Hizbullah: “Onları görmezsin… Ama onlar seni görüyor!”

Hizbullah: “Onları görmezsin… Ama onlar seni görüyor!”
“Hizbullah’ı tam olarak anlayamıyorsun” diyor. Yüzündeki ciddiyet samimiyetini gösteriyor. “Sen Hizbullah’ı göremezsin… Onlar seni görür!” Onun uyarısı ve yorumu, bugünün Hizbullah’ını tanımlamak için oldukça isabetli veriler sunuyor.

 

 

 

Brett Redmayne-Titley

 

 

Watchingromeburn.uk

 

 

 “Bu iyi değil!” Yeni Lübnanlı arkadaşım gazetecilerin kolunu tutarak kesin bir dille uyarıyor…

 

“Nereye gidiyorsunuz? Burası onların mahallesi. Hizbullah'ın mahallesi. Burayı tamamen onlar kontrol ediyor!”

 

Her ne kadar bu uyarı, tehdit ya da başka olumsuzluk içermeyen iyi niyetli bir çaba olsa da aslında arkadaşımız bugünkü Hizbullah'ın anlaşılmasına ilişkin en önemli ipuçlarını vermekteydi.

 

“Hizbullah'ı tam olarak anlayamıyorsun” diyor. Yüzündeki ciddiyet samimiyetini gösteriyor. “Sen Hizbullah'ı göremezsin… Onlar seni görür!”

 

Onun uyarısı ve yorumu, bugünün Hizbullah'ını tanımlamak için oldukça isabetli veriler sunuyor. Batı medyasında, Lübnan'ı uzaktan okuyanlar, Hizbullah'ın sadece bir savaş gücü olduğuna ve bu nedenle de davet edildiği Suriye'deki gibi askeri üniforma ile kolayca tanımlanabileceğine inanıyor. Gerçek şu ki, bugün Lübnan'da Hizbullah, halka ait, halk tarafından ve halk için kurulmuş bir örgüttür. Doktorlar, öğretmenler, muhasebeciler, taksi şoförleri, esnaflar, zanaatkârlar ve diğer tüm mesleklerden insanların ortak paydası anavatanlarına olan sevgidir. Ve tekrar onu savunmak için kliniklerini, masalarını, tahtalarını, arabalarını, dükkânlarını veya küreklerini bırakarak Lübnan'ın arkasında yeniden saf tutacaklar.

 

Batılı medya, sadece Hizbullah'ın askeri boyutuyla ilgili haberler yaptığında aslında Hizbullah hakkındaki bütünsel gerçekliği kısıtlamış ve tek boyuta indirgemiş oluyor. 2006 savaşından bu yana Hizbullah ülkenin güneyini, İsrail'in üçüncü işgal girişiminden başarılı bir şekilde korumuş. Gayet bilinçli bir şekilde yönetilen olan bu örgüt, şimdi Lübnan toplumunda sıkı bir şekilde kök salmış durumda.

 

Lübnanlıların bu ulusal politik, toplumsal ve askeri örgütle ilgili olarak alışıldık anlatılarının altında yatan bilgi, Hizbullah'ın askerlerinden biriyle mülakat yapılarak örgüt hakkında bilgi edinmenin zor oluşudur. Batılı basın, tabii ki, rutin olarak bu örgütün yeni savunma stratejisini ve toplumsal mücadelesini şeytanlaştırmaya çalışmaktadır –ki bu strateji, askeri savunmanın da ötesinde savaş sonrası dönemde Lübnan'ın ve halkının kendisine en fazla ihtiyaç duyduğu anda onların yardımına koşmuş olmasıdır.

 

Tamamen militarize olmuş Lübnan-İsrail sınırına ulaşmakla geçen uzun bir günün ardından sınırdan dönen gazetecinin telefonunda, aniden tek kelimeden oluşan bir yazı belirdi: “Merhaba?”

 

“Size yardım edebilir miyim?” diye sordu yazdığı karşı cevabında…

 

Bir dakika… iki, üç. Ardından “Ortak dostlarımız var. Onlarla buluşmak ister misin? 10.30'ta mesela yarın? Electricite du Liban binası.”

