Ayetullah Kemal Haydari: Perşembe Günü Faciası (Kırtas Hadisi) (2)

Ayetullah Kemal Haydari: Perşembe Günü Faciası (Kırtas Hadisi) (2)
Kişisel kanaatim şudur ki Resûlulah’ın (s.a.a.) esas gayesi sadece yazı yazmak değildi. O cemaatin gerçek yüzünü ve durumunu ortaya koymaktı da. Bu da zaten gerçekleşmiştir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) Dâr, Gadir ve Menzilet hadisleri gibi yollarla amacını çok önceden defalarca kez belirtmişti.

 

 

Sunucu: Değerli izleyiciler “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bölümünde sizleri Allah'ın selâmıyla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû… Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz, diyorum. Önceki programda Perşembe Günü Musibetinden, o gün gerçekleşen olaylardan ve konu ile ilgili görüşlerden bahsetmiştik. Seyyidim önceki programın özetini sunabilir miyiz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum.

 

Değerli izleyiciler müsaade ederlerse İslam tarihinde gerçekleşen bu önemli ve elim vakayı özetlemek istiyorum. Sadr-ı İslam'da ve Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra sahabe arasında gerçekleşen bu olaylara ve ihtilâflara vâkıf olmamız gerekiyor. Zira günümüzde dahi yaşadığımız bu ihtilâfların kaynağı Sadr-ı İslam'ın başlangıcında gerçekleşen bu ihtilâflardır.

 

Bu işin hakikatine vâkıf olmak istiyorsak bu olayı analiz etmemiz gerekiyor. Bu mecliste gerçekleşen şeyler nelerdi? Müslümanların ittifakıyla Hz. Resûlullah (s.a.a.) Bana kürek kemiği ve kalem (yahut tahta ile kalem) getirin! Size ebediyen sapmamanız için bir şey yazayım, buyurdu. Bunun üzerine yanındakiler: Şüphesiz Resûlullah (s.a.a.) sayıklıyor, dediler. Bu önemli ve elem verici olaya vâkıf olabilirsek, öyle düşünüyorum ki Resûlullah'tan sonra gerçekleşen ve günümüze kadar devam eden ihtilâfların kökenlerine de vakıf olabileceğiz.

 

Birkaç cümlede özetlemeye çalışayım. Kitab-ı Kerim ile Sünnet'in sunduğu Resûlullah (s.a.a.) tasavvuru ile başını Ömer b. Hattab'ın çektiği “o mecliste bulunanların'' Peygamber algısını karşılaştırmak istiyorum. Fazla uzatmadan bunları birkaç noktada özetleyebiliriz.

 

Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb, 36)

 

Allah Resûlü'nün seçimi, hükmü ve emri karşısında başka bir görüşü benimseyen bir insan kuşkusuz isyan etmiş olur. Kur'anî mantık bunu gerektirmektedir. Peki, başını ikinci halife Ömer b. Hattab'ın çektiği ve Allah Resûlü'nün sayıkladığını yahut acıların tesiri altında olduğunu vs. söyleyen bu grup ne diyor? Bunlar, Allah Resûlü'nün emri ve seçimi karşısında kendilerinin seçim hakkının olduğunu iddia etmektedirler. Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Getirin” diyor bunlar da “Ona böyle bir şey getirmeyin” diyorlar.

 

Karşılaştırmalı olarak ilerliyoruz.

 

İlk nokta; Allah-u Teâlâ “Sizin seçim hakkınız yoktur'' diyor, bunlar ise “Ya Rabbi, Sen böyle diyorsun, biz de böyle diyoruz” diyorlar.

 

İkinci nokta; Allah-u Teâlâ, Resûlü hakkında O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahiyden başka bir şey değildir.' (Necm, 3-4) ve Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.” (Haşr, 7) buyuruyor. Resûlullah (s.a.a.) “Yazayım”, “Benim ağzımdan haktan başka bir şey çıkmaz” diyor. Bu grup ise Resûlullah'ın sayıkladığını ve acıların tesiri altında olduğunu dile getiriyor. Açık çelişkiyi görebiliyor musunuz? Kur'an'ın ve Sünnet-i Katînin mantığı bu grubun mantığıyla nasıl da çatışıyor!

 

Üçüncü nokta; Resûlullah (s.a.a.) “Bana kürek kemiği ve kalem (yahut tahta ile kalem) getirin! Size bir daha ebediyen sapmamanız için bir şey yazayım” buyurdu. Bunun üzerine yanındakiler: Muhakkak Resûlullah (s.a.a.) sayıklıyor, dediler.

 

Onlar “Hayır, ey Allah'ın Resûlü! Sen ne dediğini bilmiyorsun! Senin söyleyeceğin şeylere ihtiyacımız yok! Bizim elimizde Allah'ın Kitabı var. Sen ictihâd ettin. Biz de ictihâd ediyoruz. Bunda ne tür bir sakınca var?” diyorlar. Bunlar dalalete düşme konusunda güvende olanlarmış!

