Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (30)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (30)
et-Tufî (Hanbeli) diyor ki ümmetin bir konu hakkındaki icmasının hatadan âri olduğunu gösteren deliller bulunmaktadır. Elimizdeki deliller Ehl-i Beyt’in de bir konuda icma etmeleri halinde bu görüşlerinin masumiyete sahip olduğuna delalet etmektedir. Peki bu iki icma çatışacak olursa hangisi öncelenir? İbn Said et-Tufî’ye göre deliller Ehl-i Beyt’in icmasının daha kuvvetli olduğunu söylüyor

 

28/01/2011

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle ve tertemiz duygularla selamlıyoruz. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. “Utruhetü'l-Mehdeviyye” programının yeni bir bölümünde “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun otuzuncu kısmında tekrar sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim Sekaleyn hadisine ilişkin programlarımız uzadı. Hatta bazen değerli izleyiciler Seyyid Kemal'in nereye vardığını takip edemiyoruz diyorlar. Acaba Sekaleyn hadisi konusunun şimdiye kadar işlediğimiz bölümlerinin bir haritasını çıkarmanız mümkün mü?  

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli kardeşim Doktor Salim'in buyurduğu gibi şu an Sekaleyn hadisi programının 30. bölümüne ulaşmış bulunuyoruz. Değerli izleyicilerin zihnine Sekaleyn hadisini ele alan bu programlar çok uzadı şeklinde bir düşünce gelebilir. Lütfen değerli izleyiciler bize biraz sabretsinler. Bu mübarek hadisin ortaya koyduğu sonuçları kavradıklarında bu hadisin sadece otuz programı değil, çok daha fazlasını hak ettiğini görecekler. İncelememizin dördüncü devresinde -o bölümde Sekaleyn hadisinin içeriğini, delalet ve fıkhını ele alacağız- Sekaleyn hadisine terettüp eden sonuçlara geldiğimizde önemli sonuçlara ve verilere ulaşılacak. Değerli izleyiciler Sekaleyn hadisinin sened ve delaletini ele aldığımızı bilmektedirler. Şu ana kadar incelememizi detaylı bir şekilde sürdürdük. Henüz daha bu hadisin delaletini açıklama kısmına ulaşmış değiliz. İnanca dayalı ilkeler bu hadisin Hz. Nebiyy-i Ekrem'den (s.a.a.) sadır oluşunun kesinliğine dayanmaktadır. Böylece konular açığa çıkacak ve kendi aralarındaki bağın kuvvetli olduğu ortaya konulacaktır, özellikle de esas konumuz olan Mehdevilik meselesinde. Değerli izleyiciler bizim bu incelememizde Ehl-i Beyt medresesi ile diğer İslami yönelimler arasında iki temel konuda görüş ayrılığı bulunduğunu dile getirdiğimizi hatırlayacaklardır:

 

- Acaba Mehdi-i Muntazar Fatıma evladından ve İtret-i Resul'den midir ve O'nun zuhuru kuşku duyulmayacak bir kesinliğe sahip midir?

 

- Mehdi acaba şimdi fiilen hayatta mıdır, yoksa ilerki bir zaman diliminde mi dünyaya gelecektir?

 

Sizler de biliyorsunuz ki Ehl-i Beyt Medresesi İmam Mehdi'nin el'an hayatta ve diri olduğunu söyleyen yegâne mezheptir. Bu gerçeği sahih hadislerde yer alan “Yeryüzü Allah'ın hüccetinden yoksun olmaz” ifadesiyle dile getirirler. Bu konu ilerde ele alınacaktır.

 

İlk asıl; bu Hüccet ilerki bir zaman diliminde mi dünyaya gelecek? Yoksa şu anda hayatta mıdır? Değerli izleyiciler, bu konuyu programın ilerleyen bölümlerinde ele alacağız.

 

Bakınız İbn Hacer el-Askalanî, Fethü'l-Bari adlı eserinde ne diyor: “İmam Mehdi'nin bu ümmetten olacağına ve Hz. İsa'nın (a.s.) O'nun arkasında namaz kılacağına dair haberler mütevatirdir. İsa'nın (a.s.) ahirzamanda ve kıyametin kopmasına yakın bir dönemde bu ümmetten bir kişinin arkasında namaz kılmasını içeren hadiste yeryüzünde muhakkak surette bir hüccetin bulunacağı görüşünün doğruluğuna dair bir delalet bulunmaktadır.” [1]

 

Ben İbn Hacer el-Askalanî'nin Ehl-i Beyt Medresesine inandığını söylemek istemiyorum. Ancak  bu açıklamaları ve  sözlerini delil getirmek istiyorum. Onun ifadeleri yeryüzünün Allah-u Teala'nın hüccetinden yoksun kalmayacağı anlamına gelmektedir. Bizler bu hüccetin şu an fiilen hayatta mı olduğunu, yoksa ilerde mi dünyaya geleceğini öğrenmek istiyoruz. İşte burası Ehl-i Beyt Medresesini diğer İslami yaklaşımlardan ayırt eden esasa dayalı bir noktadır. Bu ilk asıldır.

