MEHDEVİYET DOSYASI (1): Ayetullah Kemal Haydari: İmam Mehdi (a.s.) hayatta mıdır yoksa ahir zamanda mı dünyaya gelecektir?

MEHDEVİYET DOSYASI (1): Ayetullah Kemal Haydari: İmam Mehdi (a.s.) hayatta mıdır yoksa ahir zamanda mı dünyaya gelecektir?
Hâkim en-Nisaburî ise Mehdi ile ilgili rivayetlerin birçoğunun sahih olduğunu belirtir. O, dahası, bu rivayetlerin bir bölümü hakkında “Buharî ve Müslim’in şartlarına göre sahih olduğu halde onlar bunu tahric etmemişlerdir” ifadesini kullanır.

 

 

 

İmam Mehdi (a.s.) konusu İmamet sahasının temel meselelerinden biri sayılmaktadır. Şii kültürde de özel bir öneme sahiptir. Ahir zamanda dünyayı ıslah edecek, zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra yeryüzünü adalet ve hak ile dolduracak bir ıslah edicinin gelişinin zorunluluğunda -şazz görüşler hariç- İslam âlimleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Mehdi hadislerini açıkça tasrih edenler arasında Tirmizî, (es-Sünen'de), Hâkim en-Nisaburî (el-Müstedrek'te), el-Beğavî (Mesâbihü's-Sünne'de), İbnü'l-Esir (en-Nihâye'de), İbn Teymiyye (Minhâcü's-Sünne), Hafız ez-Zehebî (Telhisü'l-Müstedrek), Taftazanî (Şerhü'l-Mekâsıd), Heysemî, (Mecmeü'z-Zevâid), Cezerî ed-Dımeşkî (Esna'l-Metâlib), es-Sabban (İsafü'r-Rağibin), Şevkanî vd. bilginler bulunmaktadır.[i]

 

Hâkim en-Nisaburî ise Mehdi ile ilgili rivayetlerin birçoğunun sahih olduğunu belirtir. O, dahası, bu rivayetlerin bir bölümü hakkında “Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğu halde onlar bunu tahric etmemişlerdir” ifadesini kullanır. İmam Mehdi'nin zuhurunda Beyda'nın yere batırılmasını ifade eden Ümmü Seleme hadisi[ii], “Ehl-i Beyt'imden benim adımda bir kişi Araplara hâkim olmadan kıyamet kopmayacaktır” ifadelerini barındıran İbn Mesud hadisi[iii], Mehdi'nin hükümranlığını ifade eden Sevban hadisi[iv], “Mehdi bendendir ve açık alınlıdır” şeklindeki lafızları içeren Ebu Said hadisi[v], “Yeryüzü zulüm, zorbalık ve düşmanlıkla dolduktan sonra Ehl-i Beyt'imden onu adalet ve hak ile dolduracak olan birisi çıkmadan kıyamet kopmayacaktır” ifadelerini barındıran Ebu Said hadisi[vi], Muhammmed b. Hanefiyye'nin Mehdi hakkında sorduğu bir soruya verdiği cevapta “O ahir zamanda çıkacaktır” diyen İmam Ali'nin (a.s.) hadisi[vii] bu türdendir.

 

Hâkim en-Nisaburî, hadislerin ikinci bir bölümü hakkında ise şu ifadeleri kullanır: Müslim'in şartına göre sahih olduğu halde tahric etmemiştir. “Mehdi bizden Ehl-i Beyt'tendir”[viii] ve “Yeryüzü zulümle dolduktan sonra ıtretimden-neslimden bir kişi çıkacaktır”[ix] şeklindeki Ebu Said el-Hudrî hadisi de bu kategoriye girmektedir.

 

Bir üçüncü grup hakkında ise “Sahih isnad zincirine sahip olduğu halde Buharî ve Müslim tarafından tahric edilmemiştir” ifadesini kullanır. “Ahir zamanda ümmetim büyük bir sıkıntıya duçar olacaktır. Allah-u Teâlâ soyumdan, zulüm ve zorbalıkla dolduktan sonra yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracak birisini gönderecektir”[x] ve “Ümmetimin sonunda el-Mehdi çıkacaktır” şeklindeki Ebu Said hadisleri bunlar arasındadır.[xi]

 

Dahası kimi bilginler bu hadislerin mütevatir olduğunu açıkça dile getirmektedir. Nitekim Menâkibü'ş-Şafiî'de geçtiğine göre el-Abırî bu bilginlerdendir. El-Mızzî Tehzib'inde[xii], el-Kurtubî et-Tezkire'sinde[xiii], el-Askalanî Tehzibü't-Tehzib'inde[xiv], Sehavî Fethü'l-Muğis'inde, Suyutî Misbâhü'z-Zücace'sinde, Muttakî el-Hindî el-Burhan fi-Alamati Mehdiyyi Ahiri'z-Zaman'da, Berzencî el-İşaetü li-Eşrati's-Saat adlı eserlerinde bunu aktarmaktadır. Bu bağlamda zikredilebilecek daha nice isimler mevcuttur.[xv]