 

Dördüncü nokta; Allah-u Teâlâ diyor ki “Ümmetin Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) tam teslimiyet göstermesi vaciptir''. Yani hakiki bir mümin, Resûl-u Azam'ın (s.a.a.) dile getirdiği şeylerin hepsini gönül huzuruyla kabul eder. Bunlar ise “Bizler teslim olmayız. İctihâd ederiz. Sen de bir beşersin, yanılabilirsin, doğruya da ulaşabilirsin. Biz de senin görüşün karşısında ictihâd ederiz, ya yanılırız ya isabet ederiz!” diyorlar. Bu karşılaştırma oldukça yalın ve basit bir karşılaştırmadır. Dahası bu olayı analiz edecek olursak bir risâle değil belki bir kitap çıkar. Konunun özü de burada zaten. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra gerçekleşen bütün ihtilaflı olaylar aslında bu meclisle ve bu günde başladı. Nitekim İbn Abbas bu hadiseyi “Perşembe Günü Musibeti'' olarak adlandırmaktadır.

 

İşte bundan dolayıdır ki İbn Teymiyye'nin siretini takip eden, hatta Ümeyyeoğullarını savunanlara ve büyük muhakkik bilginlere varıncaya kadar herkes bu meseleyi ele alırken kendilerini şu iki tavırdan birini seçmek zorunda bulmuştur: Ya hakkı söyleyecekler yahut da dinin dışına çıkacaklar!

 

Bakınız büyük çağdaş âlimlerden Allame Şuayb el-Arnavut ne diyor:

 

Bakınız İbn Teymiyye'yi ve Emevici metodu savunan bu büyük bilgin hadisi ne şekilde değerlendiriyor:

 

Rivayet şöyledir: Saîd b. Cübeyr'den nakledilmektedir.

 

İbn-i Abbas dedi ki: Ah o perşembe günü! Ne perşembe günüydü! Sonra ağladı, hatta öyle ki gözyaşları çakılları ıslattı.

 

Devamında şöyle dedi: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hastalığı şiddetlendiğinde “Getirin size bir şey yazayım ki benden sonra sapmayasınız” dedi.

 

Bunun üzerine oradakiler münakaşa ettiler. O ise “Bir Peygamberin huzurunda münakaşa etmek yakışmaz” buyurdu.

 

(Bunlar) “Resûlullah'a (s.a.a.) ne oluyor? Sayıklıyor mu (ne yapıyor)? Kendisine sorun!” dediler.

 

Peygamber (s.a.a.) “Bırakın beni! Benim içinde bulunduğum hal daha hayırlıdır. Size üç şey vasiyet ediyorum:

 

Müşrikleri Arap Yarımadasından çıkarın!

 

Gelen heyetlere benim yaptığım gibi ikramda bulunun!”… buyurdu.

 

Râvî (Saîd b. Cübeyr) diyor ki: (İbn-i Abbas) üçüncüsünde sükût etti; yahut söyledi de ben unuttum.[i]

 

“Bir Peygamberin huzurunda münakaşa yakışmaz!” faslı da dördüncü nokta olmuş olsun. İkinci Halifenin de aralarında bulunduğu veya başını çektiği bu grup “Allah Resûlü'nün huzurunda tartışmalıyız ve münakaşa etmeliyiz!” diyor.

 

Bu hadisin dipnotunda Allâme Arnavut şöyle diyor:

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) hiçbir şekilde hezeyanda bulunmaz. Mazbut olmayan sözler söylemesi O'na yaraşmaz. O'nun dile getirdiği sözlerin hepsi haktır ve sahihtir. İster sağlığı yerinde ister hasta, ister uyanık ister uykusunda, ister öfke halinde ister sevinçliyken olsun O'nun sözlerinde ne yanılma ne gerçeklere aykırılık ve ne de gaflet söz konusudur.[ii]

 

Ben hadiste geçen bu bölüm için bu ifadelerden daha net bir açıklama yapılabileceğini düşünmüyorum.

 

Özetimiz burada sona erdi. Peki dersler nelerdir? İki hususa işaret edeyim:

 

İlk husus; bu açık hadis sahabenin büyüklerinden bir grubun -en azından aralarında Ömer b. Hattab'ın isminin geçtiği bir grubun- Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) emrine muhalefet ettiklerini açıkça dile getirmektedir. Resûlullah'ı (s.a.a.) ithâm etmediklerini söylesek dahi Resûlullah'tan gelen açık emre muhalefet ettiklerini söyleyebiliriz.

