Hain Arap yöneticiler: Müslümanların karşısında gaddar, Siyonist ve emperyalistlerin karşısında ödlek

Hain Arap yöneticiler: Müslümanların karşısında gaddar, Siyonist ve emperyalistlerin karşısında ödlek
İsrail’in ilk başbakanı David Ben Gurion, nadir görülen bir açık sözlülük anında, Arap rejimlerin İsrail’in ilk savunma hattı olduğunu söyleyivermişti. Bu doğru olsa da, Arap yöneticiler bu gerçeği yakın zamanlara kadar kendi halklarından ve geniş Müslüman ümmetinden hep gizlemeye çalıştı. Ancak bir yandan Müslümanlara karşı olan ihanetlerini gizleyememeleri diğer yandan da emperyalizme ve Siyonizm’e topyekün itaatleri nedeniyle, bu gerçek şimdi açığa çıkıveriyor.

 

 

Vesim Şehzad

 

 

Crescent International

 

 

 

İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion, nadir görülen bir açık sözlülük anında, Arap rejimlerin İsrail'in ilk savunma hattı olduğunu söyleyivermişti. Bu doğru olsa da, Arap yöneticiler bu gerçeği yakın zamanlara kadar kendi halklarından ve geniş Müslüman ümmetinden hep gizlemeye çalıştı. Ancak bir yandan Müslümanlara karşı olan ihanetlerini gizleyememeleri diğer yandan da emperyalizme ve Siyonizm'e topyekün itaatleri nedeniyle, bu gerçek şimdi açığa çıkıveriyor. Arap yöneticiler, dayanıksız tahtlarının ve rejimlerinin, kendilerini tarihin çöplüğüne süpürmesi muhtemel olan gelgitli bir huzursuzluk dalgasının tehdidi altında olduğunu anlıyor.

 

“Arap cephesi” olarak görülen şeyde – gerçekte teneke diktatörler ile Ortaçağ krallarının karmasından oluşan ittifakta – ilk gedik, 1978 yılında dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın Filistin'deki Siyonist işgalcilerle kucaklaşmak üzere Tel Aviv'e gitmesiyle açıldı. Sedat bu ihanetinin bedelini üç yıl sonra bir askeri geçit töreni esnasında (6 Ekim 1981) suikasta uğrayarak ödedi. Ancak bir süre sonra bu yönde yeni adımlar atıldığı gibi, Sedat'ın Siyonistlerle yakınlaşma politikası Eylül 1993'te Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat ve bundan kısa süre sonra, Temmuz 1994'te Ürdün Kralı Hüseyin tarafından takip edildi.

 

İngilizler Ürdün Krallığı'nı, Kral Hüseyin'in büyükbabası Mekke Şerifi Hüseyin'e taviz vermek için, burayı Filistin'in içinden çıkarmak suretiyle kurmuştu. Şerif Hüseyin, İngilizlerin ona verdiği, Osmanlılara karşı Arap isyanına öncülük etmesi karşılığında bütün Arapların kralı yapma sözü sonrasında kendisine ihanet etmeleri nedeniyle öfkeliydi. Torunu, (1999 yılında kanserden ölen) Kral Hüseyin, CIA'in ödeme listesindeydi ve hizmetleri nedeniyle yılda bir milyon dolar alıyordu. Bu bilgiye, 1976-1980 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olan Jimmy Carter sayesinde sahibiz. Bu yöneticilerin kendilerini emperyalistlere ve Siyonistlere bu kadar ucuza satması, onların bayağı niteliğini gösteriyor.

 

Öteki Arap liderleri, bunu çok sıkı saklanan bir sır haline getirmeye çalıştılarsa da, daha az itaatkar ve hain değildi. Beni Suud üyeleri, Harameyn'i – iki kutsal şehir olan Mekke ve Medine'yi – işgal etmeleri nedeniyle Müslümanların “liderleri” olduklarını iddia etseler de, bu ihanetin en ön cephesinde oldular. Ancak olaylar kontrolden çıktı ve artık onların adanmış Müslümanlara karşı Siyonistlerle kurdukları yakın bağları gizlemeleri sürdürülebilir değil.

 

Bununla birlikte ihanet onların kanında var. Sonuç olarak modern Suudi Arabistan Krallığı'nın kurucusu Abdülaziz ibn Suud, İhvan'ı (Mısır'daki ve Müslüman Doğu'nun başka yerlerindeki siyasi parti İhvan-ı Müslimin'le karıştırılmamalı) Arap Yarımadası'ndaki başka aşiretlerle savaşıp onları yenilgiye uğratmak ve o dönemde Arabistan'ı yöneten Osmanlılarla savaşmak üzere kullanmıştı. Necdli İhvan, Beni Suud'la müttefik olan Uteybe, Mutayr ve İcman kabilelerinden oluşuyordu. Bunlar Riyad yakınlarındaki Ghot Ghot'a yerleşmişti.

