ÖZEL: Enis Nakkaş Medya Şafak'a konuştu

ÖZEL: Enis Nakkaş Medya Şafak'a konuştu
Hasan Sivri, Lübnanlı analist Dr. Enis Nakkaş ile ABD’nin Suriye’ye yönelik saldırısından iki hafta önce Medya Şafak için röportaj yaptı. İşte o röportaj:

 

 

 

Hasan Sivri: Dr. Enis Suriye'den başlayalım. Tabka'ya yönelik bir operasyon başlatıldı. Kürtler operasyonun başında. Trump daha çok müdahil olacak gibi duruyor. ABD özellikle Obama ve Halep sonrasında geri çekilmiş gibi bir görüntü veriyordu. Bugün Trump ise daha çok müdahil olacağının işaretini veriyor. Sahne askeri ve siyasi olarak nasıl etkilenecek?

 

Enis Nakkaş: Ben buna Suriye savaşının üçüncü aşaması ismini veriyorum. İlk aşama rejimi devirme hedefindeydi. Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi gösteriler üzerinden gidildi. Bu başarısız oldu çünkü aksi yönde görüşü olan büyük bir kitle vardı. Birinci aşama başarısız olunca şiddete başvurdular. Şiddet giderek arttı. Cihatçı bir kesimi kullandılar bu şiddet tırmanışında. Burada da başarısız olundu. Dünya artık bu krizi bitirmek zorunda olduğunu anlamaya başladı. Fakat bu kriz, bölge ve dünya ülkeleri istediklerini, paylarını almadan veya yenilgiyi ağır bir şekilde yaşamadan bitmemeli. Bu onların görüşü. Dolayısıyla şimdi üçüncü aşama orduların müdahil olması oldu. İlk müdahil olan ordu Türk ordusu oldu. Arkasına bazı silahlı grupları alarak bölgede pratikte güvenli bir alan oluşturmak istedi. Başlıkta terörle mücadele vardı, hedefte herhangi bir Kürt varlığının önüne geçmek vardı. Amerikalılar da aynı şekilde “IŞİD ile mücadele'' başlığı altında güç indirerek pay almaya çalışacaklar. Ruslar da sahaya ordularıyla indi. Şimdi bu sahada Amerikan, Rus, Türk orduları ve bazı silahlı gruplar var. Bazı ülkeler de Amerikan Koalisyonunun safında uçakları ile müdahil oluyorlar. Danimarka'dan Ürdün'e kadar Avrupa ülkeleri dahil. Bazı ülkelerin de istihbarat ve özel kuvvetleri mevcut.  Fransa ve İngiltere gibi. Fakat sahada esas güçler Amerikan, Türk ve Amerika'nın yanında getireceği bazı Körfez Arap güçleri olacak. Bu da üçüncü aşamada sadece silahlı gruplarla değil ordular arasında bir karşı karşıya geliş olacağını gösteriyor. Yani önümüzde sert bir çatışma var. Bunun sonucunda Yalta mı olur? Yani büyükler oturup ‘'Dünya savaşı istemiyoruz, nüfuz paylaşımı yapalım'' mı derler yoksa kemik kırılır ve güçlü olan mı kazanır bilmiyoruz. Bu çatışmada zayıf olan taraf, bazılarının düşündüğünün aksine, Amerika'dır.

 

Hasan Sivri: Niye zayıf olan taraf Amerikan tarafı?

 

Enis Nakkaş: ABD, Irak ve Afganistan'dan çekildikten sonra bölgeye büyük bir güç ile müdahil olacak pozisyonda değil. Trump ekonomisini çok etkileyecek külfetli bir açık savaşa girecek biri değil. Trump askeri bir hamle yapacak ve “Ben buradayım'' mesajı verecek. Uzlaşacaksak ben de varım diyecek. ABD burada Rus tarafının onu karşılamasını bekleyecek. Ruslar ile uzlaşı arayacak. Türkler de uzlaşı diyecek. Fakat Türkiye uzlaşıda Kürtlere dair bir şey olsun istemiyor. Ne bir statüsü olan bir varlık ne de bağımsız bir devlet. Ne konfederal ne federal bir varlık istiyor. Çelişkiler var.

