İbrahimi Dinani'den Molla Sadra dersleri (9)

İbrahimi Dinani'den Molla Sadra dersleri (9)
Siz duvara baktığınızda rengini, boyunu, enini vs. görüyorsunuz; ama cevherin kendisi görülebilecek bir şey değildir. (Fenomenleri görüyoruz, numeni değil; Medya Şafak) Âlem hem hareket edendir, hem de harekettir. Siz cevheri hareketi kabul ediyorsanız hareket ile hareket edenin de aynı şey olduğunu kabul etmek zorundasınız.

 

İsmail Mansuri Laricani: Bismillahirrahmanirrahim

 

Selam aziz izleyiciler, sevgili dostlar ve Marifet programının değerli takipçileri. Birkaç programdır üstatla birlikte Molla Sadra'nın düşüncelerinden bahsediyoruz.

 

Evet üstat daha önceki programda ele aldığımız beden ve ruh bahsinde Molla Sadra'nın bu konuyu cevherî hareket kaidesiyle açıkladığını gördük. Cevherî hareket, Molla Sadra düşüncesinin en önemli ve en esaslı konularından biridir. O, bunu ‘cismaniyetu'l-hudus' ve ‘ruhaniyetu'l-beka' ile açıklamaktadır ki biz bunu geçen bölümlerde ele aldık.

 

Şimdi hareket konusundan, ‘cevherî' olsun veya olmasın hareket kavramının kendisinden bahsetmek istiyoruz. İzin verirseniz önce harekete ilişkin bir tarife sahip olalım.

 

Cihan kelimesi ‘cehiden' (sıçramak/zıplamak) fiilinden türemiş bir ism-i faildir. Tıpkı ‘deviden' fiilinden ‘devan' gibi, ‘çemiden' fiilinden ‘çeman' gibi ‘cihan' da ‘cehiden' fiilinden türemiştir.

 

Öncelikle siz hareket ile ilgili olarak bir ön açıklamada bulunun daha sonra ben sorularımı yönelteyim.     

 

Üstat Dinani: Bismillahirrahmanirrahim. Sizin de buyurduğunuz gibi ‘cihan' kelimesi, ‘cehiden', ‘devan' (koşan) kelimesi de ‘deviden' (koşmak) fiilinden türemiştir.  Âlem hareket halindedir. Arif olsun, avam olsun hiçbir insan hareketi inkâr etmez. Hareket, herkesin bildiği, gördüğü ve hissettiği bir şeydir. Hareketin duyusal mı yoksa akli bir şey mi olduğu ayrı bir bahis konusudur; ansak hareketi hiç kimse inkâr edemiyor.

 

Hareketin şekilleri ve çeşitleri vardır. Tüm âlem ve dünya hareket halindedir. Ama dünyanın içinde başka hareketler de vardır. İntikali hareket, mekanik hareket, kemmi (niceliksel) ve keyfi (niteliksel) hareket söz konusudur.

 

Niceliksel harekette mesela bir ağaç fidanının yıllar içinde büyüdükçe büyümesidir. Bir çocuğun büyümesidir, bir hayvanın doğduktan sonra küçükken zaman içerisinde büyümesi bunlar bizim gördüğümüz şeylerdir. Yıldızların hareketini görüyoruz, Ay'ın hareketini görüyoruz, Güneş'in hareketini, doğuşunu, batışını görüyoruz. Kendi yürümemizi, hareketlerimizi görüyoruz.

 

İnsan çocukken, ergen oluyor, genç oluyor, orta yaşlı oluyor, yaşlı oluyor. Ağaç yeşeriyor, yaprak sonbaharda kuruyor, sararıyor, su tedricen ısınıyor, tedricen soğuyor, bütün bunları biz görüyoruz. Bunlar harekettir ve hiç kimse bunları inkâr etmiyor.

Hızlı hareket var, yavaş hareket var. Hareketteki hızlılığın ve yavaşlığın ne olduğu ise ayrı bir meseledir. Yavaş hareketin kendisi mi yavaştır; yoksa o hareketin içinde bir durma mı vardır?