 

Soru: Allah Resûlü henüz hayatta iken O'na muhalefet ediyor, O'nun tabii durumunun dışına çıktığını veya sayıkladığını söylüyor ve bununla itham ediyorlar ise Allah aşkına vefatından sonra neler yapmazlar ve neler söylemezler ki? Yani bazı sahabîlerin Allah Resûlü'nün hadisine ve sünnetine muhalefet ettiklerini ve kesin olan bir şeye karşı çıktıklarını görüyorsak… Sahabenin muhalefeti sadece O'nun bulunmadığı dönemde değil Resûlullah'ın (s.a.a.) huzurunda gerçekleşiyor. Aziz dostlarım, Hz. Peygamber (s.a.a.) henüz hayatta ve onlardan bir şey istiyor. Onlar da “sayıklıyor” diyorlar!

 

İlginçtir, bir grup “getirin yazsın'' derken diğer grup buna engel olmaya çalışıyor. Bu ilk husustur.

 

İkinci husus; defalarca tekrarladığımız üzere Ümmet, ihtilâfları sonlandıracak birisine ihtiyaç duymaktadır. Peygamberin odasında bulunan sahabe arasında ihtilâf çıkıyor. Resûlullah'ın (s.a.a.) odasında bulunan bu kimseler sahabenin ileri gelenlerinden değil midir? Dahası Aşere-i Mübeşşere'den oldukları iddia edilenlerden değiller midir? Peki buna rağmen Allah Resûlü'nün açık buyruğu karşısında ihtilâfa mı düşüyorlar, yoksa ittifak mı ediyorlar?

 

Resûlullah'ın (s.a.a.) “bana bir kâğıt getirin sizin için yazayım” emri karşısında ihtilâfa düşüyorlar mı düşmüyorlar mı? Hem de açık bir emir karşısında! Açık bir emir karşısında sahabe ihtilâfa düşüyorsa Resûlullah'tan (s.a.a.) sonrasını varın siz düşünün! Kur'an nassının ve Allah Resûlü'nün sünnetinin anlaşılması noktasında ihtilâf etmiyorlar mı? Öyleyse merci kimdir? Çünkü sahabe Kitap hakkında ihtilâfa düşüyor. Nerede kaldı ki Kitab'ın kendisi meseleleri çözsün! Kitab'ın anlaşılması hususunda ihtilâfa düşüyorlar. Bu delillerin en önemlilerindendir. İsterseniz buna aklî delil deyiniz. Bizim meselelerin ve ihtilâfların çözümünü sağlayacak bir hakeme ve kesin bir kritere zorunlu olarak ihtiyacımız var. İşte Ehl-i Beyt Okulunun en önemli delili de budur. Hilâfet meselesine varmadan önce bizim daha önemli bir meselemiz bulunmaktadır. “Dinin anlaşılması noktasında merci kimdir?''

 

Yani bunlar genel olarak herkesin dilediğini söyleyebileceğini ve reyiyle hareket edebileceğini düşünüyorlar.

 

Sunucu: Şimdi öyle anlaşılıyor ki Resûlullah'ın (s.a.a.) bir emri var. Ve bu emir karşısında kimi sahabîlerin isyanı ve muhalefeti söz konusu. Ayrıca “sayıklıyor”, “acıların tesiri altında” gibi birtakım sözler var.

 

Sorumuz şu: Hadis şârihleri bütün bu hususları nasıl açıklıyorlar?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Özellikle hadisin zâhiri oldukça açıktır. Allah Resûlü (s.a.a.) bir şeyi emrediyor ve başka birisi geliyor bu emre karşı çıkıyor.

 

Ulemâ içinde hadisin sahihliği ve aslı hususunda kuşku oluşturmaya çalışan hiç kimseyi görmemekteyiz. Çünkü hadisin mevcudiyeti kesindir. Ulemâ o gün gerçekleşen olaylara, özellikle de Ömer'in tavrı ve sözleri ile ilgili, yorumlar ve mazeretler üretmeye çalışmıştır. Şöyle ki hadis şârihlerinin tamamına müracaat edildiğinde bu sözleri Ömer'den başkasına nispet eden tek bir âlimle bile karşılaşmak mümkün değildir. Doğrudur, hadisin bazı varyantlarında “dediler ki sayıklıyor” ifadesi geçmektedir. Hadis şârihleri sözü söyleyenin tek bir kişi olduğundan hareket etmektedirler. Halifenin bir iddiası var, halifenin arkasından yürüyüp onu destekleyen ve ona tâbi olan kimseler de var. Resûlullah'ın meclisinde sahâbe ikiye ayrılıyor. Bir grup muhalif ve muarız iken diğer grup muvafık ve mutidir.

 

Kısacası bütün şârihler hadisin kesinliğinde ittifak halindedirler.

