Noam Chomsky ile Röportaj: Sykes-Picot Başarısız Oluyor

Noam Chomsky ile Röportaj: Sykes-Picot Başarısız Oluyor
El Ahbar Amerikan emperyalizminin bu eleştirmeniyle Suriye’de süregiden savaş, Edward Snowden ve “Arap Baharı”ndan geriye kalanlar hakkında bir röportaj yaptı.

 

Noam Chomsky ile röportaj: Sykes-Picot başarısız oluyor

El Ahbar

Amerikalı yazar ve profesör Noam Chomsky, bir mezuniyet töreni konuşması yapmak ve fahri paye almak üzere Beyrut Amerikan Üniversitesi'ndeydi. El Ahbar Amerikan emperyalizminin bu eleştirmeniyle Suriye'de süregiden savaş, Edward Snowden ve “Arap Baharı”ndan geriye kalanlar hakkında bir röportaj yaptı.

Maha Zaraket: [Mezuniyet] konuşmanızın başlığı nedir?

Noam Chomsky: Bir başlığı var mıydı hatırlamıyorum ama sınırların ve devletlerin meşruiyeti ve onları aşındırma olasılıkları hakkında bazı yorumlar olacak.

MZ: Ortadoğu'nun yeni bir Sykes-Picot anlaşmasının yazılmasına doğru gittiğini düşünüyor musunuz?

NC: Bana göre Sykes-Picot anlaşması dağılıyor ki bu da ilginç bir olgu. Bir asır oldu. Fakat Sykes-Picot anlaşması sadece, meşruiyeti olmayan emperyal bir dayatmaydı; bu sınırlardan herhangi biri için bir neden yoktur – emperyal güçlerin çıkarları hariç.

Bütün dünyada da aynısı geçerlidir. ABD-Meksika sınırı ve ABD-Kanada sınırı da dâhil olmak üzere, herhangi bir meşruiyeti olan tek bir sınır bulmak zordur. Dünyaya bakın, devam eden hemen hemen bütün çatışmalar, halkla bir ilgisi olmayan emperyal sınırların dayatılmasından ileri geliyor.

Bana göre Sykes-Picot, aşınmaya başlıyor. Suriye'de ne olursa olsun  – tahayyül etmesi zor – ama eğer bir şeyler hayatta kalırsa, Suriye'nin parçaları ayrılacaktır. Kürt bölgeleri şu anda hemen hemen özerk ve Kuzey Irak'taki Kürt bölgelerinin hemen hemen özerk kısımlarıyla bağlantı kurmaya başlayacaklardır ve bu bir ölçüde Türkiye'nin güneydoğusuna da taşabilir. Ülkenin geri kalanında neler olur, bunu söylemek zor.

MZ: Yeni sınırların yerel halklar tarafından mı yapılacağını düşünüyorsunuz? Yoksa yeni emperyalizmler tarafından mı?

NC: Bunun doğru olmasını isterdim, fakat dünya böyle ilerlemiyor. Belki bir gün, ama henüz değil, bugün değil.

MZ: Hizbullah'ın Suriye müdahalesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

NC: Çok zorlu bir konumdalar. Eğer Suriye'de isyancılar kazanırsa, çok korunmasız hale gelecekler. Bu onların sonu anlamına gelebilir. Bunun [Hizbullah'ın Suriye'ye müdahalesinin] nedeni var, doğru benim söylediğim midir bundan emin değilim, bu tartışılabilir, ama bunun anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum.

MZ: Bu kez Nasrallah'la görüşecek misiniz?

NC: Hayır, bunun mümkün olup olmadığını bilmiyorum. Bu her zaman aklımda, fakat zor.

MZ: Eğer onunla yeniden bir araya gelirseniz ona ne söyleyeceksiniz?

NC: Onunla bir araya gelmek isterim, fakat sadece düşünceleri ve planları hakkında yeni bilgiler edinmek için. Tavsiye vermek uygun olmaz.

MZ: Türkiye'deki protestoculara destek çağrısı yapmıştınız. Türkiye'deki ayaklanmayı nasıl görüyorsunuz?

NC: Bence Taksim eylemcileri büyük bir iş yapıyorlar. Bunun son derece önemli olduğunu, küresel önemde olduğunu düşünüyorum. Erdoğan rejiminin başlangıçtaki tepkisi, Mübarek ve Esad'a hayli benziyordu: bir dizi meşru talebe karşı sert ve acımasız yanıt.  