 

Örneğin İbn Hacer el-Askalanî Tehzibü't-Tehzib adlı eserde Muhammed b. Halid el-Cündî'nin tercüme-i halinde el-Abırî'den naklen şöyle rivayet etmektedir: “Muhammed Mustafa'dan (s.a.a.) Mehdi'nin O'nun Ehl-i Beyt'inden olduğu, yeryüzündeki hükümranlığının yedi yıl süreceği, yeryüzüne adaleti hakim kılacağı ve İsa'nın zuhurunda Deccal'i öldürmesinde ona yardım edeceği, ümmete imam olacağı ve Hz. İsa'nın (a.s.) da O'nun arkasında namaza duracağını ifade eden haberler tevatür sınırına ulaşmış olup râvileri de oldukça yaygındır.”[xvi]

 

Yine o şöyle der:

 

“İmam Mehdi'nin bu ümmetten olacağına ve Hz. İsa'nın (a.s.) O'nun arkasında namaz kılacağına dair haberler mütevatirdir. İsa'nın (a.s.) ahir zamanda ve kıyametin kopmasına yakın bir dönemde bu ümmetten bir kişinin arkasında namaz kılmasını içeren hadiste, yeryüzünde muhakkak surette bir hüccetin bulunacağı görüşünün doğruluğuna dair bir delalet bulunmaktadır.”[xvii]

 

Bu görüş sadece klasik İslam âlimleriyle sınırlı değildir. Son dönem ulemasının eserlerinde de bu türden ifadelerle karşılaşabiliyoruz. Onların içinden tahkik erbabı olanlar Mehdi hadislerinin sahih hatta mütevatir oluşunu açıkça dile getirmektedirler. Şeyh Muhammmed el-Hıdır el-Mısrî, Şeyh Muhammed Fuad Abdülbakî, Ebu'l-Ala el-Mevdudî, Nasırüddin el-Albanî, Şeyh Hammud et-Tuveycrî, Şeyh Abdülaziz b. Baz ve adını zikredemeyeceğimiz daha nice bilgin.[xviii]

 

Şeyh Mansur Ali Nasıf et-Tac Câmiü li'l-Usûl adlı eserinde şöyle der:

 

“Ahir zamanda bütün İslam ülkelerini hükümranlığına alacak ve Müslümanların da kendisine tabi olacağı, onların arasında adaleti uygulayacak, dini güçlendirecek Ehl-i Beyt'ten Mehdi adında bir kişinin çıkacağının zorunlu olduğu selef ve halef ulemasının arasında şöhret bulmuştur. Deccal ise O'ndan sonra zuhur edecek, Hz. İsa (a.s.) semadan inecek ve onu öldürecektir veya öldürülmesi hususunda Mehdi'ye (a.s.) yardım edecektir. Mehdi (a.s.) haberlerini sahabenin seçkinlerinden bir grup rivayet etmiş, Ebu Davud, et-Tirmizî, İbn Mace gibi muhaddislerin büyükleri de tahric etmişlerdir… Mehdi hadislerinin tamamının zayıf olduğunu savunan İbn Haldun gibi şahıslar ise yanılgıya düşmüşlerdir.”[xix]

 

İbn Baz ise şöyle demektedir:

 

“Mehdi'nin durumu malumdur. Bu konudaki hadisler yaygındır. Hatta bu hadisler birbirini destekler tarzda olup mütevatirdir. İlim ehli pek çok kişiden de bu konuyla ilgili rivayetlerin mütevatir olduğu aktarılmıştır. Nitekim Üstad'ın da bu konuda gösterdiği gibi bu haberler geliş kanallarının çokluğu, çıkış kanallarının çeşitliliği, farklı tarikler ve râvilerce aktarılmış olması ve metnin çeşitli lafızlara sahip oluşu dolayısıyla manevî mütevatirdir. Bu rivayetler de vadedilen bu şahsın durumunun sabit ve çıkışının hak olduğuna delalet etmektedir.”[xx]

 

Yine o şöyle der:

 

“Bu konu çerçevesinde aktarılan hadisler hakkında çokça düşündüm. Bunların birçoğunun sahih olduğunu anladım. Nitekim ilim ve dirayetlerine güvenilen Ebu Davud, et-Tirmizî, el-Hattabî, Muhammed b. el-Hüseyn el-Abırî, Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye, Allame İbnü'l-Kayyım ve Şevkanî gibi bilginlerin açıklamaları da bu yöndedir.”[xxi]

 