 

Bedevi kabileler aşırı derecede zalimdi; zihniyetleri, aradan 100 yıl geçtikten sonra da değişmedi. Onlar Vehhabilerin literalist çizgisini izlemeyen bütün öteki Müslümanları kâfir olarak, dolayısıyla da, sapkın düşüncelerine göre, infaz edilecek meşru hedefler olarak görüyorlardı (ve hâlâ öyle görüyorlar). Beni Suud'la birlikte Hac kervanlarına saldırıp kervanları yağmaladılar. Hatta mescidlerin içindeki Müslümanları katlettiler.

 

1924 yılında Mekke'yi ele geçirdikten sonra, taşkınlıkla tarihsel yerlerin ve mescidlerin kutsallığına zarar verdiler. Medine daha da kötü bir kader yaşadı. Hz. Peygamber'in pek çok aile ferdinin ve en yakın sahabelerinin gömülü olduğu Cennetü'l-Baki tahrip edildi. Bu tür vandallık eylemleriyle de yetinmeyip Medine'de pek çok kadına saldırdılar ve tecavüz ettiler – evet, tecavüz ettiler. Böyle bir barbarlığı, Arabistan müşrikleri bile yapmamıştı.

 

Beni Suud, başka Müslümanları kâfir ilan ederken bile İngilizlerden gizlice para alıyordu. Britanya parlamentosundaki oturum tutanakları bunu doğrulamaktadır. Elbette İhvan (Beni Suud'la birlikte hareket eden öteki kabileler) bunu bilmiyordu. Bilselerdi, hiç şüphesiz Beni Suud'u kâfir ilan ederlerdi. Bunun yerine, İngilizlerin yardım ettiği ve kışkırttığı Beni Suud İhvan kabilelerinin karşısına çıktı ve 1928-1929 yıllarındaki birkaç çarpışmada onları katletti.

 

İngilizler Beni Suud'a silah sağlıyor ve açık çölde Bedevi kabilelerini bombalamak için hava kuvvetleri uçaklarını kullanıyordu. Bizzat Beni Suud'un iktidara gelmesine yardım etmiş olan insanlar şimdi katlediliyor ve kırımdan geçiriliyordu (İhvan'ın torunları, Kasım 1979'da Suudi yönetimine karşı gerçekleşen ve Mescid-i Haram'ın Cuheyman el-Uteybi öncülüğünde abluka altına alınması ve içeride yüzlerce can kaybıyla sonuçlanan başarısız isyana öncülük edenlerdi). Beni Suud kolayca başka Müslümanları kâfir ilan edip onları öldürebilse de, Avrupa ve Amerika müşrikleriyle birlikte hareket etmekten ve hatta Kâbe'nin bulunduğu Mescid-i Haram'ın kutsallığına zarar vermekten esef duymuyorlardı ve hâlâ da duymuyorlar.

 

1912'den 1943'e kadar Beni Suud, İngilizlerin ücretli ajanlarıydı. 1943 yılında Amerikan vassalları oldular. Bu efendi-köle ilişkisi, geçtiğimiz Mayıs ayında (20-22 Mayıs 2017) ABD Başkanı Donald Trump'ın gerçekleştirdiği ve ihtişamlı bir törenle karşılandığı Riyad ziyaretiyle yalnızca daha da derinleşti. Beni Suud şimdi aynı zamanda Siyonistlerin de açık müttefikleri haline geldiler; onları “dini açıdan kuzenleri” diye adlandırırken, İranlı Müslümanları “düşman” ilan ediyorlar.  

 

Beni Suud, İslam'ın veya Müslümanların düşmanlarıyla hiçbir zaman savaşmadı – hiçbir zaman. İlk yaptıkları şey, İngilizlere yardım olarak Osmanlı güçlerine saldırmak oldu. Bunu yaparken öteki Bedevi kabilelerinden de yardım gördüler. Bu kabileler faydasız hale gelecek kadar uzun ömürlü olunca, Beni Suud İngiliz yardımıyla onlara saldırdı ve onları katletti.

