İbn Teymiyye'nin Ehl-i Beyt (a.s.) Düşmanlığı (4)

İbn Teymiyye'nin Ehl-i Beyt (a.s.) Düşmanlığı (4)
İbn Teymiyye Emevîlerin yapmış olduğu cürümler ve kötü ameller meselesini İsrailoğulları ile mukayese etmiş ve şöyle demiştir: Ümeyyeoğullarının cürmü, İsrailoğullarının cürmünden daha büyük değildir. O halde Muaviye'nin, Hasan’ı zehirleme emri vermesi, onun bazı savaşlarının emrini vermesi gibiydi. (Minhâcu’s-Sünne, c. 2, s. 255)

 

 

Ali'nin (a.s.) Kur'an'ın Tevili için Savaşması

 

 

Buharî ve Müslim'in üstadı olan Ahmed bin Hanbel Müsned'inde şöyle yazıyor:

 

İsmail, babası Ebu Said Hudrî'den naklediyor ki: Resûlullah'ın (s.a.v.) teşrif etmesini beklerken oturmuştuk. Çok geçmeden Resûlullah (s.a.v.) hanımlarından birinin evinden çıkageldi. Yerlerimizden kalktık ve o hazretle beraber yola koyulduk. Biraz yürümüştük ki Peygamberin ayakkabısının bağı koptu. Ali onu bağladı. Allah Resûlü (s.a.v.) yürümeye devam etti ve biz de O'nunla beraber hareket ettik. Biraz yürüdükten sonra Allah Resûlü (s.a.v.) durdu ve biz de O'nunla beraber durduk. Peygamber (s.a.v.) Ali'nin gelmesini bekliyordu. Bu arada Peygamber-i Ekrem şöyle buyurdu: Doğrusu sizden biriniz, benim Kur'an'ın nüzulü için savaştığım gibi Kur'an'ın tevili için savaşacaktır. Ebu Bekir ve Ömer dediler ki: Acaba Kur'an'ın tevilinin beyanı için savaşacak kimseler bizler miyiz? Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Hayır, benim ayakkabımın kopan bağını bağlayan kimse Kur'an'ın tevili için muhaliflerle savaşacaktır.

 

Sonra gelecekteki görevini müjdelemek için Ali'yi görmeye gittik. Ali bizim verdiğimiz müjdeyle ilgilenmedi, sanki bu makamını Allah Resûlü'nün (s.a.v.) bizzat kendisinden işitmiş gibiydi. (c. 3, s. 81)

 

Heysemî bu hadisi naklettikten sonra şunları yazıyor: “Ahmed bin Hanbel bu rivayeti nakletmiştir ve senedi hasendir. Ben diyorum ki Ali hakkında bundan daha uzun rivayetler de naklolunmuştur. Aynı şekilde O'na karşı savaşanlar hakkında da pek çok rivayet vardır.” (Mecmeu'z –Zevâid, c. 6, s. 244). Başka bir yerde de şöyle der: “Bu rivayeti Ahmed bin Hanbel de nakletmiştir ve Fıtr bin Halife hariç tüm ravileri aynı zamanda Buharî'nin de ravisidir. Fıtr bin Halife de güvenilirdir (sika).”  (Mecmeu'z –Zevâid, c. 9, s. 313)

 

 

 

Ali'ye Yardım Etmeyen Kimse, Benden Değildir

 

 

İbn-i Asakir, Ammar bin Yasir'den nakille şöyle yazıyor:

 

Resûlullah'ın  (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: “Ey Ali! En kısa zamanda bağî (isyancı, günahkâr) bir güruh seninle savaşacak ve sen hak üzere olacaksın. Her kim o gün sana yardım etmek için kıyam etmezse, benim ümmetimden değildir.” (Tarihu Medineti Dimeşk, c. 42, s. 473; Kenzu'l-Ummal, Muttakî Hindî, c.13, s. 613)

 

Elbette İbn Teymiyye'nin Emirü'l-Müminin'e (a.s.) yaptığı hakaretler bunlarla sınırlı değildir, ancak biz özetlemek niyetinde olduğumuz için sadece bunlarla yetiniyoruz.

