"İsrail Suudi Arabistan’la Birleşecek mi?"

"İsrail Suudi Arabistan’la Birleşecek mi?"
Amerikalı Müslüman Kevin Barrett'ten Siyonist rejim ile Suudi rejimi arasındaki benzerlikleri ele alan önemli bir analiz...

İsrail Suudi Arabistan'la Birleşecek mi?

 

Kevin Barrett

 

Press TV

 

1 Şubat 1958 yılında Mısır ve Suriye tek bir ülke olarak birleşti: Birleşik Arap Cumhuriyeti. Bu kısa politik evlilik 28 Eylül 1961 yılında boşanmayla sonuçlansa da, Orta Doğu'nun gelecekteki potansiyel ittifakları için örneklik oluşturmuş oldu.

 

Bugün Orta Doğu'da İsrail ile Suudi Arabistan arasında tomurcuklanan bir flörtten söz ediliyor. Suudiler ve İsrailliler Suriye'yi istikrarsızlaştırmak ve Mısır'daki Sisi rejimini desteklemek için ortak çalışıyorlar. Suudiler ve İsrailliler “Arap baharının” Orta Doğu'ya demokrasi getirmesine şiddetli bir biçimde birlikte karşı çıkıyorlar. Hem Suudiler hem de İsrailliler Bahreyn ve bölgenin diğer ülkelerine çürümüş Arap diktatörlüklerinin hakim olmasını istiyorlar. Hep birlikte, istedikleri rejimleri korumak için böl ve yönet stratejisini hayata geçirmek amacıyla mezhebi gerilimleri tahrik ediyorlar. Ve yine Suudiler ve İsrailliler Suriye'yi bombalyıp sonra da İran'a saldırmayı reddettiği için ABD'ye kızgınlar.

 

Öyle anlaşılıyor ki Suud ve İsrail rejimleri aynı dış politikayı yürütmede ittifak halindeler. İçerdeki politikaları da benzer olduğundan şu soru  akla geliyor otomatik olarak: Bu iki ülke niçin “Suudi İsrail” adıyla birleşmiyor ki?

 

Kuşkucular, Siyonistlerle Araplar arasında böylesi bir evliliğin asla gerçekleşmeyeceğini iddia edeceklerdir. Fakat iki topluluğun da ne kadar çok ortak noktası olduğunu düşününün bir.

 

İki rejim de dev zengin parazitler tarafından kuruldu ve şimdi de genel olarak bunlar tarafından kontrol ediliyor. İsrail'i, faiz yoluyla dünya ekonomisinden emdiği, emek verilmemiş zenginliğiyle uluslararası Rothschild bankacı ailesi yarattı ve hala o yönetiyor. Aynı şekilde Suudi Arabistan'ı da,  operasyonlarını finanse etmek için emek verilmemiş petrol gelirleri ve mafya tekniklerini kullanan İbn Suud ailesi kurdu ve şimdi de yönetiyor.

 

Parazit İsrail devleti varlığını sürdürmesini Amerikan vergi mükelleflerinden her yıl yürütülen milyarlarca dolara borçlu. Christian Science Monitor dergisine göre İsrail'in Amerikalı vergi mükelleflerine gerçek maliyeti bir trilyon dolardan daha fazla.

 

Aynı şekilde İsrail için yapılan 11 Eylül savaşlarını da dahil edersek bu rejimin Amerika'ya gerçek maliyetinin 5 trilyon doları, belki daha fazla, bulduğunu görürüz. Amerika'nın niye iflas ettiği belli oluyor.

 

İbn Suud ailesi de aynı şekilde parazittir. Hayatlarında bir gün bile adam gibi çalışmamış, dünyanın dört bir yanına dağılmış milyarder playboylardan oluşuyorlar. Suudiler dünya ekonomisini ve petrol gelirlerini ahlaksız eğlencelerini finanse etme yolunda hortumlamakla kalmıyor, girişimcileri, Kraliyet Ailesi üyelerini hiç yatırım yapmayıp hiç çalışmadan yönetim kurullarına dahil ederek aslan paylarını aldırmaya zorluyorlar.

 

Bu iki tür parazitin birleşmesi durumunda ne tü bir mega-parazitin doğacağını düşünün bir!

 

İsrail ve Suudi hükümetlerinin paylaştıkları başka bir özellikleri daha bulunuyor: kibir. İsrailliler “seçilmiş halk” ve Tanrı'nın dünyaya armağanı olduklarına, dünyanın aşağı seviyedeki insanlarını –özellikle de sürüp eziyet ettikleri, öldürdükleri Filistinlileri- yönetme hakkını ellerinde bulundurduklarına ikna olmuş gözüküyorlar. Tanrı'nın binlerce yıl önce Filistin'i kendilerine gayri menkul olarak bağışladığını ve bu nedenle bugün burada işgal ve işkence dahil ne isterlerse yapabileceklerini düşünüyorlar.