 

İkinci nokta; bütün şârihler bu hadisin zahirinin bir çıkış yolu gerektirdiğini dilleriyle değil de yorumlarıyla kabul ederler. Bu hadisin zâhiri makbuldür. Ancak bir çıkış yolu bulmamız da gerekmektedir. Bu şu anlama geliyor: Bizim bir çıkış yoluna ihtiyacımız var. Çıkmaz sokağa düşmüşüz. Hadisin zâhiri problemlidir. Bırakalım sıradan bir sahabînin, İkinci Halife gibi birisinin böyle sözler söylemesi nasıl mümkün olur ve Allah Resûlü'nün açık emri karşısında nasıl durmaya kalkışır? Bundan dolayı bazı şârihler hadis hakkında “çıkış yolu” ifadesini kullanırken bazıları daha ileri gider ve “Bu hadis için ne mazeret üreteceğiz?” derler.

 

Ey şârih! Niçin “Nasıl mazeret üreteceğiz?'' ifadesini kullanıyorsun?

 

“Seyyidim bunların bu anlamda sözler söylediklerini nereden çıkarıyorsun?” diyebilirler.

 

Şeyh Muhammed b. Salih el-Useymin'in Şerhü Sahihi'l-Buharî adlı eserine bakalım. 

 

Bakınız, bu âlimin hadis için getirdiği yorum şöyledir:

 

Hadis için başka bir mazeret getirilmesi gerekmektedir. Ben derim ki nezdimde önemli ve güzel bir çıkış yolu bulunmaktadır.[iii]

 

“Başka bir mazeret getirilmelidir” denildiğine göre mevcut teviller o kadar da fayda vermiyor. Aslında hadisi iyi anlamışlar. Yoksa bu yorumlar için mazeret kelimesi kullanılmazdı. Hadiste çirkin ve reddedilmiş bir şey geçmeseydi “başka bir mazeret gerekli” ifadesi kullanılır mıydı hiç?

 

Yani yazarın ifadesi aslında şu anlama gelmektedir: İlk mazeretin faydası yoktur, başka bir mazerete ihtiyacımız vardır.

 

Yani ileri sürülen bazı çıkış yolları var. Ortada çirkin bir davranış var ve bizim de bu davranışa bir yorum getirmemiz lazım. Bir çıkış yolu ve bir mazeret bulmamız gerekiyor.

 

Şu noktaya ulaşıyoruz: Bütün şârihler bu hadiste bir çıkmazın bulunduğunu, çıkmaza düşen kişilerin de “İkinci Halife ve tâbileri” olduklarını söylerler.

 

Söylenen sözün “O sayıklıyor” olması ile “O ağrılarının etkisi altındadır” olması arasında hiçbir fark yoktur. Gerçi bir bölümü daha şiddetli ise de bu sözlerin hiçbiri Hz. Resûlullah'ın karşısında sarf edilecek ifadeler değildir.

 

Bu sözden kasıt şudur şeklinde birtakım açıklamalar varsa da büyük muhaddis, muhakkik ve hadis şârihlerinin bir bölümü şöyle derler: Hadisin zahiri İkinci Halifenin Resûlullah'ı (s.a.a.) itham ettiğini göstermektedir. Bu ifadeler ne bana aittir, ne başka bir Şiî âlime, ne de sahabe düşmanlarının açıklamasıdır!

 

Bu açıklamayı yapan kimdir? Şimdi bu konuya bir bakalım.

 

İbnü'l-Cevzî Keşfü'l-Müşkil adlı eserinde “Size Allah'ın Kitabı yeter” sözünü aktarır. Bu sözle ilgili detaylı bilgiler ileride verilecektir. Hadis şârihleri ellerinden geldiğince bu çıkmazdan kurtulmaya ve sözü bağlamından koparmaya çalışmıştır.

 

Yazar şöyle der:

 

Ulema “Resûlullah'ın hakkında yazı yazmak istediği konu'' hakkında iki gruba ayrılmıştır. Bir bölümü Resûlullah'ın (s.a.a.) kendisinden sonraki halifeyi ismen belirtmek ve yazdırmak istediğini söylerken diğerleri ise Resûlullah'ın ihtilâfı kaldıracak bazı hükümleri kayıt altına almayı dilediğini söylerler. İlk ihtimal daha belirgindir.[iv]

 

Sunucu: Resûlullah'ın fiilini (onları kovması) dikkate alırsak konu daha belirgin olmuş olur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah hayrınızı versin. Eğer Resûlullah (s.a.a.) hükümler ile ilgili bazı şeyler yazdırmak isteseydi İkinci Halife böyle davranır mıydı? Hayır asla! Halife'nin sıkıntısı ilk konu ile alâkalıdır. Çünkü Allah Resûlü'nün (s.a.a.) halifeyi nass ile belirlemesi durumunda ictihâd için hiçbir saha kalmamış olacak. Bu kapı kapanacak olursa diledikleri şekilde ictihâd edebilecekler.