 

İkinci asıl; Sekaleyn hadisi, tathir ve mübahele ayetleri bağlamında öğrendiğimiz ve Resûlullah'ın (s.a.a.) kisayı kullanarak belirlediği Ehl-i Beyt kavramı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsamamaktadır. Bu görüşü aziz dostlar, sadece ben ortaya koyuyor değilim. Bilginlerden bir grup bu hakikate işaret etmiştir. Bunlardan biri de Allame Alusî'dir. O, Ruhu'l-Meanî adlı tefsirinde şöyle der: “Hadiste geçen Ehl-i Beyt'ten muradın açıklanması şöyledir: Hz. Resûlullah'dan (s.a.a.) aktarılan Sekaleyn hadisinde onlar ikinci öğedirler. Sen de biliyorsun ki Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum; uzanan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve İtretim Ehl-i Beyt'im. Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır' sahih hadisi mutahhar olmayan hanımların Sekaleyn'in iki öğesinden biri olan Ehl-i Beyt'in kapsamına girmemelerini gerektirmektedir.”[2]

 

Ehl-i Beyt kavramının iki kullanımı vardır. Bu kullanımlardan ilkinin kapsamına hanımlar girerken diğerine girmemektedir. Biz bunu önceki konularda defalarca açıkladık. Ehl-i Beyt kavramının hanımları içine alan bir geniş anlamı, bir de dört veya beş kişiye özgü olan özel anlamı vardır. Pasajın son bölümleri Peygamber hanımlarının lugat, örf ve fıkh açısından Ehl-i Beyt kavramının içine girmekle beraber tathir ayeti ile Sekaleyn hadisinin kapsamına girmedikleri şeklindeki iddiamızı ifade etmektedir.

 

Ehl-i Beyt Okulunun diğerlerinden ayrıldığı ikinci temel ise şudur -ki buna Allame Alusî işaret etmişti, biz de önceki programlarda bu noktayı incelemiştik-: Onların ortaya koydukları bir görüş veya açıkladıkları inançsal bir hakikat bazen yanılan, bazen de isabet eden bir müçtehidin pozisyonu gibi değildir (her ne kadar Müslüman bilginlerin çoğu bu görüşte olsalar da). Yani onların açıklamaları ve görüşleri doğrunun ta kendisidir. Cümlenin son bölümünde masumiyet kelimesini bilerek kullanmadım. Derdimi onların terminolojisini kullanarak ifade etmek istedim. Bu anlamıyla Ehl-i Beyt -Hz. Resûlullah, Hz. Emirü'l-Müminin, Hasan, Hüseyn ve Fatıma (a.s.) vd- acaba bazen isabet eden, bazen de yanılan sahabe gibi midir? Ehl-i Sünnet'e göre Ümmü'l-Müminin Aişe'nin içtihad ettiğini ancak yanıldığını, diğer birçok sahabenin de içtihad ettiklerini ve aynı şekilde yanıldıklarını ifade eden cümleleri okuduk. Bu iki görüşten hangisi doğrudur?

 

Ehl-i Beyt'in bütün davranışlarının doğru olduğu şeklindeki görüşe sadece Ehl-i Beyt Medresesinin bilginleri değil, Şerh-ü Muhtasari'r-Ravda adlı eserin yazarı Necmüddin İbn Said et-Tufî (h. 716) de işaret etmektedir. O söz konusu eserinde şöyle der: “İcma, Şia'nın inancının aksine sadece Ehl-i Beyt ile gerçekleşmez. Ehl-i Beyt'in ümmetin tümünü teşkil etmemiş olması ve masumiyetin ümmetin bütünü için geçerli olduğu şeklindeki olgu da bizi desteklemektedir.”[3]

 

Bizler Resûlullah'ın (s.a.a.) “Ümmetim hata ve dalalet üzere birleşmez” buyurduğunu biliyoruz. Peki Ehl-i Beyt'in bir konuda icma etmesi de yanılgı ve delaletten masuniyeti gerektirmekte midir? Ehl-i Sünnet nazarında durum bu şekilde değildir. Onlara göre Ümmetin icma etmesi gerekmektedir. Ehl-i Beyt'in bir konuda, diğerlerinin de karşıt noktada icma etmesi durumunda hangisi öncelenecektir öyleyse? Şia, Ehl-i Beyt'in icmasının öncelikli olduğu görüşündedir.

 

İbn Said et-Tufî masumiyetin ümmetin tamamının icması ile gerçekleşeceğini söylüyor. Öyleyse kimse bizi itham etmesin, zira Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra masumiyetin mevcudiyetini söyleyen sadece biz değiliz. Müslüman ulemadan bir grup da aynı şekilde Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra masumların bulunduğunu söylemektedir. Bu onlara göre ümmet ve onun icmasıdır. Bizler ise Ehl-i Beyt'in masumiyetine inanıyoruz.