 

Mesela saatte 100 kilometre sürat de vardır, 10 kilometre sürat de vardır. “Gaza çok basarsanız araç hızlı gider, az basarsanız yavaş gider.” Bu bilinen bir şeydir. Burada onu kastetmiyorum, söylemek istediğim şey hareketin özünde ne olduğudur. Hareketi neyin hızlandırdığından veya yavaşlattığından bahsetmiyorum. Mesela yavaş gittiğinde bu hareketin içinde durma mı vardır? Bu, makul olmayan bir sözdür. Çünkü hareketin içinde durma olmaz.

 

Bu durumda durmanın ne olduğundan bahsetmeliyiz. Çünkü durma, hareketin zıddıdır. Hareket ve durma birbirine karşıt olan şeylerdir. Hareketin olmadığı yerde durma vardır, durmanın olmadığı yerde de hareket vardır. Peki durma, hareketin olmaması mıdır? Yoksa kendi başına bir gerçekliğe mi sahiptir? Bu da ayrı bir bahis konusudur. Bunlara şimdi girmiyoruz. Daha önce de söylediğimiz gibi cevherî hareket, dünyada gördüğümüz bu hareketlerin hiçbirine benzemez.

    

Hareketin özü, ‘tedric'dir. Yani hareket tedricidir “def'i” değildir. İzin verirseniz burada tedrici ve def'i kelimelerini açıklayayım sonra hareket konusuna geçelim. Bu âlemde olan şeyler tedricidir. ‘Tedric' (Bir şeyin bir anda değil aşamalı olması) kelimesi, herkes tarafından bilinir. Tedricde bir şeyin derece derece olması anlamı vardır. Bir şeyin hızlı olması durumu değiştirmez, hızlı da olsa tedricidir.

 

Laricani: Tedric kelimesinde ‘ittisal' (birbirini takip eden süreklilik) anlamı yok mudur?

 

Üstat Dinani: Evet, kesinlikle doğru. Tedricde ‘ittisal' vardır, ‘inkıta' (kesintiye uğramak) yoktur. Meselenin özü de işte buradadır. Bir şey yavaş da olsa tedricidir, hızlı da olsa tedricidir. Mesela şu an bilinen en hızlı şey ışık hızıdır. Daha sonra ışık hızından daha hızlısı bulunur mu bilemem; ama ışık hızı saniyede 300 bin kilometredir. Saniyede 300 bin kilometreye ulaşmak tedrici değil midir? Bundan milyarlarca kat daha hızlı dahi olsa o da yine tedricidir. Çünkü tedriç, ittisaldir.

 

Tedricin zıddı olarak hangi kelimeyi kullanıyoruz? “Def'i” (birden) kelimesini kullanıyoruz. Def'i, zaman içerisinde olmayan demektir. Dolayısıyla bu aslında tasavvur edilemez. Def'i zaman içinde olmayan, birdenbire olan demektir.

 

Eski materyalistler, devrimin def'i olduğunu söylerlerdi. Derlerdi ki mesela su tedrici olarak soğur, soğur, soğur ve belirli bir derecenin altına indiğinde ise birdenbire buz tutar. Materyalistler bu buz tutmanın def'i olduğunu söylerlerdi. Onlara göre suyun buz tuttuğu an tedrici değildir. Bunun tersini de söylemek mümkün, su tedricen ısınıyor, ısınıyor, ısınıyor ve bir anda buhara dönüşüyor. Buhar su değildir, buharın mahiyeti ile suyun mahiyeti farklıdır; ama su buhar olmuştur. (niceliğin niteliğe dönüşmesi, diyalektik materyalizmin kanunlarından biri; Medya Şafak)

 

Onlar, suyun buhar olduğu o anın def'i olduğunu söylerlerdi. Onlara göre suyun ısınması tedricidir, ama sudan buhara geçiş hali def'idir. Aynı şekilde suyun soğumasının tedrici olduğunu; ama suyun buz tutma anının yani sıvı halden katı hale geçme anının def'i olduğunu söylerlerdi. Bunlar materyalistlerin görüşü.