Doğru mu bilmiyorum ama bu sabah itibariyle gelen son haberlere göre çatışmaya barışçıl bir çözüm yolu açılmış gibi görünüyor. Göstericilerin temsilcileri olan Taksim görüşmecilerinin söylediğine göre Erdoğan Gezi Parkı'ndaki inşaat için mahkeme kararını beklemeyi, mahkemenin izin vermesi halinde ise ulusal bir referandumdan farklı bir şekilde İstanbul'da referanduma gitmeyi kabul etti. Ben bunların, uygulanabilmesi halinde ileriye doğru atılmış iyi adımlar olduğunu düşünüyorum.

MZ: Türkiye'de yaşananları iki yıldır Suriye'de yaşananlarla bağlantılandırmak mümkün mü?

NC: Bence Türkiye'de olanlar, dünyanın her yerinde bir önceki kuşağa dayatılan sert ve otokratik ekonomik ve sosyal politikalara karşı gerçekleşen genel bir ayaklanmanın bir parçası. Her yerde buna karşı tepkiler oldu. Ve bazı tepkiler hayli başarılı oldu. 

En başarılı olan Latin Amerika'ydı. Latin Amerika 500 yılda ilk defa bu son yüzyılda kendisini Batı tahakkümünden, özellikle ABD tahakkümünden bir hayli özgürleştirdi. Bu, çok parlak bir gelişme.  

Ben Arap Baharı'nın da aynı ayaklanmanın parçası olduğunu düşünüyorum. Bu süreç Avrupa içinde, periferi ülkelerinde, Yunanistan'da, İspanya'da ve bir düzeyde Fransa'da gerçekleşiyor. Bunlar, Avrupa'yı intihara değilse de felakete sürükleyen, gerçekten çok sert tasarruf politikalarına karşı gerçekleşen kayda değer halk hareketleri.  

Avrupa zengin. Avrupa Suriye değil, o yüzden intihar olmayacaktır. Fakat temel olarak uygulanan politikalar, Avrupa'nın modern medeniyete bir katkısı olan refah devletini ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

MZ: Edward Snowden olayına dair yorumunuz var mı?

NC: Öncelikler, kahramanca bir olay gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Hükümetin ne yaptığı konusunda halkı bilgilendirmek, bir yurttaşın yapması gereken doğru iştir. Halk, temsilcilerinin ne yaptığını bilmelidir. Elbette hükümetler hiçbir zaman bunu istemez. Onlar gizli olarak faaliyet yürütmek isterler.

Ben, belki de en serbest toplum olan ABD'de gizli belgeleri inceleyerek çok zaman geçirdim. Belgelerin çoğu, güvenlik nedenlerinden ötürü değil, hükümeti kendi halkına karşı korumak için gizli sınıfına konuluyor. Bence örtüyü kaldırmaya çalışan herkes, doğru işi yapıyor. Hükümetin yürüttüğü programlar gerçekten de gayrimeşru ve onları ifşa etmek doğru. Sanırım Snowden bu yüzden sıkıntılar yaşayacak. Ama doğru şeyi yaptı.

MZ: 11 Eylül'den sonra Amerikalılar “neden dünyanın geri kalanı bizden nefret ediyor?” diye sordu. Bizim de aynı şeyi sormamız mümkün: neden Amerikalılar bizden nefret ediyor?

NC: Bunun enteresan olduğunu düşünüyorum… çünkü bu soru uzun süre önce, 1958'de sorulmuştu. O zamanki Başkan Eisenhower, ekibine neden Arap dünyasında bize karşı, destekçi hükümetlerden değil, halklardan gelen bir nefret olduğunu sormuştu.

Aynı yıl, 1958'de, temel planlama kuruluşu olan Ulusal Güvenlik Konseyi bir belge ortaya çıkarmıştı – dört yıl boyunca bu belge kamusal alandaydı. Bu belgede, Arap dünyasında ABD'nin diktatörlükleri desteklediği ve demokrasiyi bloke ettiği, bizim de bunu onların kaynakları ve enerji kaynakları üzerindeki kontrolümüzü sürdürmek için yaptığımız şeklinde bir algı olduğu söyleniyordu. Dokümana göre, bize karşı bir nefret kampanyası olsa da bizim yapmamız gereken şey buydu.