 

İbn Said et-Tufî eserinin ilerleyen sayfalarında şöyle demektedir: “Buradan da Ehl-i Beyt'in kapsamına giren kimselerin içtihadlarında isabet ettikleri ve dolayısıyla da onların sözlerinin bu sem'î delille kesin kanıt mesabesinde olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, ümmetin icması hakkındaki genel icma delillerinin onlar hakkında daha da geçerli olduğuna delildir.”[4]

 

İbn Said et-Tufî diyor ki ümmetin bir konu hakkında görüş birliğine varması halinde ulaştıkları bu sonucun hatadan âri olduğunu gösteren deliller bulunmaktadır. Elimizdeki bu deliller Ehl-i Beyt'in de bir konuda icma etmeleri halinde bu görüşlerinin masumiyete sahip olduğuna delalet etmektedir. Peki bu iki icma çatışacak olursa hangisi öncelenir? İbn Said et-Tufî'ye göre deliller Ehl-i Beyt'in icmasının daha kuvvetli olduğunu söylüyor. Evet bunu söyleyen Hanbelî bir kişi. Ancak şimdi bu konuya girmek istemiyorum. Sekaleyn hadisinin incelenmesiyle bu hakikat ortaya çıkacaktır.

 

Yani tathir ayeti ve Sekaleyn hadisi gereğince Ehl-i Beyt bir konuda icma etse ve ümmet de farklı bir görüşte birleşse et-Tufî'ye göre geçerli ve doğru olan icma Ehl-i Beyt'inkidir. Zira ona göre Ehl-i Beyt'in icması daima doğrudur, diğerlerininki ise doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir.

 

Öyleyse Sekaleyn hadisinin incelemesinde peşinde olduğumuz ikinci asıl; Ehl-i Beyt'in icmasının kesin bilgi doğurup doğurmayacağıdır. Öğrenmemiz gereken diğer konu budur. Ben bu sonucun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Önceki programlarda belirttiğimiz gibi, şimdi de bunun üstüne basa basa söylüyorum, Allah-u Teala da biliyor ki ben bir kimsenin falanca mezhepten filanca mezhebe geçmesini sağlamak gibi bir uğraşı içinde değilim. Ben sadece programımızı izleyip hakikati öğrenmek isteyen insaf ve adalet sahibi insanlar için Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra yeryüzünün masum zattan yoksun olamayacağı gerçeğini açıklamak istiyorum. Acaba Şia'nın bu görüşleri heva kaynaklı mıdır, yoksa Şiilerin bu konuda delilleri bulunmakta mıdır? Ben, senin benim delilimi kabul edip etmemen derdinde değilim. İster benimkiyle uygun fikir arz edersin, ister farklı bir görüşe sahip olursun. Bu sözü söylememin bir gerekçesi var. Çünkü sizler de biliyorsunuz ki son dönemlerde bize bir saldırı söz konusudur. Keşke bu hamle ilmî olsaydı, ancak ilmî olmadığı gibi herhangi bir metoda dayanıyor da değildir. Ehl-i Beyt Medresesinin dayanakları ve inançlarını destekleyen hiçbir delil söz konusu değilmiş izlenimini doğurmak istiyorlar. Ben Sekaleyn hadisini inceleyerek delillerimizi değerli izleyicilere, hakkı talep edenlerin huzurlarına sunmak istiyorum. Sizler de bu deliller hakkında iyice düşünüp kulak veriniz. Bütün bunlardan sonra “Biz delilinize katılıyoruz veya katılmıyoruz” deyiniz. Sunacağımız delillerimiz sizin kaynaklarınızda geçmektedir. Bu deliller sizin kaynaklarda var dediğimde delalet açısından mevcut olduklarını kastetmiyorum. Bazıları açıklamalarını sunduğum kimselerin benim görüşümü paylaştıklarını tasavvur ediyor. Hayır, kastım bu değil. Ben bu nasslar sizin sahih kaynaklarınızda geçiyor demek istiyorum. Gerçi bu hadislerin delalet ve tefsiri hakkında sizinle farklı düşünüyoruz. Öyleyse sizden farklı görüşlere sahip kişilere “Herhangi bir delilleri bulunmamaktadır, bu düşünceler heva ve hevese dayanan görüşlerdir, yalandır” vs. şeklinde ithamlarda bulunmayınız. Hayır bunlar ne aldatmadır, ne de yalandır. Söz konusu eserlerde geçen hakikatlerdir. Bu delilleri detaylı bir şekilde ele almak ve delalet yönlerini açıklamak istiyorum. Ehl-i Beyt Medresesindeki şu iki aslî olguyu ispat etmek için dayandığımız delili sunmak istiyorum

 

İlk asıl; yeryüzünün hüccetten yoksun kalamayacağı,

 

İkinci asıl; bu hüccetin hatadan korunmuş olması, diğer ifadeyle görüşlerinin her zaman doğru oluşu,

 

İşte bu iki asli olguyu ispat etmek için Sekaleyn hadisine geçiş yaptık. Ehl-i Beyt Medresesinin inandığı şekilde Mehdeviyet konusuna vardık. Bu bölümde de dört merhalenin olduğunu söyledik,

 

İlk merhalede Sekaleyn hadisinin metinleri ve varyantları, muteber varyantın hangisi olduğu,

 

İkinci merhalede Sekaleyn hadisinin varyantlarının ve metinlerinin sened açısından incelenmesi,

 

Üçüncü merhale ise Sekaleyn hadisinde geçen Ehl-i Beyt ve İtretin kimler olduğu incelendi.

 

Bu üç merhalenin açıklığa kavuşması için değerli izleyicilerin otuz program boyunca beni izlediklerini düşünüyorum. Sekaleyn hadisinin çeşitli varyantları ve bu varyantların senedlerinin sahih isnad zincirine sahip oldukları ortaya konuldu. “İtretim olan Ehl-i Beyt'im” ifadesinden muradın Kisa ashabı olduğunu vuzuha kavuşturduk. Bu otuzuncu programla artık son merhaleye başlayacağız. Çeşitli metinlere sahip olan bu Sekaleyn hadisine terettüp eden sonuçlar nelerdir?

 

Sunucu: Zikrettiğiniz şeye geçmeden önce işaret ettiğiniz varyantları izleyicilere hatırlatmanız mümkün mü?

 

- Bu açıklamalarımız -tekrar olsa da- “Hatırlatma müminlere fayda verir” kabilinden olsun. Bunlar Ramazan ayından önce sunulmuştu. Ulaşmak istediğimiz noktanın ispatı için istidlal ettiğimiz hadisin farklı nakillerini değerli izleyiciler hatırlasınlar diye tekrar sunacağım. Aziz dostlarım, bizler Sekaleyn hadisinin üç farklı biçimini zikrettik. Yani sened açısından muteber olan üç nakli vardır. “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki, hiçbir sahih senede sahip olmayan diğer varyantı kastetmiyorum. Üç varyanttan kastım sahih isnad zincirine sahip olanlardır ve bunları inceliyeceğiz. Ardından da “ve Sünnetim” rivayetini ele alacağız ve  bu rivayetin delil olma özelliğine haiz olması durumunda “ve İtretim” hadisiyle çelişip çelişmediğine bakacağız.

 

Şimdi Sekaleyn hadisinin sahih isnad zincirleriyle varid olan ve sahihliği konusunda ittifak edilen varyantlarını ele alacağım. Bunların üç tane olduğunu söylemiştik.

 

İlk varyant, İmam Muhaddis et-Tahavî'nin (h. 321) Şerh-ü Müşkili'l-Asar'ında yer alan nakildir. Önceden değindiğimiz şeylerin bir bölümünü tekrar zikretmeyeceğiz. Şimdi değineceğimiz hususların bir kısmı ise önceki programlarda değinmediğimiz şeylerdir. Daha önce bahsi geçen konuların bazısına ise işareten değineceğiz.

 

Hadisin ilk nakli şudur: Bize Ahmed İbn Şuayb (en-Nesaî) rivayet etti … Ebu't-Tufayl'dan, o da Zeyd İbn Erkam'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: “Hz. Resûlullah Veda Haccından dönerken Gadir-i Hum denen bir vadide mola verdi. Hutbe irad ederken güneşin hararetinden korunması amacıyla semûr ağacının üzerine bir örtü örtülerek bir göl­gelik yapıldı. Hutbesinde bize şöyle dedi: ‘Zannederim ki yakında ben Rabbimin huzuruna davet edileceğim. Ben de bu davete icabet edeceğim. Size biri diğerinden daha büyük olan iki ağır emanet bıraktım.  Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im. Benden sonra bana nasıl halef olacağınıza bir bakınız. Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır.'

 

Sonrasında Gadir-i Hum'daki hutbesinde şöyle buyurdu: Doğrusu Allah benim mevlamdır. Ben de bütün mü'minlerin velisiyim. Sonra Ali'nin (a.s.) elinden tutarak ‘Ben kimin mevlası isem, bu (Ali) de onun mevlasıdır. Allah'ım, O'na dost olana dost, düşman olana düşman ol.' buyurdu.

 

Ravi Ebu Tufeyl diyor ki, Zeyd'e ‘Bunu Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) duydun mu?' diye sordum, O, ‘Ne diyorsun? Gölgeliklerde olan her şahıs iki gözüyle bunu gördü ve iki kulağıyla da (bu sözleri) duydu' dedi. Bu hadis isnad açısından sahihtir. İsnad zincirinde bulunan ravilerden hiçbiri hakkında olumsuz söz söylenmemiştir.”[5]

 

Tahavî, bu haberi üstadı Nesaî'den almıştır. Zeyd İbn Erkam orada bulunan herkesin hadisi işittiğini ifade ediyor. Ben bundan daha açık bir ibare bulunacağını düşünemiyorum.

 

Bundan dolayıdır ki Allame Arnavut hadisin zeylinde şöyle diyor: “Hadisin isnad zincirindeki raviler Habib İbn Ebu Sabit hariç Şeyheyn'ın ricâlidir. Habib ise tedlis erbabı olup rivayeti mu'an'an[6] bir kiple rivayet etmiştir. Ancak Fıtr İbn Halife mütabeata girişerek hadisin sahihliğini ortaya koymuştur. Müellife (et-Tahavî'ye) göreyse hadis sahihtir.”[7]

 

Önceki programlarda işaret ettiğimiz büyük bilginlerden İmam İbn Kesir el-Kureşî de el-Bidayetü ve'n-Nihaye adlı eserinde aynı rivayeti pekiştirmiştir. İbn Kesir hadisi naklettikten sonra şöyle der: “Şeyhimiz Ebu Abdullah ez-Zehebî ise ‘Bu hadis sahihtir' der. Bu ifadeye el-Bidaye'ye talik yazan Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türkî ise şu notu düşer: Hakim en-Nişaburî bu hadisi el-Müstedrek'te Habib İbn Ebu Sabit kanalıyla tahriç etmiş, rivayetin sahih olduğunu belirtmiş, Zehebî de onun bu yargısını onaylamıştır.”[8]

 

Bu durumda Nesaî, Tahavî, Zehebî, Hakim en-Nişaburî ve İbn Kesir, Sekaleyn hadisinin bu metninin sahih olduğunu söylemektedir.

