"Önlenebilir Katliam"

"Önlenebilir Katliam"
"16 Eylül 1982 gecesi, İsrail ordusu Lübnanlı aşırı sağcı militanlara Beyrut’taki iki mülteci kampına girmeleri için izin verdi. Ardından gelen üç günlük azgınlıkta, Maruni Hıristiyan Falanşist Parti ile ilişkili milis kuvvetleri İsraillilerin aydınlattığı kampın dar ve karanlık sokaklarında en az 800 sivili tecavüz edip öldürdüler ve parçaladılar"
Önlenebilir Katliam

Seth Anziska

gilad.co.uk
 


16 Eylül 1982 gecesi, İsrail ordusu Lübnanlı aşırı sağcı militanlara Beyrut’taki iki mülteci kampına girmeleri için izin verdi. Ardından gelen üç günlük azgınlıkta, Maruni Hıristiyan Falanşist Parti ile ilişkili milis kuvvetleri İsraillilerin aydınlattığı kampın dar ve karanlık sokaklarında en az 800 sivili tecavüz edip öldürdüler ve parçaladılar. Öldürülenlerin hemen hemen hepsi kadınlar, çocuklar ve yaşlı erkeklerdi.

Otuz yıl sonra, Sabra ve Şatilla kamplarındaki katliam İsrail, Birleşik Devletler, Lübnan ve Filistinliler arasında çarpıtılmış ilişkilerde modern Orta Doğu tarihinin kötü nam salmış bir bölümü olarak hatırlanıyor. 1983’te, bir İsrailli araştırma komisyonu İsrailli liderlerin ölümlerden “dolaylı olarak sorumlu” oldukları sonucuna vardı ve daha sonra savunma bakanı ve ardından da başbakan olan Arial Sharon’a bunları önlemedeki zafiyeti sebebiyle “kişisel sorumluluk” yüklendi.


İsrail’in katliamdaki rolü kolayca incelenirken, Amerika’nın tutumu asla tam olarak anlaşılmadı. Bu yaz, İsrail Devlet Arşivinde yakın zamanda gizliliği kaldırılmış, Amerika ve İsrail arasında 1982 katliamı öncesi ve sonrasında yapılan görüşmeleri kaydeden dokümanlar buldum. Kelimesi kelimesine çeviriler İsraillilerin Amerikalı diplomatları Beyrut’taki olaylar hakkında yanılttıklarını ve kamplarda binlerce “terörist” olduğu düzmece iddiasını kabule zorladıklarını ortaya koyuyor. Daha kötüsü, Amerika Birleşik Devletleri İsrail’e bu zulmü sona erdirebilecek güçlü bir diplomatik baskı uygulama pozisyonundayken bunu yapmakta başarısız oldu. Sonuç olarak, Amerika sadece haftalar evvel koruma sözü vermişken, Falanjist milisler Filistinli sivilleri öldürebiliyordu.

İsrail’in Lübnan iç savaşına müdahalesi Haziran 1982’de, kuzey komşusunu işgal ettiğinde başladı. Amacı devlet içinde devlet kuran Filistin Kurtuluş Örgütü’nü dağıtmak ve Lübnan’ı Hıristiyanların yönetiminde bir müttefike çevirmekti. İsrail ordusu Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından kontrol edilen Beyrut’un batı bölgesindeki kısmı kısa sürede kuşatma altına aldı. Şiddetli İsrail bombardımanı ağır sivil kayıplarına sebep oldu ve başlangıçta İsrail tarafından desteklenen Ronald Reagan da denendi. Ağustos ortasında, Amerika FKÖ’nün Lübnan’dan çıkarılması pazarlığındayken, Ronald Reagan Başbakan Menachem Begin’e “bombalamaları durdurmak zorundasın aksi halde bizim gelecekteki tüm ilişkilerimiz tehlikeye girer” dedi. Reagan bunu günlüklerinde yazmıştı.

Amerika Birleşik Devletleri FKÖ’nün çıkarılmasını kontrol etmek üzere uluslararası gücün bir parçası olarak Lübnan’a asker yerleştirmeyi kabul etti ve 1 Eylül’de, Yaser Arafat dahil, binlerce savaşçı Beyrut’u terk ederek çeşitli Arap ülkelerine gittiler. Amerika kamplarda kalan Filistinli sivillerin intikam peşindeki Lübnanlı Hıristiyanlardan korunmasını da garanti eden bir ateşkes imzaladıktan sonra askerler 10 Eylül’de Beyrut’tan ayrıldılar.