 

30 yıldan uzun zaman önce (1980), Beni Suud, Iraklı tiran Saddam Hüseyin'in İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşını finanse etti. İslam'a ve Müslümanlara karşı yürütülen bu savaş sekiz yıl sürdü ve milyonlarca insanın ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlandı. Daha sonra ise Irak'a saldırıp ülkeyi yok etmeleri için Amerikalılarla birlikte hareket ettiler. Şimdi silahlarını ve teröristlerini Suriye halkına ve hükümetine ve Yemen'e karşı yönelttiler. Yemen'de yürüttükleri soykırım savaşı 13 binden fazla insanın ölümüne ve bütün bir altyapının tahrip olmasına neden olurken, buradan doğan kolera salgını 300 binden fazla Yemenliyi etkiledi. Yemen'in 25 milyonluk nüfusunun 17 milyonu ciddi düzeyde kötü beslenme sorunu yaşıyor.  

 

Beni Suud'un Yemenlilere karşı olan vahşetiyle, aynı anda Siyonistlere gösterdikleri ödlek itaatkârlığı mukayese edin. Muhtemelen bir eşcinsel olan Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr, Katar'ı, İsrail'e karşı savaşan Hamas'ı desteklemekle suçladı. Birleşmiş Milletler gibi Batılıların hakim olduğu bir kuruluş bile halkın işgalcilere karşı “gerekli olan her türlü araçla” direnme hakkını tanırken, Beni Suud, kendileri gibi Müslüman olan Filistinlileri korumaktan ziyade Siyonistleri koruma konusunda daha kaygılı. Beni Suud, bizzat kendi davranışlarıyla, Ben Gurion'un sözlerini haklı çıkardı. Zerre kadar kendine saygısı ve haysiyeti olan insanlar böyle bir ifşaattan utanır, lakin Beni Suud utanmaz. Onların ne şerefi vardır ne de kendilerine saygısı; onlar, soylu bir kişiliğin alameti farikası olan vasıflara bile ilgi göstermez. Onların bu hayattaki her şeyden önce gelen düşüncesi iktidarda kalmaktır. Bu doğrultuda Şeytan'la bir araya gelmeye hazırdılar – ve geldiler de!

 

Bu, Müslüman ümmeti için, yahut milliyetçi çizgiler ve kabile çizgileri üzerinden sayısız parçalanma yaşamış bir ümmetten geriye kalan için ciddi bir zorluk teşkil ediyor. Böyle bir ihanet sicili olan Beni Suud şimdi tümüyle ifşa olmuş halde. İslam'ın en kutsal yerleri olan Mekke ve Medine'yi kontrollerinde tutmaya devam etmelerine izin verebilir mi? Bu beldeler, emperyalistlerin ve Siyonistlerin doğrudan kontrolüne geçme tehlikesi altındadır (hâlihazırda onların dolaylı kontrolü altındadır).

 

Müslümanlar, CIA ve Siyonist ajanı olduğu teyit edilmiş Ürdün Kralı Hüseyin'in Mescid-i Aksa'yı kontrol etmesine izin verilmesine kayıtsız kalarak hâlihazırda ağır bir bedel ödediler. Haziran 1967'de Siyonistler Kudüs'e saldırdığı zaman Ürdün ordusu tek kurşun atmadan kaçtı. Mescid-i Aksa Siyonistlere kaptırıldı. Bugün, varlığı bile Siyonist savaş suçlularından gelen tehdit altında.  

 

Allah göstermesin, Harameyn de emperyalistlerin ve Siyonistlerin doğrudan kontrolü altına girerse, Müslümanların ağlaması pek bir fayda getirmeyecektir. Müslümanlar öyle bir durumda ne yapacak: Amerika veya İsrail'i istila mı edecek? Harekete geçme zamanı bugündür.

 

Müslümanların, özellikle de dünya çapındaki adanmış İslam âlimlerinin Harameyn'i korumak için çabalama sorumluluğu büyüktür. Bu, tek başına Arap Yarımadası halkına bırakılmamalıdır ve bırakılamaz. Evet, Hicaz Arap Yarımadası'nda bulunuyor, fakat Harameyn düpedüz yozlaşmış, açgözlü ve yüreksiz bir ailenin şahsi mali değil, bütün ümmetin ortak mirasıdır.

 

Allah'ın Yüce Kitabındaki sözleri çok açık ve dolaysızdır, bu konuda kafa karışıklığına yer yoktur:  

 

Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.

 

Siz [sadece] hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Tevbe Suresi :18–19).

 

İlahi buyrukları anlamak için Kuran âlimi olmak gerekmez. Yüce Allah mescidlerinin ve Mescid-i Haram'ın bakımından meşgul olma vasfına sahip olanların özelliklerini ortaya koymuştur. Allah'tan başka herkesten korkan (nestağfirullah) Beni Suud, Allah'ın ilahi kelamı tarafından mahkum edilmiştir. Onlar Harameyn'in kontrolünü ellerinde tutmaya uygun değildir.  