 

Hadisin bu naklinden elde edilen neticeler nelerdir?

 

Birincisi; rivayette Sekaleyn sözcüğü geçmektedir. Yani bırakılan emanet tek değil iki tanedir. Bunu söylemem gerekiyor. Zira kimileri Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ümmete emanet olarak sadece Kur'an'ı bıraktığını ve Ehl-i Beyt hakkında da güzel davranmayı vasiyet ettiğini söylüyorlar. Hayır asla! “Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum.”

 

İkincisi; geriye bırakılanlar Kur'an ve İtret'tir.

 

Üçüncüsü; bunların biri diğerinden daha büyüktür.

 

Dördüncüsü; bu iki emanet Havuz başına varıncaya dek birbirlerinden ayrılmayacaktır.

 

- Sunucu: Yani Kıyamet gününe kadar...

 

- Kıyamet gününe kadar değil, haşr-i ekbere kadar. Zira kıyamet günü yerin başka bir yerle değiştirileceği gündür. Hz. Resûlullah (s.a.a.) dünyayı, berzahı, haşr-i ekberi ve havuza kadar karşılaşılacak olan her durumu ifade etmek istiyor. Kur'an ve İtret'in her biri yekdiğerinin mevcudiyetini gerektirmektedir.

 

Beşincisi; Sekaleyn hadisinin zeylinde “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” ifadesi geçmektedir. Bu durum, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) aramızda bıraktığı kişinin Hz. Ali olduğuna işaret ediyor. Yoksa Hz. Resûlullah (s.a.a.) Sekaleyn hadisinden sonra niçin bu cümleyi dile getirmiş olsun ki? “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” buyruğu salt sevgiye işaret etme amaçlı değildir. Eğer sadece sevgiyi amaçlasaydı “Aranızda iki şey bırakıyorum” demezdi.

 

Hadisin ikinci nakli, İmam Ahmed İbn Hanbel'in el-Müsned'de tahriç ettiği hadistir. Rivayet Zeyd İbn Sabit'tendir.

 

O şöyle demektedir: “Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Şüphesiz ben, sizlere iki halife bırakıyorum. Yerle semanın arasında uzatılmış bir ip olan Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehli Beyt'im. Bu iki halife, (kıyamet günü) havuzun yanına gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar.”[9]

 

Bu hadisin nassı “Sekaleyn”den muradın “halifeteyn/iki halife” olduğunu açıklıyor. Hak ve hakikati araştıranlar ve Allah Resûlü Ümmetine hiçbir kimseyi bırakmadı, kimseyi vasi atamadı diyenler, işte hilafet sözcüğünün kullanılmasını istiyorsanız alın size halife sözcüğü! Biz Kur'an'da veli sözcüğünün geçtiğini belirttik. Siz ise veli sözcüğünün buna delalet etmediğini söylediniz. İşte Resûlullah (s.a.a.) veli ve halife sözcüklerini kullanıyor. Şimdi ne yapacaksınız?

 

Bakınız esere talik düşen şahıs hadisin senedi hakkında ne diyor: Hadisin isnadı hasendir. İlerde hadisin isnadının sahih olduğunu söyleyen bilginlerin açıklamaları gelecektir.

 

İkinci kaynak Allame Albanî'nin Sahihü'l-Camii's-Sağîr adlı eseridir.

 

Hadis şöyledir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ben, sizlere iki halife bırakıyorum. Yerle semanın arasında uzatılmış bir ip olan Allah'ın Kitabı… Bu iki halife, (kıyamet günü) havuzun yanına gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar.

 

Allame Albanî şöyle der: Hadis sahihtir. [10]

 

Bu naklin sahip olduğu özellikler:

 

“Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır” nebevi buyruğu ilk nakilde de bulunmaktaydı. Öyleyse bu ifade sadece tek bir kanaldan değil, çeşitli kanallardan gelmektedir. Ancak bu varyantta ayrı bir özellik bulunmaktadır. Hadiste “İnni tarikun halifeteyni/aranızda iki halife bırakıyorum” ifadesi mevcuttur. Sözlüklere, mütekellimlere ve hadislere bakınız, halife sözcüğü ne anlama gelmektedir? Acaba bu sözcüğün “Benden sonra geriye bırakacağım halife”den başka bir anlamı var mı? Özellikle de Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “yaşadığım sürece” demeyip de “aranızda bırakıyorum” ifadesini kullandığını dikkate aldığımızda... Öyleyse ey ümmet, siz bu ikisine tutunmalısınız!

 

“Hz. Resûlullah (s.a.a.) hiçbir kimseyi halife olarak vasiyet etmemiştir” iddiası bu rivayetle çürütülmüş oluyor. Sahih olan bu nass-ı nebevîde “Aranızda iki halife bırakıyorum” buyruluyor.

 

- Ayrıca bu nazariyeyi “Allah'a ve Resul'e arz edin” ilahi buyruğu da çürütmektedir. “Allah'a” ifadesinden kasıt Kur'an'dır. “Resul” ise aranızda iki halife bıraktı.

