İslami Toplumda Adalet Kavramı

İslami Toplumda Adalet Kavramı
İmam Sadık (a.s) bu hususta şunları söylemektedir: “Eğer adalet uygulanırsa, insanların arasında tek bir yoksul bile kalmaz.”
İslami Toplumda Adalet Kavramı


Üstad Muhammed Rıza Hekimi


 

“İnsanların Allah’ı tanıması ve O’na ibadet etmesi için ihtiyaçları bu dünyada karşılanmalıdır” kaidesine binaen fakirliğin küfre yakın olduğu söylenmiştir. Bir taraftan da insanların her zaman ve her yerde güç sahipleri ve mahrumlar olmak üzere iki gruba ayrıldıklarını görürüz. Güç ve servet sahiplerine oranla toplumdaki yoksullar daha çoktur. İstisnasız bütün insanların kendi insani kemallerine doğru hareket etmeleri gerekir. Peki, bu durumda mahrumların görevleri nelerdir? Yani mahrumiyetten, fakirlikten ve yetersizlikten ötürü insani kemalleri yolunda ilerleyemeyen veya gerekli şekilde terakki edemeyenlerin sorumlulukları nelerdir? Başkalarının; yönetici, âlim ve zenginlerin bunlara karşı görevleri nelerdir?

Burada rahmet sahibi Allah’ın “adalet” ve “kıst”ı (eşitlik) icra etmek için peygamberlerini gönderdiğine şahit olmaktayız. Hadid suresinin 25. ayeti yoksulları savunan en eski fermandır. Zira zengin ve güçlü kimseler istediklerini elde etmiş kimselerdir. Bunların adaletin icrasına ihtiyaçları yoktur. Keza adaletin icrasından zarar da görebilirler. Çünkü adaletin icrasıyla toplumun mahrum sınıfından (muteber hadislerin beyanına göre) aldıkları ve gaspettikleri mal ve imkânlar onlardan alınacak ve hak sahibi yoksullara verilecektir. Allah Resulü (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) nakledilen hadislere göre “mahrumların yaşamlarının devamı için ihtiyaç duydukları mal ve rızıkları zenginlerin ve güçlülerin malları içerisindedir”. Bu hakları onlara ulaşmamıştır ve bu zulüm ve gasp nedeniyledir ki insanların çoğu yoksunluk içerisindedirler.

Dolayısıyla (devrimci bile olmayan) her türlü reformcu hareket öncelikle insani kemallerin önünde büyük bir engel olan fakirlik, mahrumiyet ve ihtiyaç gibi sorunları ortadan kaldırmalı, ardından başka işlerle ilgilenmelidir. Zira hiçbir iş bundan daha öncelikli değildir. Nitekim Allah Teâla peygamberlerini bunun için gönderdiğini belirtmektedir.

Toplumda adalet icra edilmeden gerçekleştirilen hiçbir hareketin, reformun ve devrimin değeri yoktur. Zira böylesi hareketler Peygamberlerin ve Masum İmamların yolunda olmayan hareketlerdir. Binaenaleyh içinde ilahi rızanın da bulunmadığı hareketlerdir bunlar.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Mahrumlar benim nezdimde aziz, güçlüler ise nezdimde zayıftırlar. Ben mahrumların haklarını, güçlülerin boğazlarında dahi olsalar, çekip alacağım.”

Adaletin icrasının rahat ve kolay bir şey olmadığı bilinmelidir. Genç nesli dinden ve dinin adaleti icra etmedeki yetisinden ümitsiz kılmamak gerekir. İmam Sadık (a.s) bu hususta şunları söylemektedir: “Eğer adalet uygulanırsa, insanların arasında tek bir yoksul bile kalmaz.”

Şunun iyi bilinmesi gerekir eğer bizler Ehlibeyt taraftarı isek ve bu hususta doğru sözlüysek, toplumda velev ki uzak bir köyde dahi olsa tek bir fakirin bile bulunmaması gerekir. Eğer toplumda fakir ve muhtaç varsa bu toplum İslami ve mektebi öğretilere uygun bir toplum değildir. Burada İmam Ali’nin (a.s) buyurduğu: “Bugün benim İslam devletini kurduğum Kufe’de ne bir işsiz, ne evsiz ve barınaksız ve ne de refahtan mahrum bir kimse vardır” (el-Hayat, c. 6) sözü bu gerçekliği ortaya koymaktadır. İmam Ali (a.s) İslami bir önder olarak toplumu yönetiyordu. Yoksa Masum İmam adıyla toplumu yönetmiyordu. Dolayısıyla demagoji yapıp “Ama o Ali’ydi” demeyin. Malik Eşter, Ali (a.s) değildi. “Malik Eşter Ahidnamesinde” zikredilen her şey İslam devletinin ölçütüdür. Bu ahidname yönetimi, ekonomiyi, yargıyı ve her türlü idari işi kapsıyordu. Bu ahitnameye göre insanların saygınlığını korumayıp geçimlerini sağlamayan hiçbir devlet ve ekonomi sistemi Kur’ani, İslami ve Alevi bir sistem değildir.

Eğer beşeri toplumlarda adalet icra edilirse insanlar kültürel açıdan gelişirler. Gelişim halinde olan bir toplumun da talepleri vardır. Böylesi bir toplum her türlü ekonomiyi, yargı ve idareyi benimsemez. Her tacir istediği gibi fiyat belirleyemez ve herkes her istediğini yapamaz… Toplum fertleri dindar olabilir ama bu onların gerekli bilince sahip oldukları anlamında değildir. Bilinçli bir toplumun özelliği taleplerinde gizlidir. İmam Ali (a.s) Nehc’ül-Belağa’da ve başka yerlerde nakledilen sözlerinde toplumu kudret karşısında şahsiyet izhar etmeye cesaretlendirmekte ve insani saygınlığı salık vermektedir. Kısa ve veciz sözlerle İslam devletinin “adaletin uygulandığı bir sistem” olduğunu ve İslami toplumun da “adaletin icra edildiği bir toplum” olduğunu söylemektedir.

Bugünün ve geleceğin değerli gençleri İslami ölçütlerle tanışmalı ve bunu ölçüt almalıdırlar. Eğer bunun aksine bir şey görürlerse İslami hükümleri değil de yöneticileri itham etmelidirler. Zira dinin hükümleri ferdin ve toplumun saadeti için en kapsayıcı hükümlerdir.

Gençlerin şahısların dinden ve dinin şahıslardan farklı olduklarını bilmeleri gerekir. Bugün küresel emperyalizm ve onun iç uzantıları din aleyhine savaş başlattığı gibi gençlerin zihinlerine de şüphe tohumları ekmek için savaş başlatmıştır. Ahirzamanda olduğumuzu gençlerin bilmeleri gerekir. Bu dönemde din ile amel etmek bilhassa hâkimiyet ve kudret düzeyinde çok zordur. Ancak her şeye rağmen dünya ve ahiret saadetini elde etmek için din ve itikadın korunması bir görevdir. Çok dikkatli olmak gerekir. Değerli olan her şeyin korunması da zordur.

 

medyaşafak