Mucemü Ehâdisi'l-İmam Mehdî adlı eserde İmam Mehdi'ye değinen yaklaşık 2.000 dolayında hadis Resulullah'tan (s.a.a.) ve Ehl-i Beytinden (a.s.) aktarılmıştır. Örneğin İmam Mehdi'nin (a.f) zuhurundan önceki merhaleye ilişkin hadisler, şahsiyetine ilişkin hadisler, zuhur hareketine ve zuhur ettiği zaman ve zuhurundan sonraki olaylara değinen hadisler.[xxii]

 

Buna göre ahir zamanda İmam Mehdi'nin zuhur edeceği, O'nun Ehl-i Beyt'ten (a.s.) ve Peygamber'in ıtretinden olacağı, yeryüzünü adalet ve hakkaniyet ile dolduracağı şüphe duyulmayan ve kuşkuya mahal olmayan şeylerdendir. Şeyh Mahmud et-Tuveycrî'nin deyimiyle O'nun çıkacağını cahil veya hakkı kabul etmekten kaçınandan başkası inkâr edemez.[xxiii]

 

Çağdaş yazarlardan biri de meseleyi çok güzel bir şekilde teşhis ederek şöyle der:

 

“Dalavere dünyasında ilim iddiasında ve takva ticaretinde bulunanlardan çok kişi vardır. Bunlar kültürümüzü… Batı dünyasından Goldziher, Wellhausen gibileri Mehdi düşüncesini reddettiler. İslam dünyasında da onların bakış açısından etkilenen, onların izinden hareket edenler çıkmıştır. Onların perspektifini kullanan bu kişiler onlara tabi olmuşlardır.”[xxiv]

 

Gerçi Mehdi ile ilgili kimi konularda İslam âlimleri arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. İmam Mehdi'nin hayatta olup olmadığı, gaip ve gözlerden ırak bir hayatı nasıl yaşadığı meselesi gibi… Nitekim Ehl-i Beyt Okulunun bağlıları Hz. Peygamber-i Ekrem'den ve Ehl-i Beyt İmamlarından aktarılan sahih rivayetlere uyarak bu görüşü benimsemişlerdir. Bu yaklaşımın karşısında bulunan Ehl-i Sünnet mezhebi ise O'nun henüz doğmadığını ve ileride dünyaya geleceğini kabul etmektedir.

 

Buradan hareket edecek olursak Mehdi-i Muntazar'ın (Allah zuhurunu çabuklaştırsın) hayatta olup olmadığı konusunu ele alıp incelememiz gerekiyor. O'nun hayatta oluşunun ispatını iki kanalla ortaya koymak mümkündür.

 

Bunların ilki -deyim yerindeyse- doğrudan olmayan, dolaylı kanaldır. Bu kanal şöyledir: Kitap'tan ayrılmayan ve Kitab'ın da kendisinden ayrılmadığı masum bir zatın varlığının zorunlu olduğu ortaya konulduktan sonra iltizamî aklî delalet ile 12. İmam'ın hayatta olduğu ve rızıklandırıldığı sonucuna ulaşılır. Nitekim Sekaleyn hadisi Kitap'tan ayrılmayan ve Kitab'ın da kendilerinden ayrılmadığı kimselerin mevcut olduğunu belirtiyor. “Benden sonra halifelerim 12 kişidir” hadisi ise bunların sayısının 12'yi aşmadığını söylüyor. Bunların İmam Ali (a.s.), İmam Hasan (a.s.), İmam Hüseyin (a.s.) ve O'nun soyundan gelen dokuz imam olduğu anlaşılıyor. Sonunda bu iş İmam Mehdi'ye varıyor. Her iki tarafın da aktardığı onlarca rivayetin ifadeleri bu şekildedir. Bu çerçevede 12. İmamın hayatta olduğu ve rızıklandırıldığı, ancak hikmet-i ilahî gereği insanların gözünden gaip ve örtülü olduğu sonucuna ulaşılır.

 

Açıktır ki bu kanal gaip bir masum bir imamın mevcudiyetini -ki bu kişi İmam Hüseyin b. Ali'nin (a.s.) neslinden gelen Mehdi-i Muntazar b. el-İmam Hasan el-Askerî'dir- ispatlıyor.

 

Ancak bu kanal İmam Mehdi'nin doğum yılına, nasıl doğduğuna, annesinin kim olduğuna ve ne zaman gaybete çekildiğine, bir veya birden fazla gaybetinin olacağına değinmiyor. Bununla birlikte İmam'ın varlığının ve hayatta olup gaip olduğu fikrinin kökeninin ispatında etkilidir. Çünkü naklî zaruret ve aklî çıkarsamalar bizi bu sonuca ulaştırıyor.  