 

Başka ülkelerde ekrandan haberler akarken bazı nadir anlar vardır ve… Fırsat kapıyı nadiren iki kere çalar. Hizbullah yetkilileriyle görüşmeye çalıştıktan ve bu teklifin değerini vermek için ortaya konan çabalardan bir hafta sonra bu metinlerin kökenine ilişkin bir tahminde bulunmak ve bilinmeyen bir randevu için basit bir teyit: “Tamamdır.”

 

Hizbullah yabancı orduların işgaline karşı bir ihtiyaç olarak doğdu. Bu hareketin kökleri,  Lübnan'ın Şii cemaatinin sosyal isyanının patlak verdiği 1960'ların sonu ve 70'lerin başlarına dayanır. Lübnan'ın iç karışıklıklarının patlak verdiği döneme denk gelen bu mücadele, 1978 yılında Libya'da son derece esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan din adamı İmam Musa Sadr'dan alınan ilhamla gerçekleşti. Sadr, bu yeni filizlenmiş direnişi “Mahrumlar Hareketi” olarak isimlendirdi. Lübnan toplumunu bölen politikalar ve 15 yıl boyunca (1975-1990) süren, Hıristiyan milisler ve Suriyelilerle Lübnanlı Müslümanlara karşı iç savaş konusunda rekabet eden İsrail'in yarattığı bir iç savaşta sokaklarda on yıldan fazla birbiriyle savaşan kırılgan bir ülke yarattı. Bu saldırı sırasında 1982 yılındaki İsrail işgali, saf Lübnan milliyetçiliğine dönüş formunda meydan okuyan Şii Radikalizmi için bir katalizör görevi gördü. Böylelikle Hizbullah yabancı savaşçıları ülkeden kovmayı ve Şii toplumunun süregelen acılarını rehabilite etmeyi amaçlayan bir hareket olarak doğdu.

 

Bu hedefler o dönemden beri genişleyerek büyüdü.

 

Hizbullah: Geleceğin ya da geçmişin savaşlarına dair?

 

Saat 10 Sabah 28. Electiricite de Liban binası şehrin içerisinde büyükçe bir yer kaplıyor. Etrafı, yüksekliği on adıma ulaşan sarı renkli çelik duvarlarla çevrilmiş. Ayrıca asker üniformalı bekçiler tarafından korunuyor. Diğer tarafta ise girişi kapatan askeri bir araç duruyor.

 

Hızlıca Gouraud Caddesi'ne yaklaştığımızda, görünüşe göre bizi ancak tanıyabildiler, pencereye yakın bir sürü araba. Beni nasıl tanıdıkları ise esrarengiz bir sır. Geç saatlerde beyaz renkli Toyota SUV marka bir otomobilin arka koltuğunda oturmaktaydım.

 

Elini sıkarken Beyrut limanının hemen güneyinde kalan kafeden kahve almak için aniden ortalıktan kaybolan şoförle kendimi özdeşleştirdim. Şoföre “Bu spotu gördün mü” diye sordu. Biz körfezin sonundaki küçük caminin yanından geçerken pencereyi işaret etti. “Burası eski Lübnan Başbakanı Hariri'nin 2004 yılında patlayıcı dolu bir arabanın infilak ettiği yer.” Camii, Hariri Camii olarak biliniyor ki, bu hiç de şaşırtıcı değil.  

 

Uzun gelen 20 dakikanın ardından şu an tam arkadaki köşede sessizce oturmakta olan ben, art arda önce kahve ve mocaları içerken şirketiyle ilgili sorular soran adamla tanışıyorum. Kendisini Hadi diye tanıtıyor. Tıpkı konuşma boyunca Hadi'nin yaptığı gibi, inceden inceye süzen gözlerle baştan aşağıya tarıyor. Parlak kel kafa, kalın siyah sarkık bıyık kırpılmış keçisakalı… Açıklamak istediği çok şey var. Ben dinliyorum… Cayır cayır yazıyorum…

 

