Hadi Seyyid Efhemi: Batı-Arap-İsrail planı başarısız oldu

Hadi Seyyid Efhemi: Batı-Arap-İsrail planı başarısız oldu
Suudi Arabistan ile Katar arasında eskiye dayalı bir sınır ihtilafı var. Hatta Suudi Arabistan birkaç defa Katar’a saldırdı ve Katar’a ait toprak parçasını ele geçirdi. Katar’daki Al-i Sani ailesi, soyunun Vehhabiliğin kurucusu Şeyh Muhammed Abdulvehhab’a dayandığını söylüyor. Suudiler ise bunu reddediyor.

 

 

 

Hawzah News

 

 

- Şu an bazı Arap ülkeleri arasında ciddi ihtilaflar yaşandığına tanık oluyoruz. Bu arada Amerika ve Batılı ülkeler de bu ihtilafları arttırmaya çalışıyor. Bu ihtilaflar ne ölçüde gerçek, bunun arka planında ne var?

 

- Fars Körfezi'nin güneyindeki ülkeler arasında ihtilaf öteden beri vardı. Bu ihtilaflardan bazıları köklü bazıları ise siyasidir. Amerika ve Avrupa ülkeleri, kategorik olarak bu ihtilafları ve bu ihtilafların kriz yaratabilecek doğal yansımalarını kötü yönde kullanıyorlar. Avrupa ülkeleri ve Amerika, ülkeleri birbirine düşürüyor, birbirine karşı kışkırtıyor, birbiriyle korkutuyor ve bu ülkeleri, kendilerini birbirlerine karşı kışkırtan Amerika, Fransa ve İngiltere gibi ülkelere sığınmaya zorluyorlar. Sonra da silah satışı anlaşması veya askeri üs adı altında onlardan haraç alıyorlar.

 

Bölgede köklü olan ihtilaflar, mezhebi ve ideolojik ihtilaflardır. Batılı ülkeler bu ihtilafları istismar ediyor. Örneğin Suudi Arabistan ile Katar arasında eskiye dayalı bir sınır ihtilafı var. Hatta Suudi Arabistan birkaç defa Katar'a saldırdı ve Katar'a ait toprak parçasını ele geçirdi. İdeolojik olarak da Katar, Müslüman Kardeşler yanlısıdır ve onları destekliyor. Suudiler ise tekfirci, selefi ve vehhabi grupları destekliyor, IŞİD ve Nusra'ya sponsorluk yapıyor.

 

Ekonomik yönüyle ise Suudi Arabistan ile Katar'ın ortak gaz ve petrol sahaları var. Suudi Arabistan bu sahaları kendi lehine ele geçirmek için birkaç defa saldırıda bulundu. Ayrıca bu iki aile arasında da kavga var. Katar'daki Al-i Sani ailesi, soyunun Vehhabiliğin kurucusu Şeyh Muhammed Abdulvehhab'a dayandığını söylüyor. Suudiler ise bunu reddederek Katarlıların şeyhin ailesiyle veya Abdulvehhab'la hiçbir akrabalığının olmadığını söylüyor. Stratejik nüfuz tartışması, Avrupa ülkelerindeki yatırımları ve Batılılardan aldıkları yardımlar da bu ülkeler arasında ihtilafa sebep olan konulardır.

 

 

Amerikalılar ve Batılılar Araplar arasındaki ihtilafları körüklüyor

 

Bunlar, çözümlenmemiş köklü ihtilaflardır. Amerika ve Avrupa ülkeleri, İran ve Umman gibi bölgenin iyiliğini isteyen ülkelerin bu ülkeler arasındaki ihtilafları çözmesini istemiyor. Çünkü kazançları canlılığını kaybediyor.

 

Bu çerçevede Amerika, Suudileri kışkırtıyor; İngilizler Katar'ı kışkırtıyor; birbirleri aleyhine iddialarda bulunuyorlar. Bu iki ülke arasında askeri olmamakla birlikte topyekun bir savaş başladı. Bu savaş; propaganda, ekonomi, diplomasi, abluka ve sınırların kuşatılması gibi boyutlar içeriyor.

 

Şu an için uzak gözükse de bu savaşta yalnızca askeri araçlar kullanılmadı. Çünkü Amerika'nın hem Katar'da hem de Suudi Arabistan'da askeri üsleri var. Dolayısıyla Amerikalılarla Amerikalıların savaşı olacağı için böylesi bir savaştan uzak duruluyor.