 

Ben tam da bu noktada Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra masum bir şahsın mevcudiyetinin zorunlu olduğu, hatta masumsuz bir zaman diliminin varlığının imkânsızlığı iddiasının sadece Ehl-i Beyt'in Şia'sına özgü olmadığına işaret etmek istiyorum. Gerçi kimileri Şia-i İmâmiyye'yi bununla itham etmektedirler. Ancak İslam âlimleri arasında her zaman için bir masumun var olmasının gerekliliğini iddia edenler vardır.

 

Fahrüdddin er-Râzî Mefâtihü'l-Ğayb adlı eserinde “Ey iman edenler. Allah'tan sakının ve sadıklarla beraber olun” (Tevbe/119) ayetinin tefsirinde şöyle der:

 

Allah-u Teâlâ müminlere sadıklarla beraber olmayı emretmiştir. Sadıklarla birlikte olmak vacip (şart) olduğuna göre, her zaman ve devirde sadıkların var olması gerekir…

 

Eğer biri çıkıp derse ki: Allah-u Teâlâ'nın “Sadıklarla beraber olun” buyruğu ile “Sadıkların yolu üzere olun” manası kastedilmiş olabilir. Bu, tıpkı birisinin, çocuğuna “İyi kişilerle beraber ol” dediğinde gözettiği mana gibidir. Bunu kabul ederiz, ancak diyoruz ki: Bu emir, sadece Hz. Peygamber  (s.a.v.) zamanında vardı. Bundan dolayı bu, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte olma hususunda bir emirdir. Bu sebeple de bu ifade, diğer zamanlarda da bir sadığın (peygamberin) bulunacağına delalet etmiş olmaz. Biz bunu da kabul ettik diyelim. “O halde Şia'nın da dediği gibi, ayetteki ‘sadık'ın, mükellefiyet zamanının (dünya hayatının) onsuz olması imkânsız ‘masum imam' manasına hamli niçin caiz olmasın?”

 

Onun ilk sorusuna şöyle cevap verilir: “Sadıklarla beraber olun” emri, sadıklara uyma hususunda bir emir, onlara muhalefet etme hususunda bir nehiydir. Bu ise, her zaman sadıkların bulunması şartına bağlıdır. Hâlbuki vacibin ancak kendisi ile tamam olacağı şey de vaciptir. Binâenaleyh bu ayet, sadıkların her zaman bulunacağına delâlet etmiş olur…

 

Onun, “Bu emir, Hz. Peygamber (s.a.a.) zamanına aittir” şeklindeki sözüne gelince, biz deriz ki, bu da şu sebepler yüzünden yanlıştır:

 

1)  Kur'an-ı Kerim'de zikredilen mükellefiyetlerin kıyamete kadar mükelleflere yönelik oluşu Hz. Muhammed'in dininde açık bir tevatürle sabittir. Binaenaleyh bu mükellefiyetin durumu da böyledir.

 

2) Bu sîga tüm vakitleri kapsar. Nitekim bu ifadeden istisna yapılabilmesi de bunun delilidir.

 

3) Ayetin lafzında, belli bir zaman zikredilmediği için, ayeti bir döneme hamletmek, diğer zamanlara hamletmekten daha evla olmaz. Ayeti sadece bir döneme hamletmek, onu geçersiz kılmaya götürür ki bu batıldır. Ayeti, bütün zamanlara hamletmeye gelince, işte elde etmek istediğimiz netice de budur.

 

4) Cenab-ı Hakk'ın “Ey iman edenler, Allah'tan sakının” buyruğu onlara takvayı emreden bir ifadedir. Bu emir, muttaki olmayacak olanları da kapsayabilir. Bu da ancak, o kimsenin hata etme ihtimali olduğunda mümkün olur. Bundan dolayı ayet, hata edebilecek olanların, ismetleri (hata etmemeleri) zorunlu kimselere uymaları gerektiğine delalet etmiş olur. İsmetleri vacip olanlar da Allah'ın kendileri için “sadıklar” hükmünü verdiği kimselerdir. Bundan dolayı bu ayet, hatadan masum olanın, hata edebilecek insanların hatalarına mani olabilmesi için, ikincilerin birinci grupla birlikte olmaları gerektiğine delalet eder. İşte bu, her zaman için söz konusudur. Dolayısıyla bunun her zaman mevcut olması gerekir.[xxv]

 

Yine Râzî Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Şayet bir şey hakkında çekişirseniz, onu Allah'a ve peygambere götürün, eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bu, hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir” (Nisa/59) ayetinin tefsirinde şöyle der:

 

Allah-u Teâlâ bu ayette “emir sahiplerine” itaati mutlak surette emretmiştir. Allah'ın, kendisine itaat etmeyi kesin ve katî olarak emrettiği insanın hatadan masun (korunmuş) olması gerekir. Çünkü, birisinin hatadan masun olmaması ve hata edebileceğinin takdir ve farz edilmesi durumunda, Allah ona tabi olmayı emretmekle hata işlemeyi emretmiş olur. Hâlbuki hata, hata olduğu için yasaklanmıştır. Bu ise, tek bir işte emir ve nehyin aynı anda birleşmesi neticesine götürür ki bu imkânsızdır. Böylece Allah Teâlâ'nın “emir sahipleri” olarak katî surette itaat etmeyi emrettiği kişinin hatadan uzak olması gerektiği sabit olmuş olur. Dolayısıyla, bu ayette zikredilen “emir sahipleri”nin mutlaka masum olmalarının zorunluluğunda şüphe yoktur.