Gerçekte Hizbullah'ın askeri kanadı, 2006 savaşından önceki duruma göre savunma noktasında çok daha organize ve hazırlıklı. Bununla birlikte Hizbullah'ın adamları, hareketin hem ruhani hem de siyasi lideri Şeyh Hasan Nasrallah'ın yönetimi altında oldukça değişti. Nasrallah'ın benimsediği Şii dini doktrininden gelen milislerin disiplinli ve ahlaki bir yönü de bulunuyor.  Tabii, şimdi o bütün dinlere karşı hoşgörüyle yaklaşıyor fakat askeri görevlerin mesleki ve ahlaki performans boyutuyla ilgili güçlü bir bilinçle birlikte… Sadece gerektiğinde…

 

Hadi, 2006'daki Temmuz Savaşında savaşmış ve bedeninde bunu kanıtlayacak izler hala mevcut. Başının sağ tarafında, kulağın hemen üstünde 8 inç derinliğinde yarı dairesel bir iz gösteriyor… “Bir İsrail roketi… Tam yanından sıyırdı. Elli adım ötedeki büyük ağaçların orada patladı.” sözleri dökülüyor ağzından.  “İki hafta boyunca bilincimi yitirmiş durumda kaldım. Hastanede ise iki ay…”

 

Modern Hizbullah Hareketi üyesi herkes gibi Hadi de ticaretle uğraşıyor. İşi turizmcilik. Bir ailesi var. Barış istiyor. 2006'da da barış istemişti. Şimdi de istiyor. Ancak halkın barışçı tavrına rağmen savaşın Lübnan halkına dayatıldığını düşünüyor. İsrail'in bir daha saldıracağını düşünmüyor, bu da bizim tartıştığımız konularla ilgili garip bir yorum olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte bir daha saldırırsa Lübnan ve Hizbullah'ın ülkeyi korumaya hazır olduğunu söylediğinde oldukça sert ve kararlıydı.

 

Radikal Sünni Müslümanların oldukça marjinal bir yapısı olan IŞİD'le mukayese, oldukça gülünç kaçıyor. Hizbullah'ın ezici çoğunluğu Şii fakat bir o kadar da kuşatıcı bir hareket. Yargısız infazlar yasaklanmış durumda. Uygun askeri protokol ve komutanların otoritesine saygı, uyulması zorunlu şartlardan. Burada eğitim ve hoşgörüyü önemseyen dini değerler çerçevesinde savunma gücünü geliştiren Hizbullah milisleri, kendisini bütün Lübnanlılara, kendisine omuz verilmesi gereken bir güç ve Batılı basın yayın organlarına da dünya kamuoyunun desteğini hak eden bir hareket olduğunu göstermek istiyor. Savaş sonrası süreçte bunu yapmak için sahip olduğu araçları geliştiriyor.

 

Hadi, 2006'da Temmuz Savaşı başladığında Lübnan-İsrail sınırında birbirinden ayrılmış 500 metrelik çit içerisinde bulunan küçük bir köyde yaşıyordu. Bölgedeki diğer bütün evler gibi tamamen yıkılmıştı. O, Hizbullah'ın ayrı bir savunma gücü olarak tek başına savaştığını anlatan hikâyeyi dile getiriyor: “Biz savaştık. Ben savaştım. Herkes savaştı! Çocuklar bile silah edindiler. Başka ne yapabilirdik ki?” Burada Hadi kahvesini masaya koyuyor ve sandalyesini, bu noktayı vurgulamak için ileri doğru kaydırıyor. “Anlamalısın”, ardından sesini düşürerek… “Birkaç gün içerisinde her şeyimizi kaybetmiştik. Sadece ülkemiz için savaşıyorduk. Ülkemiz… Ve hayatlarımız için…” 

 

Hadi mükemmel bir İngilizceyle konuşurken kelimelerini dikkatle seçiyor… 2006 Savaşından kaçınılabilmenin aslında mümkün olduğunu söylüyor. 12 Haziran 2006'da, 1050 Hizbullah savaşçısı ve siyasi mahkumu İsrail hapishanelerinden kurtarmak için pazarlık öncesi aşamada takas amaçlı kullanmak üzere Ehud Goldwasser ve Eldad Regev adlı iki İsrail askerini kaçırdıklarını anlatıyor.  Hizbullah'ın özel önem verdiği, 1975'ten beri İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunan Sami al Kuntar'a dair… Hadi, savaştan aylar önce İsrail'deki Ehud Olmert hükümetinin mahkum takası anlaşmasını kabul ettiğinde ısrar ediyor. Hizbullah'ın açıkça anlaşmayı tamamlamak için her türlü nedene sahip olduğunu söylüyor. “Ağırdan aldılar çünkü Olmert hükümeti Knesset'te güçlü bir direnişle karşılaştı” dedi.  Hizbullah aylardır hazırdı. Kaçırma, varılmak üzere olan bir anlaşmayı ihlal eden gecikmenin bir sonucuydu. Medya, Hizbullah'ın kendini haklı çıkarmasını engellemek ve onu suçlayabilmek için bu anlaşmayı görmezden geldi. Bu doğru değildi!”