 

- Sizinle bu noktada aynı görüşü paylaşıyoruz. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün.” (4/en-Nisa/59) Kur'an-ı Kerim Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.' (59/el-Haşr/7) buyuruyor. O heva ve hevesinden konuşmayan, konuşması mutlak vahy olan bir zattır. Ben O'na gidiyorum ve bu zat diyor ki; “Aranızda iki halife bırakıyorum.”

 

Eğer bir insan adalet ve insaf sahibiyse, hakikati arıyorsa Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hangi sözcükleri kullandığına bir baksın. “Veli” sözcüğünü diyorsanız Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu sözcüğü kullanmış, “halife” diyorsanız onu da kullanmış, ayrıca “vasî” diye de buyurmuş. Yani bu hakikati göstermek için bütün kelimeleri kullanmıştır. Birinci ve ikinci halife ifadelerini sizler kullanmıyor musunuz? Bakın Resûlullah (s.a.a.) “halife” kelimesini kullanıyor. Öyleyse bu durum konuyu yeni baştan ele alıp incelememiz için bir neden olmalıdır. Ehl-i Beyt Medresesi uleması konu hakkındaki bu sahih nassları dikkate alarak ne diyor, hangi görüşü savunuyor?

 

İkinci varyant ilkiyle başka bir noktada da ortaklık gösteriyor. Bu da her iki naklin sahih oluşudur.

 

Üçüncü rivayet Şihabüddin el-Busayri'nin İthafü'l-Heyereti'l-Meheret bi-Zevaidi'l-Mesanidi'l-Aşere adlı eserinde geçmektedir.

 

Hz. Ali'den (a.s.) rivayet edildiğine göre O şöyle buyurmaktadır: “Allah Resulü (s.a.a.) Hum'da bir ağacın altında durdu. Sonra Ali'nin (a.s) elini tutarak onların karşısına çıktı. ‘Allah-u Teala'nın Rabbiniz olduğuna şehadet etmiyor musun' diye sorunca onlar ‘Şehadet ederiz' dediler.

 

Resûlullah (s.a.a.) ‘Allah ve Resulünün size nefislerinizden daha evla olduğuna, mevlanız olduğuna şehadet etmiyor musunuz?' diye sorunca onlar ‘Buna şehadet ederiz' dediler. Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.a.)  ‘Allah-u Teala ve Resulü kimin mevlası ise işte bu da onun mevlasıdır. Size, onlara sarıldığınız takdirde dalalete düşmeyeceğiniz şey(ler) bırakıyorum, bunlar Allah'ın Kitabı -ki Kitabın bir ucu O'nun elinde, diğer ucu da sizin elinizdedir- ve Ehl-i Beyt'imdir. (Bunlara sarıldığınız sürece) Asla sapıtmayacaksınız.' buyurdu.”

 

Diyor ki; bu haberi İshak sahih bir senedle rivayet etti.[11]

 

Bilemiyorum hadiste geçen velayet kelimesi nasıl muhabbet anlamına geliyor? Bu hadis üzerinde düşünün diyorum, başka da bir şey demiyorum. Şimdi kendi kendinize şu soruyu sorunuz. Allah-u Teala'nın insanlar üzerindeki velayeti sadece muhabbet ve sevgi midir? Hz. Resûlullah'ın velayeti sadece muhabbet midir ki “Ben kimin mevlasıysam bu Ali de onun mevlasıdır” ifadesinin “Beni seven Ali'yi de sevsin” anlamına geldiğini söyleyebilesiniz?

 

- Eğer bu ifadeler başka birisi hakkında kullanılsaydı...

 

- Bu ifadeler başka birisi hakkında kullanılmış olsaydı dünyada ona yeterdi. Ancak Ali (a.s.) hakkında kullanıldığında Ümeyyeci din anlayışının bu rivayet karşısında durmayı kendisine görev saydığını görmekteyiz.

 

Hadisin orjinalinde -“İn ehaztüm bihi/ona tutunacak olursanız”- geçen “bihi/ona” zamirinin tekil oluşunu ve bunun da tek bir şeye, yani Kur'an'a döndüğünü ve Kur'an'a tutunmamızı emrettiğini ileri sürerek bize itiraz edilemez. Zira “bihi/ona” ifadesinde geçen zamir “ma/şey/şeyler” ism-i mevsulune dönmektedir. İsm-i mevsul ise tekil hakkında kullanılabildiği gibi çoğul hakkında da kullanılabilir.

 

Üçüncü varyantın geçtiği ilk kaynak bu eserdir.

 

İkinci kaynak; el-Camiü'l-Kebir Sünenü't-Tirmizî'dir.