 

İbnü'l-Cevzî devamında şöyle diyor:

 

“Size Allah'ın Kitabı yeter” sözüne gelince, bu sözü söyleyen Ömer aslında Resûlullah'ın (s.a.a.) hastalığın tesiri altındayken yazmasından korkmuştu. Eğer sahabîler Resûlullah'ın (s.a.a.) sağlıklıyken söylediği şeyleri aynen yazdıracağına emin olsalardı kuşkusuz hemen bu emri yerine getirirlerdi.[v]

 

Pasajda “Ömer” lafzı geçtiğinden biz de Ömer diyoruz. Yoksa İkinci Halife veya Ömerü'l-Faruk geçseydi biz de olduğu gibi okurduk. Bir de pasajdan anlaşılan şu: Bu karşı çıkanlar Resûlullah'ın bilinci yerindeyken de aynı şeyi söyleyeceğinden emin olsalarmış, O'na karşı çıkmazlar imiş. Bunlar Resûlullah'ın normal halinde ve sağlıklı olmadığını hissetmişler de bu yüzden karşı çıkmışlar. Resûlullah'ın aklî kuvvetlerinin tamamıyla yerinde olduğunu görselermiş O'nun sözünü kabul edeceklermiş!

 

Resûlullah'ın (s.a.a.) niçin yazma konusunda çok ısrarcı olmadığı anlaşılıyor. Çünkü O bu noktada ısrarcı olsaymış bunlar yine de “Acaba aklî kuvvetleri yerindeyken mi yazdı?” diyeceklerdi! Ne büyük bir felaket! Resûlullah'ın (s.a.a.) bu mecliste yazmamasının hikmeti işte budur. Çünkü bu mecliste yazacak olsaydı bu grup yine karşı çıkacak ve O'nu sayıklamakla itham edeceklerdi!

 

Sadece bu yazının içeriği hakkında şüphe doğmuş olmakla kalmayacak iş daha ileri boyutlara da varacaktı. Daha büyük bir musibet kapıdaydı. Bunlar Resûlullah (s.a.a.) hakkında şüphe oluşturacaklardı! Risâletin esasında kuşku meydana gelecekti.

 

Bundan dolayıdır ki biz önceki programda bu meclisi iyice inceleyin demiştik. Sahabenin ilk tabakası Hz. Resûlullah'a karşı çıkmakta ve O'nun akıl sağlığı hakkında kuşku oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Kalkın, bir peygamberin yanında tartışmak olur şey değildir!” buyurmaktadır. Açıkça anlaşılıyor ki bu hadisi şerh edenler tam bir çıkmaza düşerek çıkış ve mazeret aramışlardır.

 

Bu hadisi şerh edenlerden Muhyiddin en-Nevevî'nin (h. 676) açıklamalarına bir bakalım. O el-Minhâc adlı Sahihü Müslim şerhinde şöyle der:

 

Ömer'in bu mesele hakkındaki sözü kelâm ulemâsı tarafın­dan ittifakla faziletine ve derin anlayışına delil sayılmıştır. Çün­kü Ömer, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Müslümanlar için tahammülü güç, terk edildiği takdirde cezayı gerektiren birtakım şeyler yazdıracağından, nassla sabit olan bu deliller karşısında ictihâda da mecâl kalmayacağından endişe ederek “Bize Allah'ın Kitabı yeter” demişti. Zira Allah-u Teâlâ “Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” ve “Bugün size dininizi tamamladım” buyurmaktadır. Ömer bun­lardan, İslam dininin kemâle erdiğini, bu ümmetin dalaletten emin kal­dığını anlamıştı. Peygamber'in (s.a.a.) hastayken bunca ıstırabına rağmen söyleyeceklerini yazdırmaya didinmesi meşakkat olacaktı. İş­te Ömer, ona hafiflik olsun diye yukarıda geçen cevabıyla yetinmeyi uygun gördü. Ömer, İbn-i Abbas ile ona muvafakat edenlerden daha anlayışlı idi.[vi]

 

Demek ki Ömer'in bu sözleri söylediği kesindir. Gerçi bazı nasslarda “dediler ki” ifadesi yer alırken bazı hadislerde açıkça Ömer'in ismi geçmektedir. Bazı rivayetlerde de isim yoktur. Bununla birlikte rivayetler birbirini açıklamakta ve tefsir etmektedir.

 

Bir örnekle açıklayalım: Benim içinde bulunduğum bir meclis olmuş olsun. Ben de bu mecliste bir defa konuşmuş olayım.

 

Benim bu sözüm hakkında bazen “Seyyid Kemal Haydarî bu mecliste şöyle dedi'' denilir, bazen de “şöyle denildi” denilerek sözüme işaret edilir. Seyyid Kemal Haydarî'nin söylediği tek bir söz vardır. Ancak onun bu sözü hakkında “dedi” ifadesi de “denildi” ifadesi de kullanılır.

 

Konuyla ilgili olarak şunu da belirtmeliyiz: Söyleyen bir kişi olduğunda bazen “Ömer dedi'', bazen de “dediler” ifadesi kullanılır. Ama bununla kastedilen Ömer ve beraberindekilerdir.