 

Bu nedenle, Harameyn'in özgürleştirilmesinin ilk adımı, onları yozlaştırıcıların pençelerinden kurtarmaktır. Beni Suud, içinden çıktıkları Necd'deki çöl meskenlerine geri gönderilmelidir. Ahlaki bozulmuşlukları, onları kutsal mekânları kontrol altında tutmaya uygunsuz hale getirmektedir. Onlar varlıklarıyla bile Harameyn'in çevresini kirletiyorlar. İlahi kelama dikkat etmeyen Müslümanlar, Kıyamet Günü'nde Allah'a hesap verecektir. O'nun hesabı çabuk gördüğünü akıllarında tutmalılardır.

 

Beni Suud böyle bir ihanette yalnız değildir. Onların suç ortakları arasında, başkalarının yanında, uzun bir Mısır firavunları silsilesi de vardır. Şu anda Mısır'ı, ilk işi aralarında kadınların ve çocukların da olduğu ve tek suçları demokratik haklarına saygı gösterilmesini isteyerek meydanlarda oturmak olan yaklaşık 2 bin masum sivili öldürmek olmuş olan, kana susamış bir tiran yönetmektedir. General Abdülfettah el-Sisi tescilli bir Siyonist'tir – dayısı, Faslı bir Yahudi aileden gelen bir Knesset üyesiydi!

 

Öte yandan Sisi de bu alçakça davranışında yalnız değildir. O da uzun bir korkunç yöneticiler silsilesini izliyor. 30 yıl yönetimde kalan Hüsnü Mübarek ve onun selefi olan Enver Sedat'ın her ikisi de emperyalist ve Siyonist ajanlarıydı. Her ikisi de ordudan çıkmıştı.  

 

Sedat, General Necib ile o zamanki Albay Cemal Abdülnasır'ı Mısır'da iktidara getiren 1952 tarihli askeri darbe zamanında Mısır ordusunda düşük rütbeli bir subaydı. Sedat, ödlek biri olarak darbe günü sinemaya gitmesine rağmen – darbenin başarısız olması halinde suç mahallinde olmadığını gösterecekti – albaylık rütbesine terfi ettirildi.

 

Abdülnasır Eylül 1970'te kalp krizinden öldüğü zaman, Sedat çok sayıdaki başkan yardımcısından biriydi. Kademeli olarak gücünü konsolide etti ve iktidarı tümüyle eline aldı. Başlangıçta Abdülnasır'ın çizgisini izlediğini iddia etti – coşkulu bir Mısırlı olan Nasır bir demagogdu ve çok sayıdaki ciddi hatasına rağmen, retoriği nedeniyle Mısırlı kitleler arasında hayli popülerdi. Sedat ise onunla karşılaştırıldığında renksiz bir figürdü.

 

1973 yılında Mısır ordusu, Süveyş Kanalı'nın diğer tarafına yerleşmiş olan İsrail ordusuna karşı göz alıcı başarılar elde etti. Bunun itibarı General Sadeddin el-Şazli'ye aittir. Ancak Sedat, Şazli'nin Süveyş Kanalı'nı geçip Sina Yarımadası'nın derinlerine nüfuz etmeye cesaret ederek gösterdiği başarıyı bir tarafa attı. El-Şazli Sina boyunca ilerlemek ve doğrudan İsrail sınırına yürümek istiyordu. Onu engelleyen İsrail güçleri yoktu, zira Siyonistler Süveyş Kanalı'nın doğu kıyılarındaki Bar Lev hattından süpürülmüştü. Amerikalılardan gelen baskı altında Sedat durdu ve Ortadoğu tarihindeki bir dönüm noktası kaybedildi. Oysa dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, İsrail silahlı kuvvetlerinin çarpıcı başarısızlığı karşısında intihar etmeyi bile düşünmüştü.

 

Dayan, Kahire'de Mısır silahlı kuvvetlerinin bütün başarılarını fırlatıp atacak bir ödleğin iktidarda olduğunu pek idrak etmemişti. Sedat, Amerika'nın teveccühünü kazanmaya daha çok ilgi gösteriyordu. Sonuç, bir avuç Amerikan doları karşılığında Siyonistlere teslim olması oldu.

 

Mısır Siyonistlere teslim olduktan sonra, başkalarının da onu izlemesi yalnızca zaman meselesiydi. Bugün sonuç herkesin gözleri önündedir. Bu utanmaz Arap yöneticiler, kendi halklarını en düşük teklife satma anlamına gelse bile iktidarda kalmak için hiçbir şeyi yapmaktan geri durmayacaktır. Adanmış Müslümanların karşı karşıya olduğu seçenekler açıktır: ya bu yöneticilerden kurtulmak ya da sürüp giden bir aşağılanmayı yaşamak.

 

 

www.medyasafak.net