 

“Cabir İbn Abdullah'tan rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) hacda Arefe günü Kasva isimli devesine binmiş hutbe verirken gördüm, şöyle diyordu: Ey insanlar! Size iki şey bırakıyorum, onlara uyarsanız asla sapıtmazsınız, Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im. Rivayet sahih li-ğayrihidir. Sindî “itretim” sözcüğünün tefsiri hakkında şöyle demektedir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) hayattayken Kur'an kendi makamına kaim olduğu gibi, Ehl-i Beyt'i de kendi makamına yerleştirmiş gibidir. Peygamberin vefatından sonra da Kur'an ve Ehl-i Beyt'i O'nun makamına geçmiş gibidirler. Onların görüşleri ve sözleriyle amel etme noktasında değil de iyilikte bulunma, haklarını gözetme ve sevmenin vacip oluşu noktalarından onlar Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) makamında yer almaktadırlar. Merci onların görüşleri ve sözleri değil, Kitab ve Sünnet'tir.”[12]

 

“Sahih li-ğayrihi” şeklindeki değerlendirme Allame Şuayb Arnavut'un ifadeleridir. Sindî'nin ifadelerinin ilk bölümü hakikatin dillerindeki tezahürüdür. Bu ifadelerden sonra kendilerine “Niçin bu sözlerinin gereğini yerine getirmiyorsun?” denileceğini bildiğinden pasajın son bölümlerinindeki cümleleri söylemek zorunda hissediyor kendisini. Hadisin anlaşılması bağlamında Hz. Resûlullah (s.a.a.), “Hayatta olduğum sürece merci ben ve Kur'an'dır. Benden sonra ise Kur'an ve -sahabe değil- İtretimdir”, demek istiyor. Gerçi Kur'an ve rivayetlerin ortaya koyduğu ölçüler çerçevesinde sahabeye saygı gösteriyoruz. Eğer isnadlarında bir sorun yoksa, onlardan aktarılan rivayetleri de kabul ediyoruz. Ancak kanıtlılık özelliğine gelince Hz. Resûlullah (s.a.a.), Ehl-i Beyt'in görüşleriyle çatıştığında meseleyi Ehl-i Beyt'e sunun diyor. Mesela bir konuda Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile sahabenin ayrı görüşler belirtmesi durumunda kime başvurulacağı ve hangisinin temel alınacağı noktasındaki ölçüt nedir? Ölçüt elbette “Allah'a ve Resul'e sunun” ilahi buyruğudur. Resûlullah'ın vefatından sonra ise nebevî buyruk “Ehl-i Beyt'ime başvurun” şeklindedir.

 

Kıyamet gününe kadar Ehl-i Beyt'e başvurmanın zorunlu oluşunun açığa çıkması bu mübarek hadisin semerelerindendir. Sindî Ehl-i Beyt'e müracaatın onların söz ve görüşlerini kapsamadığını nereden çıkarıyor? Bu bir iddiadır. Bu iddiaya dair karinen nerede ey Sindî? Böyle bir iddia delile gereksinim duymaktadır. Gerçi biz de mercinin Kitab ve Sünnet olduğunu kabul ediyoruz. Ancak bize sünneti ulaştıranın İtret ve Ehl-i Beyt'i olduğunu söylüyoruz.

 

Hadisin geçtiği bir diğer kaynak ise Allame Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseridir. Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Ey İnsanlar! Ben aranızda tutundukça sapmayacağınız bir emanet bıraktım. Bu da Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'imdir.[13]

 

Allame Albanî hadisi sahih sayıyor.

 

Hadisin sahih olduğunu kabul edenlerden bir başkası da İbn Hacer el-Askalanî'nin el-Metalibü'l-Âliye adlı eserinin tahkikini yapan Abdullah İbn Zafer İbn Abdullah eş-Şehri'dir.

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Allah-u Teala ve Resulü kimin mevlası ise işte bu da onun mevlasıdır. Ben aranızda tutundukça sapmayacağınız bir emanet bıraktım. Bu Allah'ın Kitabı -O'nun bir ucu Allah-u Teala'nın, diğer ucu de sizin elinizdedir-, biri de Ehl-i Beyt'imdir”.

 

Bu hadisin isnadı sahihtir.

 

Hadis derece açısından bu isnadıyla hasendir. [14]

 

Eserin tahkikini yapan zat son derece katı birisidir. Elinden geldiğince rivayetleri zayıf göstermeye çalışır. Fakat bu hadisin hasen bir isnada sahip olduğunu söylüyor. Eserin 144. sayfasında ise şöyle der: “Ancak bu hadis bir çok şahidin bulunuşundan dolayı mütevatir hadis kategorisine çıkmaktadır. Ali'nin (a.s.) hadisi de sahih li-ğayrihidir.”[15]

 

İster sahih li-ğayrihi olsun, ister sahih li-nefsihi olsun. Eğer sahih li-nefsihi ise derece olarak sahih li-ğayrihiden daha yüksektir.

 

Bu üçüncü naklin özellikleri nelerdir?

 

İlk olarak; “ma in ehaztüm/tutunduğunuz müddetçe” ifadesine dikkat çekmek istiyorum. Hadis sevdiğiniz müddetçe demiyor. Tevil ehli olmadığınızı iddia ettiğiniz halde, hadisin elfazıyla işte böyle oynuyorsunuz! Eğer konu Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'i ile ilgiliyse zannınızca tevil edilmesi gerekiyor. Ancak bu hadiste tevil edilebilecek bir nokta bulunmamaktadır. Zira nass “ma in ehaztüm” diyor. “Ehz” kökünün anlamı muhabbet midir? Yoksa lugatte diğer anlam mı kastediliyor? “Ehz” muhabbet anlamına mı gelmekte, yoksa tutunma, itaat etme ve uyma anlamlarına mı? Zira hadis “Asla sapıtmayacaksınız” diyor. Ey günlük namazlarında defalarca Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” (1/el-Fatiha/6-7) ayetlerini okuyan dünya Müslümanları, insanı delaletten kurtaracak olan kimseler kimlerdir? Delaletten ne zaman güven içinde olunur? El-cevap: Kur'an ve İtret'e tutunursanız dalalete düşmekten güvende olursunuz.