 

Ancak bu âlemde def'i olan bir şey yoktur. Bu âlemde her şey tedricidir. Suyun buhara ya da buza dönüşme anı bizim göremeyeceğimiz kadar küçük olsa da tedricidir. Def'i olan bir şeye örnek vermek oldukça zor; ama şu örneği verebilirim: İdrak def'idir. Siz bir zaman içerisinde idrak edersiniz, beyninizin hücreleri zamansaldır, beyninizin hareketi zamansaldır, bunlar doğru; ama idrak zamansal değildir. Bunlara daha sonra değiniriz şimdi izninizle şimdi hareket konusuna geri dönelim.

 

Hareket özü itibariyle tedricidir. Def'i olan şeyde hareket yoktur. Bu durumda intikalden söz ediyoruz. Bu yönüyle intikal ile hareket arasında fark vardır. Her hareketin içinde intikal vardır; ama içinde hareket olmayan intikalin olması mümkündür. Özetle hareket tedricidir ve tedrici olduğu için de ittisal halindedir. Yani birbirine bitişiktir.

 

Yani zaman geçiyor, gece oluyor, gündüz oluyor, lahzalar, anlar geçiyor, bütün bu geçişler içinde zaman muttasıl bir bütündür. Bazıları her bir anın birbiri ardından geldiğini düşünüyor. Zaman, lahzalara bölünebilir; ama zaman lahzalardan yapılmış değildir. Lahza, zamanın atomu olarak görülür. Zamanın biriminin an olduğu söylenir; ama lahzanın kendisi de lahzalara ayrılabilir, mesela lahzanın iki yarım lahza olarak ayrılması mümkün değil midir?

 

Aynı şey cisim için de geçerlidir. Cisim atomdan zerrelerden oluşur; ama o atom ve zerreler de taksim edilebilir. Taksim edilemeyecek hiçbir şey yoktur. Taksim edilemeyecek lahza yoktur. O halde sürekli olarak taksim edilebildiğine göre ittisaldir. Sonuç olarak hareket muttasıldır, bu âlem de muttasıldır. Munkati, yani kesintili değildir. Tarih muttasıldır, tarihin munkati olduğuna inananlar büyük bir yanılgı içindeler. Tarihte inkıta yoktur; biz inkıta olarak görebiliriz, ya da inkıta vehmedebiliriz. Şu çağın bu çağla ilgisi yoktur, şu tarih bu tarihten farklıdır diyebiliriz. Fakat zamanın özünde inkıta yoktur.

 

Ben tarih derken daha çok zamanı kastediyorum. Bu arada şunu da söyleyeyim tarih zaman demek değildir. Tarih, zamandan daha farklı bir şeydir, şimdi bu konuya girmeyelim çünkü bu apayrı bir mesele. Tarih, zamanın içinde geçen olaylardır. Zamanın özünde olaylar olmasaydı, tarih diye bir şey olmazdı. Tarih zamanın içinde geçen ve insanın dahil olduğu olaylardır.

 

Zaman muttasıl ve tedricidir. İşte bu daimi tedrice biz hareket diyoruz. Hareketin tanımı tedricdir ve bu tedricin de bir yönü, istikameti vardır. Yani bir yerden başlıyor ve bir başka yere gidiyor. Başlangıç ve varış noktası olmayan hiçbir hareket tasavvur edilemez. Hareket dediğiniz anda onun bir başlangıcı bir de bitişi vardır. Bitiş yerinin tedricen değişmesi mümkündür; yani bir yerde başlayıp öbür yerde bitecekken, tekrar değişip bir başka yerde bitmesi mümkündür.

 

Harekette altı şey zorunludur: Başlangıç, son, hareket eden, hareket ettiren, hareket yönü vs. Bunlar zorunludur. Örneğin, başlangıcının ve sonunun olmamasının anlamı yoktur. Hareket edenin olmaması halinde bunun bir anlamı yoktur. Bunların hepsi hareket için zorunludur.

 

Pekala bizim yaşadığımız âlemde gördüğümüz ve kendimizin de yaptığımız hareketler; gençliğimiz, yaşlanmamız, yorulmamız, dinlenmemiz, neşelenmemiz, üzülmemiz bunlar bizim kendimizde gördüğümüz hareketlerdir. Kendimizde veya çevremizde gördüğümüz tüm bu hareketler arazi (ilineksel) hareketlerdir.

 

Arazi (ilineksel) hareket ne demektir? İzin verirseniz açıklayayım. Mesela ağacın büyümesi, suyun ısınması veya insanın tedricen yorulması, bütün bunlar arazidir. Kemmiyet (nicelik) arazdır. Kemmiyet (nicelik) ve keyfiyet (nitelik) Aristo'nun on kategorisi içinde yer almaktadır. Kemmiyet, ölçü ve miktar; keyfiyet ise nasıllık ve durum ifade eder. Hem durumlar tedricidir, hem de ölçüler tedricidir. Bunlar arazdır.

 

Araz ne demektir? Araz kendi başına var olamayan demektir. Araz her zaman bir başka şeye bağlıdır. Kemmiyet, yani nicelik arazdır. Nicelik tek başına olamaz. Nicelik veya ölçü her zaman bir şeyin niceliği veya ölçüsüdür. Mutlak ve herhangi bir şeye ait olmayan bir miktardan veya ölçüden bahsedebilir misiniz? Miktardan bahsettiğimizde bir şeyin miktarından bahsediyoruz. Ölçüye veya miktara sahip olan şey miktarın veya ölçünün kendisi değildir. Cisimler miktar mıdır, yoksa miktara mı sahiptir? Miktara sahiptir. O halde miktar bir cisme bağlıdır.

 

Gelelim keyfiyete (niteliğe); sıcaklık, soğukluk, renkler, insanın halleri, yorgunluk, neşe, gam, vs. bunlar keyfiyettir ve bir şeye bağlıdır. Mesela yorgunluk dediğimiz zaman kimin yorgunluğu? Falanca şahsın yorgunluğu… Neşe dediğimiz zaman kimin neşesi? Falan şahsın neşesi… Falan şahsın üzüntüsü falan şeyin rengi vs. İşte bu açıdan bunlara bir şeye bağlı olan şeyler diyoruz. Bir başka ifadeyle bunlar hususiyetlerdir, özelliklerdir.

 

Kemmiyet ve keyfiyet nesnelerin özellikleridir. Peki o özelliklere sahip olanlar nedir? Nicelik herhangi bir cismin niceliğidir. Mesela bu masaya baktığımızda onun özellikleri olarak neyi görürüz? Mesela rengini görürüz. Mesela kaldırırsak ağırlığını hissederiz. Ağırlık, renk, uzunluk, genişlik arazdır, derinlik arazdır. Peki cismin kendisi nerede?

 

Rengini, enini, boyunu, derinliğini, ağırlığını görmezden geldiğimizde cisim var mıdır yok mudur? Cisim renge, ene, uzunluğa, derinliğe, ağırlığa sahiptir, peki bunları göz ardı ettiğimizde cisim var mıdır? Bazılarına göre bunları göz ardı ettiğimizde cisim hiçbir şeydir. Bazıları bunların toplamının cisim olduğunu söylüyor. Hâlbuki cisim bunlardan oluşmuyor, bunlara sahiptir. Renk, ağırlık, en, boy, derinlik gibi şeylerin toplamı cisim değildir, cisim bu özelliklere sahiptir. Renge sahiptir, ağırlığa sahiptir, ene sahiptir, boya sahiptir; ama cisim bunların toplamı değildir.

 

Cismin cevherini gözle göremezsiniz. Gördüğümüz her şey, bizim bedenimiz, bir cisimdir. Duvar, taş, ağaç, deniz, dağ, hava vs. bunların hepsi cisimdir. Hava latif bir cisim olduğu için göremiyoruz; ama latif olmayan cisimlerin cevherini de gözle göremiyoruz. Siz duvara baktığınızda rengini, boyunu, enini vs. görüyorsunuz; ama cevherin kendisi görülebilecek bir şey değildir. (Fenomenleri görüyoruz, numeni değil; Medya Şafak)

 

Tek bir cümleyle özetleyecek olursak: Biz cevheri görmüyoruz. İşitmiyoruz. Sizin işittiğiniz şey sesin keyfiyetidir. Dokunmuyoruz. Bir şeye dokunduğunuzda sertlik veya yumuşaklık hissediyorsunuz. Sertlik veya yumuşaklık cisim değil, cismin sahip olduğu niteliklerdir.  

 

Cismin kendisi dokunulan, görülen, tadılan bir şey değildir. Cismin kendisi cevherdir ve cismani cevher, bizim duyularımızla hissettiğimiz bir şey değildir. Cismani cevher hissedilemediğine göre nefis, akıl vs. gibi ruhani cevher hiç hissedilemez.

 

Molla Sadra diyor ki sizin bu âlemde gördüğünüz tüm hareketlerin hepsi arazdır. Yani varlıkları bir şeye bağlıdır. Molla Sadra ayrıca şunu ekliyor: Araz ve cisim daima birleşiktir. Arazın cismin özellikleri olduğu doğrudur; ama araz cisimden ayrı değildir. Araz ile cevher birleşiktir. Eğer araz kemiyet ya da keyfiyet ya da başka şeyler açısından hareket ediyorsa cevher sabit kalamaz; cevher de onlarla birlikte hareket eder.

 

Molla Sadra'nın cevherî hareketle kastının ne olduğunu daha basit anlatayım. Arazın hareketini herkes kabul ediyordu. Dünyanın başından beri hiçbir düşünür, arazın hareketini inkâr etmiyordu. Molla Sadra ise şu sonuca vardı: Eğer arazın hareketini kabul ediyorsanız cevherin hareketini de kabul etmek zorundasınız. Çünkü araz hareket ederken cevher sabit kalamaz; zira araz ve cevher birleşiktir. O halde âlemin cevheri de hareket etmektedir.

 

Eğer âlemin cevheri de arazla birlikte hareket ediyorsa o zaman âlemde duran şey nedir? Molla Sadra'ya sorarsanız hiçbir şey… Molla Sadra âlemde duran hiçbir şey yoktur, durmayı siz vehmediyorsunuz diyor.

 

Sizin şu gördüğünüz Demavend Dağı asırlardır, sabit yerinde duruyor. Ama akli açıdan sabit değildir, bu dağ da hareket halindedir.

 

Laricani: Üstat izin verirseniz kısa bir ara verelim, sona devam edeceğiz.

 

***

 

Laricani: Üstat çok güzel örneklerle araz, cevher ve cevherî hareketi açıkladınız. Üstat hareket, fikir için de geçerlidir. Bu durumda akla şu soru geliyor: Bu hareketlerin ilk harekete geçirici (muharrik-i evvel) ile olan ilişkisi nedir? Bu noktada ‘hadis ve kadim' meselesi de gündeme geliyor; ama şimdi o konuya girmeyelim. Özetle sorum şu ki: Bu hareketin alanı, ya da kapsamı nereye kadardır?

 

Üstat Dinani: Bu, çok önemli bir soru. Daha önce de arz ettiğim gibi Molla Sadra'nın bahsettiği üzere âlemin cevheri hareket halindedir, cevhere bağlı olarak arazlar da hareket halindedir. Demin de söylediğim gibi bizim sabit olarak gördüğümüz dağın cevheri bile hareket halindedir ve biz onun sabit ve hareketsiz olduğunu sanıyoruz.

 

Âlemde sakin (duran) hiçbir şey yoktur. Aslında sükûn (durmak) diye bir şey mevcut değildir. Onun var olduğunu biz sanıyoruz. Dağın sakin olduğunu veya oturan birinin sakin olduğunu düşünüyoruz. Hâlbuki bunlar sakin değildir, her şey hareket halindedir.

 

‘Muharrik-i evvel' (ilk hareket ettirici) ile ilgili sorduğunuz soruya geleceğim; ama önce izin verirseniz önemli gördüğüm bir yanlışa değineyim. Bazı çağdaş düşünürler bile bu konuda yanlışa düşüyorlar. Bazı düşünürlerin bile yanlış yaptığını gördüğüm için bu vesileyle bir hatırlatma yapmak istiyorum.

 

Demin de söylediğim gibi hareketi, arazın hareketini herkes kabul ediyor. Arazın hareketini inkâr eden hiç kimse yok. Çünkü herkes bunu görüyor: Gençlik var, yaşlılık var, sıcak var, soğuk var, güneşin doğuşu var batışı var, bunlar görülüyor. Ama asıl mesele şudur: Hareket özü itibariyle tedrici ve muttasıldır.

 

Bizim filozoflara karşı çıkan Eşariler, arazın hareketini kabul ediyorlardı; ama hareketi muttasıl görmüyorlardı. Onlara göre hareket, ‘inkıta' ve ‘ittisal' ile ve var oluş ve yok oluşla gerçekleşiyor. Onlara göre âlem her lahza yok oluyor ve tekrar var oluyor.

 

Âlemin tasavvuru biraz zor olduğu için ben zamandan örnek vereyim. Onlara göre tedrici olarak geçmekte olan zaman lahzaların terkibinden oluşmaktadır. Yani bir lahza gidiyor, tamamlanıyor, ondan sonra yeni bir lahza geliyor. O lahza içinde olan âlem de yine aynı şekilde gidiyor. Yani âlem, aslında sadece o lahzanın âlemidir.

 

Onlara göre âlem zamansız değildir, âlem zamanın içindedir. Âlem zamanda olduğuna göre lahzadadır da. Lahza gidince Eşarilere göre o lahzadaki âlem de yok oluyor. Bundan da şu sonucu çıkardılar dediler ki: Âlem her lahza yok oluyor ve her lahza yeniden var oluyor. Buna da ‘daimi yaratılış' diyorlardı.

 

Demin yapılan yanlıştan söz ederken işte bunu söylemek istiyordum. Bazıları çoğunlukla ‘daimi yaratılış' ile ‘cevherî hareketi' birbirine karıştırıyor. ‘Daimi yaratılışa' göre âlem her an sürekli olarak yaratılıyor. Yani yok oluyor, var oluyor, yok oluyor, var oluyor. Tıpkı bizim nefes almamız gibi. Yani bir nefes gidiyor diğer nefes geliyor. Onlara göre âlem her an yokluğa gömülüyor, sonra yeni bir âlem meydana geliyor. Bunun adını da ‘daimi yaratılış' koydular.

 

Molla Sadra ise bunun doğru olmadığını söylüyor. ‘Cevherî hareket' ile ‘daimi yaratılış' birbirine karıştırılmamalıdır. Cevherî harekette daimi yaratılışın bir anlamı yoktur. Bu tek bir yaratılıştır, bir defa yaratılmış olan şey devam etmektedir. Eşarilerde ise inkıta söz konusudur. Âlem bir lahzada yok oluyor, sonraki lahzada tekrar yaratılıyor.

 

Molla Sadra ise inkıta yoktur, ittisal vardır diyor. Hareket tedricidir. Hiçbir şey yok olmuyor. Yenileniyor; ama yok olmuyor. Görüldüğü gibi bu iki görüş birbirinden farklıdır. Bu ince nokta bazıları için gizli kalmıştır. İşte bu sebeple felsefeyle ilgilenenler, Eşarilerin ‘daimi yaratılış' görüşü ile Molla Sadra'nın ‘cevherî hareket' görüşünü birbirine karıştırmamalıdır. Şu an isim vermiyorum ama bu yanlışı yapanları gördüm.

 

Molla Sadra, inkıta olmadığını hem felsefi açıdan hem de dini açıdan izah etmiştir. Mesela ilahi feyizde inkıta olur mu? “Ya daimel fazli alel beriyye!” (Ey fazlı yaratıklarına daim olan!) Devam ne demektir? İnkıtanın, yani kesintinin olmaması demektir. İlahi feyizde inkıta diye bir şey olmaz. Bu dini açıklamadır.

 

Molla Sadra, akli delillerle de inkıtanın olmadığını ispat ediyor. Hareket, tedrici yani muttasıl demektir. Zaman, muttasıldır. Bu konuyu tekrar edeyim ki yanlışa düşülmesin. Eşarilerin ‘daimi yaratılışı' ile ‘cevherî hareket' birbirine karıştırılmamalıdır. Cevherî hareket'te ittisal vardır ve âlemde sükûn yani durma yoktur. Molla Sadra'ya göre sükûn (durma) sadece edebiyatta olur. Sükûn sadece bizim zannımızdır. Tüm dünya, ezelden ebede kadar daimi bir hareket içindedir.

 

Gelelim sizin sorunuza: Muharrik, yani harekete geçiren nedir? Bu önemli bir sorudur; ama sizin başka bir sorunuz var onu sorun daha sonra buna cevap vereyim.

 

Laricani: Üstat, hareket daimi olmakla birlikte, muttasıl olmakla birlikte, inkıta olmamakla birlikte muharrik-i evvele gelmeden önce her halükarda âlemde sabit bir şeyin de olduğunu görüyoruz. Bu, bizatihi insanın kendisidir. Mesela beni düşünün ben 20 yıl önceki adamım, 30 yıl önceki adamım, beni o zaman görenler şimdi de tanıyorlar. Peki bu teşehhus (şahıslaşma) nedir? Bu teşehhusun hareketin durma mahalli olduğunu söyleyebilir miyiz? Veya bu teşehhusun kesintisiz devam eden hareketteki yeri nedir?

 

Üstat Dinani: Evet teşehhus inkıta değildir, sükûn da değildir. Öncelikle insanın cismi hareket etmektedir. Ruha gelince… Mücerretlerde hareket yoktur. Daha basit bir örnek vereyim. Mücerretlere de girmeyelim. Zaman bir hareket midir değil midir? Zamanda bir lahzalık bir duraklama var mıdır? Zamanda duraklamayı tasavvur edebilir misiniz? Hafız'ın dediği gibi ‘'feleğin dönüşünde duraklama yoktur.'' Zamanda tek bir anlık duraklama veya kesinti var mıdır? Hayır, ezelden ebede kadar hareket halindedir. Peki zamanın hüviyeti sabit değil midir?

 

Laricani: Evet tabi ki…

 

Üstat Dinani: Zaman aynı zamandır. Zaman aynı zaman değil mi?

 

Laricani: Benim sorum da buydu zaten.

 

Üstat Dinani: Evet işte… ittisalin kendisi hüviyettir. İttisal hüviyettir. İttisal tedricidir. İşte bu yüzden inkıta olsa sorun olurdu. İşte bu Eşarilerin sözüdür. İşte bu yüzden Molla Sadra onların sözünü kabul etmiyor. Eşarilerin sözünü akıl dışı görüyor. Diyor ki eğer kesinti mevcut olsaydı, hüviyet ortadan kalkardı. (Eğer kesinti (inkıta) olsaydı, şimdiki ben geçmiş ben olmazdı, süreklilik (ittisal) hüviyeti (ne isek hep o olmamızı, şahsiyetimizin devamlılığını sağlar; Medya Şafak)

 

Zaman muttasıl bir birimdir. Tedrici bir şekilde gidiyor. Yani zaman var olmak için yok olmuyor. Gece geçtiği zaman gece bitti diyoruz. Dün geçti diyoruz, peki dün yok mu oldu. Dünün yok olduğu bizim zannımızdır, dün yok olmadı. Zamanda kesinti yoktur, yok olup var olmuyor. Bu bizim vehmimizdir. Muttasıl olduğu için işte bu ittisal zamanın hüviyetidir. Hareket de aynı şekilde kesintiye uğramıyor. Hareketin ittisali de onun hüviyetidir.

 

Şimdi gelelim ‘muharrik'e yani harekete geçirene… Bu çok önemli ve şu an tam da bunun yeridir. Acaba Allah mevcudatı yaratıp ondan sonra ona hareket mi veriyor? Bazıları böyle olduğunu sanıyor. Kimilerine göre Allah bir cismi yaratıyor ve ona hareket et diyor. Futbolda olduğu gibi, topa vuruyorsun gidiyor. Allah'ın cevhere hareket verdiğini düşünüyorlar.

 

Molla Sadra'nın cevherî hareket görüşüne göre ise Allah cevhere hareket vermedi. Allah cevheri yarattı, cevher özü itibariyle hareketlidir. Yani Allah önce cevheri yaratıp ondan sonra ona hareket vermemiştir. Allah cevheri yaratmıştır; ama cevher zatı itibariyle hareketlidir. Bunu açıklamak için bir örnek vereyim. Allah önce dört sayısını yarattı ondan sonra ona çift olma özelliği mi verdi? Allah dört sayısını yarattı, dört sayısının kendisi çifttir. Allah'ın önce dört sayısını yaratıp ondan sonra da ona çift olma özelliği vermesi anlamsızdır.

 

Aynı şekilde Allah, ışığı yaratıp ondan sonra da ona aydınlık vermemiştir. Allah cevheri yaratıp ondan sonra da ona haydi hareket et dememiştir. Cevherî hareket budur. Allah cismi yaratmıştır, cisim özü itibariyle hareketlidir. Molla Sadra'nın cevherî hareket görüşü budur. Bilmeyenler bunu böyle bilsinler. Cevherî hareket nedir? Cevheri harekette, hareket cevhere arız olmuyor; cevher zatı itibariyle hareketlidir. Molla Sadra'dan önceki tüm filozoflar, İbn Sina dahil hareketin cevhere arız olduğunu düşünüyorlardı. Bu hataydı. Molla Sadra'nın üstünlüğü burdadır.

 

Laricani: Bazıları Mevlana'nın bir şiirini esas alıyorlar, bence Mevlana'yı savunmak gerek. Mevlana şöyle diyor: “Asırlar geçti, bu asır yenidir. Ay o aydır, ama su o su değildir.''

 

Üstat Dinani: Şiir doğru diyor, şiirde bir sorun yok. Mevlana doğru söylüyor: Ay her zaman aydır, su değişiyor.

 

Laricani: Diyorlar ki yani sabit meseleler de vardır…

 

Üstat Dinani: Hayır burada sadece mugalata yapılıyor. Ay aynı aydır, su ise ırmakta sabit değildir, ırmak akıyor. Ayın yansıması ırmağa düşüyor, ayın yansıdığı her su akıyor. Ay sabit olduğu için her an onun yansıması ırmağa düşüyor. Yani gelen her su yeni bir yansımadır. Yani yansıma da daimidir, suyun akışı da daimidir. Söyledikleri sadece bir mugalatadır.

 

Âlem tek parça harekettir. Sadru'l-Muteellihin cevheri harekette şu noktaya ulaşıyor: Âlem hem hareket edendir, hem de harekettir. Siz cevheri hareketi kabul ediyorsanız hareket ile hareket edenin de aynı şey olduğunu kabul etmek zorundasınız. Arazi hareketlerde hareket eden, hareketten farkıdır.

 

Mesela ben bir cismim ve hareketliyim. Elim hareket ediyor; ama hareket etmeyebilir de. Hareket benim elime arızdır. Arazî hareketlerde hareket edeni hareketten ayrı görürüz. Ama cevherî harekette cevherin kendisi hareket ettiği için hareketi cevherden ayrı göremezsiniz. Yani hareket ve hareket eden aynı şeydir. Bunu tasavvur etmek oldukça zor.

 

Laricani: Pekala üstat, çok istifade ettik, ama programımızın süresi de bitti. Bir sonraki programda buluşmak dileğiyle aziz üstatla birlikte hoşça kalın diyoruz.

      

 

 

Çeviren. Hüseyin Mahir

 

 

www.medyasafak.net

 

 

 

 

https://www.youtube.com/watch?v=cHlevOuZqU4