 

Gerçi Masum'un kimliği noktasında görüş ayrılıkları meydana gelmiştir. Ehl-i Beyt Mezhebi yukarıda da işaret edildiği gibi ayetlere ve mütevatir rivayetlere uyarak burada geçen “ulu'l-emr”den maksadın Ehl-i Beyt İmamları olduğu görüşündedir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o şöyle der: Resulullah'ın (s.a.a.) “Ben, Ali, Hasan, Hüseyin (a.s.) ve O'nun soyundan gelen dokuz kişi mutahhardır (tertemizdir) ve masumdur” buyurduğunu işittim.[xxvi]

 

Ehl-i Sünnet Okulu ise Masumun Ümmetin icmâsı olduğu görüşünü benimsemektedir.

 

Razî devamından şöyle der: Soruyu soranın -Şia'nın savunduğu gibi; Seyyid Haydari-, bundan muradın mümin kimsenin her zaman mevcut olan masum ile birlikte olması gerektiği niçin caiz olmasın, şeklindeki sözüne gelince biz deriz ki: Her zaman için mutlaka bir masumun mevcut olması gerektiğini biz de kabul ediyoruz. Fakat biz bu masumun, ümmet-i Muhammed (s.a.a.) topluluğu olduğunu söylüyoruz.[xxvii] Bizim, “İcmâ bir delildir” sözümüzün manası işte budur.[xxviii]

 

İcmâdan muradının ne olduğunu ise şöyle açıklar: Bize göre icmâ ancak, Kitap ve Sünnet'in naslarından Allah'ın hükümlerini istinbat edebilecek (çıkarabilecek) ulemanın görüşüyle tahakkuk eder ki, işte bunlar usul-ü fıkıh kitaplarında "ehlü'l-hal ve'l-akd" diye adlandırılan kimselerdir.[xxix]

 

Muhammed Abduh da Tefsirü'l-Menâr adlı eserinde ona tabi olarak şöyle der: Uzun bir zamandır bu mesele üzerinde kafa yoruyordum. Bu düşünme ameliyesi sonucunda “ulu'l-emr”den muradın Müslümanlardan ehl-i hal ve'l-akdden oluşan bir grup olduğu sonucuna vardım… Müminlerden oluşan ehl-i hal ve'l-akd, hakkında nas bulunmayan bir meselede ümmetin maslahatını gerektiren bir sonuca ulaşacak olurlarsa bu karara itaat etmek vaciptir. Bu icmâ özelinde onların masum olduğunu söylemek de doğrudur. Kayıtsız bir şekilde onlara itaat edilmesi ifadesinin kullanılmasının gerekçesi niteliğin dikkate alınması ve mefhuma uyulmasıdır.[xxx]

 

İkinci kanal ise doğrudandır. Konunun iyice anlaşılabilmesi ve bu ilahî fenomeni ispat etmek için rivayetlerde geçen silsileye işaret etmek gerekiyor. Kimi çağdaş muhakkiklerin saydıkları hususlar şu şekildedir:

 

1- İmam Mehdi'nin (a.f.) zuhurunu müjdeleyen rivayetler (657 rivayet).

 

2- Yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracağını açıklayan rivayetler (123 rivayet).

 

3- Mehdi-i Muntazar'ın (a.s.) Ehl-i Beyt'ten olduğunu belirten rivayetler (389 rivayet).

 

4- Mehdi-i Muntazar'ın (a.s.) Emirü'l-Müminin'in (a.s.) soyundan olduğunu söyleyen rivayetler (214 rivayet).

 

5- Hz. Mehdi'nin (a.s.) Fâtımatü'z-Zehrâ'nın (a.s.) evlâdından olduğunu açıklayan rivayetler (192 rivayet).

 

6- Mehdi-i Muntazar'ın (a.s.) İmam Hüseyin'in (a.s.) neslinden olduğunu tasrih eden rivayetler (185 rivayet).

 

7- Mehdi-i Muntazar'ın (a.s.) İmam Hüseyin'in (a.s.) dokuzuncu oğlu olduğunu ifade eden rivayetler (148).

 

8- Mehdi-i Muntazar'ın (a.s.) Ali b. Hüseyin'in (a.s.) evlâdından olduğunu haber veren rivayetler (85 adet).