 

İran ve Hizbullah Suriye'ye yönelik bu savaş ile Suriye'nin Direniş Ekseninden çıkmasına izin vermeyecektir. Irak'ta olduğu gibi Suriye'de de ABD, bu topraklardan çıkana kadar vurulacak. Benim değerlendirmem de şöyle ki zayıf olan taraf Amerikan tarafıdır. Bu darbelere tahammül edemeyecek. Büyük bir savaş açamaz. Güçlü olan ise İran-Suriye eksenidir. İran, Irak'ta da Suriye'de de çok geniş alanda birçok yönde hareket edebilecek durumda. Türkler ise kuzeyde kalır. Bundan daha geniş ve büyük bir cephe açamaz. Amerikalılar, Ruslar ve ayrıca İranlılar ile de karşı karşıya gelir. Gelecekte de Türklerle bölgenin güvenliğine dair arayışlar olacak. Çünkü Türkler de bölgenin çocuğu. Bu savaş, ölüm ve yıkımı karşılaştırdığımızda, diğer savaşlardan daha sert olmayacak, bundan daha fazla yıkım olmayacak ama çatışmanın özü açısından sert olacak. “Kim bölgeden çıkacak kim bölgede kalacak” savaşı olacak. Önceki çatışmalar birilerini bölgeden kovmak veya birilerinin bölgeye girişi şeklinde değildi. Rastgele yıkım ve rastgele öldürme vardı. Kimse hanesine bir şey yazamıyordu. Bir taraf hariç. Suriye rejimi. Rejim yerinde durabildi ve pozisyonunu korudu. Bugün İsrail endişeli ve memnun değil. ABD aynı şekilde endişeli. Bu önümüzdeki çatışmalar kader belirleyecek çatışmalar.

 

- Bütün bölgeyi kapsayan bir savaşı mı kastediyorsunuz?

 

- Hayır. Bu düzeyde seyreden bir çatışma hali devam eder. Lakin sadece silahlı grupların Suriye Ordusu ile veya Irak ordusunun IŞİD ile çatışmaları olmayacak. Sahada artık Türk Ordusu var, Amerikan Ordusu var. Bu çatışmalı sahada olmak bedel ödetir. Bu bedel bazen ‘'yanlışlıkla'' olur. Geçen günlerde olduğu gibi. Rus-Kürt ve ABD-Kürt cephesinde ölen bir Türk askeri. Yarın Türkler çıkıp Amerikalılara ve Ruslara ‘'Siz neredesiniz ne yapıyorsunuz'' veya ‘'Siz kiminlesiniz'' şeklinde çıkışıp karşı karşıya gelebilir. Yine geçenlerde Putin Türkiye'den, Rus hava saldırısında ölen askerler için özür diledi. Bu özür ne kadar ciddi, ne kadar karşılığı var bilinmez. Hava saldırısının yanlışlıkla olup olmadığını da kimse bilemez. Dolayısıyla bu tür karşı karşıya gelmeler geniş sahaya yayılacak.

 

- Bugün Kürtler Tabka'ya kadar indi. Suriye Demokratik Güçleri Sözcüsü ilk açıklamasında, Suriye Ordusu operasyonlara katılacaksa hoş gelir şeklinde konuştu. Ama Türkler yer almayacak dedi.

 

- Kürtler bölünmüş durumda. Amerikalılarla iş yapan Kürtler olduğu gibi Amerikalıları istemeyen Kürtler de var.

 

- Hangi Kürtleri kastediyorsunuz? Yoksa parti olarak PYD'yi mi kastediyorsunuz?

 

- PYD'yi kastettim. Amerikalılar ile iş yapıyorlar ama aralarında Şam hükümeti ve ordusu ile çalışmak gerektiğini düşünenler var. Ruslar, Kürtler ile Suriye ordusunun arasında bir uzlaşı sağlamaya çalışıyor. IŞİD'e karşı savaşta Rusların da bir girişimi söz konusu. Buradaki girişimin amacı tabii ki Amerikalıların rolünü zayıflatmak. Şimdilik kimin Kürt tarafından daha büyük parça pastayı kapacağı belli değil.

