tabakaya bakınca da Mehdi hadislerinin mütevatir olduğu sonucu elde ediliyor. İbn Hacer mealen şöyle diyordu: Doğu ve batıdaki ehl-i ilmin ellerinde bulunan ve yazarlarına nispetleri sahih ve kesin olan meşhur mütevatir kitaplarda çeşitli kanallardan tahric edilen hadisler de mütevatirdir. Açıktır ki İslam âlimlerinden bahsi geçen bu musanniflerin hepsi Sahabe Ekolündendir. Bizler Ehl-i Beyt Okulunun telif ve kitaplarından aktarımda bulunmuyoruz. Konuya sadece Ehl-i Sünnet kaynakları çerçevesinde yaklaşıyoruz.

 

Buna göre Mehdi (a.s.) hadislerini tahric eden ve delil sayan imamların sayısı 40'ı aşmaktadır.

 

Bu da söz konusu hadislerin özel öneme sahip olduğuna yeterli bir delildir.

 

Sadece özel önem değil, kanıt olarak kullanılan ve kabul edilen hadislerdir. Örneğin İbn Haldun'u ele alalım. O da bu rivayetleri aktarmaktadır. Ancak yazarımız onun ismini buraya almıyor. Çünkü İbn Haldun'un bu rivayetleri eserine aldığı doğrudur, fakat o bu rivayetleri eleştirmek ve zayıf saymak amacıyla eserine almıştır. Yazar, listesine, hadisleri eserine alıp sahih sayan ve delil olarak kullananları almıştır.

 

Yazar İbn Haldun ve benzerlerini, televizyonlara çıkıp da Mehdi ile ilgili haberler haber-i ahaddır veya itina edilemeyecek türden rivayetlerdir türünden iddialarda bulunanları şiddetle reddeder.

 

Seyyidim son olarak, Mehdi-i Muntazar ile ilgili hadisleri özel tasniflerle kaleme alan bilginlere dayanmak mümkün müdür?

 

Bu rivayetleri tahric edip özel bir önem verenler oldukça çoktur.

 

Yazar eserin bir başka yerinde şöyle diyor: “Mehdi hadislerinin kanıt olduğuna kanaat getiren bilginler” (başlık) (a.g.e., s. 66)

 

Zayıf oluşları veya zann ifade etmeleri yüzünden haber-i vahid rivayetleri kanıt olarak kullanmak mümkün değildir.

 

Öncelikle bizler Mehdi hadislerini tahric eden imamların isimlerini zikrettik. Bu bölümde ise Mehdi hadislerinin kanıt olduğunu söyleyenleri zikretmektedir. Mehdi hadislerini tahric eden mucem ve sihah (sahih kitaplar) sahiplerinden bir grup âlim bulunmaktadır. Gerçi ileride Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de de Mehdi hadislerine işaret edildiğini göstereceğiz. Çünkü ortaya konulan şüphelerden biri de şudur: Madem durum anlattığınız şekilde, Mehdi hadisleri Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de niçin geçmiyor? Doğrudur, Mehdi ismi bu kaynaklarda geçmiyor ancak Mehdi'ye işaret eden açık emareler de ismi geçen eserlerde mevcuttur. Burada şuna işaret etmemiz gerekiyor: Sahihayn'da (Buharî ve Müslim) Mehdi haberlerine işaret eden haberlerin bulunmayışı bu kitapların kuvvetini mi yoksa zayıflığını mı gösterir? Bu konuyu da ileride ele alacağız. 30'u aşkın sahabî ve onlarca hadis imamı tarafından aktarılan bu hadisleri Buharî ve Müslim neden rivayet etmezler?

 

Sahabînin cerh ve tadile tabi tutulması caiz değil.

 

Tabii onların dayanaklarına göre.

 

Dolayısıyla ileri sürdükleri şartlara uymadıkları anlaşılıyor.

 

Mehdi hadisleriyle ihticac eden bilginlerin isimlerine işaret etmek istiyorum.

 

Yazar el-Mehdi ve Fıkhu Eşrati's-Saat adlı eserinde şöyle diyor:

 

Üçüncü madde: Mehdi hadislerini kanıt olarak kullanan ulema

 

İmam Süfyan b. Said es-Sevrî, el-İmam Ebu Davud, el-İmam Ebu İsa et-Tirmizî, el-Hafız Ebu Cafer el-Ukaylî, el-İmam el-Hasan b. Ali b. el-Berbeharî, el-İmam Ebu'l-Hüseyn Ahmed b. Cafer, el-İmam İbn Hibban, el-İmam Ebu Süleyman, İmam Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, el-İmam İbnü'l-Esir, İmam Kurtubî, İmam Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Kastallanî, İbn Teymiyye, İmam Mızzî, Hafız ez-Zehebî, İbn Kayyım el-Cevziyye, Hafız Nuruddin el-Heysemî, İbn Hacer el-Askalanî, Hafız es-Sehavî, Hafız Suyutî, Şeyh Müttaki el-Hindî, Molla Aliyyü'l-Karî, Allame Berzencî, Allame ez-Zerkanî, Allame Sananî, Allame es-Seferayinî, Muhammed b. Abdülvehhab, Allame el-Kadı Muhammed b. Ali eş-Şevkanî, Muhammed Sıddık Hasan Han, Muhammed Beşir el-Hindî, Allame Şemsülhak Abadî, Allame Muhaddis el-Kettanî, Allame Muhammed Enver Şah el-Keşmirî…  (a.g.e., s. 66)

 

Onlarca ve yüzlerce bilgin.

 

Bu da bütün tartışmaları sona erdiriyor.

 

Konumuzu önümüzdeki programda sonlandıracağız.

 

Allah-u Teâlâ'dan bu konuları incelemeye devam edebilmeyi diliyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizler de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Görüşmek üzere. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net