Enis Nakkaş ile Suriye, Direniş ve Bölgesel Gelişmeler Üzerine Söyleşi

Enis Nakkaş ile Suriye, Direniş ve Bölgesel Gelişmeler Üzerine Söyleşi
Lübnanlı siyasi mütefekkir Enis Nakkaş, Suriye'nin El-Akhbariya kanalına konuk oldu. Suriye'deki son durum, Hamas'ın geldiği nokta, Hizbullah ve Golan Cephesi gibi önemli konular ele alındı...

Enis Nakkaş ile Suriye, Direniş ve Bölgesel Gelişmeler Üzerine Söyleşi

Geçtiğimiz günlerde Güvenlik ve Stratejik Koordinatörü, Lübnanlı siyasi mütefekkir Enis Nakkaş, Suriye'nin El-Akhbariya kanalına konuk oldu. Bazı konular güncelliğini yitirmiş olmakla beraber çok önemli noktalar içeriyor...

 

Spiker: El-Akhbariya'ya hoş geldiniz. Suriye'ye hükmetmek için jeo-siyasi oyunlar oynanmaya devam ediliyor. Rus ve  Amerikan uzlaşısından sonra konuşulmaya başlanan Cenevre-2, bütün tarafların kapısını çaldı. Bu toplantıya kimler davet edilecek ve Cenevre yoluna koyulmayı kimler kabul edecek? İlk Cenevre toplantısı gibi mi olacak yoksa sürprizler mi göreceğiz? Son zamanlarda silahlı muhalefeti sarsan askeri gelişmelerin ve sahanın Cenevre'ye nasıl bir etkisi olacak? Suriye sokakları Cenevre-2 için ne düşünüyor? Suriyeliler, askerin cesedinden kalbini söküp yiyenleri destekleyenlerle tek bir masa etrafında toplanmayı kabul edecek mi? Masamızda çok soru var. Bu soruları, gelişmeleri ve bölgenin stratejisini, Güvenlik ve Strateji Koordinatörü Enis Nakkaş ile tartışacağız. Hoş geldiniz.

Enis Nakkaş: Hoş bulduk.

S: Sayın Nakkaş, bugünlerde basını en çok meşgul eden dosya olan Cenevre-2'den başlamak istiyorum. Lavrov ve Kerry'nin görüşmesinden bir gün sonra Rus bir yetkili ''Konferansın bu ay sonunda yapılması olanaksızdır'' dedi. Bu ifadeleri Amerika, İngiltere veya Fransızlardan duymuş olsaydık, buna verebileceğimiz bir çok cevabımız olurdu. Ama Ruslar bu ifadeleri kullandığına göre, bu noktada seyircilerimize aktarabileceğimiz notlar vardır.

E.N: Rus-Amerikan uzlaşmasından sonra, muhalefet cephesinde, konferansa veya müzakerelere gidecek heyetin belirlenmesinde, hangi cephelerin bu heyete dahil olacağı konusunda sorunlar olduğunu gördük. Bu sorunlar gizli değil açık seçik ortadadır. Şu ana kadar, tahlillere değil gelen bilgilere göre söyleyebilirim ki, muhalifler halen ittifak kuramamış, heyetini belirleyememiştir. Koalisyon'un İstanbul'da, konferansa gidilip gidilmeyeceği konusunda karar vermek için toplantısı olacak. Bazı muhalif cepheler konferansa katılacağını ilan ederken bazıları da bu konuda tartışmalar yaşıyor. Ortak bir heyet mi oluşturulacak, herkes bireysel olarak mı katılacak, eğer ittifak olursa ortak bir sesleri ve dilleri mi olacak gibi bir çok sorun vardır ve bu sorunları muhalif cepheler kendi aralarında halletmeleri gerekiyor.

S: Bazı taraflar, biz müzakereye gidiyoruz diyaloga değil diyorlar.

E.N: Diyalog veya müzakere, Cenevre'ye gidilmeden önce herkes kendi cephesinin çıkarları için uğraş verecektir ama diyaloga veya müzakereye buyurun diye bir şey yok. Suriye krizini barışçıl yollar aracılığı ile çözme başlığı altında herkesin, diyalog veya müzakere için farketmez, Cenevre'ye yol alması gerekiyor. Ardından bütün tarafların kabul edebileceği Geçiş Hükümetini kurmaları gerekiyor. Amerika ve Rusya'nın Cenevre'de imzaladığı, Suriye'ye düzenlenen komploların arkasında yer alan devletlerin de kabul ettiği anlaşma bunu gerektiriyor.

S: Kerry, cumhurbaşkanının görevini bırakması meselesinin öncelikli olduğunu tekrar tekrar söyledi. Lavrov ise Kerry'nin bu açıklamalarının arkasında yatan sebepleri anlıyoruz dedi.

E.N: Cenevre'ye gidecek her tarafın, mutlaka bazı muhtelif şartları vardır. Amerika mesela, bu kişi katılsın, şu kişi katılmasın gibi görüşleri var. Suriye yönetimi ve Suriye ulusal muhalefeti en başından bu konuda ''herkes diyalog masasında istediği şartı öne sürsün'' diyerek görüşlerini belirttiler. İstediğiniz her şeyi önerebilirsiniz ama diyalog masasında önerilsin dediler. Kim bir şeyden rahatsız ise masanın bir köşesinde otursun ve ''şunu beğenmedim, bunu beğenmedim'' desin. Eğer bir bahanesi veya arkasında ikna edebilecek gücü varsa, sorunlar diyalog masasında çözülür. Barışçıl bir şekilde siyasi dille sonuçlanır. Herkes kendi çatısını oluşturabilir ama üzerinde anlaşılan konular açık ve net: Şiddetin durması ve siyasi çözümde ısrarcı olmak ki bu siyasi çözümün uluslararası konferanslarla gerçekleşmesi gerekiyor. Bunun dışındakiler diyaloga açık tartışılabilir noktalardır. Biri İslami devlet ister, diğeri demokratik devlet ister, bir diğeri Emirlik ister ama her şeyden önce herkes istediğini masaya koyacak ve tartışılacak.

Ruslar bu konuda sorun yaşamıyor. Amerikalılar ise, Suriye muhalefetini, tek bir sesin çıktığı tek bir heyet altında bir araya getirmede sorun yaşıyor. Bundan daha büyük bir sorunu ise, muhalefete, Cumhurbaşkanı Esad'ın görevini bırakıp bırakmaması ile ilgili konferanstan önce herhangi bir şartın var olmadığını anlatamama meselesidir. Buraya dikkatinizi çekerim bakın muhalefet cephelerinden,  istisnasız bütün cepheler içinden ''seçimleri'' kabul eden bir taraf yok.

S: Niye?

E.N: Çünkü öncelikle rejimi devirmeyi ardından pastadan büyük bir pay almayı hedefliyorlar. Ayrıca ilk günden önerilen ve masaya yatırılan seçimlerden, referandumdan ve diyalog girişimlerinden korkuyorlar. Eğer sahadaki seçim sandıklarından  ve diyalog masasından güçlü bir şekilde çıkabilecek durumları olsaydı ilk günden bütün girişimleri kabul ederlerdi. Uluslararası baskılarla, kuşatmalarla, savaşla ve kanla diyalog masasına gitmeden bir kazanım elde etmek ve şartlarını dayatmak istiyorlar. Bugün bu şartlar geride kaldı. Artık bir gerçek var. Amerika bu müzakerelere veya diyalog masasına ön-şartsız gitmeyi kabul etti. Muhalifler kabul edecek mi? Amerika'nın sorun yaşadığı nokta da burası. Muhalefete, önce diyalog masasına gelin sonra neler olacağına bakarız demeye çalışıyor. Ama aynı zamanda onları ikna etmek için ''Korkmayın biz sizinleyiz. Masada istifa konusunu konuşmaya ve dayatmaya devam edeceğiz'' diyor.