 

- Kürtler konusuna geri döneceğiz. Filistin'e geçelim. Araplar ile İsrail arasında barış hedefli bir konferanstan bahsediliyor. Arap-İsrail barışı isimli konferans olacağı söyleniyor. Bu konferansın Körfez Emirlikleri/Şeyhlikleri liderliğinde olacağı da söyleniyor. Bu iddianın konuşulduğu sırada Tahran'da Filistin İntifadasını Destekleme konferansı vardı ve Filistin'in değişik taraflarından ve direniş gruplarından katılımcılar bu konferansta yerlerini almıştı. Bu arada Körfez-İran gerginliği de tırmanışta. Hizbullah'ın en son İsrail güneyindeki nükleer tesisleri vururuz tehdidi de söz konusu. Aynı zamanda Golan ve etrafında da bir hazırlığın olduğu söyleniyor. Karşılıklı tehditler ve gerginlik tırmanışta iken Körfez şeyhlikleri de İsrail ile barış peşinde. Suriye merkezli bir savaş devam ediyor ve bunun da şiddetinin artacağını söylüyorsunuz. Bütün bunlarla birlikte sorumu şöyle sorayım: Filistin nereye?

 

- Eskiden barış hedefli konferanslar olurdu. Buradaki konferanslarda hedef Filistin davasını ortadan kaldırmak, denklemdeki yerinden etmekti. Körfez Arapları Amerikalılara bu hatta destekler sunuyordu. Çünkü kendileri de bu stratejinin bir parçası: Filistin davasını ortadan kaldırmak. Dolayısıyla Filistin davasına odaklanılmıştı. Şimdi çok belirgin bir Filistin Direnişi söz konusu değil. Bugün hedef “uzlaşı” başlığı altında Arap-İsrail ilişkilerini artırmak. Hedef İran'a karşı Arap-İsrail ilişkilerini geliştirmek. Bu yeni bir şey ve günden güne daha çok açığa çıkıyor. Fakat bu durum denklemlerdeki güç dengelerini değiştirecek bir şey değil. Bu durum sadece aynı cephede İran ile mücadele eden Arap-İsrail tarafını daha çok görünür kılacak ve bu görünürlük Araplara Filistin davasını kimin sattığını daha net gösterecek. Kamuoyu bundan sonra iki olguyu veya ekseni daha net, gerçek ve açık bir şekilde görecek. Bundan daha önceleri biz bu iki eksenden bahsedince insanlar inanmıyor ve rekabetin “Şii-Sünni'' veya “Arap-Fars'' rekabeti olduğuna inanıyordu. Şimdi Körfez Arapları İsrail ile açık barış ve uzlaşıya giderken Araplar İran'ın Filistin davasını daha çok sahiplenip koruduğunu görecek.

 

Dolayısıyla benim değerlendirmeme göre Tahran'daki İntifada'yı Destekleme Konferansı geleceği şekillendirecek ve sahada yer bulacak. Körfez Araplarının ise barış için yapacakları konferans başarısız olacak ve herhangi bir netice getirmeyecek. Konferans, bazı Arap ülkelerinin zayıf olduğunu ve İran'a karşı bir organizasyon kurarak kendilerini korumak amacıyla İsrail'e sığındıklarını gösterecek. Bu durum İran'ın pozisyonunu zayıflatmaz aksine güçlendirir. İran'ın, Filistin'i savunan ve Arap halklarıyla beraber olan tek güç olduğunu görecekler. İran'ı güçlendirecek olan da budur. İran bu savaşı, Amerika ve İsrail'e karşı ulusal kurtuluş ismiyle yürütürse Arap ve İslam dünyası İran safına daha çok yaklaşır. Bugün Körfez ülkeleri politikalarını değiştiriyor değiller. Bugün izledikleri politikaları sadece günden güne daha çok açığa çıkarıyorlar.  Bu da Körfez'in varoluşsal doğal tarafı. Her zaman sömürgecilerle, emperyalistlerle birlikte hareket ettiler. Bugün sadece daha aleni oldu ve daha da aleni olacak.

 

- Suriye güneyinde ve Golan etrafında Direniş Ekseninin hazırlıkları var demiştik.

 

- Bugün Suriye güneyinde sadece Direniş Ekseni var. Suriye devletini Direniş Ekseninden ayırmak isterlerken bugün bu eksenin daha güçlü bir şekilde burada yer aldığını görüyoruz. Bugün Direniş Ekseni Suriye'den Lübnan'a artık tek cephede. Lübnan cephesinin Suriye cephesinden daha güçlü olduğunu veya diğer cephenin durumunun daha iyi olduğunu söyleyemeyiz artık. Bugün artık onlar tek cephe. Ve çok çok büyük ihtimalle önümüzdeki savaşta bu iki cephe de ortak bir şekilde tek bir cephe gibi savaşta yer alacak.