 

9- Mehdi-i Muntazar'ın (a.s.) Muhammmedü'l-Bâkır'ın (a.s.) neslinden olduğunu bildiren rivayetler (103 adet).

 

10- İmam Mehdi'nin İmam Sâdık'ın neslinden geleceğini açıklayan rivayetler (103 adet).

 

11- İmam Mehdi'nin İmam Sâdık'ın (a.s.) altıncı nesilden evlâdı olduğunu açıklayan rivayetler (99 adet).

 

12- İmam Mehdi'nin İmam Musa b. Câfer'in (a.s.) soyundan geleceğini bildiren rivayetler (101 adet).

 

13- İmam Mehdi'nin İmam Musa b. Câfer'in (a.s.) beşinci nesil evlâdı olduğunu açıklayan rivayetler (98 adet).

 

14- İmam Mehdi'nin İmam Ali b. Musa er-Rızâ'nın (a.s.) evlâdından olduğunu açıklayan rivayetler (95 adet).

 

15- İmam Mehdi'nin İmam Muhammed b. Ali et-Takî'nin (a.s.) üçüncü nesil evladı olduğunu açıklayan rivayetler (90 adet).

 

16- İmam Mehdi'nin İmam Ali el-Hâdî'nin (a.s.) torunu olduğunu belirten rivayetler (90 adet).

 

17- İmam Mehdi'nin İmam Hasan el-Askerî'nin oğlu olduğunu söyleyen rivayetler (146 adet).

 

18- İmam Mehdi'nin İmamların on ikincisi ve sonuncusu olduğunu bildiren rivayetler (136 adet).

 

19- Doğumu, tarihi ve bazı hallerini açıklayan rivayetler (214 adet).

 

20- İki gaybetinin olacağını bildiren rivayetler (10 adet).

 

21- Uzun bir gaybetinin olacağını bildiren rivayetler (91 adet).

 

22- Oldukça uzun bir ömre sahip olacağını belirten rivayetler (318 adet).[xxxi]

 

Hiç kuşkusuz bu rivayetler iç içe geçmiş ve bir hadis birkaç konuyu içinde barındırmış olabilir.

 

Şöyle bir itiraz ileri sürülemez: Ehl-i Beyt'in (a.s.) imametini ispat etmek, özelliklerini, sayılarını ve 12. İmamın hayatta olduğunu beyan etmek için onların rivayetlerini delil olarak ileri sürmek devri gerektirir. Çünkü onların sözlerinin kanıt olabilmesi imam olmalarına ve masum olmalarına dayanmaktadır. Ehl-i Beyt İmamlarının sözleri, sözlerinin kanıt oluşunun ortaya konulmasına dayanmaktadır.

 

Böyle bir itiraz şu iki gerekçeyle bertaraf edilmiştir.

 

İlki; onların masumiyetlerini -üçüncü bölümde geçtiği üzere- kanallardan birisiyle ispat ettikten sonra İmam Mehdi'nin (a.f.) özelliklerini ortaya koymak için Ehl-i Beyt İmamlarının sözlerini dayanak ve kanıt almak mümkündür. Bunda herhangi bir sakınca da söz konusu değildir. Çünkü ortaya konulmak istenen şeyle dayanak olarak alınan şey birbirinden farklı olduğundan devir de söz konusu değildir.

 

İkinci olarak; varsayalım ki öncelikle Ehl-i Beyt İmamlarının masumiyetleri ortaya konulmamış olsun. Ancak yine de onların rivayetlerinin dayanak olarak alınması mümkündür. Çünkü onlar, Hz. Resul-u Azam'dan (s.a.a.) rivayette bulunan sika kişilerdir. Dolayısıyla sözleri de Müslümanlar tarafından genelde kabul gören Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ashabının sözleri düzeyinde bir kanıt oluşa sahiptir. Ben bu tür bir konunun kabulü için Ehl-i Beyt'in sözlerinin geçerliliğinde aykırı bir görüşe sahip olabilecek bir Müslümanın var olabileceği zannetmiyorum. İster Hz. Resul-u Azam'dan aktardıklarını açıkça rivayetlerinde dile getirsinler isterse bunu açıkça belirtmeyerek hadislerinin Allah Resulünün hadisleri olduğunu açıklamak şeklindeki küllî kaideyle yetinsinler. Nitekim İmam Sadık (a.s.) “Benim hadisim babamın hadisi, babamın hadisi dedemin hadisi, dedemin hadisi İmam Hüseyin'in hadisi, İmam Hüseyin'in hadisi İmam Hasan'ın hadisi, İmam Hasan'ın hadisi Emirü'l-Müminin'in hadisi, Emirü'l-Müminin'in hadisi de Allah Resulünün hadisidir” buyurmuştur.[xxxii]

 

İmam Bakır'ın veya İmam Sadık'ın (a.s.) Resulullah'tan (s.a.a.) aktardığı rivayetlerde şüpheye düşen hiç kimseyle karşılaşmadık. Hâlbuki çoğunluğun bu hadisleri İmamlardan dinlediklerini, kabul edip rivayet ettiklerini ancak Şia'nın inancındaki gibi onların masumiyetlerine inanmadıklarını bilmekteyiz. Ama ulema Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) en üst düzeyde takva, ilim, güvenilirlik ve doğruluğa sahip olduklarını kabul etmektedir.