S: Baktığımız zaman Amerika'nın açıklamaları her gün değişiyor. Bir gün siyasi çözüm derken bir diğer gün dış müdahaleden bahsediyor. Ardından tekrar siyasi çözüm dediğini duyuyoruz ama bir diğer gün muhalefeti daha kaliteli silahlar ile silahlandırmaya devam edeceğiz diyor. Bunun nedeni muhalefet cephelerini bir araya getirememesi midir yoksa başka bir neden mi var?

E.N: Uçuşa yasak bölge, tampon bölge ve diğer tehditler, silahlı muhalefetin yerinde kalabilmesi ve güç dengelerinin sağlanabilmesi konusunda muhalefete oksijen veriyordu. Bugün bu seçenekler de geride kaldı. Aynı zamanda silahlı muhalefetin ne güç dengelerini değiştirebilecek ne de zafer kazanabilecek kuvveti yoktur. Amerika'da iç muhalefetin de bu duruma etkisi var. Bazıları Obama'ya ''Sen kimyasal silah için kırmızı çizgimizdir demiştin'' diyorlar. Yalan haberlerden ve aldatıcı basından etkileniyorlar. Sonuçta da Obama çıkıp ''Kimyasal silah kullanıldığına dair deliller mevcut velakin hangi tarafın kullandığını bilmiyoruz'' demek zorunda kalıyor. Bunun yalan olduğunu biliyor ve Rus tarafı ile birlikte ''İstihbarat servislerimizle müşterek bir komite kurup bu konuyu araştıracağız'' diyor. Burada aslında anlamamız gereken, bu konunun ciddiyetinin farkında oldukları ve basının haberlerini, bir  analistin, bir aktivistin veya herhangi bir kimsenin yorumlarını delil olarak kabul edemeyecekleridir.

S: Ama Irak'ı da, yine istihbarat servislerinin oyunu ile kimyasal silah yalanı ile işgal ettiler.

E.N: Amerika'da şu an, Suriye için aynı senaryo geçerlilik alamaz. İç dinamikleri Irak işgalini, kimyasal silah yalanı ile girdik ama zararlı çıktık diye eleştiriyorlar. Aynı zamanda Güvenlik Konseyinde veto hakkını kullanan taraflar ''Irak ve Libya'da ses çıkarmadık ama sınırların aşıldığını görüyoruz'' diyorlar. Bu taraflar bu müdahalelerden sonra bazı deneyimler yaşadı. Bu taraflar bu yüzden bir daha bu tarz bir saldırıya geçit vermezler. Mesele Konsey'den kararın çıkıp çıkmaması değil. Suriye'ye, doğrudan askeri olarak veya herhangi bir şekilde silah kullanarak müdahil olmaları, daha önce bir çok defa söylediğimiz çeşitli sebeplerden dolayı mümkün değildir. Suriye bölgede ve uluslararası arenada tek başına olan bir devlet değildir. Aynı zamanda Suriye halen kendini savunabilecek güçtedir ve çevre ülkeleri caydırıcı özellikte olan stratejik silahlara da sahiptir. Suriye'nin güçlü müttefiklerinden olan bir cephe de açık bir şekilde, Suriye'nin ne İsrail, ne NATO ne de başka güçler tarafından düşürülmesine izin vermeyeceğiz dedi.

S: Hizbullah'tan mı bahsediyorsunuz?

E.N: Evet. Seyyid Hasan Nasrallah'ın son konuşmasında açıkça ifade ettiği noktaları hepimiz dikkatlice dinledik. Ortadoğu denen bölgenin her tarafı dinamitlerle, bazı Arap devletleri ile işbirliği içindeki Batılıların çıkar merkezleriyle dolu.  Ortadoğu'daki gelişmeler, freni patlamış araç gibi ilerliyor. Ateşle oynayabilecekler mi? ''Komplolara teslim olmuyoruz ve Suriye'nin düşmesine izin vermiyoruz'' demek, herhangi bir savaşa hazırız demektir. Bu ifadeler sadece lafta değildir. Bu taraf (Hizbullah) savaşa hazır da ya diğer taraf? Soru budur.

S: Amerikalıların ön-şartlı açıklamalarını nasıl değerlendirmek lazım?

E.N: Ruslar bu konuda sıkıntı yaşamıyor. Müzakere heyetleri hazır ve yerlerinde duruyorlar. Dolayısı ile Ruslar, Amerika muhalifleri bir araya getiremiyorken ön-şart istiyorum gibi açıklama yapmamalı diyorlar. Aynı zamanda ön-şartlı bir uzlaşı gerçekleşmedi ki... Öyle olsaydı o zaman Amerikalılar ''uzlaşıya bianen şu ön-şartı istiyoruz'' diyebilirlerdi. Rus-Amerikan uzlaşısı taraflara anlatıldı. Ruslar Suriye hükümetini acilen bilgilendirdi. İran da ayrıntıları biliyor, bir çok bölgesel ve bölgedışı devlet de biliyor. Sonuç olarak Amerikalıların bu açıklamalarına zaman harcamamak ve endişelenmemek gerek.

S: Bugün baktığımız zaman İngiltere'nin de Cameron liderliğinde, siyasi çözüm hususunda yeni bir yol izlemeye başladığı görülüyor.

E.N: Bu taraflar, Türkiye, Fransa, İngiltere ve diğerleri, Cumhurbaşkanının görevini bırakmasını ve rejimin devrilmesini talep ediyordu. Rejim devrildikten sonra Suriye'nin geleceği hususunda konuşuruz diyorlardı. Ana şartları bu idi. Ne müzakere ne de diyalog istiyorlardı. Hatta muhalafet lideri ''rejim ile diyalog'' girişiminde bulunduğunda, Türkiye Dış İşleri Bakanı ''diyalog bir şey kazandırmaz'' diyerek cevap verdi. Ardından bu lider baskı altına alındı ve farklı sorunlar yaşadı. Peki bugün ne diyorlar? Lavrov'un Türkiye ziyaretinden sonra dikkat ettiyseniz aynı bakan ''Suriye'nin geleceğine Suriye halkı karar verecektir'' dedi. Ee günaydın Davudoğlu! Ruslar bunu krizin ilk gününden beri dillendiriyorlardı. Ama siz Suriye'de kimin ayrılması, kimin hükmetmesi  ve kimin ne yapması gerektiği hususunda kararlar vermeye başladınız. Açıkça söyleyemediklerini gizli oturumlarda ve buluşmalarda söylüyorlardı. Kimin ne kadar pay alacağı, kimin hangi pozisyonda yer alacağına kadar konuşuluyordu. Lübnan'daki gibi hükümetle oynayabileceklerini ve payları dağıtabileceklerine inanıyorlardı. Suriye'nin egemenlik karakteri olmayan bir ülke olduğunu sanıp, rejimin karakterini, yönetimini birimlerini, hükümetin bakanlarını ve bakanların kimlerden oluşacağına kadar hesaplar yapmaya başladılar. Açıkça dillendirdiklerinden başka büyük hedefleri vardı. Bugün bütün bu hedeflerin yerle bir olduğunu ve oyunlarının başarısızlığa uğradığını görüyoruz. Artık çıkıp ''Karar verici olan Suriye halkıdır'' diyorlar. Peki nasıl olacak bu? Herkes diyalog masasına oturacak, seçim sistemi, geçiş hükümeti ve halkın isteği doğrultusunda bir harita belirlenip siyasi geçişler sağlanacak.