İsrail Lübnan’ın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Beşir Gemayel’in, bir Maruni Hıristiyandı, bir İsrail-Hıristiyan ittifakını destekleyeceğini ummuştu. Ama 14 Eylül’de Gemayel suikaste uğradı. İsrail ateşkesi bozarak tepki gösterdi. Görünüşte Filistinli sivillere karşı saldırıları önlemek için çabucak Batı Beyrut’u işgal etti. Begin, Amerika’nın Orta Doğu elçisi Morris Draper’a 15 Eylül’de, “Günün en önemli meselesi huzuru korumaktır”, dedi. “Aksi halde katliamlar olabilir.”

16 Eylül’de İsrail ordusu Sabra ve Şatilla dahil olmak üzere Batı Beyrut’un tamamını kontrol altına aldı. Aynı gün Washington’da, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Lawrance S. Eagleburger İsrail elçisi Moshe Arens’a “İsrail’in güvenilirliği ciddi bir şekilde zarar gördü” ve “İsrail tarafından kasten aldatılmanın kurbanı olduğumuzu görüyoruz” dedi ve İsrail’in Batı Beyrut’tan derhal çekilmesini istedi.

Telaviv’de, Bay Draper ve Amerikan elçisi Samuel W. Lewis en yüksek derecedeki İsrailli yetkililerle toplandılar. Başbakan Begin’in baştaki vaatlerinin rağmına, Savunma Bakanı Sharon “orada iki – üç bin terörist kaldı” diyerek Batı Beyrut’un işgalinin haklılığını savundu. Bay Draper bu iddiaya itiraz etti; Ağustostaki tahliyeyi koordine ettiğinden sayının daha az olduğunu biliyordu. Bay Draper  Sharon’un Batı Beyrut’ta kalmalarına izin verilen Falanjist milisleri kast ettiğini duymaktan korktuğunu söyledi.  İsrail Genelkurmay Başkanı Rafael Eita da, “acımasız bir katliam”dan korktuğunu Amerikalılara itiraf etti.

16 Eylül akşamı, İsrail kabinesi toplandı ve Falanjist milislerin Filistin kamplarına girişleri hakkında bilgilendirildi. Başbakan yardımcısı David Levy endişeli bir şekilde seslendi: “Onlar için rövanşın anlamını biliyorum, nasıl bir katliam olduğunu. Bundan sonra kimse bizim düzeni sağlamak için oraya gittiğimize inanmayacak ve biz suçlamalara sebep olacağız” O akşam, İsrailli askeri yetkililer, politikacılar ve gazeteciler “sivil ölümleri” sözünü sansüre başladılar.

17 Eylül öğleden sonra saat 12:30 sularında Dışişleri Bakanı Yitzak Shamir, Draper, Sharon ve birkaç İsrailli istihbarat subayı ile bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Shamir o sabah kamplardaki “katliam” hakkında bilgilendirilmişti ama bunu anmadı.

17 Eylül tarihli toplantının çözümü Amerikalıların Sharon’un “teröristler” “düşman mukavemetinin tasfiyesi”ne ihtiyaç duyar şeklindeki yanlış ısrarıyla yıldırılmış olduklarını ortaya koyar.

Bay Draper toplantıyı İsrail ordusunun geri çekilmesi talebiyle açtı.  Sharon patladı; “Ben anlamıyorum, ne istiyorsunuz? Teröristlerin kalmasını mı istiyorsunuz? Birilerinin bizimle gizli anlaşma içinde olduğunuzu düşünmesinden mi korkuyorsunuz? İnkâr edin onu. Biz inkâr ettik.”  Draper, aldırmaz bir tarzda, bir geri çekilmenin belirlenen işaretleri için bastırdı. Sharon, Falanjist kuvvetlerin kamplara zaten girdiklerini biliyordu, alaycı bir şekilde konuştu, “hiçbir şey olmayacak. Belki biraz daha fazla terörist öldürülecek. Bu hepimizin yararına olacak.”  Shamir ve  Sharon sonunda Lübnan Ordusu şehre girmeden evvel tedricen çekilmede anlaştılar ama onlar 48 saat daha beklemede ısrar ettiler (o akşam başlayan Rosh Hashana bitene kadar)

İsrail’in çekilmesinin bazı işaretleri hakkındaki itirazını devam ettiren Draper eleştirmenlerin: “Kesinlikle, İsrail Savunma Kuvvetleri Batı Beyrut’ta kalacak ve Lübnanlılara gidip kamplardaki Filistinlileri öldürmeleri için izin verecek”, diyecekleri konusunda uyardı.

Sharon cevapladı: “Öyleyse, biz onları öldüreceğiz. Orada kalamayacaklar. Siz onları koruyamayacaksınız. Uluslararası terörizmin bu gruplarını koruyamayacaksınız”

Draper ise şöyle karşılık verdi: Biz bu kişilerin herhangi birini kurtarmakla ilgilenmiyoruz.” Sharon da, “Siz Lübnanlıların onları öldürmesini istemezseniz, onları biz öldüreceğiz.”, diye beyanda bulundu.