 

İmam Mehdi'nin (a.s.) hayatta olduğunun ispatı sadedindeki kanallardan biri de O'nu görenlerin şehadetleridir. O'nu gördüğünü söyleyen bu grup öyle azımsanabilecek bir topluluk da değildir. Bu grubun içinde güvenilir addedilen şahsiyetler ve âlimler de vardır. Kimileri İmam Mehdi'yi görenlerin sayısını 304'e kadar çıkarmıştır.[xxxiii] Kayda alınamayanların sayısı ise daha fazla olsa gerek…

 

Ehl-i Sünnet ulemasından büyük bir grubun da İmam Mehdi'nin dünyaya geldiğine dair itirafları vardır. Dahası kimileri O'nun ahir zamanda zuhuru vadedilen İmam olduğunu da açıkça dile getirmiştir. Şeyh Mehdi Fakih İmanî el-Mehdi fi-Nehci'l-Belağa adlı eserinde İmam Mehdi'nin mübarek veladetlerini açıkça dile getiren yüzü aşkın şahsiyetin ismini vermektedir.

 

Allame Şaranî el-Hanefî'nin el-Yevâkît ve'l-Cevâhir adlı eserinde geçen şu ifadelerini örnek verebiliriz:

 

“İmam Mehdi'nin (a.s.) çıkışı gözlenmektedir. İmam Mehdi, İmam Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) evlâdındandır. Hicrî 255 senesinin Şaban ayının 15. gününün gecesinde dünyaya gelmiştir. İmam Mehdi, Hz. İsa b. Meryem ile bir araya geleceği güne kadar hayatta kalacaktır… Şeyh Muhyiddin İbn Arabî, el-Futühât'ın 366. bölümünde şöyle der: Mehdi'nin zuhurunun kesin olduğunu biliniz. Yeryüzü zulümle dolduktan sonra onu adaletle doldurmak için zuhur edecektir. Dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah Teâlâ o günü bu halife hilafete ulaşıncaya kadar uzatacaktır. Mehdi, Hz. Resulullah'ın  (s.a.a.) soyundan ve Hz. Fâtıma'nın (r.a.) evlâdındandır. Dedesi Hüseyin b. Ali b. Ebi Tâlib'dir. Babası Ali b. Ebi Talib'in oğlu, İmam Hüseyin'in oğlu, İmam Zeynelâbidin'in oğlu, İmam Muhammed Bâkır'ın oğlu, İmam Câfer-i Sâdık'ın oğlu, Musa Kâzım'ın oğlu, İmam Ali Rızâ'nın oğlu, İmam Muhammed Takî'nin oğlu, İmam Ali Naki'nin oğlu İmam Hasan Askerî'dir. O'nun ismi Resulullah'ın (s.a.a.)  ismiyle aynıdır. Müslümanlar Rükn ile Makam arasında O'na biat edeceklerdir.”[xxxiv]

 

Bu ibareler hicrî 10. asrın bilginlerinden birisinin alıntıda bulunduğu üzere el-Futühâtü'l-Mekkiyye'nin müellifinin ibareleridir. Ancak güvenilir olmayan eller Futühât'ın sonraki baskılarında bu ibarelerle oynamışlardır. Sonraki baskılarda bu ibare şöyle değişmiştir: 

 

“Bil ki Allah-u Teâlâ bizi teyit etsin. Allah-u Teâlâ'nın, yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra onu adaletle ve hakkaniyetle dolduracak bir halifesi vardır. Dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah Teâlâ o günü bu halife hilafete ulaşıncaya kadar uzatacaktır. Mehdi, Hz. Resulullah'ın  (s.a.a.) soyundan ve Fâtıma'nın (r.a.) evlâdındandır. Dedesi Hasan b. Ali b. Ebi Tâlib'dir. Müslümanlar Rükn ile Makam arasında O'na biat edeceklerdir.”[xxxv]

 

Bu açıklamalar bizi Mehdi-i Muntazar'a iman etme ve O'nun hayatta oluşunu kabul etme sonucuna ulaştırmaktadır. Ayrıca bu inancın Şia'nın düzmecelerinden ve İslam düşüncesine eklemlediği inançlardan olduğu şeklindeki ithamın değeri de böylece anlaşılmaktadır.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net

 

 

 

 

 



[i] Sünenü't-Tirmizî, c. 4, s. 505; el-Hâkim, el-Müstedrek, c. 4, s. 553; el-Beğavî, Mesâbihü's Sünne, s. 488, hadis no: 4199; İbnü'l-Esir, en-Nihaye fi Ğaribi'l-Hadisi ve'l-Eser, c. 5, s. 254; İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 211; Telhisü'l-Müstedrek, c. 4, s. 553; Şerhü'l-Mekâsıd, c. 5, s. 312; Mecmeü'z-Zevâid, c. 7, s. 313-314; Esna'l-Menâkıb fi-Tehzibi Esna'l-Menâkıb, s. 163-168; es-Sabban, İsâfü'r-Rağibin, s. 145; el-İzae, s. 125.