S: Konferans yakın bir zamanda gerçekleşebilir mi? Bir çok umutsuz analiste göre öncelikle halledilmesi gereken bazı stratejik hususlar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

E.N: Öncelikle, siyasi uygulamaların başarısı için silahlı grupların ortalıktan çıkarılması lazım. Çünkü  bazı silahlı grupları kontrol edebilen dış güçler, elini kaldırıp ''Bu grubu çekmeye ve çatışmaları durdurması konusunda emirler vermeye hazırım'' demiyor. Burada bir sorun var.  Hem barışçıl çözüm istiyorsun hem de silahlı gruplara destek vermeye devam ediyorsun. Burada bir de bütün denklemlerin dışında yer alan Nusra Örgütü var. Kendi çizgisinde ilerleyen ve ne müzakere eden ne de çekilen bir örgüt. Kendi programında çizdiği yolda ilerliyor. Amerikalılar bunu terör listesine eklemişler. Bu da ona hükmetme gücüne sahip değiller demektir. Türkler, lojistik ve diğer alanda örgüte sundukları desteklere rağmen resmi olarak ''Nusra bende, müzakerelere öyle gelirim'' diyemiyor. Bu örgütü ne yapacağız? Ortadan kaldırılması lazım. Yenilmesi lazım. Sahadan çıkarılması veya teslim olması lazım ki sonra ateşkesi sağlayabilip siyasi uygulamalara geçiş yapabilelim. Dolayısı ile burada ön-şart var ve bu da ateşkesin sağlanmasıdır. Ya uzlaşı ile -hükmedilebilinen grupların silahlarını teslim etmeleri ile birlikte- veya sahipsiz grupları sahadan çıkararak. Kusayr modelinin örnek alabiliriz. Kuşatırsın ve teslim olmalarını istersin. Teslim olmuyor musun? Çatışmaları başlatıp sizi etkisiz hale getiririz dersin ve devam edersin. Yarın müzakerelerde biri çıkıp ''1000-2000 silahlıyı ikna ettim ateşkesi sağladım'' der ve müzakere devam eder. Başka bir grup çıkar ve müzakereleri reddedip çatışmalara devam  eder, ardından ordu da onu tasfiye eder. Bu noktalar askeri hususlardır. Siyasi taraftan baktığımız zaman, muhalefetin kaç sesten oluştuğuna bakmalıyız. Muhalefet kaç sesten oluşuyor? Müzakerelere katılıp görüşünü ve taleplerini belirtecek olan ulusalcı iç muhalefet var. Kimsenin görevini bırakmasını istemiyorum ama şeffaf bir seçim ve Suriye halkının karar verici olmasını istiyorum der. Bunun ardından tartışmalar devam eder. Darılmalar, ayrılmalar, başarısızlıklar da olabilir. Konferans başka bir yerde tekrar yapılabilir. Bunlar hep olası durumlar. Mühim olan Rus-ABD uzlaşısı ile Suriyelilerin, rejim ve muhalefetin, bölgesel ve bölgedışı devletlerin huzurunda siyasi çözüme başlamasıdır.

S: Cenevre-1 örneği varken niye biz bu kadar iyimser bakabiliyoruz? Bazı dış güçler içteki savaşı uzatmak için desteklerini sunarken konferanstan bu kadar iyimser olarak bahsedilebilir mi?

E.N: Öncelikle sahada var olman lazım yoksa kimse senin için konferans düzenlemez. Bu silahlı muhalefet iki yıldır hedeflerine ulaşamayınca da yeni girişimlerde bulunuldu. Bu birinci noktamız olsun. İkinci olarak, zaman ilerledikçe Ruslar ve Amerikalılar arasında, çözümsüz bırakılmayacak sorunlar daha da müşkil hale geliyor. Obama bu sorunları çözümsüz bırakacak durumda değil. Bu sorunların başında Afganistan'dan çekilme var. Füze savunma sistemleri konusunda tartışmalar var. Bunların hepsi kendi aralarında çözülecek. Rusların da Suriye dosyasında aldığı bir pozisyon var. Obama bugün bazı dosyaları bir iki ay erteleyebilir ama bu iki gücün bazı konularda birbirine verdiği sözler var. Obama'nın, kendi siyasetini hayata geçirebilmesi için belirlenmiş süre var. Afganistan'dan çekilmek için verdiği sözler  ve yine belirlenmiş bir süre var. Bunu daha önce de çok defa söyledim. Amerika Afganistan'dan, Rusların rızası olmadan, onlarla koordine içine girmeden çekilemez. Bu gerçekten büyük bir sorundur Amerika için. Amerika'nın askeri Rusların rızası olmadan Afganistan'dan çekilemez. Bu mesele dünya güç dengelerini değiştirebilecek bir meseledir. Ondan sonra Rusların denizlerde, sayısı her gün artmakta olan filoları var. Bu filoların artık  ziyaret amaçlı olmadığını biliyoruz. Karadeniz'den Akdeniz'e, Tartus'taki bazı gemileri tamir etmek ve diğer işler için iniyor sonra da geri dönüyordu. Bugün resmi bir şekilde Rusların, Akdeniz'de  ve bölgede sabit kalacak filo hazırlığını duyurduğunu biliyoruz. Bu hamle dünyadaki siyasi, askeri ve stratejik yeni bir değişime işarettir.

S: Bir seyircimizin sorusu var şöyle diyor: ''Siyasi çözümün başarısı durumunda, farklı tarafların desteği ile hareket etmeye devam eden silahlı güçlerle veya başıboş gruplarla, toplum eskisi gibi nakş edilebilecek mi?''

E.N: Sadece başıboş gruplar değil. Daha önce de söyledim, hiç bir siyasi uzantısı, dış desteği ve hükmedeni olmayan gruplar da var. Nusra örgütü mesela. Bu örgütü destekleyenler onu müzakere masasına getirebilirler mi? Lojistik destek sağlayanlar onu o topraklardan çekebilirler mi? Ne yapacaksın bu örgütü? Az önce bu durumdan bahsettik, dolayısı ile bu meselenin çözümü belli. Ortadan kaldırılması veya teslim olup geri çekilmesi lazım. Kusayr'da buna benzer gelişmeler yaşandı. Kuseyr'da 1000'e yakın yabancı savaşçı için bazı devletler ''güvenli geçiş açın ve savaşmadan hepsini çıkarın'' önerisi ile duruma müdahil olmak istediler.  Tabi bu savaşçılar yargılanmasın şartını da koşan bu devletlere karşı Suriye yönetimin cevabı hayır oldu. Suriye yönetimi bu militanların silahlarını teslim ettikten sonra yargılanmaları lazım dedi. Bu işin askeri yönü.

Siyasi tarafına baktığımı zaman Suriye'de siyasi çözümle birlikte istikrar sağlanacak mı? Hayır. Önümüzde birçok örnek var. Cezayir gibi. Çözümden ve silahlı grupları da ortadan kaldırdıktan sonra güvenliği sağlamak uzun süre alacaktır. Bu durumlar zaman ister. Emniyet kuruluşları ister. Bunun yanında toplumsal, kültürel  ve entelektüel anlamda da faaliyetler gerektirir. Ortadan kaldırılan grupların sahada elbette kırıntıları olacaktır. Bu kırıntılar toplumsal yapıyı ve istikrarı bozmaya, fitne çıkarmaya çalışacaktır. Ama bundan sonra da kenti kuşatma altına alıp, kurtarma operasyonları yapamazsın. Burada devreye istihbarat girer ve işini bu şekilde halletmeye çalışırsın. Bütün bunlar zaman ister ve toplumun hazırlanmasını gerektirir. Akil insanları harekete geçireceksin, bölge liderleri ile koordine halinde olacaksın ki bu kırıntıları tespit edip sorunu halledebilesin.

S: Savaşın bitiminden sonra sizi endişelendirecek başka bir durum var mı?

E.N: Benim ne askeri ne de güvenlik endişem var. Kriz süresince Suriye'de yarattıkları hastalıklı eksen, gelecekte çatışmaların, fitnelerin ve yeniden inşa sürecinin önündeki engellerin ana sebepleri olacaktır. Suriye bu zaferini bölgesel ve uluslararası güçlerin desteği ile elde etti. Bu savaşın Suriye'ye karşı küresel bir savaş olduğunu söylemiyor muyduk zaten? Suriye zafer kazandığı zaman bu müttefiklerin de kazandığını söylüyoruz. Sen öyle bir zafer kazandığın/kazandırttığın zaman, pozisyonuna, söylemlerine, bölgesel ve uluslararası konumuna tekrardan bakman lazım. Suriye'nin özellikle bölgedeki pozisyonu şu an çok önemli. Zaten bütün saldırıların arkasındaki hedef bölgesel denklemlerdi. Dolayısı ile sen kendini yeniden inşa ederken, bütün bu noktaları dikkate alıp bölgesel ve uluslararası ilişkilerini de önemsemelisin. Senin uluslararası müttefikin kimdi bu kriz boyunca? Onunla, yeniden inşayı tartışırsın. Bölgesel müttefikin kimdi? Yeniden inşayı yine o müttefikinle tartışırsın. Bu tartışmalar sana, yeniden inşa -beşeri ve maddi inşa- sürecini hızlandırman ve yeni stratejin için güç verecektir.