 

- Savaş yaklaşırken Hamas hala net bir pozisyonda değil.

 

- Hamas bölgede darbeler yedi. Katar ve Türkiye'nin destek verdiği Müslüman Kardeşlerin bölgeyi kontrol etme projesi Mısır'da güçlü bir darbe yedi, Tunus'ta çok ciddi gerilemeler yaşadı, Libya'da vuruldu ki bugün Libya'da sadece savaş var, Suriye'de başarılı olamadı ve dolayısıyla öngörülerinin doğru çıkmadığını gördük. Ayrıca Körfez ülkeleri İsrail ile yeni ilişkiler kuruyor, siyasi ve güvenlik politikaları geliştiriyorlar. Diğer tarafta İran, Hamas'ın tüm hatalarına rağmen Filistin direnişine desteğine devam ediyor. Bu büyük bir fark yaratıyor. Hamas hata yaptı diye cevap olarak hata yapmak yerine Filistin davasına desteğe devam etti. Hamaney de ideoloji gözetmeksizin Filistin davasına destek vermeye devam edeceklerini ilan etti. İslami veya değil İran için Filistin direnişi fark etmiyor. Bu da Hamas'a büyük bir ders. İslami olman yeterli değil. Filistin için direnmen yeterli olan. Ve ben Tahran konferansının gelecekte daha büyük etkisi olacağını düşünüyorum. Daha etkin olacak. Mezhep meselesi bölgedeki en sıkıntılı meselelerden biri. Sadece Hamas ve Sünni kesimde değil tüm mezhepçilerde büyük bir sıkıntı. Çünkü zihinlerin derinlerinde yer alıyor. Bölgedeki en zor kimlik, aşiret kimliğinden sonra mezhebi kimliktir. Dini kimlikten daha tehlikeli bir kimlik. Dini kimlik diyaloga açık olabilir ama mezhepçilik taassup ile dolu. Sonuçta bu da Hamas'ta açık bir şekilde mevcut. Sünni mezhebi taassubu ve İhvan taassubu ile dolu olması uluslararası ilişkileri ve rekabeti anlamasında zorluklar yaratıyor. Yani sen mezhebi bir bakış açısı ile baktığında geniş bir ufka sahip olamazsın. Dar ufuklu olursun. Uluslararası alanda hareket edemezsin.

 

- Mezhepçiler ve Tekfirciler bölgede ciddi bir kitleye de sahip. Türkiye dahil bu fikir birçok yerde kolaylıkla vücut buluyor ve yayılıyor.

 

- Erdoğan liderliğindeki Türkiye ve önceden Davutoğlu, dünyanın değiştiğini okuyabildi. Bu değişim ve dönüşüm Batı ve Amerika'nın çıkarına değil. Çin ve diğer devletler güçleniyor. Batı ve Amerika'ya bağlı Türkiye bu değişimi de görüyor. Arap dünyasında ve bölgede bir boşluk oluşuyor. Türkiye bu boşluğu doldurabileceğini düşünüyor. Sadece Arap bölgesi değil ama bölgede 450 yıllık bir geçmişi olan, ekonomisinin iyi olduğunu düşünen 80 milyonluk bir ülke Türkiye. Türkiye İslami kimlik ile, özelde Sünni kimlikle, büyük bir İslami ülke kurma hayali ile bu boşlukta yer alıp faydalanabileceğini düşünüyor. Dolayısıyla ben Türkiye'de rejimin daha çok İslamileşeceğini ve İslami kimliğe daha çok bürüneceğini düşünüyorum. Aynı zamanda taassup ile mezhebi kimliği daha çok gösterecek. Var olan azınlıklarla mücadele etmek için değil ama Erdoğan'ın kafasındaki projeyi gerçekleştirebilecek büyük ve güçlü bir kitle yaratmak için bu kimlik daha çok açığa çıkacak. Projeden kastım ise bölgesel egemenlik. Bu şekilde Araplardan, orta Asya'dan ve hatta Avrupa'dan kitle kazanmaya çalışıyor. Bugün Avrupa'yı, Avrupa'da yaşayan Müslümanlarla tehdit ediyor. Küçümsenecek bir rakam değil. Bugün Erdoğan'ın söyledikleri mantık dışı olabilir. Karşılığını göremiyor olabiliriz ama uzun vadede Avrupa'da yapılan araştırmalarda Müslümanların 20-30 yıl sonra Avrupa'da yüzde 40'lık bir nüfusa sahip olacağını gösteriyor. Bu da Avrupa'da büyük bir demografik değişim olacağını gösteriyor. Soru şu: Bu değişim medeniyetler arasında bir çatışma ile mi olacak yoksa işbirliği içerisinde mi olacak? Erdoğan bunun çatışma yolu ile olması gerektiğine inananlardan. İşbirliği aşamasının geride kaldığını düşünüyor. Batı teknolojisi ve kapitalizminden yararlandığı 15 yıllık işbirliği geçmişinin geride kaldığını ve bittiğini düşünüyor. Bugün kendini güçlendirmek için onlarla çatışmak gerektiğini düşünüyor.