Bu 1958 yılında olmuştu, yani o yılı düşünecek olursanız, Eisenhower'ın İngiltere, Fransa ve İsrail'i Mısır'dan çıkmaya zorlamasının hemen sonrasıydı. Şu durumda bir nefret kampanyasının olmamasını bekleyebilirsiniz ama vardı. Algılanan nedenler bunlardı ve durum gerçekten de öyleydi.  

11 Eylül'den sonra George W. Bush aynı soruyu sordu: neden bizden nefret ediyorlar? Özgürlüğümüzden nefret ediyorlar, vesaire denildi. Pentagon Araştırma Bürosu bir çalışma yaptı ve elde ettikleri sonuçlar, Ulusal Güvenlik Konseyi'nin 1958'de elde ettiği sonuçlarla aynıydı.  

MZ: İkinci soru: Neden Amerikalılar bizden nefret ediyorlar?

NC: Neden Amerikalılar nefret ediyorlar…? Nefret etmiyorlar. Neden Amerikan halkı nefret ediyor derseniz, Amerikan halkının onlar hakkında bir fikri yok.

MZ: Ya Amerikalı politika oluşturucular?

NC: Ulusal Güvenlik Konseyi'nin tartıştığı nedenlerden ötürü. Kaynaklarını kontrol etmek için demokrasiyi bloke etmeniz ve diktatörlükleri desteklemeniz gerekir. Ve Ortadoğu başka herhangi bir yerden farklı değildir. Neden Endonezya'da Suharto'yu desteklediler? Aynı nedenlerden ötürü.

MZ: İsrail hakkında ne düşünüyorsunuz?

NC: İsrail 1971 yılında gerçekten de kader belirleyici bir karar aldı. 1971 yılında İsrail'e Mısır tarafından tam bir barış anlaşması önerildi; burada Filistinliler için hiçbir şey yoktu, sadece Mısır'daki Sina'dan çekilmeleri karşılığında tam barış, tam güvenlik öneriliyordu. O tarihten itibaren güvenlikten önce yayılma politikası izlendi. Bunu yapmak olağandışı bir şey değildir. Devletler genelde bunu yapar, güvenlikle pek ilgilenmezler, daha ziyade güçle ilgilenirler. İsrail'in seçimi de buydu. ABD desteklediği için buna devam edebilir. Eğer ABD onu desteklemeyi keserse, devam edemez.

İsrail tam şu anda Lübnan'a karşı aşırı derecede tehditkar bir dil kullanıyor. Bunu takip ettiniz mi bilmiyorum. Büyük kamuoyu açıklamalarında görünmüyor ama istihbarattaki, ordudaki ve hükümetteki kişilerin açıklamalarını okursanız, açıkça Hizbullah'a silah gönderilmesine izin vermeyeceklerini söylüyorlar, dahası, son savaştan ders çıkardıklarını ve aynı hataları tekrarlamayacaklarını söylüyorlar. Bir sonraki savaşın günler içinde biteceğini söylüyorlar ki bu Lübnan'ı silecekleri anlamına geliyor.  

MZ: ABD'nin bir düzeyde bunu durdurmak için herhangi bir şey yapacağını düşünmüyor musunuz?

NC: Obama yönetimi altında hayır. O, İsrail'e hiçbir sınırlama getirmeyen ilk ABD başkanı. Bütün diğer başkanlar, örneğin Reagan, İsrail'in ötesine geçemeyeceği sınırlar getirmişti. Reagan 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesini destekledi, fakat Ağustos ortasında İsrail'e bunu durdurma emri verdi çünkü ABD çıkarlarına zarar vermeye başlıyordu.

MZ: Arap Baharı'nı “Arap Baharı” diye mi adlandırırsınız yoksa başka bir isim mi verirsiniz?

NC: Bence bu iyi bir isimdi. Fakat şimdi, Arap Kışı denilebilir mi bilmiyorum ama en azından Arap Sonbaharı yaşanıyor. Başka bir bahar olacağından şüpheliyim… Bunun sabit bir durum olduğunu düşünmüyorum, bu bana devam eden bir süreç gibi görünüyor ve söylediğim gibi, bu bütün dünyada farklı şekillerde sürüyor.  

MZ: Hâlâ iyimser misiniz?

NC: Gerçekten de başka şansınız yok. Objektif olarak söylemek gerekirse, muhtemelen bir veya iki kuşak sonra hepimiz suyun altında olacağız, bu yüzden belki her şeyi değiştirmeyecek ama, umut ve ilerleme için bazı olanaklar var.

Çev: Selim Sezer

medyasafak.com