 

Ancak bu iki ülke arasında diğer konulardaki gerginlikler zirveye çıkmış bulunuyor. Körfez'de Katar'ı destekleyen tek ülke İran'dır. İran deniz ve hava sahasını Katar halkına açtı. Katar, doğudan Birleşik Arap Emirlikleri, güneyden Suudi Arabistan ve Batıdan Bahreyn'le sınırı olduğu için havadan, karadan ve denizden abluka altında tutuluyor. Dolayısıyla da sadece İran'ın hava ve deniz sahasını kullanabiliyor.

 

Bu ihtilaflar maalesef Amerikalılarla İngilizlerin oyunudur ve bunun hedefi de bu ülkeleri sağmaktır. Nitekim Trump, bizim hedefimiz bu ülkeleri sağmaktır, sütleri bitince onların kafasını keseriz dedi.

 

- Şu an bölgedeki krizlerden biri de Suriye krizidir. Suriye halkının dik duruşundan ve Direniş Ekseninin ilerleyişinden dolayı öyle gözüküyor ki bazı Batılı ülkeler, Suriye krizi konusunda Amerika ile yollarını ayırdılar ve Suriye krizinin çözümüne yöneldiler. Sizce Amerika'nın ve Batılı ülkelerin Suriye konusundaki yeni stratejisi nedir?

 

- Avrupa ülkeleri ve Amerika kesinlikle Suriye halkının iyiliğini düşünmüyor. Bazı siyasi tavırlarında veya medyada açıkça “bizim Amerika ile görüş ayrılıklarımız var” diyebilirler. Örneğin Amerika ile Fransa arasındaki zahiri ihtilaf şudur: Fransa diyor ki şu an Beşşar Esad'ın devrilmesi bizim için öncelik değildir. Önceliğimiz terörle mücadeledir. Ancak yalan söylüyorlar, yalancı ve ikiyüzlüler. IŞİD'i ve Nusra'yı destekliyorlar.

 

Bunların Suriye ile ilgili planları ve saldırıya dönük bir yaklaşımları var. Fransa da aynı şekilde… Fransızlar, Beşşar Esad'ın devrilmesi şu an bizim önceliğimiz değil diyorlar. Fakat konumlarını sağlamlaştırdıklarında terörle mücadele bahanesiyle buraya askeri güç gönderir, üs kurar modern silahlar sevk eder, teröristlerin konumlarını güçlendirirler ve Beşşar Esad'ı devirme hedefine devam ederler. Bu bir siyasi münafıklıktır.

 

Onlar zahiren şu an Beşşar Esad'ın devrilmesine karşı bir yaklaşıma sahipler ve zahiren terörle mücadele ediyorlar; ama asıl niyetleri Başşar Esad'ı devirmek ve Suriye'ye Amerikancı, IŞİD'çi ve İsrailci bir yönetim getirmektir.

 

- Siyonist-Batı-Arap koalisyonu kurma ve İslam ülkelerini bölme planı söz konusu; Direniş Ekseninin Irak, Suriye ve diğer yerlerdeki zaferleri göz önünde bulundurulduğunda acaba bu plan ne ölçüde uygulanabilir?

 

-  Bölge ülkelerinin bölünmesini çok uzak bir ihtimal olarak görüyorum. Arap-Amerika cephesi son dönemde iki önemli konferans düzenledi. Birinci konferans Ürdün'deki Ölü Deniz bölgesinde düzenlendi.

 

Orada Arap ülkelerinin liderleri, Amerika'nın emriyle Filistin konusundaki tutumu sebebiyle İran'a yönelik kararlar aldı.

 

Bundan daha tehlikelisi, Riyad'da yapılan konferanstı. Suudi Arabistan, Amerikan Başkanı Trump'ın huzuruna 55 Arap ve İslam ülkesinin liderlerini davet etti ve teröre karşı bir NATO cephesi kurmak istediğini belirtti. Bunun asıl maksadı İran'dı, terörle mücadele bahanesiyle bölgeye yönelik planları doğrultusunda teröristleri desteklemek istiyorlar. Ancak bu, onların her istediklerini yapabilecekleri anlamına gelmiyor.