 

Suudi yöneticiler de nerdeyse aynı ölçüde kibirliler. Tanrı'nın bütün bu petrolü kendilerine, lüks jetleriyle dünyanın dört bir yerine en dejenere zevk düşkünleri olarak uçabilmeleri için verdiğini düşünürken, İslam'ın kutsal mekanlarının muhafızları olarak da saygı talep ediyorlar! Ve tıpkı İsrailliler gibi “seçilmişliklerinin” kendilerine diğer inanç mensuplarını ezme hakkı verdiğine inanıyorlar. Suudi rejimi kendisine, inançları farklı olan insanları, hatta Müslümanları bile ezme ve dahi öldürme hakkını verdiğine inandığı İslam'ın yanlış bir yorumu olan tekfirci bir anlayışı benimsiyor.

 

Suudiler de tıpkı İsrailliler gibi diğer ülkeleri işgal etme hakları olduğuna inanıyorlar. İsraillilerin Mısır, Suriye, Lübnan ve hiç şüphesiz Filistin'i işgal etmeleri gibi Suudiler de şimdi Bahreyn'i işgal ettiler. Suudiler İsrail'i rol model olarak kabul etmişe benziyorlar.

 

İsrailliler ve Suudiler arasındaki ortak özelliklerden biri de İslami anıtları ve kutsal mekanları buldozerlerle tahrip etmek. İsrailliler, herkesin bildiği gibi arkeolojik kazı bahanesiyle temellerini kazmak suretiyle İslam'ın üçüncü kutsal mekanı ve en görkemli mimari eseri olan  gibi El Aksa Camii'ni tedrici olarak tahrip ediyorlar. Amaçları ise El Aksa Camii'ni  günün birinde yıkıp yerine yalan yere “Süleyman Tapınağı” adını verdikleri şeytani bir bina yaparak İslam ve Müslümanlara karşı tam ayar bir medeniyet savaşı açmak.

 

Suudiler de İslam'ın mimari mirasını yok etmeyi seviyorlar. Pek çok İslami ve tarihi binayı dümdüz ederek Mekke ve Medine'yi Houston ve Texas'a benzetmeye çalışıyorlar. Bazıları Suudilerin hac ibadetini Walt Disney gibi bir lünaparka çevirme niyetleri olup olmadığını da merak ediyor, tıpkı İsraillilerin “Celile Dünya Mirası Parkı” isimli bir Hrıstiyan Disneyland kurmayı planlamalarında olduğu gibi.

 

İsrailliler de tıpkı Suudiler gibi ülkenin dini mirasını tahrip ederken dini ziyaretlerden para kazanıyorlar. Suudiler gibi onlar da kutsal mekanların skandal ölçüde sorumsuz muhafızları gibi davranıyorlar.

 

İsraillilerin ve Suudilerin tek bir ülkeye dönüşmeleri durumunda Hıristiyan ve İslami tarihi mirası ve kültürü nasıl zevkle yağmalayabileceklerini düşünün hele!

 

Gerçekte İsrail ve Suudi Arabistan'ın her ikisi de ortak bir şüpheli dini mirası paylaştıklarından dolayı, yeni “Suudi İsrail” devletinin de iki dini akımı Siyo-Vahhabizm adlı yeni bir devlet dininde sentezlemeleri de mantıklı olacaktır. Siyo-Vahhabiler kendilerini seçkin sayıp diğer herkesi ikinci sınıf vatandaş ilan edebilirler. Başka  düşünce okulları mensuplarını başlarını kesebilir ve İslam ve Hıristiyanlığın tüm mirasını tahrip edebilirler.

 

Suudiler ve İsraillilerin sahte bayrak (yanıltma) operasyonları düzenleme aşkı gibi başka bir ortak özellikleri daha var. Ortadoğu uzmanı ve gazeteci Zafer Bangaş geçenlerde benim radyo programımda Suriye savaşının kararının, İsrail'in iki Amerikalı ajanı olan Dan Shapiro ve Jeffrey Feltman'ın Paris'te Suudi istihbarat şefi Bender bin Sultan ile yaptıkları bir görüşmede alındığını söyledi. Bangaş, Amerika'nın önde gelen suç ailesiyle olan bağlantıları nedeniyle “Bender Bush” olarak da tanınan Prens Bender'in Guta'daki sahte bayrak kimyasal silah saldırısının arkasında olmasının muhtemel olduğu fikrime katıldığını ve Bender ve İsraillilerin Bush suç ailesinden arkadaşlarıyla birlikte 11 Eylül 2011 saldırısının da icracıları olabileceklerini söyledi.

 

İsrail ve Suud rejimlerinin, kendilerini destekleyen Amerikalıları küçümsemek de dahil herşeyleri ortak olduğundan tek bir ülke altında birleşmeleri mantıklı gözüküyor: “Suudi İsrail Siyo-Vahhabi İmparatorluğu”.

 

Çev: Ozan Kemal Sarıalioğlu

 

medyasafak.com