[ii] Hâkim en-Nisaburî, el-Müstedrek, c. 4, s. 429.

[iii] A.g.e, c. 4, s. 442.

[iv] A.g.e, c. 4, s. 464.

[v] A.g.e., c. 4, s. 457.

[vi] A.g.e., c. 4, s. 557.  

[vii] A.g.e., c. 4, s. 554.   

[viii] A.g.e., c. 4, s. 557.

[ix] A.g.e., c. 4, s. 558.

[x] A.g.e., c. 4, s. 465.

[xi] A.g.e., c. 4, s. 558.

[xii] Tehzibü'l-Kemâl, c. 25, s. 146, 5181 no.lu Muhammmed b. Halid el-Cündî'nin tercüme-i hali.  

[xiii] et-Tezkire, s. 701.   

[xiv] Tehzibü't-Tehzib, c. 9, s. 125, 201 no.lu Muhammmed b. Halid el-Cündî'nin tercüme-i hali. 

[xv] Kettanî, Nazmü'l-Mütenasir mine'l-Hadisi'l-Mütevatir, s.144; Belbisî, el-İtrü'l-Verdî li Şerhi'l-Katri'ş-Şehidi, s. 45.

[xvi] Tehzibü't-Tehzib, c. 9, s. 125, 201 no.lu Muhammmed b. Halid el-Cündî'nin tercüme-i hali. 

[xvii] Fethü'l-Barî, c. 6, s. 385.

[xviii] Nazratün fi-Ehâdisi'l-Mehdi, s. 829; Mecelletü't-Temeddüni'l-İslamî (1950 Şam); Şeyh Muhammed Fuad Abdülbakî, Mecelletü'l-Camiati'l-İslamiyye'de yayınlanan bir makale; el-İhticac bi'l-Eser alâ men Enkera'l-Mehdiyye'l-Muntazar, s. 70; et-Tuveycrî, el-İhticâc bi'l-Eser, önsözü İbn Baz tarafından kaleme alınmıştır.

[xix] et-Tâc Câmiu li'l-Usûl, c. 5, s. 341. 

[xx] İbn Baz'ın açıklamaları Muhadara'nın sonunda geçmektedir. Akidetü Ehli's-Sünneti ve'l-Eser, Mecelletü'l-Camieti'l-İslamiyye, 1388, Medine-i Münevvere.   

[xxi] et-Tuveycrî, el-İhticâc bi'l-Eser, giriş yazısı İbn Baz'a aittir, s. 3.  

[xxii] Mucemü Ehadisi'l-İmam Mehdi, c. 1, s.11, Müessesetü'l-Mearifi'l-İslamiyye.  

[xxiii] el-İhticâc bi'l-Eser, s. 127.   

[xxiv] Said Eyyub, Akidetü'l-Mesihi'd-Deccal fi'l-Edyan Kıraatün fi'l-Müstakbel, s. 361, Darü'l-Beyan.

[xxv] Fahrüddin er-Razî, Mefatihül-Ğayb, c. 16, s. 220.

[xxvi] İlamü'l-Vera, s. 375.   

[xxvii] Mefatihü'l-Ğayb, c. 16, s. 220-221. 

[xxviii] A.g.e, a.g.y.

[xxix] A.g.e, c. 10, s. 150.

[xxx] Muhammed Reşid Rıza, Tefsirü'l-Menâr, c. 5, s. 181, Darü'l-Fikr.  

[xxxi] Safî Gülpeyganî, Müntehabü'l-Eser.     

[xxxii] Vesâilü'ş-Şia, c. 27, s. 83, 88. Bab; el-Usûl mine'l-Kâfî, c. 1, s. 53.  

[xxxiii] Ebu Talib et-Teclilî, Men Hüve'l-Mehdî, s. 460-505, Samir Haşim Habib el-Amidî'nin Difaen ani'l-Kafî  (c. 1, s. 562) kitabından naklen.   

[xxxiv]  el-Yevâkît ve'l-Cevâhir fi-Beyâni Akâidi'l-Ekâbir, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabî, Beyrut-Lübnan, c. 2, s. 562.   

[xxxv] el-Futuhâtü'l-Mekkiyye, c. 3, s. 327, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabî.