İbrahimi Dinani'den Molla Sadra dersleri (12)

İbrahimi Dinani'den Molla Sadra dersleri (12)
İnsanın bizatihi kendisi harekettir. Daha önceki programda da dediğim gibi “cevherî hareket”te “hareket” ile “müteharrik” yani hareket eden aynı şeydir. Hareketli olan şey, hareketin kendisidir. Siz hem hareketsiniz hem de hareket edensiniz. O halde sürekli olarak yeni olmalıyız.

 

 

İsmail Mansuri Laricani: Bismillahirrahmanirrahim

 

Selam aziz izleyiciler, sevgili dostlar ve Marifet programının değerli takipçileri. Bildiğiniz gibi konumuz Molla Sadra Şirazi'nin yüce düşünceleridir. Bu konuda üstat Dinani'nin açıklamalarından yararlanıyoruz. Elbette bu büyük bir okyanustur ve bu uçsuz bucaksız okyanusta insan hakikati kolayca anlayamıyor.

 

Ancak şimdiye kadar birçok konuya değindik, özellikle de “cevheri hareket” ve cevheri hareket ile “hubbi hareket” arasındaki ilişkiyi açıkladık.

 

Aziz üstat bugün de izin verirseniz yine “cevherî hareket”in önemli unsurlarından biri olan “değişim” ve “yenilik” konusuna değinelim. Molla Sadra, bunu sadece varlık âlemine özgü bir şey olarak görmüyor, insanın bireysel, toplumsal ahlaki vs. gibi hayatının tüm alanları için de geçerli görüyor. Bu felsefi bakış bu bakımdan bizim hayatımız açısından da çok önemlidir ki bence biz bunları maalesef Molla Sadra'nın eserlerinde keşfedebilmiş değiliz.

 

İzin verirseniz ben yine ondan bir paragraf okuyayım ve siz de açıklama yapın. O, buyuruyor ki “Cevheri hareket esasına göre hareket, değişim ve yenilik, varlık âleminin temelinde cereyan etmektedir.” Daha sonra “İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf Suresi:15) ayetini naklediyor.

 

Onun şaheserlerinden biri de bazı irfani ayetlerin inceliklerine işaret etmesidir. Ben bunu başkalarının eserlerinde görmedim veya çok az gördüm.

 

O şöyle devam ediyor: “Bu bize şu mesajı veriyor: Bizler daima yeniliği istemeli ve yeni hakikatleri anlama peşinde olmalıyız. Muvahhidlerin Mevlası İmam Ali'nin ‘Müminin iki günü birbiriyle aynı olmamalıdır' sözünün anlamı da bu olsa gerek.”

    

Molla Sadra, sürekli yenilikler peşinde olmak ve yeni hakikatler bulmaya çalışmak gerektiğini söylüyor ve İmam Ali'nin “Müminin iki günü birbirine eşit olmamalı” sözünü de buna örnek olarak gösteriyor.

 

Üstat işte görüyorsunuz Molla Sadra ahlak konusunu bakın nereye bağlıyor?

 

Üstat Dinani: Bismillahirrahmanirrahim, belki de bundan daha ilerici bir söz söylenmemiştir veya çok az söylenmiştir. Gerçekten de onun düşünceleri ve eserlerinin usulü de aynen bu şekildedir. Molla Sadra, âlemde “cevheri hareket” düşüncesine sahiptir ve âlemin sükûn içinde olmadığına inanmaktadır. Sükun içinde olmamaktan veya kararsızlıktan hareketi kasteder. Âlemin ve insanın cevheri olan bu âlemin temeli, sürekli hareket halindedir.

 

Daha önce de defalarca tekrar ettik, âlemde sükûn yoktur ve sükûn ile sebat yani istikrar arasında fark olduğunu bilmek gerekir. Sükûn, yoktur. Sükûn olmadığına göre insan kendini nasıl hazır hale getirmelidir. “Sükûn” da “mesken” de yoktur, “menzil” vardır; ama “mesken” yoktur. Buna çok dikkat edin. Arifler menzilden söz etmişlerdir; ama meskenden söz etmemişledir.

 

Hafız diyor ki ‘'Arif bi haber ne buved zi-rah u resm-i menzilha'' (Arif, menzillerin yolundan yordamından habersiz olmamalıdır.) Arifin “menzil”i vardır; ama “mesken”i yoktur. “Menzil”, nüzul edilen yer demektir. “Menzil”, bir süreliğine inip yemeğinizi yiyip dinlenip tekrar hareket ettiğiniz yerdir. “Menzil”, daha hızlı ilerleyebilmek için kısa bir süreliğine durduğunuz yerdir. Orada yorgunluğunuzu giderirsiniz ve daha hızlı hareket edebilmek için kısa süreliğine durursunuz. “Mesken” ise sürekli olarak kalınan yerdir. Arif için kısa süreliğine durulan yer demek olan “mevakif” ve “menazil” vardır.

 

“Mevkif”, kısa bir süre durulup sonra hareket edilen yerdir. “Menzil”, kısa bir süreliğine dinlenilip sonra hareket edilen yerdir. Ama “mesken” sürekli kalınan yerdir. Sülûk yolunda “mesken” yoktur. Bunlar benim kişisel yorumlarımdır; ama Molla Sadra da bunu kastediyor olmalı. Sadru'l-Muteellihin, demek istiyor ki varlık âleminin temeli sükûn içinde değilse ve âlemin cevheri hareket halindeyse araz da doğal olarak cevherle birlikte hareket ediyor.

 

Peki biz daimi bir hareketle karşı karşıyaysak ve kendimiz de hareket halindeysek o halde her zaman yeni bir şeye hazır olmalıyız. Eski yoktur. Bu tür düşüncede eskiye düşkünlük diye bir şey yoktur. Eski diye bir şey mevcut değildir, eski anlamsızdır. İnsanın bizatihi kendisi harekettir. Daha önceki programda da dediğim gibi “cevherî hareket”te “hareket” ile “müteharrik” yani hareket eden aynı şeydir. Hareketli olan şey, hareketin kendisidir. Siz hem hareketsiniz hem de hareket edensiniz. O halde sürekli olarak yeni olmalıyız.

 

Molla Sadra'nın ekolünde, Sadru'l-Muteellihin'in düşünce sisteminde eski diye bir şeyin anlamı yoktur. Daha önceki bölümde şu şiiri okumuştum:

 

“Arif der demi du iyd koned” (Arif her dem iki bayram yapar.) “Ankebutan meges kadit mi koned” (Örümcek ise sinek kurutur.) Konservatiflik (muhafazakarlık) yoktur, konserve yoktur. Konserve edilmiş yiyecek kalır, bu konserveciler için iyi bir şeydir. Ancak onda her şey yenidir.

 

O halde “yeni bakmaya”, “yeni düşünmeye”, “yeni olmaya”, “yeni hareket etmeye” ve o daimi tecellilere hazır olmalıyız. Kur'an'daki ‘'Doğrusu onlar, yeniden yaratılış (halk-ı cedid) konusunda şüphe içindedirler.'' ayeti, bu görüşle ne kadar da uyumludur!

 

Yeniden yaratma ne demektir? Hıristiyan, Yahudi ve hatta Müslüman kelamcılar arasında sürekli yapılan yanlışlardan biri şudur: Onlara göre Allah âlemi bir defada yarattı ondan sonra çekilip oturdu. Peki Allah âlemi bir seferde yaratıktan sonra ne yapıyor, hiçbir şey yapmıyor mu? Kur'an, ‘'Fe'alun lima yurid'' (Dilediğini mutlaka yapandır.) derken ‘fail' kelimesini kullanmıyor ‘fe'al' kelimesini kullanıyor. ‘Fe'al' mübalağalı faildir. Yani Allah, tek bir lahza dahi fiilsiz değildir; her zaman faaldir ve her an yaratmaktadır. Dolayısıyla ameli bir seferde yaratıp ondan sonra onu kendi haline bırakmadı.

 

Bazıları, tıpkı saatin kurulması gibi Allah'ın da âlemi bir saat gibi kurup sonra onu kendi haline bıraktığını düşünüyor. Bu, doğru değil, Allah sürekli olarak yaratmaktadır. Her yaratma yeni bir tecellidir. Bu işin manevi tarafıdır, maddi âlemde ise cevherî hareketten bahsettik. O halde her an tecelli ile karşı karşıyayız.

 

Daha önceki programlarda söylemiştim burada da yeniden tekrar edeyim çünkü bu konuda yanlış yapılıyor. Eşarilerden birçoğu “İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler” ayetinin tefsirini biliyorlardı; fakat âlemin yenilenmesini, “âlem her an yok oluyor ve yeniden yaratılıyor” diye açıklıyorlardı. Yani Allah'ın her an “idam ve icad” ettiğini yani her an yok edip yeniden yarattığını söylüyorlardı. Yani onlara göre Allah her an yok ediyor sonra tekrar yaratıyor böylece âlem her an yeniden var oluyor. Onlara göre örneğin zaman bir an yok oluyor, sonra yeni bir an var oluyor.

 

Molla Sadra'ya göre Eşarilerin, âlemin her an yok olup her an yeniden yaratıldığına dair görüşleri de yanlıştır. Molla Sadra, bu fikri bütünüyle yanlış görmektedir. Eşarilerin bu görüşü, cevheri hareket ile karıştırılmamalıdır. Molla Sadra, harekette ittisal (birleşme) ve süreklilik görmektedir. Hareket “ittisal”dır, “inkıta” (kesinti) değildir. Biz daima yeni var oluş ile karşı karşıyayız.

 

Peki modernite ne diyor İslam ne diyor? Ben modernitenin İslam veya irfan olduğunu söylemiyorum, asla böyle değil. Ancak irfanda eski diye bir şey yoktur. Modernite adına konuşanlar, önceyi eski olarak görüyorlar. Düşüncesi eski olanlar, moderniteyi yeni bir şey olarak görüyor. Ancak Molla Sadra'nın “cevheri hareket”i her zaman yenidir. Ben modernite kelimesini özellikle kullanmıyorum çünkü belirli bir kültürel yükü vardır. Bugün modernite belirli bir kültürel yüke sahiptir ve ben belirli sebeplerden dolayı onu kullanmıyorum. Fakat “yeni olma”yı kullanıyorum.

 

Eğer Molla Sadra'nın “cevheri hareket” düşüncesine sahip olursak, eğer ariflerin “hubbi hareket” düşüncesine sahip olursak her zaman yeni olduğumuzu ve eski diye bir şeyin olmadığını görürüz. Yeni olmaya da her zaman hazır oluruz. Hem yeniyiz, hem yeni oluruz ve hem de yeni olmaya hazır bulunuruz.

 

Ariflerin inandığı ve anlattığı Tanrı, her an yeni tecellilere sahiptir. Eski diye bir şeyin anlamı yoktur. İslami maarif her an yenidir ve yeni olmalıdır. Birileri eski görüyorsa, eski görenlerin gözü eskidir, bakışı eskidir. Onların bu gözü değiştirmesi gerekir. Eğer göz, yeni olanı görürse, her lahza olan tecellileri görürse ve Hak Teâla'nın tecellilerinin farkına varırsa onda eski diye bir şey söz konusu olamaz.

 

Hak Teâla'nın yeni tecellilerinin farkına varmak gerekir. Eğer bunu fark edemezsen geri kalırsın ve eskirsin. Kendimi eski gören benim. Eğer benim yeterli hazırlığım olursa âlem eski değildir. Dolayısıyla gelenek ve modernite arasındaki savaşın Sadra kültüründe hiçbir anlamı yoktur. Ortada savaşı gerektirecek bir şey yoktur çünkü her şey yenidir. Ama maalesef Molla Sadra, iyi okunmamıştır. Onun teorilerinden söz edilmiştir; ancak o teorilerinin dayandığı gereklilikler doğru anlaşılmamıştır.

 

Biz eğer âlemin yeni oluşunu gerek ariflerin sözüyle gerekse felsefi ve Kur'ani yönleri olan Molla Sadra'nın sözleriyle anlayabilirsek yenilikten korkmayız ve eskiye de dönmeye çalışmayız. Eskiye dönmenin ne anlamı var? Yeniyi, eskiyi bir tarafa bırakalım, geçmişe dönmenin imkanı yoktur ki zaten. Siz bir an öncesine dahi dönemezsiniz. Geçmişe geri dönmek ne mümkündür ne de istenecek bir şeydir.

 

Geçmiş, Allah'ın olduğu gibi gelecek de Allah'ındır. Bir zamanlar ismini söylemeyeceğim bir toplantıya beni davet etmişlerdi. Davet eden arkadaşlardan biriyle gittik baktım ki oraya ‘gelenekçiler' yazan bir pankart asmışlar. Orada da söyledim dedim ki benim inandığım Allah, eski değildir. Geçmiş Allah'ın olduğu gibi gelecek de Allah'ındır, bugün de Allah'ındır. Geçmiş, Allah'ındı; ama bugün Allah'ın değil diyemeyiz. Bugün şeytan müdahale ediyor da geçmişte etmiyor muydu? Şeytan ne zaman insanın işlerine müdahale etmedi? Âdem'den beri şeytan yapacağını yapıyor; ama Allah da her an tecellide ve faaliyettedir. 

 

Allah için geçmiş, gelecek ve bugün aynıdır. Allah için geçmişin, geleceğin ve şimdinin hiçbir farkı yoktur. Bunu ben söylemiyorum, hadis-i şerifte geçiyor:  “Leyse inde rabbike sabahun vela mesa'' (Rabbinin indinde ne sabah ne de akşam vardır.)   Allah katında sabahın akşamın olmaması ne demektir? Zamanın geçmesinin Allah için hiçbir anlam taşımaması demektir. Allah zamanın içinde değildir. Geçmiş, bugün ve gelecek Allah için aynıdır. Zamanın geçmesi Allah'ı etkileyecek bir şey değildir. Geçmiş, şimdi ve gelecek Allah'ın tecellileri açısından birdir.    

     

Hubbi tecelliyi anlayan, hubbi hareketi anlayan, Molla Sadra'nın açıkladığı cevheri hareketi anlayan bir insan ne eskiye düşkün olur, ne de gelecekten korkar. Bu tür biri için her şey yenidir.

 

 

Laricani:

 

La mekani ki der o nur-i Hodast

Mazi, mustakbel ve hal ez kocast

 

Allah'ın nurunun olduğu o mekânsızlıkta

Geçmiş, gelecek ve bugün nerededir?

 

Mevlana, bu beyitle açıklıyor.

 

Hz. Peygamber, bir nurani hadisinde kıldığımız namazı bir havuza benzetiyor. Yani o havuza girip yenileniyorsunuz. Yani maneviyatımızın da her an yenilenmesi gerekiyor.

 

Üstat Dinani: Bakınız aslında mana yenidir. Mana hiçbir zaman eskimez. Manaya her dikkat ettiğinizde o yenilenir. Eğer siz ona dikkat etmezseniz mana diye bir şey olmaz. Siz dikkate almaz ve farkına varmazsanız mana olabilir mi? Manaya her dikkat ettiğinizde o yenilenir. Manada eskime olmaz.

 

Her dem ez in bağ beri mi resed

Tazeter ez tazeteri mi resed.

 

Bu bahçeden her an bir meyve gelir

Her tazesinden daha tazesi gelir.

 

Mevlana ne kadar güzel söylüyor:

 

Hin suhen-i taze begu ta do cehan taze şeved

Va rehed ez hedd-i cehan bi hedd u endaze şeved.

 

Yeni bir söz söyle de iki cihan yeni olsun

Dünyanın sınırından kurtulsun sınırsız ve ölçüsüz olsun.

 

Yani biz her an bir had veya sınır içinde esiriz. Yeni bir fikir söylediğimiz zaman o sınır kırılır ve dünya yenilenir. Mevlana'nın bir şiiri daha var ki konu buraya geldiğine göre burada söylemezsem yazık olur. Çok derin ve ince bir söz, diyor ki:

 

Ez yek endişe ki ayed der derun

Sed cehan gerded be yek dem sernegun.

 

İçten gelen bir düşünceyle

Yüzlerce cihan bir anda devrilir.

 

Siz yeni bir düşünce bulduğunuz zaman sizin tüm iç dünyanız değişir. İç dünyanız değişince de dünyanız değişir. Sonuç itibariyle asıl soru şudur: Dünya kimin için yenidir? Düşünen kimseler için. Eğer düşünüyorsan her düşünce dünyanı yeniler. Eğer düşünmüyorsan her zaman eskisin. Düşünmeyen biri için dünya her zaman eskidir; ama düşünen insan için eski diye bir şeyin anlamı yoktur. Düşünürde eskilik yoktur, düşündüğün her an dünyan değişir, yenilenir. Peki düşünmeyen birinin nesi değişir? Bedeni değişse de o anlamadıktan sonra ne faydası var? Âlem değişim halindedir, eğer o düşünmüyorsa o değişimi de anlamaz.

 

Düşünmemek eskiliktir. Düşünmek ise yenilikçiliktir. Biz yenileşmeyi böyle anlamlandırıyoruz. Dolayısıyla modernite ile de sorunumuz olmaz inşallah. Elbette biz modernitenin fesatlarını kabul edemeyiz. Modernitenin Batı'da bir kültürel yükü vardır ki onu açıklamak için ayrı bir programa ihtiyacımız var. Ancak gerçek anlamıyla yenilikçi olacağız ve inşallah hiçbir eskimiz olmaması için düşüneceğiz.

 

Laricani: İnsan sürekli bir akış içindedir.

 

Üstat Dinani: Zaten insan bir cereyandır, “cevheri hareket” cereyan demektir. 

 

Laricani: Bu anlamda aslında moderniteyi biz anlamlandırıyoruz. Onların anlamlandırması, aslında kendi yarattıkları gelenek için bir sorundur.

 

Üstat Dinani: Fakat bizim yeni dediğimiz şey, ilahi bir yenidir. Eğer ilahiyattan vazgeçilirse ve sadece bu maddi âlemden ibaret kalınırsa bir çeşit eskileşme olur. Ama eğer ilahi boyuttan bakılacak olursa artık âlem asla eskimez. Bakın bunu daha önce de söyledim; ama bir kez daha açıklayayım. Bir yatay hareket vardır. O, zaman açısından “geçmiş”, “şimdi” ve “gelecek” diye bölünmüştür. Gelenek ve modernite diye ayrılmıştır. Bir de dikey hareket vardır. O ise âleme her zaman yukarıdan bakar. Yukarıdan âleme, aşağıdan ise yukarıya doğru olan ilahi bakışta hiçbir zaman eskilik diye bir şeyin anlamı yoktur. O, her zaman yeni ve tazedir.

 

Laricani:

 

Hafız ne kadar güzel söylüyor:

 

Bizarem ez an köhne hodayi ki to dari

Her lahza mera taze hoda-yi digeresti.

 

Senin sahip olduğun o eski tanrıdan bıktım

Benim için her an yeni Tanrı var.

 

Üstat Dinani: Evet, burada kastedilen Allah düşüncesidir. Hafız, “hubbi hareket”in beynidir.

 

Laricani: Evet üstat, Molla Sadra bir cümleyle insana nasıl da yeni bir dünya açıyor. Zira “cevheri hareket” esasına göre varlık dünyasının temelinde hareket, değişim ve yenilik cereyan ediyor. Bunu dedikten sonra da sözlerini belgelendiriyor. Bunlardan biri de tezat kuralıdır. Burada güzel bir şey de söylüyor diyor ki: “İnsan yeni gördükçe, güzel görür.” Yani güzel görmek, yeni görmektir.   

 

Üstat Dinani: Burada Sadru'l-Muteellihin, resmi felsefesi olan “cevherî hareket”te diyalektikten söz etmemiştir. Fakat irfana girince, irfanın içinde bir tür diyalektik vardır. Daha önce de işaret etmiştim. Tabii, Hegel diyalektiği değil; “ilahi diyalektik”. Bunun adını ben koydum, “ilahi diyalektik” bana ait bir terim.

 

İlahi diyalektik nereden doğuyor? Bakınız Hegel diyalektikten bahsettiğinde “tez”den, “antitez”den ve “sentez”den söz ediyor. Yani “durum”, “karşıt durum” ve bu durum ile karşıt durumun “birleşimi” söz konusudur. Tez, mevcut durumdur; antitez, yani her şey zıddını kendi içinde besler. Tezin zıddı oluştuğunda da bu “tez” ile “antitez”in birleşimi yani “sentez” meydana geliyor. Hegel, tarihin akışını bu şekilde açıklıyor; ancak şu an bizim konumuz Hagel felsefesi değil.

 

Bu düşünce tarzı, bizim Mevlana Celalaedin'de çok yoğun bir şekilde söz konusudur. Mevlana, tam anlamıyla bir ilahi diyalektikçidir. Mevlana'nın tüm düşüncelerini ilahi diyalektik çerçevesinde açıklayabilirsiniz. O, âlemde sürekli olarak bu zıtlıkları görmektedir. Biraz daha yukarı çıktığımızda Cüneyd-i Bağdadi'ye ulaşıyoruz. Onda da bu diyalektik mevcuttu.

 

Şimdi ben ariflerden de biraz daha yukarı çıkmak istiyorum. Arifler bu ilkeyi nereden aldılar? Gerek Mevlana, gerek Cüneyd-i Bağdadi ve gerekse diğer arifler. Bunun kökeni Kur'an'dadır. “Huvel evvelu ve'l-ahiru ve'z-zahiru ve'l bâtın” diyalektik değil midir? “Evvel” dediğimiz zaman “ahir” ile farklıdır işte. “Zahir” ve “bâtın” da aynı şekilde. Her zaman “evvel”den “ahir”e ve “ahir”den “evvel”e bir akış vardır.

 

Allah hem “evvel”dir hem de “ahir”dir. Yeni her ikisidir, işte bu diyalektiktir. Allah hem “zahir” hem de “bâtın”dır. Hak Teâla'nın hem “zahir” hem “bâtın”, hem “evvel” hem “ahir” olması, ariflerin “ilahi diyalektik”inin kökenidir.

 

Allah, ahiret âlemini yarattığı kadar, dünya âlemini de yaratandır. Melekutu yaratan olduğu kadar mülkü de yaratandır. Allah cenneti yarattığı gibi cehennemi de yaratandır. Cehennemi başka biri mi yarattı? Cehennemi yaratan kimdir? Allah'tır. İşte bu tezattır; cennet ve cehennem tezat değil mi? Fakat her ikisinin de yaratıcısı Allah'tır. Bir soru daha sorayım: Melekleri Allah yaratmadı mı? Buna karşın İblis'i de yarattı. İblis onların cinsindendi ya da değildi meselesine şimdi girecek değiliz.

 

İblis'in işi şeytanlıktır. İblis'in elinden şeytanlıktan başka bir şey gelmez. İblis, iblislikten başka bir şey yapar mı? İblis bazen iyi işler de yapar mı? Hayır, İblis iyi bir iş yapamaz. İblis'in iyilik yapması, ateşin buz tutması gibidir. Ateş buz tutabilir mi? Ateş ateşlik yapar, İblis de iblislik yapar.

 

Şimdi başka bir şey sorayım: Bu dediğimi farz edelim, mesela İblis iyi bir kılıkta ortaya çıksa; -çünkü İblis her türlü kılığa girebilir- gelip doğru bir söz söylese... İblis her zaman yalan söyler. İblis kelimesi “telbis” kelimesiyle aynı köktendir, yani tersyüz edilmiş demektir, yani hak olmayan, yani yanlış demektir. İblis telbis kelimesinden geliyor. İblisin işi şeytanlık ve yanlış yaptırmaktır. Şimdi tüm bunlara rağmen şunu farz edelim, -muhali farz etmek muhal değildir- İblis bir kılıkla ortaya çıktı ve bizim karşımızda doğru bir söz söyledi. Biz de onun söylediği sözün doğru olduğunu biliyoruz. Peki biz onun sözünü kabul eder miyiz?   

 

Laricani: Hayır sözünü kabul etmeyiz. Çünkü iblisin gereği telbistir, yalandır.

 

Üstat Dinani: Evet, o halde şunu biliriz ki ya söylediği doğru değildir veya doğru olduğunu biliyor olsam bile bilirim ki o doğrunun ardında bir şeytanlık gizlidir. Çünkü İblis'in zatı hıyanettir. İblis ortaya çıkıp bir doğru söylese ve biz de onun söylediğinin zahiren doğru olduğunu bilsek bile ben onun söylediğini kabul etmem. Çünkü derim ki ya ben onun doğru olduğunu düşünmekle yanılıyorum veya söylediği gerçekten doğru dahi olsa onun arkasında bir şeytanlık vardır. İblis'in sözünü asla kabul etmem; çünkü İblis'in işi telbistir ve yanlışa düşürmektir.

 

Bunu ilahi diyalektik konusuna örnek olsun diye söylüyorum. Allah melekleri yarattığında İblis'i de yarattı. Meleklerin işi doğrudur. Melekler işlerini doğru yaparlar. Cebrail, vahyi doğru nazil eder, Mikail işini doğru yapar, Azrail doğru yapar; her melek işini doğru bir şekilde yapar. İblis ise sürekli aldatır. Peki bunların her ikisinin de yani İblis'in de meleklerin de yaratıcısı kimdir? Allah'tır.

 

Allah hem İblis'i hem de melekleri yaratandır, Allah hem cenneti hem de cehennemi yaratandır, hem mülkü hem de melekûtu yaratandır. Hem iyilikleri yaratandır hem de kötülükleri yaratandır. “Onlara, bir iyilik isabet etse, ‘Bu Allah'tandır.' derler. Onlara, bir kötülük isabet etse, bu ‘sendendir.' derler. De ki: Hepsi Allah'tandır.” (Nisa: 78) siz bu ayeti geçen programda okumuştunuz.

 

Siz bunda bir tür ilahi diyalektik görmüyor musunuz? Ancak bu iyi ve kötü ve bu melek ve İblis, her ikisi de bizdedir. İnsan her ikisinin de macunudur, yani karışımıdır. Bu ağaç karşım değildir, bu duvar değildir, bu ay değildir, bu yıldız değildir, bu güneş değildir. Güneş her zaman güneşliğini yapar, Ay her zaman kendi işini yapar. Ama meleğin ve İblis'in karışımı, cennet ile cehennemin karşımı, iyilik ile kötülüğün karışımı hangi varlıktır? İnsandır.

 

İnsan hem cennettir hem de cehennem, hem melek huyludur hem de şeytan sıfatlıdır. Hem doğru söyler hem yalan söyler. Her ikisi de vardır. Şimdi bu denizleri aşması gereken insan adlı bu karışıma Allah akıl da vermiştir. Allah ona tanıması için akıl vermiştir. İşte akıl ilahi nurdur, Allah ilahi nuru ona emanet bırakmıştır. Allah insana bu ilahi nuru emanet verdi ki cehennem neresidir cennet neresidir, iyi nedir kötü nedir bilsin.

  

Herkes iyinin ve kötünün ne olduğunu bilebilir. Elbette bazen yanılabilir; ama kendi içine yöneldiği zaman iyiyi ve kötüyü tanır. İşte bu bir tür diyalektiktir ve ben buna ilahi diyalektik adını veriyorum. Bu, Hegel'in diyalektiğinden farklıdır. Hegel, diyalektiğe yalnızca zamanı getirmiştir. Zamandan öteye geçemez. Bizim söylediğimiz ise zamanın da ötesindedir. Zamanın yaratıcısını tasavvur ediyoruz.

 

Allah hem iyiliğin hem kötülüğün yaratıcısıdır ve insan da bunların her ikisini de içinde taşıyan tek varlıktır. Başka hiçbir varlıkta bu yoktur. Mesela meleklerde kötülük yoktur, onlar saf nurdurlar. İbliste ise iyilik yoktur, onun da zatı aldatma ve hatadır. Bu iki yöne de birlikte sahip olan tek varlık biz insanlarız. Bu iki taraflı, iki yönlü yolda doğru yolu bulup gitmek gerçekten çok zor bir iştir. Bu diyalektik insandadır ve diyalektik düşünce de insandadır. İnsan bu sebeple diyalektik düşünebilir.

 

Laricani: Mevlana da sizin bahsettiğiniz bu diyalektiği teyit ediyor ve şöyle buyuruyor:

 

Sed hezaran zıd ra zıd mi koşed

Bazişan hükm-i to birun mi keşed

Ez ademha suy-i hesti her zeman

Hest ya Rab karevan der karevan.

 

Yüz binlerce zıddı zıt öldürüyor

Senin hükmün onları tekrar dışarı çekiyor

Yokluktan varlığa her zaman

Ya Rab, kervan kervan gelip duruyor.

 

Üstat Dinani: Evet kervan kervan geliyor... Gördüğünüz gibi Molla Sadra'nın “cevheri hareket”ini de bir anlamda diyalektik olarak anlamak mümkün. Ama burada açıkça feyzin devamının bir cereyan meydana getirdiğini söylüyor. Akan bir ırmak gibi feyz de daimdir. “Ya vasıte'l-yedeyn” (iki eli açık) ifadesinde diyalektik söz konusudur. “Yedeyn” yani Allah'ın “iki eli” derken kastettiği “celâl” ve “cemâl”dir, “lütuf” ve “kahır”dır, “kabz” ve “bast” elidir.  Allah'ın iki eli var; celâl eli var ve cemâl eli var. “Kabz” eli var bir de bast eli var. İşte bu yüzden “ya vasıte'l-yedeyn” ifadesi diyalektiktir. Neden “Ya daimel-fazl” yani “ey lütfu daim olan” diyor? Çünkü Allah “vasıte'l-yedeyn” yani “iki el” sahibidir. Bir eli “kabz”dır, yani sıkıştırandır; bir eli ise “bast” yani açandır. Bir eli “ihya”dır yani diriltir, bir eli ise “imat”tır yani öldürür.  

 

Laricani: O halde bu diyalektiğin temeli Allah'ın feyzinin kendisidir.

 

Üstat Dinani: Tabi ki... Söylediğimiz gibi arifler bunu kendinden söylemiyor ki, arifler söylediklerini Hakk'tan alarak söylüyorlar.      

 

Laricani: Üstat, o halde Mevlana “kervan kervan gelir” dediği gibi, bu dünyanın ötesinde ahiret bir son ve “adem” yani yokluk değildir.

 

Üstat Dinani: Hayır, hayır kesinlikle, ilahi diyalektikte “ademin” yani yokluk diye bir şeyin anlamı yoktur. Sürekli değişim vardır. “Cevheri hareket”te iki şey yoktur. Birincisi “adem” yani yokluk yoktur. İkincisi ise tenasüh (reenkarnasyon, ruh göçü) yoktur. Tenasüh, ruh ile bedenin ayrılığı esasına dayanır. Yani tenasühü kabul edenlere göre ruh bir bedenden çıkıyor ve diğer bir bedene giriyor. Hâlbuki biz “cevheri hareket”i açıklarken söyledik: Ruh ile beden birbirinden ayrı değildir. Biri “terevvuh” diğeri ise “tecessüm”dür. O halde “cevheri hareket”e göre artık tenasüh imkânsız hale gelmiş oluyor. Tenasüh, yanlış bir öğretidir ve İslam'a da aykırıdır. Bunun kökeni Budizm'dir ve diğer dinlere de oradan yayılmıştır. Hem ilahi diyalektikte hem de Molla Sadra'nın “cevheri hareket”inde tenasüha yer yoktur. Tenasüh düşüncesi temelden yanlıştır.

 

Laricani: O halde şu sonuca varabiliriz. Uydurma irfanlara, sahte mistisizm ve yanlış düşüncelere karşı koyabilmek için kendi saf irfanımızı anlamalı ve anlatmalıyız. Çok yararlandık üstat, ben özellikle de bu diyalektik konusunda müstakil bir program yapmayı düşünüyordum. İnşallah izleyicilerimiz de yararlanmıştır.

 

Bir diğer programda buluşmak dileğiyle aziz, üstadımızla birlikte hoşça kalın diyoruz.

 

 

Çeviren: Hüseyin Mahir   

 

www.medyasafak.net  

 

 

https://www.youtube.com/watch?v=3D02w6H1lQQ