 

- Son nokta nedir sizce? Devam mı edecek bu tarz çatışmalar?

 

- Evet sürecek. Erdoğan'ın çalıştırdığı arabanın tekerlekleri duracak noktada değil artık. Avrupalılar da çıkıp ‘'Peki nasıl istersen'' deyip Erdoğan'a yol da açmazlar. Çatışmalar devam edecek. Özellikle Suriye meselesinde Kürtler konusunda ortak bir çözüm bulamazlarsa çatışma devam eder.

 

- ABD Kürtlere silah, askeri araç ve tanklar göndermeye devam ediyor. Bu Türkiye'yi rahatsız ediyor. Türkiye ve ABD arasındaki esas problemlerden biri bu. Trump Türkiye'nin bölgedeki stratejik müttefik olduğunu dile getirmişti ama Suriye kuzeyindeki Kürtler ile de yakın ilişkiler içinde. ABD uçakları Rojava bölgesine iniyor. Ruslar da aynı zamanda Menbic ve Afrin'de Kürtlerin yanında saf aldı ve Kürtleri korudu. Benim sormak istediğim İran ve Şam'ın pozisyonu? Kürtler konusunda ne diyorlar? Kürtler Suriye'nin kuzeyinde federal/konfederal bir yapı istiyorlar ama buna İran'ın izin vermek istemediğini düşünüyorlar. İran ve Şam ABD'ye daha çok yaklaşan Kürtler konusunda ne diyor?

 

- Kimse Kürtlere bir şey vermeyecek. Kürtler, ABD ve Batı açısından bölgeye müdahalede bir bahane. Aynı zamanda “Osmanlı” tehlikesi önünde bir engel. Batılılar ve ABD müttefik bir Türkiye ister ama sınırlarını aşıp bölgede hak iddia eden, petrol ve gaz alanlarına müdahale etmek isteyecek bir Türkiye istemiyor. Batılılar stratejilerini, Doğu'ya girme hedefiyle aşmak isteyen bir Türkiye istemiyor.

 

Ben yazdığım kitabı tekrar hatırlatmak isterim. Daha önce seninle konuştuk. Çatışmak yerine, Türkiye ve İran'ın bir araya gelip ‘'ABD'nin bölgede ekmeği yok, İsrail'in bölgede ekmeği olmamalı ama Kürtler bölgenin temellerinden biri'' demeli ve bölge için, bölgedeki tüm halkların çıkarına bir yöne doğru ilişkiler geliştirmeleri gerekiyor. Birinin diğerinin nüfuzuna karşı rekabete girmesi yerine yani ‘'Yakındoğu bölgesini İran ya da Türkiye kontrol eder'' rekabeti yerine bölgedeki herkesin içinde yaşayabileceği bir sistem olmalı talep edilen. Ama aynı zamanda hiçbir çözümde Kürtlerin kendini mazlum hissedeceği hesaplara girilmemeli. Kürtler de diğer “yurttaşlar” gibi  “yurttaş'' olsunlar. Bunu konuşabileceğimiz bir çözüm imkânı var mı? Yok mu? O zaman Türkiye kendi başına bir yerleri kontrol etme uğraşları içinde olacak. İran bunu engellemeye çalışacak. Kürtler başka ilişkilerden bir şeylere ulaşmaya çalışacak ama bir şey elde edemeyecek. Geriye bu çatışma hali kalacak. Bu bölge için yıkım getiriyor başka bir şey değil.