 

 

İran'a karşı Arap-Amerikan NATO'su başarısız oldu

 

Örneğin Suudiler ile Katar arasında ortaya çıkan bu ihtilaf, Direniş Ekseninin yararınadır. Çünkü bu iki ülke müttefikti ve teröristleri ve silahlı grupları birlikte destekliyordu.

 

Henüz Riyad toplantısının sonuç bildirisinin mürekkebi bile kurumadan Katar'la Suudi Arabistan arasındaki ihtilaflar adeta askeri çatışmaya varacak ölçüde arttı. Hâlbuki bu ülkenin aynı cephede olması ve İran'a karşı birlikte hareket etmesi öngörülüyordu.

 

Amerikalılar ve Fransızlar, Suudi Arabistan ile Katar arasındaki ihtilafların İran'ın çıkarınadır, İran deniz ve hava sahasını Katar'a açtı diyorlar.

 

Öte yandan Direniş Cephesi öyle bir güç kazandı ve caydırıcılık oluşturdu ki camdan saraylarda oturanlar, İran'ın füze gücüne, taktik ve teknik gücüne, Lübnan'da Hizbullah'a ve Suriye, Irak ve Yemen'deki direniş güçlerine karşı yeni bir cephe oluşturmaya cesaret edemezler.

 

Hatta İsrail onlara yardım etmeye kalkışsa bile Hizbullah, Güney Lübnan'da İsrail'i dize getirir. Dolayısıyla bu tür sözler bir blöften ve psikolojik savaştan başka değer taşımıyor. Onlar istedikleri her şeyi yapabilecek durumda değil. Direniş Cephesi, önüne koyduğu her hedefe ulaştı; ancak onlar planlarını hayata geçiremediler.

 

- Şu anda bölgedeki Arap ülkeleri, birbiri ardınca İsrail'le ilişki kurma peşinde; İsrail de daha fazla ilişki konusunda Arap ülkelerine yeşil ışık yakıyor. Bu ilişkiler halklar düzeyinde nasıl bir etki bırakabilir?

 

- İsrail'le ilişkileri normalleştirme konusunda iki husus var. Birincisi devletlerin ve onların liderlerinin İsrail'le resmi ilişkileridir. Bu ilişki daha önce de vardı; bu, son yıllarda yalnızca açık hale geldi. Diğer husus ise halkların tavrıdır. Halklar, asla İsrail'le ilişkilerin normalleştirilmesine boyun eğmiyor.

 

Bunun en açık örneği, Mısır'la İsrail arasında yapılan Camp David anlaşmasıdır. Acaba Mısır'la İsrail'in ilişkileri gerçekten normalleşti mi?

 

Onlar barış anlaşması imzaladılar; ama ilişkileri normal değil. Ürdün'ün de aynı şekilde İsrail'le ilişkileri normalleşmedi. Yöneticileri, çok uzun zamandır İsrail'le ilişki içindedir; ama halk İsrail'le ilişkilerin normalleşmesine boyun eğmiyor. Çünkü İsrail bölgede bir kanser tümörü ve silinmesi gereken iğrenç bir utanç lekesidir.

 

Bölgede halkların iradesini ortaya koyabileceği şartlar oluştuğunda halklar tavırlarını ortaya koymuştur. Filistin halkı da İsrail'le ilişkilerin normalleşmesine izin vermemektedir.

 

Yöneticiler komplolar kuruyor, konferanslar düzenliyor, barış anlaşmalar imzalıyorlar. Tıpkı Arafat'ın imzaladığı Oslo anlaşması gibi. Ama Oslo'dan sonra, Oslo nesli, üçüncü intifadayı başlattı, operasyonlarının işgal topraklarının içine taşıyarak herkese sürpriz yaptı.

 

Halbuki düşman intifadayı bastırdığını sanıyordu; ama kahramanca bir operasyonla iki İsrail askeri Mescid-i Aksa'da ateşli silahlarla öldürüldü; operasyonu yapanlar da şehit oldu. Bu, Mescid-i Aksa hareminde ateşli silahla yapılan ilk istişhadi operasyondu.

 

Dolayısıyla İsrail ne komplo kurarsa kursun Filistin halkının ve bölge halklarının tepkisi daha ezici olacaktır.

 

 

Çeviren: Hüseyin Mahir

 

          

www.medyasafak.net