 

Sahih isnad zincirlerine sahip olan bu nakillerin özeti; bu rivayetler ya sened açısından sahih li-nefsihidir, veya sahih li-ğayrihi ya da hasen hadistir. Çeşitli metinleriyle birlikte Sekaleyn hadisi şu sekiz özelliği içermektedir:

 

İlki; Sekaleyn iki tanedir, tek bir tane değil,

 

İkincisi; bunlar Kur'an ve İtret'tir,

 

Üçüncüsü; bunlardan biri diğerinden daha büyüktür,

 

Dördüncüsü; birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır

 

Beşincisi; hadisin zeylinde “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” ifadeleri yer almaktadır,

 

Altıncısı; “Sekaleyn”i “halifeteyn” olarak da ifade etmektedir.

 

Yedincisi; hadislerde muhabbet sözcüğü yerine “ehz” fiili kullanılmaktadır,

 

Sekizincisi; sapıklıktan kurtuluş ancak bu ikisine tutunmakla mümkün olabilir,

 

İnşallah programın ilerleyen bölümlerinde bu özelliklerin her birinin hangi anlamlara delalet ettiğini görebilmek için hepsini ayrı ayrı ele alacağız. Yani “asla ayrılmayacaklar”, “iki halife”, “tutunduğunuz müddetçe” vb. ne anlama geliyor bunu inceleyeceğiz.

 

- Suudi Arabistan'dan Türkî kardeş hatta buyrun...

 

- Selamun aleyküm, seyyidim bir sorum var. Acaba Kur'an bütünüyle sahih midir?

 

- Emin olun ki Kur'an'ın tümü sahihtir. Kur'an'da herhangi bir fazlalık ve eksiklik bulunmamaktadır. Elimizdeki Kur'an, Hatem'in (s.a.a.) kalbine indirilen Kur'an'ın ta kendisidir. Elimizde bu yargının doğruluğuna dair bilmediğiniz katî bir delil bulunmaktadır. Ehl-i Beyt (a.s.) bize “Sözlerimizi Rabbimizin Kitabına arz edin; eğer onda bunların doğruluğuna ilişkin bir veya iki şahid bulabilirseniz onu alın” buyurmaktadır. Eğer Kur'an eksik veya tahrif edilmiş olsaydı Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) sözlerini Kur'an-ı Kerim'e arz etmek nasıl mümkün olabilirdi? Öyleyse aziz dostlarım Sekaleyn hadisinden edinilen neticelerden biri de Kur'an tahrifinin asla gerçekleşmediğidir. Ehl-i Beyt Medresesinin büyük muhakkik bilginlerinin inancı da bu yöndedir.

 

- Saygıdeğer Kemal Haydari Bey, sizlere teşekkür ediyoruz. Değerli izleyicilerimize de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. 

 

 

 



[1] İbn Hacer el-Askalanî, Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buharî, c. 6, s. 603

[2] Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusî, Ruhu'l-Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, c. 21, s. 305, Müessesetü'r-Risale

[3] İbn Said et-Tufî, Şerh-ü Muhtasari'r-Ravda, c. 3, s. 107

[4] Age, s. 112.

[5] Ebu Cafer et-Tahavî, Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c. 5, s. 18

[6] An'ane rubai mücerred fiilinden alınma ismi meful olan mu'an'an, ravinin isnadını hangi yolla almış olduğunu belirtecek lafızlar kullanmadan ‘an fulanin' diyerek rivayet ettiği hadislere denir. çev

[7] Age, agy.

[8] Age, agy.

[9] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 16, s. 28, Hadis No: 21470, Şerh: Hamza Ahmed ez-Zeyn.

[10] Muhammed Nasırüddin Albanî, Sahihü'l-Camii's-Sağiyr , c. 1, s. 482, Hadis No: 2457

[11] Şihabüddin Ahmed el-Busayrî, İthafü'l-Heyereti'l-Mühret bi-Zevaidi'l-Mesanidi'l-Aşere, c. 7, s. 210, ‘Ben kimin mevlasıysam Ali de Onun mevlasıdır' babı,  Takdim: Şeyh Doktor Ahmed Mabed, Tahkik Darü'l-Müşkat, Darü'l-Vatan, 1. Basım, 1420, Riyad,

[12] Tirmizî, el-Camiü'l-Kebiyr, Tahkik Şuayb el-Arnavut ve Said el-Lihham, c. 6, s. 235, Bab-u Fezail-i Ehl-i Beyt, Hadis No: 4120, er-Risaletü'l-Alemiyye

[13] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şey' min Fıkhıha ve Fevaidiha, c. 4, s. 355

[14] İbn Hacer el-Askalanî, el-Metalibü'l-Aliye bi Zevaidi'l-Mesanidi's-Semaniyye, c. 16, s. 142, Abdullah İbn Zafer İbn Abdullah eş-Şehrî, Darü'l-Asıme, Darü'l-Ğays.

[15] Age, s. 144

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

medyasafak.com