 

 

 

Hazret-i Fatıma'ya (selamullâhi aleyhâ) Hakareti

 

 

Ürdünlü çağdaş âlimlerden Üstad Hasan Sakkaf et-Tenbih ve Reddu ala Mutekidi Kidemi'l Âlem ve'l-Hadd adlı eserinde şunları yazıyor: “Bazı insanlar, İbn Teymiyye'nin sözlerini delil olarak kabul ederek ona Şeyhul-İslam diyorlar, oysaki o nâsıbîdir ve Emirü'l-Müminin'in düşmanıdır. Ayrıca Hz. Sıddıka aleyhinde de söz söylemeye cesaret ederek şöyle demiştir: O'nda -Allah'a sığınırız- nifaktan bir parça bulunmaktadır.” (bkz. Minhacu's-Sünne, c.4, s. 245)

 

Oysaki Şiî ve Sünnîlerin ittifakıyla Hz. Peygamber (s.a.a.) Hz. Zehra'yı "Âlemlerin Kadınlarının Efendisi” olarak tanıtmıştır. Buharî, Resûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Sıddıka'ya şöyle hitap ettiğini yazmıştır: “Acaba cennet hanımlarının ya da mümin kadınların efendisi olmaya razı değil misin?” (Sahihu Buharî, c. 4, s.183)

 

Başka bir yerde ise Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu yazmıştır: “Fatıma cennet hanımlarının efendisidir.” (Sahihu Buharî, c. 4, s. 219)

 

Acaba cennet kadınlarının efendisinin hâşâ neüzubillâh münafık olması mümkün müdür?

 

 

 

Ali'nin Fatıma'nın Üstüne Evlenmek İstemesi Fatıma'ya Eziyet Etmek İçindi!

 

 

İbn Teymiyye diyor ki: “Ali (a.s) Fatıma'nın üstüne evlenmek istiyordu, demek ki Fatıma'ya eziyet etmek niyetindeydi!” (Minhacu's-Sünne, c. 2, s.171)

 

Emirü'l-Müminin'e yapılan bu iftiradan Allah Azze ve Celle'ye sığınırız! İbn Teymiyye ve taraftarlarının İmam Ali'ye (a.s.) attıkları çirkin iftiralardan biri de, Ebu Cehil'in kızına talip olduğu hikâyesidir. Bu hikâyenin hedefi bir yandan Emirü'l-Müminin'in makamını aşağı çekmek, diğer yandan da birinci ve ikinci halifenin Hz. Zehra'nın hakkını gasp etmelerini gözlerden kaçırmaktır. Pek çok Sünnî ve Şiî kitaplarındaki müteaddit rivayette şöyle nakledilmiştir: “Her kim Fatıma'ya eziyet ederse, Peygambere eziyet etmiş gibidir.” Nitekim Buharî'nin Sahih'inde şöyle yazılmaktadır. Allah Resûlü (s.a.a.) buyurmuştur ki:

 

Fatıma benden bir parçadır. Her kim O'nu kızdırırsa, beni kızdırmış olur.” (Sahihu Buharî, c. 4, s. 210, Kitâbu Fezâili's-Sahabe, 12. Bab-Menâkibu Karabeti Resûlillah) Öte yandan Buharî'nin kendisi Sahih'inde şunu yazmıştır: “Fatıma Ebu Bekir'in yanından öfkeli bir şekilde ayrılmış, ona öfkesi geçmemiş ve vefat edinceye kadar da Ebu Bekir'le konuşmamıştır.”

 

İbn Teymiyye ve fikirdaşları bu meseleyi tevcih etmek (kendi anlayışlarına göre yorumlamak) için çok çabalamışlardır. Fatıma'nın kızgınlığının, Emirü'l-Müminin ile ilgili olduğu ve rivayetlerin O'nun hakkında söylendiğini iddia etmişlerdir. Bundan önce söz konusu şüpheyi ayrıntılı bir şekilde ele almıştık, burada sadece birkaç kısa cevapla yetineceğiz. Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyen dostlarımız aşağıda linki verilen adrese başvurabilirler. http://valiasr-aj.com/fa/page.php?bank=salam&id=4

 

 

Hadisenin gerçek olmadığının delilleri:

 

 

1- Emirü'l-Müminin'in düşmanlarından Misver bin Mahrame

 

Misver bin Mahreme, bu rivayeti nakleden tek kişidir ve hiçbir sahabe bu konu hakkında bir şey zikretmemiştir. O Emevîlerin ateşli taraftarlarından, Muaviye bin Ebu Süfyan'ın yakınlarından ve onun hadis uydurma ekibindendi. Zehebî'nin dediği gibi: “Misver ne zaman Muaviye'nin adını duysa ona salâvat getirirdi.” (Siyeru Alemi'n-Nubela, c. 3, s. 392) Acaba böylesi bir kişinin Emirü'l-Müminin (a.s.) hakkında söylediği bu türden sözlerin bir değeri olabilir mi?

 

 

2-  Misver'in yaş itibariyle iddia edilen zamanı derk etmesi mümkün değildir

 

 

Misver hicretin ikinci yılında doğmuştur. İbn-i Hacer şöyle diyor: “Misver hicretten iki yıl sonra Mekke'de doğup sekizinci yılın zilhicce ayında Medine'ye gelmişti. 64 yaşında da ölmüştür.” Bazı Ehl-i Sünnet uleması Ebu Cehil'in kızını isteme olayının hicretin ikinci yılında vuku bulduğunu söylemektedir. Yani bu olay gerçekleştiğinde Misver bin Mahreme daha yeni dünyaya gelmiş ve bundan altı yıl sonra Medine'ye gitmiştir.

 

Mısır'ın seçkin üstatlarından (aynı zamanda Mısır başsavcı muavini) Üstad Tevfik Ebu İlm'in Fatımatu'z-Zehra adlı bir kitabı mevcuttur. O kitabının 146. sayfasında şöyle diyor: "Ali'nin (a.s.) Ebu Cehil'in kızını istemesi olayı hicri ikinci yılda meydana gelmişti."

 

Bu açıklamayla beraber nasıl olur onun sözü nasıl kabul edilebilir? Hatta bu olayın hicri sekizinci yılda meydana geldiğini -ki Misver bin Mahreme bu yılda altı yaşındaydı- ve bu olaya şahit olduğunu farz etsek bile yine de onun sözleri kabul edilemez. Çünkü hadisin metninde kendisi şöyle diyor: "ve ene muhtelim"; yani ben buluğa ermiştim ve ihtilam oluyordum. Acaba altı yaşındaki bir çocuğa muhtelim denilebilir mi?

 

 

3- Misver, Peygamberin karşısında çıplak bir halde

 

 

Şahitlerin Ehl-i Sünnet'in kendi kitaplarında işaret ettikleri üzere o bahsi geçen zamanda Medine'deydi ve aklî açıdan kemâle ermemişti. Öyle ki, Resûlullah'ın ve diğer insanların karşısında çıplak bir vaziyette ortalıkta dolanıyordu. Müslim Nişaburî Sahih'inde onun kendi nakliyle şöyle diyor: “Ben peygamberin huzurunda mescid yapımı için taş taşıyordum, üzerime bir parça bağlamıştım. Taş taşırken bu parça açıldı ve görünmemesi gereken yerlerim göründü, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Git de elbiseni giyin, çıplak dolaşma!”  Acaba başkalarının karşısında çıplak dolaşmaması gerektiğini bile anlayamayacak bir çocuğun sözüne itimat edilebilir mi? Nasıl olmuştur da hicretin sekizinci senesinde, bütün o sahabelerin arasında sadece avretini örtmesi gerektiğini bilmeyen, buluğa ermemiş bir çocuk olan Misver bin Mahreme bu meseleye şahit olmuştur da diğerleri bu olayı nakletmemiştir?

 

 

 

4- Allah Resûlü'nün kızıyla, Allah düşmanının kızının beraber bulunmasının haramlığı

 

 

Buharî bu olayı şu şekilde nakletmektedir:

 

“Allah Resûlü, Ali'nin Ebu Cehil'in kızını istemeye gittiğini duyduktan sonra rahatsız olmuş bir şekilde mescide gelerek şöyle buyurdu: Fatıma benim parçamdır, ben kimsenin onu üzmesini istemem, Allah'a yemin olsun ki, Allah Resûlü'nün kızıyla, Allah düşmanının kızı aynı anda bir kimsenin nikâhı altında olmamalıdır.” (c. 4, s. 212 ve 213)

 

Diğer bir rivayete göre ise Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle demiş:  “Ali eğer Ebu Cehil'in kızını almak istiyorsa, benim kızımı boşamalıdır. Fatıma benim canımın parçasıdır, Fatıma'yı inciten beni incitmiştir...”  (Sahihu Buharî, c. 6, s.158, Hadis 5230, Kitabu Nikâh, Bab 109; Sahihu Müslim, c. 7, s.141, Hadis 6201, Kitabu Fezâili's-Sahabe (r.a.), Bab 15)

 

Bu iki rivayetten anlaşılmaktadır ki, bir kimsenin hem Resûlullah'ın kızıyla, hem de Allah Resûlü'nün düşmanının kızıyla evlenmesi haramdır. Oysa, Osman bin Affan hem Allah Resûlü'nün kızı ve hem de O'nun düşmanının kızıyla evliydi. Şöyle ki Remle bint Şeybe, Osman bin Affan'ın hanımlarından biridir. Onunla Mekke'de evlenmişti ve Osman'la birlikte Medine'ye hicret edenlerden biriydi. İbn Abdilberr bu konuda şunları yazıyor: “Remle bint Şeybe kocası Osman ile birlikte Medine'ye hicret etmişti.” (el-İstiâb, c. 4, s.1846)

 

Remle'nin babası Şeybe, Peygamberin düşmanlarından biriydi ve Bedir Savaşı'nda öldürülmüştü. Bu konuda İbn Hacer şöyle diyor: “Remle bint Şeybe'nin babası Bedir Savaşı'nda kâfir olduğu halde öldürüldü.” (el İsâbe, c. 8, s.142-143) Oysa aynı zamanda Resûlullah'ın kızı Rukeyye'nin de Osman'ın karısı olduğunu yazmışlardır. İbn Esir, Usdu'l-Ğabe'de şöyle yazıyor: “Osman Müslüman olduğunda, Allah Resûlü kızı Rukeyye'yi onunla evlendirdi. Onların ikisi de Habeşistan'a hicret ettiler. Sonra oradan döndüklerinde, Medine'ye hicret ettiler.” (c. 3, s. 376)

 

Osman ilaveten Ümmül Benin bint Ayyine ve Fatıma bint Velid bin Abduşşems ile de evlenmiştir ki her iki kadının babaları o zamanlar Allah'ın Resûlü'ne düşman idiler. Eğer gerçekten, Allah Resûlü'nün kızıyla O'nun düşmanının kızının bir arada olması haram olsaydı, Osman bu haram işe defalarca nasıl bulaşmıştır? Eğer haram değildiyse, Allah Resûlü Ehl-i Sünnet'e göre niçin Emirü'l-Müminin'e (a.s.) bunun için izin vermemiştir? Yoksa neûzubillâh Allah'ın helalini haram kılmak mı istiyordu?

 

 

 

5- Cuveyriye asla Medine'ye gelmemişti

 

 

Ebu Cehil'in kızı Cuveyriye'nin -Emirü'l-Müminin'in kendisini almak istediği iddia edilen kadın- hicri sekizinci yılda yeni Müslüman olduğu, bu tarihte Utab bin Useyd ile evlendiği ve hatta Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatına kadar da kesinlikle Medine'ye gitmemiş olduğu tarihin kesin hakikatlerindendir. İbn Sa'd Tabakâtu'l-Kubrâ'da şunları yazıyor: “Mekke'nin fethi gününde, Ümmü Hekim Müslüman olmuştur... Ebu Cehil'in kızı Cuveyriye de aynı gün Peygambere biat etmiştir... Ve Utab bin Useyd onunla evlenmiş ondan sonra ise Aban bin Said onu hanımı olarak nikâhına almıştı. Aban'dan hiç çocuğu olmamıştır.” (c. 8, s. 261-262)

 

Evvelen: Hiçbir tarihçi onun Peygamber döneminde Medine'ye geldiğini nakletmemiştir. Dolayısıyla Ali'nin (a.s.) onu istemiş olması mümkün değildir.

 

Saniyen: Müslüman olduktan hemen sonra Utab bin Useyd'in hanımı olmuştur.

 

Tüm bunlardan Emirü'l-Müminin'in hicretin ikinci ya da sekizinci yılında, üstelik Mekke'de değil de Medine'de ona talip olduğunu ve bu olaya Misver'den başka hiç kimsenin de şahitlik etmediğini kabul etmenin mümkün olmadığı belli olmaktadır.

 

 

 

Hz. Zehra'nın (selâmullahi aleyhâ) Faziletlerini İnkâr

 

 

İbn Teymiyye Hz. Zehra'ya (selâmullahi aleyhâ) hakaret etmekle kalmamış,  o Hazret'in Şii ve Sünnilerin ittifak ettiği pek çok faziletini de inkâr etmiştir. İbn Teymiyye, Minhacu's-Sünne'de şunları yazmaktadır: “Ancak o (Allame Hilli) şöyle söylemiştir: Bütün muhaddisler Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: ‘Ey Fatıma! Allah Azze ve Celle, senin gazabınla gazaplanır ve senin razı olduğundan razı olur.'  Bu yalandır ve Allah Resûlü'nden nakledilmemiştir. Tanınmış hadis kitaplarında geçmez, Peygamber' den (s.a.v.) ne sahih, ne de hasen bir sened ile aktarılmış değildir.”

 

Oysaki, Ehl-i Sünnet ulemasından pek çoğu bu rivayeti sahih senedle nakletmiştir. Bunlardan Hâkim Nişaburî Müstedrek'inde şöyle yazmaktadır: “Ali, Hz. Peygamber'in, Zehra'ya (selâmullahi aleyhâ) şöyle hitap ettiğini nakletmiştir: Doğrusu Allah Azze ve Celle senin gazaplanmanla gazab eder ve senin rızanla da razı olur.” Hâkim Nişaburî hadisi naklettikten sonra diyor ki: “Bu hadisin isnadı sahihtir ancak (Buharî ve Müslim) nakletmemişler.” (Müstedrek, c. 3, s. 153)

 

Heysemî de bu hadisi naklettikten sonra şöyle der:  “Senedi hasendir.” (Mecmeu'z-Zevâid, c. 9, s. 203)

 

Diğer Ehl-i Sünnet büyüklerinden bu rivayeti nakledenlerin bazıları ise şunlardır: el Ahad ve'l- Mesâni, Dahhak 5/363; el Mucemu'l-Kebir, Taberani 1/108 -22/401; Usdu'l-Ğabe, 5/522; Zeylu Tarihi Bağdad 2/140-141; Tehzibu'l-Kemâl 35/250; Tercümetu Fatıma aleyhâsselam, Mizânu'l- İtidal 2/492; el-İsâbe 8/265; Tehzibu't-Tehzib 12/392-441; Tarihu Medineti Dimeşk 3/156; El Hasâisu'l-Kubra, Suyuti 2/265; Kenzu'l-Ummal 12/111 no: 34238.

 

 

Şimdi kimin yalancı olduğunu gördünüz mü? İbn Teymiyye bu kitapları hiç mi okumadı, yoksa Fatıma Zehra'ya (selâmullahi aleyhâ) karşı yüreğinde taşıdığı kin yüzünden mi O'nun faziletlerini inkâr çabasına girdi?

 

 

 

İmam Hüseyin'e (a.s.) Hakaret

 

 

İbn Teymiyye'nin, tarihî Aşura Kıyamı ve Hüseyin bin Ali'nin (a.s.) şehadetiyle ilgili çok ilginç görüşleri vardır ve Emevîler dışında kimse de şimdiye kadar böylesi bir görüş izhar etmemiştir. Teymiyye'nin Yezid bin Muaviye'ye karşı özel bir muhabbeti vardı. Hatta öyle ki İmam Hüseyin'in (a.s.) kıyamını sadece şer bir kıyam saymakla kalmayıp, pek çok meselede Yezid'i cansiperane müdafaa etmiş ve onu tarihe kara bir leke olarak geçen bu olaydan aklamaya çalışmıştır. Biz bir kaçına işaret edeceğiz. O, İmam Hüseyin'in (a.s.) kıyamı hakkında şunları söylüyor:

 

“Kıyamda (İmam Hüseyin'in kıyamında) ne dinin maslahatı vardı, ne de dünyanın. Aksine söz dinlemez zalimlerin Resûlullah'ın torununu mazlum ve şehid olarak katletmesine imkân verdi. Onun kıyamında ve öldürülmesinde o kadar çok fesad vardı ki, eğer kendi şehrinde kalsaydı, o kadar fesad meydana gelmeyecekti! Demek ki, hayrı elde edip kötülüğü def etme kastıyla yaptığı kesinlikle netice vermedi, kötülükler onun kıyamı nedeniyle daha da arttı ve hayır azaldı. Ve bu büyük bir şerre sebep oldu, Hüseyin'in öldürülmesi, Osman'ın öldürülmesinin yol açtığı fitneler gibi pek çok fitneye yol açtı.” (Minhâcu's-Sünne, c. 4, s. 530)

 

İbn Teymiyye işi, Allah Resûlü'nün oğlu ve cennet gençlerinin efendisinde suç ve hata bulmaya kadar ilerletmiştir. Acaba Hüseyin bin Ali, bu işte maslahat olup olmadığını İbn Teymiyye kadar bilmiyor muydu?

 

İmam Hüseyin Efendimiz (a.s.) pek çok sözüyle bu meseleye bizzat kendisi cevap vermiştir. Bu cevaplarından birinde, Hürr bin Yezid Riyahi'nin ordusuyla karşı karşıya geldiğinde, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Her kim ki, Allah'ın haramını helal kılan, Allah'ın ahdini çiğneyen, Peygamber'in sünnetine muhalefet eden, halkın arasında günah ve düşmanlıkla muamele eden zalim bir sultan görür, sözleri veya davranışlarıyla ona karşı kıyam etmezse, Allah'ın onu cehennemde bu zalim sultanı attığı yere atmaya hakkı vardır. Bu topluluk her zaman şeytanı takip etmiş ve Rahman olan Allah'ın itaatine yüz çevirmiştir. Fesadı aşikâr kılmış, Allah'ın hududunu iptal etmiş, Allah'ın haramını helal ve helalini haram kılmışlardır. Ve ben hilafet makamına başkalarından daha layığım.” (Tarihu Taberi, c. 4, s. 304; el-Kâmil İbn Esir, c. 4, s. 48; El Futuh İbn A'sam, c. 5, s. 81)

 

Aynı şekilde Ehl-i Sünnet'in büyüklerinden birçoğu, ezcümle Zehebî Siyeru Alami'n-Nubelâ'da şöyle nakletmiştir: İmam Hüseyin (a.s.) Kerbela çölünde şöyle buyurdu: “Acaba hak ile amel edilmeyip batıldan vazgeçilmediğini görmüyor musunuz? Öyle ki mümin Allah'a kavuşmayı arzulasa hakkı vardır. Doğrusu ben, böylesi bir ölümü saadet ve zalimlerle beraber yaşamayı utanç ve pişmanlıktan başka bir şey olarak görmüyorum.” (Siyeru A'lami'n-Nubela, Zehebî, c. 3, s. 310; Tarihu İslam, Zehebi, c. 5, s.12; Mucemul Kebir, Taberani, c. 3, s. 115; Mecmeu'z-Zevâid, Heysemî, c. 9, s.192; Tarihu Medineti Dimeşk, İbni Asakir, c. 14, s. 217)

 

Hüseyin bin Ali'nin (a.s.) bu sözleri, İbn Teymiyye gibi bütün gayretini cahiliye sünnetini ihya ederek gerçek İslam'ı ortadan kaldırıp yerine “Ebu Süfyan İslamı”nı getirmeye harcayan Yezidîlere en iyi cevaptır. Acaba Resûlullah'ın Reyhanı'nın hiç bir maslahat olmadan böylesi büyük bir kıyama giriştiği düşünülebilir mi?

 

 

 

Beni Ümeyye'nin Cürmü, Beni İsrail'in Cürmünden Daha Büyük Değil!

 

 

İbn Teymiyye, Emevîlerin yapmış olduğu cürümler ve kötü ameller meselesini, İsrailoğulları ile mukayese etmiş ve şöyle demiştir: “Ümeyyeoğullarının cürmü, İsrailoğullarının cürmünden daha büyük değildir. O halde Muaviye'nin, Hasan'ı zehirleme emri vermesi, onun bazı savaşlarının emrini vermesi gibiydi.” (Minhâcu's-Sünne, c. 2, s. 255) Yine başka bir yerde, Yezid'in durumunu müdafaa etmek ve cinayetlerini tevcih etmek için şöyle diyor: “Yezid'in günahı Beni İsrail'in günahından daha büyük değildir. Beni İsrail peygamberleri öldürüyorlardı, Hüseyin'in öldürülmesi, enbiyanın öldürülmesinden daha büyük bir şey değildir.” (Minhacu's-Sünne, c. 2, s. 247)

 

Biz İbn Teymiyye ve taraftarlarına diyoruz ki: Hiç bir amel Son Peygamber'in çocuklarını öldürmekten ve Peygamber'in namusunu esir etmekten daha çirkin değildir. Öte yandan, Yezid'in yaptığı işin Beni İsrail'in yaptıklarından daha büyük olmadığı kabul edilse bile yine de Kur'an'ın birçok ayetinde onlara lanet edildiğini ve kendilerine azap sözü verildiğini görmekteyiz. Biz birkaç ayetle yetineceğiz.

 

İsrailoğullarından kâfir olanlara Dâvûd'un diliyle de lânet edilmişti, Meryemoğlu İsa'nın diliyle de. Bu da isyan ettiklerinden ve aşırı gittiklerindendi. İşledikleri kötülükten, birbirlerini menetmezlerdi. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de kötüydü.(Maide 78-79)

 

“...Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk çullanmıştı, Allah'ın da gazabına uğradılar. Evet, öyle de oldu; çünkü Allah'ın delillerine inanmamışlardı, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet, öyle de oldu; çünkü isyana boğulmuşlardı, çünkü aşırı gidiyorlardı.” (Bakara 61)

 

“Allah'ın âyetlerini inkâr edip haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan, doğruluğu emredenlerin canlarına kıyanlara gelince: Onları elemli bir azapla müjdele.” (Ali imran 21)

 

 

 

Yezid, İmam Hüseyin'in (a.s.) Öldürülmesi Emrini Vermemiş!

 

 

 

İbn-i Teymiyye, Yezid'i ve onun utanç verici amelini savunmak için tarihin en açık olaylarını bile inkâr etmiş, İmam Hüseyin'in ölümünün suçunu başkalarının üzerine yıkmak için çokça çaba sarf etmiştir. Bu konuda diyor ki: “Yezid, Hüseyin'in ölüm emrini vermemiştir ve buna razı da değildi. Hatta onun öldürülmesinden duyduğu acıyı izhar etmiş ve Hüseyin'in başı onun tarafından değil, İbn-i Ziyad tarafından taşınmıştır.” (Mecmûu'l-Fetevâ, c. 4, s. 486)

 

Yezid'in, İmam Hüseyin'in (a.s) katledilmesi emrini vermesi, tarihin kesin ve tevatür derecesindeki olaylardan sayılmaktadır ve bütün Müslümanlar bu konuda ittifak etmiştir. İbn İmad Hanbelî, Şezerâtu'z-Zeheb kitabında şunları yazıyor: “Taftazani, Şerhu Akâidi Nesefiyye kitabında diyor ki: Hüseyin'i öldüren veya ölüm emrini veren yahut buna izin veren veya bu işe rıza gösteren kimseye lanet edilmesi konusunda icma vardır. Yezid, Hüseyin'in öldürülmesine razı olduğu ve O'nun öldürülmesinden memnun olduğu ve Peygamberin Ehl-i Beyt'ine hakaret ettiği için laneti hak etmiştir ve bu da manevi bir tevatürdür. Bunun açıklaması haber-i vahide dayansa bile, biz o konuda (lanet etmek) susmayacağız, hatta onun kâfir ya da mümin olduğu konusunda da şüpheye düşmeyeceğiz. Allah'ın laneti ona ve onun taraftar ve dostlarına olsun.” (Şezerâtu'z-Zeheb, c.1, s. 68-69)

 

Ehl-i Sünnet âlimlerinden Şebrâvi şöyle yazıyor: Şüphe yok ki, Yezid bin Muaviye, Hüseyin'in katilidir. Çünkü Abdullah bin Ziyad'ı, Hüseyin'in katli için görevlendirmişti.” (el-İthaf bihubbi'l-Eşrâf, s. 62) Aynı şekilde Zehebî de şunları diyor: “Çünkü Yezid Medine halkına her istediğini yaptı. Hüseyin ve kardeşlerini, akrabalarını öldürdü, şarap içti ve başka kabul edilemez işler yaptı. Halk ona düşman olmuştu, birçokları onun aleyhine kıyam ettiler ve Allah Teâlâ onun ömrüne bereket vermedi.” (Tarihu İslam, Vefeyât 61-80, s. 30)

 

Yine İbn Esir Kâmil'de, Yakubî kendi Tarih'inde, İbn Kuteybe el-İmame ve's-Siyase'de, Yezid bin Muaviye'nin, Mervan'a yazdığı mektubu naklederek Yezid'in şöyle dediğini yazarlar: “Hüseyin'e biat edene kadar kaba davran, eğer biat etmezse boynunu vurun.” (el-Kâmil, İbn Esir c. 4, s.15; Tarihu Yakubî, c. 2, s. 241; el İmame ve's-Siyase, s. 175)

 

Acaba bu İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadet emrini vermek değil midir? Aynı şekilde İbn Esir halkın bir kısmının Ubeydullah bin Ziyad'ı ellerini Peygamberin çocuklarının kanına bulaştırması yüzünden kınadığını, onun da “Ben Hüseyin'i Yezid'in emriyle öldürdüm. Bana ya Hüseyin'i öldürürsün, ya da ben seni öldürürüm dedi. Ben de öldürülmemek için Hüseyin'i öldürdüm” dediğini yazar. (el-Kâmil, c. 4, s.140)

 

Şebrâvi de el-İthaf bihubbi'l-Eşrâf'ta  (s. 62) de şöyle yazıyor: “Hiçbir akıllı insan Hüseyin'in katilinin Yezid bin Muaviye olduğundan şüphe etmez. O, Ubeydullah bin Ziyad'ı Hüseyn'i katletmeye mecbur bırakmıştı.”

 

Acaba hala Yezid'in İmam Hüseyin'in (a.s.) katline ferman vermediğinden söz edilebilir mi?

 

 

 

Yezid'in Kötü Amellerini Yok Eden, İyilikleri Vardı!

 

 

 

İbn Teymiyye diyor ki:

 

“Yezid'in ya da onun dışındaki zalimlerden birinin bu amelinden tövbe etmediği, gerçekleştirdiği zulümleri yok edecek iyi işlerinin olmadığı veyahut o zulümlere kefaret olacak musibetlere uğramadığı nereden belli? Acaba Allah Teâlâ onu bağışlayamaz mı? Oysaki Allah Teâlâ kendisi şöyle buyuruyor: ‘Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar...' (Nisa 48)” (Minhâcu's-Sünne, c. 2, s. 252)

 

Bunlar Vahhabiliğin düşünsel kurucusu olan İbn Teymiyye'nin, Allah Resûlü'nün ailesine yaptığı hakaretlerin sadece bir kısmının örnekleriydi. Şimdi burada bir kez daha “nasibî”nin manasını Hasan bin Ferhan Maliki'den naklederek tekrarlayalım ve hükmü siz okuyucularımıza bırakalım.

 

"Nasb, Ehl-i Beyt ve Ali ile ilgili her türlü sapkınlığa gitmek ve hakikatleri tahrif etmektir; onlara lanet etmek veya onları fasık olarak tanımak -Emevilerden bazılarının yaptığı gibi- ya da onların faziletlerini küçük göstermek -yine onlar gibi-, onları metheden sahih rivayetleri zayıf göstermek veya Ali'nin yaptığı savaşlarda (Cemel, Sıffın ve Nehrivan'da) hata ettiğine inanmak yahut Emirü'l- Müminin'in (r.a.) hilafetinin meşruiyetinden ve O'na yapılan biatten şüphe duymak ve O'nun düşmanını övmekte aşırıya kaçmak. İşte bu ve benzeri konular nasb olarak kabul edilir." (Nehvu İnqazi et-Tarihi'l-İslâmî, s.298, Müessesetu'l-Yemameti's-Sahifiyye, Ürdün, h. 1418)

 

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

 

 

medyasafak.com