 

- O zaman çözüm nedir Dr. Nakkaş? Bölge ülkeleri Kürtleri de kapsayarak diyaloga mı girmeli? Kürtlerle konuşan yok gibi duruyor. Kürtler de oturup Amerikalılarla ve Ruslarla ilişki geliştiriyor. Bu güçlerle yakınlaşıyor. Bu güçler Kürtlere destek veriyor.

 

- Ve bu şekilde ABD ve Rusya da sahada yer buluyor ve herkes bedel ödemek zorunda kalıyor. Kürtler hem Türkiye hem de Suriye'de güzel örnekler verdiler. Türkiye'de Halkların Demokratik Partisi var, Suriye'de Demokratik Halk Koruma Birlikleri var. Bölgedeki demokratik halklardan bahseden bu ruhu bütün bölgeyi ele alarak düşünmek gerek. Türk, Kürt, Arap ve Fars... Demokratik halklardır çözümü getirecek olan. Sadece Kürtlerin kullandığı veya Kürtler için bir slogan olmamalı bu. Bu Türkün de Kürdün de Arap ve İranlı ile bir araya geleceği bir kültüre dönüşmeli. Bölge halklarının, bir kimliğin diğer kimlik üzerine hegemonya kurmadan bir arada yaşaması dışında bir çözüm yok. Çünkü kimlik esaslı savaşlar  “yenilmiş bir galip'' ortaya çıkarır. Bu galibiyet, galip gelmiş kimliğe rahatlık, diğerine kahır getirir ama mutlak kalkınmayı, mutlak başarılı siyasetleri getirmez, getiremez. Bazıları yumuşak güç şeklinde kimlik esaslı savaşla kontrol sağlamak istiyor. Örneğin Sünnileri birleştiririm diyorlar. Bunun üzerinden diğer mezhepleri -sadece Müslümanları veya İslami mezhepleri değil- ezeceksin veya Şiileri birleştirip geriye kalanları ezeceksin veya Arapları veya Kürtleri birleştirip diğerlerini üzerine gideceksin ve otomatikman geriye kalanları dediğim gibi ezeceksin. Coğrafya bize bir ders veriyor. Su çoğunlukla Türkiye'den geliyor. Irak ve Suriye'ye giden su Türkiye'den akıyor. Petrol ve gaz ise bizim bu coğrafyadan Türkiye'ye doğru gidiyor. Peki bunlar neden bir araya gelemiyor? Bütünleşemiyor ve uzlaşamıyorlar? Coğrafyanın da söyleyecekleri var. Buna hakkı var coğrafyanın. Fakat çoğu zaman da unutuluyor. Coğrafyayı ve söylediklerini anlamayanlar siyasetten de bahsetmemeli. Coğrafyanın her zaman rolü var. Irak'ta coğrafya yokmuş gibi konuşanlar ve hareket edenler var. Bir köyden diğerine akan suyu bir küçük barajla veya set ile kapatırsan diğer köyü açlıktan öldürürsün. Bu coğrafyanın söylediğidir. Bölgedekiler maalesef coğrafyanın diline kulak vermiyor. Bir baraj inşa etmek de zorunda değilsin. Bir barajı kontrol edersen istediğin gibi kapatıp açarsın.

 

- Biraz Rusya'ya dönelim. Rusya Suriye'de aktif bir rol almaya başladığı zamanlarda İsrail ile karşı karşıya gelmemek için bir koordinasyon kurulduğu söylenmişti. Fakat İsrail'in son saldırısından sonra Ruslar kızgın olduklarını belli edip İsrail elçisini çağırarak uyardılar. Ayrıca Suriye de ilk defa sistemlerini İsrail uçaklarına kilitleyerek birkaç füze ile uçakları vurdu. Rusya'nın bu konudaki pozisyonu tam olarak nedir? Bu pozisyon eskisinden farklı mı? İsrail Suriye içlerinde saldırılar düzenlerken Ruslar tam olarak ne diyor?

 

- Rusya'nın Suriye'ye girdiği zamanlarda İsrail ile Rusya arasında bu konunun tartışıldığı bir diyalog kuruldu. Putin “Ben Suriye'ye, Suriye'yi İsrail'e karşı desteklemek için değil Suriye devletini korumak için geldim'' diyordu. Aynı zamanda İsrail'e de “Ey İsrail sen kendi ulusal güvenliğine yönelik bir tehlike hissedersen bu beni ilgilendirmez ben bu devleti korumaya geldim'' dedi. İsrail ilk zamanlarda ‘'Suriye'den Hizbullah'a giden silah konvoylarını vuruyorum'' sloganı ile müdahil oluyordu. Bu durum Rusya'yı ilgilendirmiyor. Suriye devleti ise birçok yerde meşgul olduğu için o zamanlarda bu tür saldırılara cevap verebilecek pozisyonda değildi. İsrail'in son saldırısı ise öncekilerden farklıydı. Amerikalılar ile Türklerin Suriye'ye yaptıkları müdahalelere benziyor. İsrail Hizbullah'ı vuruyorum bahanesi ile Tedmur'u (Palmira) vurdu. Bu saldırının ise Lübnan'a silah taşıma mevzusu ile alakası yoktu. Bu saldırı Suriye savaşına giriş saldırısı idi. Burada Suriye ve Rusya bu saldırıyı farklı okudu ve bunun İsrail'in kendisini savunması ile ilgisi olmadığını düşündü. Bu İsrail'in Suriye'ye müdahalesidir. Dolayısıyla Suriye'nin İsrail'e cevap vermesi hakkıdır. Suriye devleti kendisini savundu. Rusya da bu savunma hakkını onayladı ve savunma hakkının yanında pozisyon aldı. Bu da aynı zamanda Rusya'nın hakkıdır. İsrail bu cevap hakkı ve Rusya'nın tepkisinden sonra Amerikalılar ve Türkler gibi Suriye'ye müdahil olamayacağı mesajını aldı. Dolayısıyla bu da İsrail açısından büyük bir problem. Direniş Ekseni Suriye içerisinde güçlenir ve büyürken İsrail bu denkleme doğrudan müdahil olamıyor ve bu mihverin Suriye içerisinde büyümesini ve güçlenmesini izliyor. Lübnan benzeri müdahil olup ortadan kaldıramayacağı bir kamptan korkuyor. Ben şunu açıkça söylüyorum: Bu mevzu bitti. Suriye'de artık bir Direniş Ekseni kampı var. Lübnan'da olduğu gibi Suriye'de de dışarıdan İsrail'in müdahil edemediği bir Direniş Ekseni kampı söz konusudur. İsrail bunu değiştiremez artık. Soruna dönecek olursak Rusya'nın pozisyonu değişmiş değil. Değişen şey ise İsrail'in müdahil olma anlayışı. Bu anlayış eskisinden farklı.

 

- Rusya'yı konuşmaya dönmüşken Putin'in Türkiye'den özür dilediğini söylerken bir imada bulundunuz.

 

- Evet, Türkiye Rusya'nın uçağını düşürüp nasıl özür dilediyse Putin de Türk askerlerini vurdu sonra da özür diledi. Bu bir mesaj, Türkiye'ye bundan daha fazla yaklaşamazsın mesajıydı. Putin'in özrünün ise şu anlamı vardı: İlişkilerimizi koruyalım, işte ben kamuoyu önünde özür dilerim.

 

- Biliyorsunuz IŞİD son zamanlarında tüm bölgede gerileme yaşarken özellikle Halep'in kurtarılmasının ardından Suriye ordusunun olduğu bölgelerde bir hareketlilik içerisine girdi ve Suriye ordusuna yönelik bazı bölgelerde saldırılarda bulundu. Mesela Palmira'da ilerleme sağladı sonra da tekrar geri çekildi. Bunun nedeni nedir? Birileri IŞİD'i vururken başka yerde Suriye ordusuna karşı kullanıyor mu? Bir başka benzer hareketlilik ise Cenevre'nin hazırlanması sırasında Hama, İdlip ve Şam'da yine harekete geçirilen cihatçı gruplarda söz konusuydu. Nedir hedef?

 

- Suriye ordusu Palmira'yı aldıktan sonra önünde iki yol vardı. Ya Deyr Zor'a gidecekti ya da Rakka'ya yönelecekti. İki yolun da önü ABD, Türkiye ve IŞİD tarafından kapatılmıştı. Suriye ordusunun bu alanlara yönelmesine izin verilmek istenmiyor.

 

- Türkiye o zamanlar Suriye ordusunun Rakka'ya gelişini engelleyebilir miydi?