Draper kendini tuttu ve geri adım attı. Amerika Birleşik Devletlerinin Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Beyrut’tan çıkarmasını titizlikle kolaylaştıran İsraillileri hatırladı. “Öyleyse oraya girmeye ihtiyaç duymayacaksınız”, diye ekledi. “Siz dışarıda kalmalısınız.”

Sharon tekrar patladı: “Güvenliğimiz söz konusu olduğunda, asla sormadık. Asla sormayacağız. Bu bir varlık ve güvenlik meselesi olunca, bizim kendi sorumluluğumuzdur ve biz bizim hakkımızda karar verme yetkisini asla kimseye vermeyeceğiz.” Toplantı geri çekilme planlarının Rosh Hashana’dan sonra koordine edilmesi anlaşmasıyla sona erdi.

Sharon’un tartışmadaki şartlarının devamına izin verilmesiyle,  Draper İsrail’e kamplarda kalanların Falanjist savaşçıları kapsamasına etkin bir şekilde izni verdi.  Genç Amerikalı diplomat Ryan C. Crocker 18 Eylül’de, korkunç olay yerini ziyaret edip Washington’a rapor ettiğinde, katliamın bütün detayları ortaya çıkmaya başladı.


Yıllar sonra,  Draper katliamı “tiksindirici” olarak andı ve onun 2005’teki ölümünden birkaç yıl evvel sözlü tarihte Sharon’a, “Utanmalısınız. Durum gerçekten dehşet verici. Onlar çocukları öldürüyorlar! Sahayı tamamen kontrol altına almalısınız ve bu sebeple o bölgeden sorumlusunuz” deyişini kaydetti.

18 Eylül’de, Reagan “cinayetler hakkındaki öfkesini ve kuvvetli tepkisini” vurguladı. O, Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in Beyrut’u işgaline karşı olduğunu, “Bunun prensipte yanlış olduğuna inanıyoruz ve daha büyük çatışmaları provoke edeceğinden korkuyoruz” sözleriyle açıkladı. Dışişleri Bakanı P. Shultz daha sonra “Biz kısmen sorumluyuz” çünkü “İsraillilerin ve Lübnanlıların sözünü dinledik”  diyerek ikrarda bulundu. İsrail elçisi Arens’ı (bakanlığa) davet etti. Ona, “Bir şehri askeri kontrol altına aldığınızda, orada olanlardan sorumlusunuzdur”, dedi. “Şimdi bir katliam var.”

Ama gecikmiş umutsuz ve şok açıklama Amerikalıların katliam sürecindeki başarısız diplomatik çabalarını maskeler. Bay Draper’ın İsrailliler ile toplantısı Amerika Birleşik Devletleri’nin farkında Sabra ve Şatilla trajedisinde farkında olmadan nasıl suç ortağı olduğunu gösterir.

Elçi Lewis, şimdi emeklidir, bana, “Reagan Begin’e telefon edip ona Ağustos ayında yaptığından çok daha açık bir şekilde çıkışmadıkça –geçici olarak durdurulabileceğini-” ancak katliamı önlemenin zor olacağını söyledi. Ama “Sharon” militanları eyleme götürecek “başka yollar bulacaktı”, diye ekledi.

Nicholas A. Veliotes, Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşleri bölüm yardımcısı, toplantının çözümünü kendisine okumamdan sonra, “Klasik Sharon” dedi. “Bu onun yolu veya otoyolu.”

Sabra ve Şatilla katliamı Amerika’nın Orta Doğu’daki etkisini ciddi bir şekilde azalttı ve ahlaki otoritesini düşürdü. Katliamın bir ikinci neticesi, Birleşik Devletler hissetmek zorunda kaldığı “suçluluk” sebebiyle acımasız bir iç savaşın ortasında, açık bir misyonu olmadan sonlandırarak  askerlerini yeniden düzenledi.

23 Ekim 1983’de Beyrut’taki askeri kışla bombalandı ve 241 asker öldürüldü. Saldırı Suriye destekli güçlere savaş açılmasına sebep oldu ve kısa bir süre sonra, askerler gemilerine çekildi. Lewis’in bana dediğine göre, Amerika, “Süt dökmüş kedi gibi” Lübnan’ı terk etti.

Arşiv kayıtları katliamın önlenmesine yönelik Amerikan çabasını baltalayan aldatmacanın büyüklüğünü ortaya koyuyor. Sadece sahadaki gerçekliğe dair kısmi bilgiyle çalışan Amerika Birleşik Devletleri yanlış argümanlara ve oyalama taktiklerine zayıfça teslim oldu ve katliamı devam ettiren sürece izin verdi.

Seth Anziska Colombia Üniversitesi Uluslararası Tarih bölümünde doktora adayıdır.

medyaşafak