 

2006'da Hizbullah, bölgede yaşayan insanların karışımından ibaretti ve var olan bütün silahları kullanıyor, ileri savunma taktikleri ve gelişmiş silahlar kullanarak savaşçılarını eğitiyordu. Hadi, Lübnan içerisinde sadece düşmana ait askeri araçları özellikle de tankları hedef aldığını sivil hedefleri hedef almadıklarını kesin bir şekilde ifade ediyor. Rus Kornet 9M 133 anti tank roketleriyle İsrailliler savaşın ilk günü 43 ikinci günüyse 65 tankını kaybetmiş. İsrailliler şanslarının dönmesinden umudu kesmiş.

 

20. günde İsrail'in sınırlarının kuzeyinde (Hizbullah'ın füzeleri nedeniyle) işe yarar zırhlı araç ya da ağır silah kalmamış. Bunu gören İsrail ordusu, stratejisini değiştirerek Güney Lübnan'da sivil alt yapıya ait ne varsa imha etmeye yönelmiş. Onların bu yaptıkları sonucu, içlerinde çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu yüzlerce sivil hayatını kaybetmiş.

 

Sonra birden savaşın şansı değişmiş.

 

Sınır çatışmaları sürerken, oldukça yavaş ilerleyen ve ölümcül bir tuzağa düşen İsrail askerleri, tankların yardımı olmadan bilmedikleri ve oldukça sarp kayalıklarla kaplı güney dağlarında bölgede kara çatışmasına girmek zorunda kalmış. Zayiat rakamları oldukça propagandif olmasına rağmen Hadi İsrail'in kayıplarının 400 asker civarında sivil kayıpların ise -Hizbullah savaşçılarının sivilleri hedef almaması nedeniyle- birkaç kişiyle sınırlığı kaldığını ifade ediyor. Bununla birlikte Lübnan tarafında çoğu sivil olmak üzere, bir kez batağa saplanmış ve sınır bölgesini ağır ateş altına almış İsrail ordusunun sivilleri hedef alan bir taktiği hayata geçirmesi nedeniyle 1300'den fazla insan hayatını kaybetmiş.

 

Ve sonra düşünülemeyen oldu… İsrail'in cephanesi tükendi…

 

Hizbullah'ın askeri gücü asker sayısıyla ölçülemez. Dünya çapında bir devlete ait olmayan en güçlü ordusuna sahip ve bu anlamda Lübnan ordusundan da güçlü. Tahminler, yaklaşık 20 bin civarında profesyonel olarak eğitilmiş savaşçı ve 25 bin civarında da sivil milis gücüne sahip olduğunu söylüyor. Bununla birlikte ABD ordusunun Suriye'de savaşan Hizbullah savaşçılarının sayısının, Esad güçlerinin kontrolü altındaki Suriye'nin desteğiyle 60 bin civarında olduğu yönündeki tahminleri, oldukça propagandif kalıyor. Savaşta iyice deneyim kazanmış bu güçlerin yakında evlerine dönmesi bekleniyor. Suriye savaşından önce Hizbullah askeri gücü ne olursa olsun, şu anda her zamankinden daha güçlü, silah açısından daha gelişmiş, tedarikli ve eğitimli olduğu sorgulanamaz.