 

- Türkiye o dönemde Kürtlerin önünü kesmek bahanesiyle Rakka'ya girmek istiyordu. Suriye ordusunun Rakka'ya yönelmemesi gerekiyordu, bu yüzden IŞİD Deyr Zor ve Palmira'da Suriye ordusuna yönelik saldırılarda bulundu. Sonuçta Suriye ordusu burada oyalandı ama IŞİD'i buradan çıkardı. Hama, İdlip ve Şam'daki hareketlilikler ise Astana'dan sonra Cenevre'de iyice eli zayıflayan tarafların hamlesiydi. Astana ve ateşkes ile birlikte Rusya'nın iyice kontrol sağladığını gören taraflar Cenevre'den önce bir hamlede bulundu. Ayrıca Türkiye de Menbic sonrasında kendini yolun ortasında buldu. Ne ilerleyebiliyor ne de geri gidebiliyor. Ama aynı zamanda denklemin dışında gibiydi. Dolayısıyla birden çok ülke silahlı gruplara ‘”pozisyonunuzu iyileştirin ki bizim de pozisyonumuz iyileşsin'' mesajı verdi. Tabi bu hamle de başarısız oldu.

 

Rusların bu süreçte Afrin'e gidip yer tutma ve uzlaşı merkezi açma manevrası da Amerikalılara “Kürtler sadece sizin elinizde değil'' mesajıydı. Taraflara “Ben de Kürtlerin yanındayım'' mesajıydı.  Bu uzlaşı merkezi askeri bir noktaya da dönüşebilir. Askeri nokta üsse de dönüşebilir. Ruslar Afrin'de. Benim istihbari değerlendirmem de şu şekilde ki Amerikalıların da Rusların da Kürtler içinde “dostları” var. Amerikalıların da Rusların da nüfuzu söz konusu. İki güç de Kürtlerle iş yapabiliyor.

 

- Amerikalıların veya Rusların bu nüfuzu gerileyebilir mi? Amerikalıların birçok askeri üssü söz konusu Kürtlerin bölgelerinde.

 

- Kesinlikle. Kürtlere, istedikleri şekilde bir öneri ile gidilirse Kürtler çıkarlarının Ruslarla birlikte olduğunu düşünebilir. Suriye devleti ve Ruslarla anlaştım diyebilir. Amerikan noktaları da oradan çıkabilir. Nüfuzları da gerileyebilir. Amerikalı birkaç bin asker indirebilir o bölgeye ama Irak'ta olduğu gibi yüzbinlerce asker indirilemez. Amerika, indirdiği 1000 asker içerisinde 50-60 asker kayıp verirse geri çekilebilir.

 

- Ruslar yeni bir anayasa sundu Şam'a ama Şam bunu reddetti deniliyor. Bu öneride Kürtlere özerklik verilmesi veya federasyon sözü olduğu söylendi.

 

- Suriye devleti iki noktada hassas. Kimse dışarıdan anayasa önermemeli. Yine Suriye devleti federasyondan veya mezhebi/kavmi topluluklardan bahsetmek istemiyor. Irak ve Lübnan'a benzeyen bir “pay bölüşme” istemiyor. Kürtlerin evet kimliği de yoktu ve bu zulümdü. Bunu Suriye'de Suriyelilere de söyledim. Eğer Suriye devletinin kimliği, tek başına Suriye değil de “Arap ulusu” kimliği olarak görülmeye devam edilirse bu zulüm de sürecek. Sen temelinde dil olan bir milliyetçiliğe devam edersen Kürt de “Benim dilim Kürtçe ve ben Kürt milliyetçisiyim'' der. Ben bu kavmiyetçiliğin karşısındayım. İnsan belirli aşamalarda/süreçlerde bu bilince sahip olabilir ama bunu da aşar. O milliyetçi aşama geride kalır. Orada takılıp kalmaz. İnsanları Arap, Türk veya Kürt olarak ayırmanın hiçbir manası yok. Suriye artık yeni bir tasavvur vermeli. Kimlik yurttaşlık esasınca olmalı ve Arap, Kürt, Hıristiyan ve Müslümanlar eşit olmalı ama hakiki bir eşitlikten bahsediyorum. İnsanların kimliği yok denilememeli. Kürtler Kürtçe şarkı mı söyleyecek, dans mı edecek, kültürünü mü yaşatacak, söz sahibi mi olacak, bütün bunların sorun olmayacağı aksine ortaklaşacak bir tasavvur gerekiyor.  

 

 

www.medyasafak.net