 

Ulemânın ittifakı iddiasını nasıl ve nereden çıkartıyor bilemiyorum? Ancak bu üslubu kullanan birçok kişi vardır.

 

Pasajda geçen iki ayet Ömer'in dilinden dökülen sözler değildir. İmam Nevevî'nin yorumuna destek için atıf yaptığı ayetlerdir.

 

Sanki hâşâ Resûlullah (s.a.a.) bu ayetleri bilmiyordu! İnsanın “Ey kardeş, Halife Ömer'in saygınlığını korumak adına Allah Resûlü'nü ne hallere sokuyorsunuz?” diyesi geliyor!

 

Odada iki çizgi ve iki grup bulunmaktaydı. Bu da İmam Ali'nin orada olmadığını ortaya koymaktadır. Programa katılan bazı dostlar “Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt (a.s.) bu tavırlar karşısında niçin sessiz kalmayı yeğledi?” diyorlar. Ali'nin (a.s.) o mecliste bulunduğuna dair hiçbir delil yoktur. Kesin olan şey başını Ömer'in çektiği muhalif ve muarız cephe ile önderliğinde İbn Abbas'ın olduğu, Resûlulllah'ın (s.a.a.) mektup yazmasını isteyen muvafık cephenin mevcudiyetidir.

 

Nassımız ortadadır ve sözü daha fazla uzatmayalım. İmam Nevevî'nin Ömer'in sözüne bulduğu çıkış yolu işte budur.

 

Sunucu: Konunun bu noktadaki özetini sunacak olursak…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Konunun anlaşılması için İmam Nevevî'nin açıklamalarını listeleyelim ve bunlara cevap vermeye çalışayım.

 

İlkin İmam Nevevî şöyle diyor: “Ömer'in bu mesele hakkındaki sözü kelâm âlimleri tarafın­dan ittifakla onun faziletine ve derin anlayışına delil sayılmıştır. Ve Ömer, İbn Abbas ile ona muvafakat edenlerden daha anlayışlı idi.”

 

İkinci husus: Ömer, Resûlullah'ın yazmasından ve ümmetin bunun gereğini yerine getirmekten aciz kalacağından korktu.

 

Üçüncü husus: Ellerinde bulunan şeyin dalaletten emin olma noktasında yeterli olduğunu iddia etmektedir.

 

Dördüncü husus: Peygamber'e (s.a.a.) merhametinden böyle davranmıştı!

 

Kısaca: Evvelen, Ömer'in, bu sözüyle İbn Abbas'tan daha fakih olduğu anlaşılıyor. İkincisi Resûlullah'ın (s.a.a.) yazdıracağı şeyin ümmete meşakkat vereceğinden korkuyorlar. Üçüncü olarak ellerinde bulunan şeyin Allah Resûlü'nün yazısından daha önemli olduğunun bilincindeydiler. Dördüncüsü; Ömer bu sözü Resûlullah'a (s.a.a.) şefkatinden dolayı söyledi.

 

Azizlerim özetle cevap verelim:

 

İlk hususa gelince; hangi delile dayanarak Resûlullah'a muhalefetinin İkinci Halifenin faziletini ve derin anlayışını ispat ettiği sonucuna vardınız? Yani İmam Nevevî'ye “Ömer hangi delille daha fakih oldu? Resûlullah'a (s.a.a.) muhalefetiyle mi yoksa O'na uymasıyla mı?'' diye soracak olursak ne cevap verecektir? Hükmü değerli izleyicilere bırakıyorum. Fakihlik, fazilet ve derin anlayış Allah Resûlü'ne muhalefet etmekle gerçekleşiyorsa Resûlullah'a (s.a.a.) itaat fazilet mi oluyor yoksa kötülük mü?

 

İşte Kur'an “Resûlullah'a (s.a.a.) itaat Allah'a itaattir” diyor. Yani Allah Resûlü'ne muhalefet Allah-u Teâlâ'ya muhalefettir.  Sonuç olarak Ömer, Allah Resûlü'ne muhalefet etmesi yüzünden Allah-u Teâlâ'ya da karşı çıkmıştır. Peki, İbn Abbas'tan daha fakih ve daha faziletli oluşunun delili nedir? İmam Nevevî'nin kabul etmemizi istediği delil işte budur!

 

Ümeyyeoğullarının başı, Sünnet'i değiştirmeye ilk başlayan, hilafetinin temellerini Allah Resûlü'nün sünnetinin tebdili üzere kuran Muaviye'ye gelince…

 

Çünkü bu kültür Perşembe Günü Musibetinden başlamaktadır. Bu grubun, Allah Resûlü'ne muhalefeti ta o günden başlıyor.

 

Önceki programdan değerli izleyiciler menfi bir okuma yapmayacağımızı belirttiğimizi hatırlayacaklardır. Ayrıca bu meseleleri incelemekle Müslümanların arasına kin koymak amacını gütmediğimizi de söylemiştik. Allah'a andolsun ki yegâne amacımız Müslümanların Sadr-ı İslam'daki durumunu ortaya koymaktır.

 

Amacımız bu hakikatlerin ortaya konulmasıdır. Değerli izleyiciler Ehl-i Beyt Okulu delilsiz bir şekilde toptancı bir yaklaşıma sahip değildir. İşte kitaplarınız, sözlerimizin kanıtıdır. Bu birinci husus.

 

İkinci husus: İkinci Halife Ömer b. el-Hattab'ın Resûlullah'a (s.a.a.) muhalefet etmesinin nedeni Resûlullah'ın yazacağı veya yazdıracağı şeyleri ümmetin yerine getirmekten acze düşüp bu yüzden cezalandırılması korkusudur.

 

Sunucu: Yani ümmete rahmet etme duygusu ile hareket etmiştir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu şahıs Allah-u Teâlâ'nın “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez”, “Allah bir kimseye gücünün üstünde yük yüklemez” buyruklarını unutmuş gibidir. Esasında Kur'an-ı Kerim Hz. Resûlullah (s.a.a.) hakkında “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyurmaktadır. Allah aşkına Resûlullah (s.a.a.) ümmetin yerine getirmekten aciz kalacağı ilahî hükümleri teşrî eder mi? Diyor ki Ömer'in ümmete duyduğu merhamet, zorla yaptıracağı şeylerden dolayı Resûlullah'ın önünde durmasını gerektirmiştir! Allah aşkına bu şimdi bir ta'n değil midir? Bu yorumun sahihliğini kabul etmek sözün nereye vardığının farkında olmamayı gerektirir. Söz dönüp dolaşıp Allah Resûlü'ne hakarete varıyor!

 

Bundan dolayıdır ki İbnü'l-Cevzî şöyle der:

 

Hattabî der ki: Ömer, ihtilâfları ortadan kaldıracak şeyi nassen belirlenmesi… Bu durum ulemânın faziletinin ve ictihâd kapısının ortadan kalkmasına neden olacağından karşı çıkmıştır.

 

Ben derim ki bu Hattabî'nin yanılgısıdır. Zira bu sözün anlamı şudur: Ömer'in görüşü Allah Resûlü'nün görüşünden daha sağlam idi.[vii]

 

Şunu demeye çalışıyor: Eğer Resûlullah (s.a.a.) halifeyi nassla belirleseydi ulema ictihâd edemeyecekti, Ömer Allah Resulü'ne muhalefet edince bu kapı açık kaldı. Bu da bir fazilettir. İçtihâd kapısının kapanması ise bir eksikliktir. Ömer, fazilet ortaya çıksın diye bu kötülüğün karşısında durdu!

 

Ey beşer! Sen ne dediğinin farkında mısın? Ömer'in kerametini ve ismetini korumak adına neler dediğinizin farkında mısınız? Ömer yanıldı ve hata etti, deyiniz. Yanıldığını kabul etmek bir fazilettir. Sağa sola kıvırmayınız.

 

Allah aşkına aziz dostlar! Bu sözler Ali b. Ebu Talib'in (a.s.) dilinden çıkmış olsaydı ve bizler de bunca tevil getirseydik, sizler ne derdiniz acaba! “Bakınız İmamlarının masumiyetine inanıyorlar ve bunun için de neler yapıyorlar! Sözü nasıl da evirip çeviriyorlar!” Ama sizler de Ömer'in masumiyetine inanıyorsunuz. Hem de Allah Resûlü'nün (s.a.a.) masumiyetinden daha ileri düzeyde!

 

Bakınız Allâme Useymin ne diyor:

 

İbn Abbas'ın “Ah o perşembe günü! Ne perşembe günü idi o!” sözleriyle Ömer'i kınamasına gelince, yanılan İbn Abbas'tır. Ömer ise isabet etmiştir. Çünkü Ömer hiç kuşkusuz İbn Abbas'tan daha büyük ve daha âlimdir. Bundan dolayıdır ki Allah-u Teâlâ onu doğruya iletmiştir. “Ah o perşembe günü, ne perşembe günüydü'' şeklindeki sözler İbn Abbas'a aittir. Zira ona göre Ömer'in bu itirazının hiçbir gerekçesi yoktur. Ömer ise müstakbelde gerçekleşecek şeyleri bildiğinden karşı çıkmıştır. Eğer Allah Resûlü bu mektubu yazacak olsaydı kuşkusuz insanlar Allah'ın Kitabını terk ederlerdi.[viii]

 

Ömer'in Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) karşı çıkmasının nedeni gelecek hadiseleri bilmesiydi. Ömer ile Allah Resûlü'nün karşılaştırılmasına bir bakın!

 

Sunucu: Yani sanki Resûlullah'ın bu yazacağı şey Kur'an'a mukabilmiş gibi konuşuyorlar.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İkinci Halife Kur'an'ın bekâsında Allah Resûlü'nden daha hırslı imiş! Bu programda dile getirdiğim hususlar üzerinde etraflıca düşünülmesini istiyorum. İnşallah konumuzu önümüzdeki programda bitireceğiz.

 

Sunucu: İsviçre'den Haydar kardeş hatta.

 

Haydar: es-selâmu aleykum.

 

Bazı noktalara değinmek istiyorum: Eğer Ömer'in sözü Allah Resûlünden başkasına yönelik ise şu soruyu sormamız mümkündür: Resûlullah'ın (s.a.a.) “Getirin size bir şey yazayım ki benden sonra sapmayasınız” buyruğunda, bu sözlerin sahibinin hâşâ hezeyân savurduğuna veya sayıkladığına dair herhangi bir emare var mıdır? Bırakalım bir peygamberi, bu sözleri söyleyen sıradan bir kişi olsa bile bu ifadelerde sayıkladığına dair bir delil var mıdır?

 

İkinci nokta: Hz. Peygamber'in “Kalkın gidim karşımdan. Benim içinde bulunduğum hâl sizin davet ettiğinizden daha hayırlıdır.” buyruğu bu iddialara cevaptır aslında. Yani Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ömer'i ve o görüşte olanları huzurundan kovarak fiilî bir cevap vermiştir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet bu kaynaklarda geçmektedir. Ancak sahih hadis mecmualarında yer almıyor. Bazı tarih kitaplarında geçmektedir, senedi sahih de olabilir. Ancak biz Müslümanlar arasında ittifak edilmiş kesin veriler üzerinden hareket etmek istiyoruz.

 

Sunucu: Irak'tan Nureddin kardeş hatta, buyurun.

 

Nureddin: es-selâmu aleykum. Kişisel kanaatim şudur ki Resûlulah'ın (s.a.a.) esas gayesi sadece yazı yazmak değildi. Ömer'in ve cemaatinin gerçek yüzünü ve durumunu ortaya koymaktı da. Bu da zaten gerçekleşmiştir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) Dâr, Gadir ve Menzilet hadisleri gibi yollarla amacını çok önceden defalarca kez belirtmişti.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu açıklamalar Ömer için getirdikleri mazerettir. Çünkü onlar Allah Resûlü'nün yazmak istedikleri şeyi biliyorlardı. Şimdi bu olayların detayına girmek istemiyorum. Onlar da Resûlullah'ın (s.a.a.) tebliğ etmediği yeni bir şey söylemeyeceğini biliyorlardı. Resûlullah (s.a.a.), yıllardır anlattığı ve vurguladığı bir şeyi pekiştirme amaçlı söylemek istiyordu. Onlar da zaten buna engel oldular.

 

Sunucu: Hz. Peygamber'in cevabı, muhalefet edenleri kovması olayına gelince…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Resûlullah'ın (s.a.a.) “Kalkın karşımdan. Bir peygamberin huzurunda münakaşa olmaz” sözlerine gelince, doğrudur; bu bir cevap niteliği taşımaktadır. Resûlullah (s.a.a.) aslında huzurunda gerçekleştirilen ve söylenen sözlere karşı bir tavır ortaya koymaktadır. Hüzünlenmesi ve kalkın gidin demesi, bir tavırdır.

 

Sunucu: Nureddin kardeşin sözlerine ve kişisel görüşüne geçelim.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Oldukça kıymetli bir düşünce. İnşallah bir sonraki programda Allah Resûlü'nün bu sözleri sarf edenlere cevap verip vermediğini ele alacağız. Ben de Allah Resûlü'nün (s.a.a.) bunu beyan ettiğine, ancak bu beyanın fiiliyle olduğuna inanmaktayım.

 

Sunucu: Sizlere teşekkürlerimizi sunuyoruz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey. Katkılarınızdan dolayı sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû…

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 

 



[i] Sahihü'l-Buhârî, c. 2, s. 621, Şuayb el-Arnavut, er-Risaletü'l-Alemiyye.

[ii] Age, agy.

[iii] Şeyh Muhammed b. Salih el-Useymin, Şerhü Sahihi'l-Buhârî, c. 1, s. 234, Mektebetü't-Taberî.

[iv] İmam Ebü'l-Ferec Abdurrahman İbnü'l-Cevzî (h. 597), Keşfü'l-Müşkil min Hadisi's-Sahihayn, c. 2, s. 315, Tahkik: Ali Hüseyin el-Bevvab, Darü'l-Vatan.

[v] Age, agy.

[vi] Muhyiddin en-Nevevî,  (h. 676), el-Minhâc fi Şerhi Sahihi'l-Müslim, c. 11, s. 92, Darü'l-Marife, Beyrut.

[vii] Age, agy.

[viii] Şeyh Muhammed b. Salih el-Useymin, Şerhü Sahihi'l-Buharî, c. 1, s. 234, Mektebetü't-Taberî.