 

Yeni silahlarla ilgili olarak Hizbullah daha önce ağır silahlara, tanklara, uçaksavarlara ya da torpidolara sahip değildi. Bununla birlikte Suriye'nin dört bir tarafında Amerikan, İngiliz, Rus ve İsrail silahları bulunduğundan şu anki cephaneliğinin son derece geniş ve zengin olduğu düşünülüyor. Her ne kadar Hizbullah cephaneliğinin Lübnan'ın dört bir yanındaki çok gizli yerlerde oldukça iyi korunduğu bilinse de istihbarat kaynakları, diğer yeniden ikmal depolarının, Hizbullah'ın orada ABD destekli işgale karşı savaştığı için Suriye sınırında Suriye ordusuyla ortak bir şekilde korunduğunu ifade ediyor. Ayrıca Suriye'deki Beşşar Esad yönetiminin Hizbullah'ın Fırat Nehrinin batısındaki bölgelerde kendisine yaptığı yardım ve verdiği destekten dolayı minnet duyduğu biliniyor. Bunu yaparak Hizbullah sadece Esad'ın ayakta kalmasını sağlamadı, aynı zamanda Suriye'de bir savunma hattı yaratarak Lübnan'ı en doğu noktasına kadar koruma altına almış oldu.

 

Hadi, bunun önemli bir haber olduğunu söyleyerek “Biliyor musun, Esad'a yedi yıl önce savaş başlamadan önce üç seçenek sunulmuştu?” dedi. “Birincisi, kendisine 15 milyar dolar verilerek kayıtsız şartsız Suriye'yi terk edecekti. İkincisi, bir Rus deniz üssünü ve iki havaalanını kontrolü altında tutarak, planlanan petrol boru hattını desteklemek şartıyla 15 milyar dolar karşılığında Suriye'de kalacaktı. Üçüncüsünde ise tehdit ediliyordu: Ya diğer iki şartı kabul et ya da teklif edilen 15 milyar dolar, seni mağlup etmek için harcanacak.”

 

Bu bilgi teyit edilmesi zor bir bilgi, fakat gerçekte Ukrayna hükümeti ABD tarafından tahsis edilen 5 milyar dolarlık bir bütçeyle devrilmişti. Açıktır ki Esad, ilk iki tercihi kabul etmeye yanaşmamıştı. Şu anda tarihin konusu haline gelmiş olan bu kararın sonuçlarıyla ilgili hiçbir tartışma yok.

 

Hadi, doğru bir değerlendirmeyle İsrail'in cephanesinin azaldığında ABD'nin Katar'daki üsleri üzerinden cephane takviyesi yaptığını belirterek Katar'daki üssün Amerikalıların sözde tarafsızlığını bozmadan İsrail'e cephane takviyesi yapabilme imkânı sunduğuna dikkat çekti. Aynı zamanda İsrail ordusu hem savaş alanında hem de basın yayın organlarında üst üste darbeler almaya başlamıştı. İsrail tarafının savaşla ilgili maliyeti 3.5 milyar dolardı. Bu rakama turizm gelirleri, GSMH'deki kayıplar dahildi. Ülkenin kuzeyindeki işletmelerin dörtte birinin iflas riskiyle karşı karşıya olduğu biliniyordu. İsrail Ticaret Odası, gelirlerdeki ilave kayıpların 1.4 milyar dolara ulaştığını kaydediyor.

 

Aynı zamanda İsrail, Lübnan sahillerine, limanlara, hava sahasına blokaj koymuştu. Amaç Lübnan direnişine herhangi bir ikmal yapılmasının önüne geçmekti. İsrail ordusunun askeri alandaki basiretsizliğinin tersine Hizbullah, cephaneliğini hikmetli bir şekilde kullandı. Hizbullah için en büyük sorun, ABD müttefiklerinin ambargo koyduğu tıbbi araç gereçti. Bu durum, kayıp sayısının artış göstermesine neden oldu. Aynı şekilde doktorlar da yaralıların hayatını kurtarmak için kahramanca mücadele etti.

 

Savaşın başlamasından üç hafta geçmiş olmasına rağmen İsrail ordusu, sınırdan yirmi kilometreden daha az bir uzaklıkta hala çamura saplanmış vaziyetteydi. Kayıp-kazanç tablosuyla ilgili veriler, İsrail ve dünya basınına yansımaya başlamıştı ki bu, öfkelerin Olmert hükümetine ve onun generallerinin zavallı planlarına yönelmesine neden oldu.

 

 

Devam edecek…

 

 

Çeviri: Hüseyin Şahin

 

www.medyasafak.net