Bir başka taraftan değerlendirmeye devam edelim. Bakın ne tahliller ne medya yorumları ne de propaganda amaçlı siyasi söylemlere dayanarak söylüyorum.  Burada artık resmi bir şekilde ilan edilmiş, ciddi ve faaliyete geçmiş bir cepheden bahsedebiliriz. Golan cephesi artık Mukavemet cephelerinden biridir. Bu ne anlama geliyor? Bu karar; Suriye'nin bu kriz sürecinde bile, bölgesel denklemlere ve rekabete geniş kapılardan girmesi anlamına geliyor. Dolayısı ile Suriye, kutup rollerinden birini oynamaya başladı. Mukavemetin desteğinde değil, Mukavemet ekseninde, Sayın Cumhurbaşkanının dediği gibi direk Mukavemet cephesi olarak. Bu da Suriye'nin Mukavemet kutuplarından biri haline geleceği ve düşmanla savaşta rolünü direk oynamaya başlayacağı anlamına geliyor.

S: İsrail; Suriye'nin Golan cephesi çağrısı karşısında elleri bağlı mı kalacak?

E.N: Tabi ki sessiz kalmaz. Parmakları yanmaya başlayınca elini kaybetmemek için harekete geçecektir. Buna karşılık verecektir biz de ona karşılık vermeye devam edeceğiz. Bugün artık, İsrail ile rekabet ederken, savaş ihtimalinin bizi korkutmadığı bir noktaya geldik.  Ben ne demek istediğimi şöyle anlatayım. İnsanlar, zihinleri 67 savaşı, katliamlar ve felaketler ile dolu olarak ''İsrail bize saldırırsa bize ne olur'' diye düşünüyor. Ben de bugün onlara diyorum ki, gidin bu soruyu İsrail'e sorun. İsrailliler ''Eğer bize saldırı olursa, işgal altındaki Filistin topraklarının tamamı bu savaşa dahil olacak ve üstümüze binlerce füze düşecek'' diyorlar. Arapların düşünce sistemlerini ve bakış açılarını değiştirmeleri gerekiyor. Bütün siyasi mütefekkirlerin ve bu konuya kafa yoranların, düşmanla aramızda olan savaşın doğasının değiştiğini bilip bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Çünkü ısrarla söylüyorum, bana göre herhangi bir savaşta galip gelecek ve zaferi elde edecek olanlar bizleriz.

S: Bizim açacağımız cepheler genişleyecek mi?

E.N: Suriye'ye, birçok bölgeden ''karşı eksen'' açıldı. Şu an Suriye'ye karşı açılmış bir Türk ekseni yok mu? Irak'tan sızmaya çalışmadılar mı? Körfez kaynaklı bir eksen de var. Bütün bu eksenleri, İsrail ile savaşında ileri bir adım atamasın diye açtılar. Suriye'yi, Mukavemet'e destek olamasın diye çöküşe götürmeye çalıştılar. Velakin bütün bu karşı adımlara ve İsrail saldırılarına rağmen, Suriye yönetimi, Mukavemet kampına desteği arttırma ve Golan cephesinden olmak üzere Mukavemet'e direk katılma kararı aldı. Düşman böyle bir şeyi beklemiyordu. Cobari'nin şehit edilmesinden sonra da  8 Gün Savaşı'nı beklemiyordu. Küçük bir kaç füze atarlar biz de karşılık veririz ve bu işten sıyrılırız diye düşünüyorlardı. Gazze'deki Mukavemet'in, hükümetin korunması için İsrail'e karşı koymayacağını ve savunmaya geçeceğini düşünmüşlerdi. Ama Mukavemet'in karşı atağı ve Tel Aviv'e kadar uzanan füzeleri, düşmanı şoka uğrattı. Aynı şekilde Golan cephesini, hele ki 2 yıldır süren Suriye krizinden sonra hiç beklemiyorlardı. Doğrudur, Suriye ordusu birden fazla iç cephede savaştığından dolayı yorgun ama  Suriye hava savunma sistemleri ve stratejisi, deniz savunma kuvvetleri, İsrail'in gemilerini batırabilecek sistemleri ve İsrail'i yok edebilecek füzeleri halen mevcuttur. İsrail son saldırıları ile, Suriye'ye  ''Kırmızı çizgileri ben çizerim, Mukavemet ve diğer konularda sınırları ben belirlerim'' uyarısı yapmak istedi. Buna cevap ise ''Mukavemet'e desteğimi daha çok arttıracağım –ki bu yönde faaliyete de geçildi- ve Golan'da Mukavemet Cephesi açacağım'' oldu. Düşman bunu beklemiyordu.

Özellikle de yeni cephenin müşterek cephe oluşu İsrail'i daha çok korkutan başka bir noktadır. Suriye'nin diğer Mukavemet cepheleri için yıllardır yaptığı gibi, Lübnan Mukavemeti de, Suriye'deki yeni cepheye her türlü  yardımı yapacağını ve uzmanlarıyla birlikte buraya destek sunacağını ilan etti. Yani Suriye'nin maddi, manevi her anlamda sunduğu destekler, Suriye'ye de sunulacak ve bu da Mukavemet'in birbirleriyle daha çok ilişkiler kurup müşterek hareket etme düzeylerini arttıracak. Oysa İsrail bunun tam tersini istiyordu. Saldırılarının hedefinde de bu vardı, Suriye'nin Mukavemet'e desteğini durdurmak. Suriye'nin, bu saldırıdan sonra ''Tamam, artık Mukavemet kampına destek vermeyeceğim'' demesini bekliyorlardı. Herkesin çok iyi bilmesi gereken başka bir şey de, bütün bu saldırılardan önce Suriye yönetimi ile gerçekleşen diplomatik görüşmelerde tek bir şey talep edildiğidir: ''Mukavemet ile ilişiğinizi kesin''. Mukavemet'i topraklarından çıkar ve bölgede istediğini yap deniliyordu Suriye'ye. Suriye'ye, Lübnan ve Irak'ta istediğin rolü sana veririz deniliyordu. Tek bir şart vardı: Mukavemet ile ilişkileri kesmek. Batı'nın tek derdi İsrail'i korumaktı. Suriye yönetimi bu teklifleri reddetti. Ben sana burada analiz yapmıyorum, bütün bu bahsettiğimiz talepler ve teklifler, Türk, Batılı ve Arap yetkililerin Suriye yönetimi ile görüşmelerinde dillendiriliyordu. 

S: Seyyid Hasan Nasrallah'ın ''Suriye'nin yanındayız, düşürülmesine izin vermeyeceğiz'' özetli ifadeleri çok net ve açıktı. Şu anda bütün Mukavemet ekseni bu hatta mıdır?  Yoksa burada bazı dengeler açısından farklı noktalardan bahsedebilir miyiz? Uluslararası veya bölgesel anlamda, güç dengeleri bakımından farklı konumlanmalar mı var yoksa tüm Mukavemet güçleri Seyyid Hasan Nasrallah'ın bahsettiği hattın içinde midir? Ve bütün bunların Golan'a etkileri nedir?

E.N: Seyyid Hasan Nasrallah, Tahran'a yaptığı gizli ziyaretten sonra bu ifadeleri kullandı. Bütün olasılıklara karşı koyabilecek şekilde, ortaya, tüm boyutlara entegre bir strateji koyuldu. Bogdanov da Tahran'da protokol dışı görüşmeler gerçekleştirdi. Bölgenin tamamını ele alacak şekilde yeni stratejiler konuşuldu. Seyyid Hasan Nasrallah, önceki konuşmalarında, aynı pozisyonda iken ve aynı bakış açısına sahip iken bu tarz ifadeler kullanmamıştı. Aylar önce tartışılan ve konuşulan noktaları neden bugün dillendirdi? Senin bu soruyu sorabilmen için. Mukavemet hattı %100 entegrasyon içinde aynı pozisyona sahip. Mukavemet kampı bir karar aldı ve bu kararda ortak hareket ediliyor.

Bugün Arabistan'ın İran'a yakınlaştığına dair ipuçları var. Arabistan, İran'ın büyük bir devlet ve bölgede önemli bir rolü olduğunu ilan edip, bölgenin sorunlarını barışçıl bir şekilde çözmek ve güvenli bir coğrafya yaratmak için ortak çalışmaya hazır olduğunu belirtti. Zaten İran'ın herkese yaptığı çağrı da budur. Niye tahripkar bir şekilde hareket edip birbirinizi öldürüyorsunuz? Bu yıkımlar kimin çıkarına? Bu bölünmeler kimin işine geliyor? İran, gelin çıkarlarınızı ve çıkarlarımızı ortaya koyup bölge için işbirliği yapalım diyor.  Bugün eğer Suud Faysal'ın  ittifak konusunda ifade ettikleri ciddi ise, İran ve Arabistan'ın bölgenin sorunlarını barışçıl yollarla çözüp sakin bir ortam yaratmaya çalışabileceklerini söyleyebiliriz. Ama Suudiler önlerinde tehlikeler görüyorlar. Yemen ile aralarında duvar öreceklermiş. Yemenlileri ve Suudileri, Suriye ve Lübnan durumuna benzetebiliriz. Niye duvar öreceksin? Sorun nedir? Güvenlik mi?

S: Bugün Körfez ülkelerinin Suriye krizi çerçevesindeki söylemlerini değiştirmediğini görüyoruz. Faysal bugün Salihi ile görüşmek üzere İran'da. Suud, pozisyon mu değiştiriyor yoksa çıkar ilişkilerinden ibaret hamleler mi yapıyor?

E.N: Suud dışişleri bakanı çıkıp, İran'ın büyük bir devlet olduğunu ve bölgedeki sorunların barışçıl çözümünde işbirliği yapmaktan bahsediyor. Kimse o bakana bu demeci ver diye baskı yapmaz. Asgari düzeyde de olsa aralarında bir ittifak olmasaydı bu demeci vermezdi. Bana göre gelecek günlerde bu demecin ayrıntılarını da öğrenebileceğiz. Ortaya bütün kağıtlarını koymamışlardır ama bir giriş yapmışlardır.

S: Bize sorular geliyor. Golan cephesi konusunda, Suriye'nin neden İsrail'in saldırılarından önce böyle bir seçeneği masaya yatırmadığı soruluyor.

E.N: Çünkü Suriye'nin seçeneklerinin, Suriye'nin hudutları ve  bu seçeneklere hazırlık safhası ile sınırlı olduğunu düşünüyorlar. Bu bir hazırlık meselesidir. Açık konuşacağım. Suriye, Mukavemet'in elindeki hazırlık çalışmalarının ne olduğunu tamamen biliyor. Aynı şekilde Mukavemet de Suriye'nin seçeneklerini ve hazırlıklarını biliyor. İran'ın bu iki tarafı bildiği gibi Suriye ve Hizbullah da İran'ı biliyor. Dolayısı ile Mukavemet kampı kararlarını, bütün cephelerin varlığında alıyor. Bir sene önce tartışılan bir konu bugün realiteye dönüşüyorsa, bu hazırlıkların tamamlandığını ifade eder. Ortam tartışılan konuya müsaittir ve bu konu bir gerçeğe dönüştürülür.

Ben, bazı bilgilere dayanarak diyebilirim ki Suriye'nin Golan cephesini açması, sadece İsrail'in saldırılarına karşı (ki bu saldırıya karşı verilmiş zekice bir cevap gibi gelse de) yapılmış bir karşı hamle mahiyetinde değildir. Daha önce, önümüzdeki savaştan defalarca bahsettik. Mukavemet kampı, bütün cepheleri ile hazırlık yaparken karşı tarafta İsrail de 2006 yenilgisinden hemen bir gün sonra hazırlıklara ve tatbikat üstüne tatbikat ile ''önümüzde bir savaş var ve benim iyi hazırlanarak zafer kazanmam gerek'' demeye başlamıştı. İki taraf da olası savaştan bahsediyor. Savaş biliminde, bir taraf diğer bir tarafa karşı zafer kazanabileceğini düşünüp savaşı başlatır veya iki taraf da güç dengesini kurabilir ve herhangi bir savaş durumunda zararlı çıkacaklarını düşünüp barış yoluna giderler. Bugün İsrail ile herhangi bir barışçıl çözüm mevcut mu? Yok öyle bir şey. Arap devletleri yıllardır İsrail'den sadece rica ediyor. Hatta en son ''toprak değişimi'' (Katar'ın) girişimi ile bu işi çözün artık mesajı verilmeye çalışıldı.  Ebu Mazen'in ne  dediğini hatırlıyor muyuz? Yerleşim projeleri sürerken müzakereleri açmam diyordu. Araplar gelip İsraillilere ''Bütün yerleşkelerin kabul, toprak değişimi yapalım'' dediler. İsraillilerin bunlara cevapları zekiceydi: ''Bu Şeyhlerin ve Emirlerin bu topraklarda mülkiyeti var mı ki bana toprak versin?''. Yani bu Şeyhler Mukavemet'i, direnişinden alıkoyabilir mi? Filistin halkına bu konuda, yani şuradan 10 km git, şuraya 5 km gel, bundan sonra direnmeyeceksin diyerek emirler verebilirler mi? Dolayısı ile İsrail'in cevabı mantıklı oldu: ''Teşekkür ederim, girişimin güzel ama senin bu topraklarda mülkiyetin yok.''  Yani Araplar, başkasının (Filistin) cebindekini alıp haketmeyen bir başkasına (İsrail'e) vermek istiyor.

Bazı Arapların bütün bu girişimleri başarısızlık içinde yüzüyor. Çünkü toplumsal yapılar ve Mukavemet bileşenleri bu girişimleri birden fazla defa başarısız çıkarabilecek güce sahip. Ki bu girişim ilk değildi. İsrail Lübnan'ı işgal ettiğinde Emir Fahd'ın girişimini konuşmak üzere Mağrip'e gitmediler mi? Böyleleri de var. İsrail saldırır bunlar gelip alttan alır, girişimde bulunur. İsrail işgal eder yine gelir yine girişimde bulunurlar. İsrail bu girişimlere geri cevap vermez, Mahmut Abbas ile müzakereye başlamaz, Ebu Ammar'ı suikast ile öldürür ama bunlar gelip yine girişimde bulunur. İsrail inat eder ama bu taraftakiler daima hıyanete hazırlar. Bütün bunların dışında Lübnan'da doğan bir Mukavemet gördüler, irade gördüler. Hiç beklemiyorlardı. Ardından İntifada başladı. Oslo müzakereleri ile 1. İntifadayı etkisizleştirmeye başlamışlarken 2.si patlak verdi. 2. İntifada'yı da etkisizleştirdikten sonra Gazze'den çekilmeleri de onları rahatlatmadı. Çünkü Gazze, Mukavemet'in stratejik bir üssü haline geldi. Gazze direnişi artık taktiksel değil. Gazze şu an Tel Aviv'i vurabilen füzelere sahip. Gazze'de onlarca tankı imha edecek füzeler var.  Onların hesaplarına göre Gazze şu an 2006 Lübnanı gibi. Güç dengeleri değişti. Evet ve bende bu konuya dair hiç bir soru işareti yok artık. Araplar komplolar hazırlıyor ve başarısız oluyor - İsrail savaşıyor ve kaybediyor. Bu durum 1988'den şimdiye devam ediyor.

S: Peki. Bİr başka dosyaya geçelim. Reyhanlı patlaması. Erdoğan ve hükümetinin çeşitli ithamlarla başkalarını suçladığı patlama. Var olan krizi Türk kanı dökerek daha da tırmandırmak ve belki de önümüzdeki Cenevre sürecini etkilemek amacı ile Erdoğan'ın da kabahati olduğu bir patlama olabilir mi?

E.N: Yani Erdoğan'ın Kürtlere, siyasi muhaliflerine, karşı gösterilere karşı benzer kabahatlerle yaklaştığını biliyoruz ve görüyoruz. Suriye'ye açık bir cephe açması ve sınırlarını tamamen açması ile beraber herkes aynı uyarıyı defalarca yaptı: Dikkat edin, Suriye'deki ateş Suriye hudutları ile sınırlı kalmaz. Erdoğan'ın kendi topraklarında patlayan bombaya şaşırmaması gerekiyor. Çünkü sen bölgede ateş ekersen, Suriyeliye ''silah, güç ve tahrip ile rejimi devir'' deme hakkını kendinde gördüğün gibi bir başkası gelip ''Türkiye'de şunu ve bunu silah ve yıkımla sağlamak istiyorum'' der ve bombayı patlatır. Dolayısı ile şu an ektiğini biçiyor. Şimdi Suriye'yi delili olmadan itham ediyor. Ortaya da İskenderun'u özgürleştireceği iddia edilen 6 Türk vatandaşı çıkarıldı. Bunlar siyasi meselelerdir. Erdoğan'ın siyasetinden kaynaklı çok güçlü bir muhalefet var Türkiye'de. Hepimiz gördük. Makaleler, söylemler, gösteriler, protestolar... Türkiye halkı ne zamana kadar Erdoğan'a katlanabilecek ki? Erdoğan kendine bir cehennem kapısı açtı ve bu patlama o kapıdan girdi. Ne zamana kadar? Ben Türkiye'nin, bu kriz bittikten ve Erdoğan hükümeti devrildikten sonra ilk müttefikimiz olacak ülke olacağına bahse girerim. Her şey ardı ardına gelecek. Kendi açtığı kapıdan giren bu şiddetin ardından bir sabah uyanıp her söylediği ve yaptığı şeyin hata ardına hata ve yalanlardan ibaret olduğunu farkedecekler. Bir de Erdoğan'ın herkesle çatışma halinde olma stratejisi onu devrilmeye doğru götürecek bir diğer nedenlerden biridir. İran ve Irak ile milyarlarca dolarlık anlaşmaları vardı. Suriye ve Irak pazarındaydı.

Ne oldu da bütün ilişkileri kestin? Çünkü Katar Emiri çıkıp bölgeden daha büyük bir hisse vaat etti. Türkiye gibi büyük bir devlet Katar gibi geleceğinde ne olacağı belli olmayan bir Emirlik Şeyhine inanıp böyle karmaşaya girer mi? En azından şu veya bunun yanından tarafım demeden barışçıl çözümü dillendiremez miydi? Türkiye arabuluculuk rolünü üstlenseydi ne kadar güçlenirdi? Muhalefet Türkiye'de, ama biraz akıllanın müzakere yapmanız gerekiyor deyip rejime de aynı uyarıları yapamaz mıydı? Bu çizgiyi sahiplenebilseydi gücünü ne kadar arttırabilirdi? Biliyorsun Araplarda her zaman en büyük payı “Sulh Şeyhi” kapar. Türkiye de aynı şekilde Sulh Şeyhi olabilirdi. Velakin açık, ilan edilmiş ve şiddet dolu yoldan gitti ve şimdi ektiğini biçiyor. Yarın öbür gün Washington'a gidiyor. Obama ile birlikte ne söyleyecekler? Aynı şekilde ''Suriye'nin geleceğini Suriyeliler belirleyecek, Cenevre'ye gitmek lazım, diyalog masası kurmak lazım...'' diyecekler. Peki açtığın bütün bu cephelerin sana yararı ne oldu? Ne yaptın? Ateşi Türkiye'ye taşıdın.

S: Daha önce de çok dillendirildi, Reyhanlı halkı Nusra örgütü ve diğer silahlı muhalefetin varlığından çok rahatsızdı. Bu patlamaların arkasında yer alan siyasi bir hedef var mıydı? Cenevre konferansının ertelenmesine sebep olma veya Türklerin düşünce dünyalarını değiştirmek amaçlı bir patlama olabilir mi?

E.N: Bu eylemi gerçekleştirenler Cenevre sürecini etkileme niyetindeydiler. Erdoğan Suriye rejimini suçlarken de ne müzakereye ne de anlaşmaya yer yok demek istiyordu. Ancak, Rusya - ABD uzlaşması ile kararlaştırılan konferansa karşı yapılan bu hamlelere ne zamana kadar izin verilecek? Yarın göreceğiz. Washington'a gidip Amerikan başkanı Obama'nın önünde açıklama yaparken göreceğiz. Ben ''Cenevre'ye gitmemiz gerek, diyalog kurulmalı'' demesini bekliyorum. 

Cenevre'nin ertelenme sebeplerinden biri, bütün güçlerin bir liderleri olmadan dağınık olmaları olacak. Cenevre'nin zayıf noktası budur ki bu da rejimin sorunu değildir. Bu sorun, bu kadar gücü kışkırtan ve onları şimdilik bırakın tek bir metin altında, tek bir kelime altında bile birleştiremeyen dış güçlerin sorunudur. Rusların, Amerikalıların ve siyasi çözümde direten bütün güçlerin karşılaşacağı gerçek sorun budur.

S: Bazı siyasi analizlerde Erdoğan'ın ve hükümetinin devrileceğine dair tespitler var. Hatta hükümet içinde bazı tarafların Erdoğan devrini sonlandırmaya çalıştığı ve bazı bölünmeler yaşandığı söyleniyor. Diğer taraftan kitlelerin öfkesi sokaklara da yansıyor. Erdoğan'ı devirmeye yönelik faal bir takvim  var mıdır sizce?

E.N: Ben şöyle bir mekanizma ile bakıyorum. Yapılan hesaplar ile kullanılan yöntemlerin sonradan seni rezil etmesinine ve yalancı ve işbirlikçi olmaya ilaveten yanında, hiçbir şeyi değiştirebilecek gücü olmayan Katar gibi ülkelerle müttefik olduğun zaman Erdoğan'da gördüğümüz gibi dış siyasette zayıflarsın. İç siyasette, Erdoğan ve AKP hükümetine kalan, gerçekten önemli bir konu olan ekonomidir. Buradan Türkiye'nin dış borç hacmini ve iç-dış ticaret dengesizliğini dikkatle incelemeliyiz. Türkiye  özellikle Avrupa'ya ihracat yapan bir ülke. Avrupa ekonomisinin krize girmesi ve sıkışması demek Türkiye ihracatının da azalması demektir. Türkiye'nin dış borcunun yanında Avrupa ekonomisinin kriz sürecinin devam etmesi, Türkiye'nin beklediği ihracat oranını yakalayamaması anlamına gelir ve o zaman Türkiye ekonomisi büyük bir darbe yer. Bu noktadan sonra Erdoğan'a iki yol kalır. Çevre ülkeler olan İran, Irak ve Suriye ile olumsuz ilişkilerine devam eder ve bölgede var olan kriz içe taşınır veya bu komploları bırakıp yaşadıkları iktisadi sorunlara dikkat eder ve bu konuda çalışmalar yapar. Ben gelecek seçimlerde Erdoğan'ın iktidar olamayacağına yüzde yüz inanıyorum. Suriye krizinde izlediği Natocu siyasetten dolayı kaybedecek. İslami söylemleri olan ama Natocu bir lider. Patriot füzelerini ve füze kalkanını yerleştirmesi ve İsrail ile barışması hep Natocu siyasetin ürünleridir. Onu destekleyen kitleler, eşinin başörtülü olması, İslami söylemleri ve İsrail'e bir iki laf etmesine aldandı ve işte bu yeni Fatih diye düşünüldü. Yarın bu kitleler Natocu siyaseti farkedip karşı  çıkacaklardır.

S: Bu siyaset aynı zamanda partinin de mi siyasetidir?

E.N: Bu parti, yönetime gelip orduyu zayıflatarak bu siyaseti izleyeceğine dair ABD ile anlaşmış bir partidir. Şu anda ordunun tek söz söyleme hakkı yoktur Türkiye'de. ABD orduya olan desteğini çekip bu partiyi anlaşma sonucu desteklemiştir. ABD bu partiyi şekli güzel diye desteklemiş değil.  ABD ''İstediğin gibi hareket edebilirsin çünkü sen bize istediğimiz gibi hizmet ediyorsun'' demiştir. Ama insan haklarından bahsedeceksek Türkiye bu konuda kiminle karşılaştırılabilir? Gazeteciler, siyasetçiler ve daha bir çok şahıs yönetime muhalif diye hapistedir. Ve sadece 1-2 kişi değil yüzlerce öğrenci, gazeteci ve siyasetçi hapishanelerde. Obama'nın bu konuda açıklama yaptığını gördük mü? Avrupa parlamentosunda insan hakları konusunda çalışan bazı tarafların ara sıra yaptıkları açıklamalarını görüyoruz başka bir şey yok. Batılı devletler sessizliğini koruyor çünkü AKP siyasetlerine hizmet ediyor.

S: Bazı siyasi analistler, Erdoğan ve Davutoğlu'nun izledikleri siyaset yüzünden çok düşman kazandıklarını -iç siyasette bile- söylüyorlar. Davutoğlu'nun artık gideceği ile ilgili söylentiler var.

E.N: Davutoğlu'ndan kurtulmak istiyorlar. Davutoğlu partinin esas üyelerinden değil. Ama o bu partiye dışişleri bakanlığı rolünü oynamak üzere geldi. O şu anda Türkiye dış siyasetinin mühendisi. Bu dış siyaset de başarısız olunca ''Kardeşim sen geldiğin yere geri dön'' demeleri de olağan. Davutoğlu'nun bu şekilde siyaseten kurban edilmesini bekliyorum. Geriye zor olanı, Erdoğan kalıyor. Erdoğan halen partinin bir numaralı ismi.

S: Bugün Mukavemet için, onu fitneye doğru çekmeye çalışanlara cevap vermediği için zayıfladı deniliyor. Mukavemet zayıfladı mı yoksa iç sorunlara karışarak bazı liderlerini o sorunlara çekmeye çalışanlara fırsat mı vermek istemiyor?

E.N: Ben fitneyi ''iç sorun'' olarak adlandırmıyorum. Fitne fitnedir. Komplolar, seni bir Mukavemet olarak bu fitnelerle, bölgede var olan gücünle birlikte tasfiye etmeye çalışıyorsa  yapılan her açıklamaya, her tartışmaya basitçe dalmazsın. Sakin ve tehlikelerin farkında olarak beklersin ve bu komploların başarısızlığını izlersin. Lübnan'daki fitne komplolarının ömrü iki yıldan uzundur ve Mukavemet bu fitnelere bu süre boyunca aldanıp dalmadığına göre zafer kazanmıştır. Kimsenin onu bu fitnelere çekememesi onun zayıflığını göstermez, tam tersine zaferini gösterir. Hatta en azılı düşmanları ve işbirlikçilerin en akılsızı bile Mukavemet için ''Bakın ona hodri meydan dedim ama zayıf olduğundan bana cevap veremiyor'' diyemez. Çünkü Mukavemet'in ağırlığının ve hacminin tahayyül ettiklerinden çok daha fazla büyük olduğunun ve ne kadar uğraş verirlerse versinler aynı büyüklükte ve etkinlikte bir parti kuramayacaklarının farkındalar. İsrail, Mukavemet'in büyüklüğünü, muazzamlığını ve gücünü itiraf ediyor. Ruslar Mukavemet liderleri ile oturduklarında ''Bölgesel ve ana güçlerden bir güç ile oturduğumuzu hissediyoruz'' diyorlar. Dolayısı ile Mukavemet bu camide, partide, sağda ve solda vaaz verip duranlardan korkacak değildir. Mukavemet ben fitneden korkuyorum, güç dengelerinden değil diyor zaten. Fitneden korkarım çünkü şer'en kabul ettiğim bir şey değildir ve komploların da bir kısmıdır fitne.

S: Filistin dosyasını açalım, Halid Meşal Katar ile birlikte. İsmail Heniyye Gazze'de Karadavi'nin elini öptü. Filistin direnişi çalındı mı? Hamas uzaklaştırıldı mı? Filistin'de bölgesel dengelere farklı bir bakış açısı ile bakanlar var mı? Olası bir savaşta Filistin cephesini göremeyecek miyiz?

E.N: Kesinlikle hayır. Filistin cephesi hazır, Mukavemet hazır ve Hamas Mukavemet gücüdür. Ama bu Hamas yönetiminde bir karmaşa olmadığı ve Hamas liderlerinin aklının karışmadığı anlamına gelmez. Önemli olan, var olanı olduğu gibi okuyabilmek. Hamas bir oyuncu ve bir güç olarak kendini Müslüman Kardeşler'den sayarken, Müslüman Kardeşler'in bölgede bir hakimiyet kurmasının da Filistin çıkarına olduğunu düşünüyor. Niye? Çünkü o da kendini bu örgütten sayıyor. Müslüman Kardeşler'in de 1942'de ilk savaşanlardan biri olduğuna inanıyorlar. Bu onların mantığına göre öyle. Ben ise -ki Müslüman Kardeşler'i dikkatlice takip ediyorum- Hamas'ın tam tersine düşünüyorum. Kesinlikle. Müslüman Kardeşler çıkıp Camp David'i tanıyoruz, ABD bizim müttefiğimizdir ve bize yardımcı olmaktadır diyor. Arap-İsrail  savaşında, Amerika ile çatışan bir pozisyonda olmayanlar, Filistin'i özgürleştirmekten bahsetmesinler. Daha basit bir şekilde anlatılabilir mi? Hamas, Müslüman Kardeşler örgütünün üyesi olarak örgütün ABD ile çatışmasızlığına binaen bu meselede sorunlu bir yerde yer alıyor. Hamas, bir an düşünüp ABD ile çatışmaksızın bir direniş gücü olabileceğini düşünüyor mudur? Evet düşünüyordur. Ben de çıkıp diyebilirim ki siz Yaser Arafat'ı hatırlatıyorsunuz.  Çünkü Yaser Arafat, ABD ile anlaşabileceğini bir çözüm üretirken aynı zamanda Mukavemet gücü olabileceğini düşündü. Ne oldu sonra? Yaser Arafat'ı zehirlediler. Bu denklem, çözülemeyen bir denklem. Filistin'i gerçekten özgürleştirmek mi istiyorsun? O zaman sen ABD ile de çatışıyorsundur. Dolayısı ile de seni terörist olarak adlandırır. Sen ABD ile İsrail'le uzlaşmak üzere anlaşmaya çalışıyorsun ve bir süre sonra ABD seni İsrail'in şartlarını kabul edene kadar bir elbisenin suyunu sıkar gibi sıkıyor. Sonunda bir Filistinli olarak İsrail'in şartlarının altından kalkamayacak biri oluyorsun ve ABD tarafından tasfiye ediliyorsun. Seni önce kuşatıyorlar sonra da boğazına sarılıyorlar ve idam hükmün veriliyor. Biz bu derse şahit olduk. Hamas bu dersten ibret almayacak mı? Onların ilk hataları, Müslüman Kardeşler'in birer birer yönetime gelmesinin Filistin'in pozisyonunu güçlendireceğini düşünmeleri oldu. Bakın Mukavemet Seyyid'i (Nasrallah) neye işaret etii? Bu Arap heyetlerinin Washington'a, Filistin'den vazgeçip yeni bir Nakba önerisi ile gittiğini görürken bu heyetlerin aynı zamanda Arap Baharını temsil edenler olduğunu görüyoruz dedi. Yani bunlar yönetime gelince sizin için ne yaptılar? Dolayısı ile hesaplarını gözden geçirmelisin. Ekonomik olarak bakalım. Washington'a veya başka bir yere gitmeden inceleyelim. Sen Mısır'da Arap Baharı ile geldin, IMF  bankalarından ABD rızası ve Avrupalıların nazları ile borç dilenmeye başladın. Ne yaptın böyle? Hamas'ın bu taraftan da bakması lazım. Uluslararası ve bölgesel güçlerin siyaset stratejilerine bakın ve Filistin'in çıkarlarından o zaman bahsedin.

S: Filistin'in çıkarı nerdedir şu an?

E.N: Filistin'in çıkarı yüzde yüz Mukavemet kampının yanındadır. Hamas iki ülkeyi de denemiş ama Katar ve Suriye arasında seçim yapıyor. Sen Suriye'de yetişip büyüdün ve ademoğlu oldun! Nasıl Doha'ya gidip Filistin'i özgürleştireceğim dersin? Nasıl? Katar ve diğerlerinden tek bir mermi istemiyoruz. Bütün silahları onların olsun. Hiç bir zaman da istemedik. Ama şehid ailelerine nasıl yardım etmezsiniz? İsrail'e karşı savaşta şehid olan direnişçinin, savaşçının ailesine bakın en azından. Olmaz. Çünkü Amerikalıların kararı gereği, şehid ailelerine yardım yapmak diğerlerine ''ben ailenize bakarım gidin şehid olun'' mesajı vereceğinden her türlü destek yasaktır. Gidip Katar Emiri adıyla veya bilmem hangi Şeyh adı ile hastane açarlar ama Direnişçileri değil sadece fakir ve yoksul Filistinlileri tedavi ederler.

S: Siz Filistin cephesinin Mukavemet ile birlikte olduğunu söylüyorsunuz. Şimdi bugün Halid Meşal'ın Hamas'ı bütün bunlardan uzaklaştırdığını görüyoruz. Bugün çıkıp Suriye'ye birden fazla yere birkaç kez saldırdığını da görüyoruz. Suriye'nin düşmanlarıyla görüşmeler yapıyor, hatta Özgür Suriye Ordusu liderleri ile de oturduğuna dair belgeler var.

E.N: Gazze'de, İsrail'e karşı savaşan, silah taşıyan bir güç var ve farklı bir bakış açısı ile hareket eden bir siyasi güç var. Sonuç olarak Hamas'ta bir sorun var. Bu bizim tahlilimiz değildir, bu sorun biliniyor. Biri Doha'ya giderken bir başkası Tahran'a gitti ve ardından Seyyid Nasrallah ile saatlerce görüştükten sonra ''Biz Mukavemet ile birlikteyiz, ona sadığız. Diğer hamlelerle alakamız yok'' dedi. Şimdi ben kalkıp Hamas'ı tümden karşı cephenin kucağına mı atmalıyım? Yoksa var olanı nasıl okuyabileceğimi öğrendikten sonra Hamas'ı uyarıp Mukavemet için bunu ve şunu seçmeliyiz mi demeliyim? Ben öyle çalışırım.

S: Hamas'ın üzerinde kimin kontrolü var?

E.N: Siyasi ilişkilerde kontrolü olan bir cenah varken askeri faaliyet içindekiler üzerinde kontrolü olan askeri kimlikler mevcut.

S: Peki şimdi propoganda olarak sahaya en fazla etkisi olan basın konusuna gelelim. Basın birçok konuda pek çok şeye kolaylık sağladı. Örneğin Suriye'ye en fazla basın üzerinden darbeler vuruldu. “Arap Baharı”nda da belki de bu yolla kontrol sağlanmak istendi. Şimdi basından talep edilen nedir? Özellikle de Suriye basınından stratejik olarak toplumsal altyapıyı tekrar kurmada talep edilen nedir sizce?

E.N: Öncelikle basına, sadece yansıtıcı bir ayna gibi bakmak yanlıştır artık. Öncelikle stratejik olarak basını kullanırken, var olanı aynadan yansıtarak karşıya iletirsin sonra da bu yolla geleceği inşa edersin. Basın sadece iletme görevini yapan bir araç değildir. Bugün özellikle Suriye'de basının önder, kışkırtıcı, sakinleştirici ve tahrip edici roller oynayabileceğini gördük. Çünkü artık insanların akıllarına hükmedebilecek güçte. Sadece bir kaç kişinin değil toplumsal hareketliliği etkileyecek büyük kitlelerin akıllarına da hükmedebiliyor. Sonuç olarak kitleleri çok etkili bir şekilde yönlendirebilmek yeni bir güç olarak kabul edilmelidir. Basın ayna görevi dışında yıkıcı ve yapıcı özelliğine de sahip. Dolayısıyla buna yönelik yeni stratejiler belirlemek gerekiyor. Hedeflerini belirlemen gerekiyor. Toplumsal, fikirsel, kültürel, entelektüel ve diğer noktaların yanında iktisadi ve askeri güçlerin de geliştirilmesinde basının çok büyük etkileri vardır ve artık hedefler bu noktalar dikkate alınarak belirlenmelidir.

Toplumsal birlikteliğimizi genişletmeliyiz. Çünkü felsefi ve aydın bir akıl geniş olan ve insanlığı daha çok kapsayan toplumların daha güçlü ve uygar olduğunu söyler. Bunun aksi her güç ise kaybedendir. Bir örnek vereyim. Hind Müslümanların bir kısmı çıkıp Hindulara karşı bağımsızlık kazanacağız ve İslami bir devlet kuracağız dediler. İsmi de Pakistan olacak. “Pak” yani tahir, “istan” da devlet, yurt anlamında. Dolayısı ile bu devlet ''tahir-temiz'' ve diğerleri de ''necis-pislik'' oldu. Bizi bırakın, Hindu istemiyoruz dediler. Gandi bunlara rica etti, eşitlik, adalet, kanunlar, Müslüman lider; ne isterseniz yapalım ama ayrılmayın dedi. Kabul etmediler ve ayrıldılar. Pakistan kuruldu. Peki bu ''tahir-temiz'' insanlar huzur içinde mi yaşadılar kendi aralarında? Sonra Doğu Pakistan ve Batı Pakistan eşitlik ve adalet olmadığını gördü ve iki devlete ayrıldılar. Biri Bangladeş,  diğeri Pakistan oldu. Ve bu ''tahir'' Pakistan'da ard arda askeri darbeler yapılıyor ve yolsuzluk ülkeyi hala emmeye devam ediyor. Bir diğer yandan Taliban savaşlarının acısını çekiyor. Bu nasıl bir “paklık”? Bu nasıl ''tahirlik''?

Biz burada 4 bin yıllık bir uygarlık üzerindeyiz. Biz burada bütün dinlerin ve mezheplerin çıkış noktasında yer alıyoruz.  'Alemlerin Rabbi 'Vettini vezzeytuni ve Turi Sinin'' derken, bu ''Biladi'l-emin'' üzerine, Biladı-Şam üzerine yemin ediyor. Niye? Çünkü insanlığın çıkış noktası, dinlerin çıkış noktası olan bir coğrafya. Bu bize bir anlam ifade etmiyor mu ki bu coğrafya üzerinde savaşıyoruz? Aksine bu coğrafyanın değerini anlayıp tüm insanlığa gelin deyip eşitlik ve adalet üzerine kurulu ağımızı daha da genişletebiliriz. Bütün bunlar insanlık adına kazanımlardır. Bunun şartları da var elbet. Bu genişliğe hükmetmek isteyecek despotizme karşı olmak gerekir. Bölgeye hakim olmak isteyen bir Osmanlı İmparatorluğuna karşı olmak mesela. Türklerin diğer tüm kavimlerin üstünde bir yer edinmesine karşı olmak.  Tüm etnik kökenler arasında eşitliği ve adaleti sağlayarak kanunlarla garantiler vermek. Kürt, Türk, Arap, Fars, Türkmen ve diğerlerinin bir Konfederalizm altında yaşamasında bir sorun var mı? Ne olur yani? Niye bu konuya geldim. Bahsettiğimiz uygarlık ve insanlık adına güzel şeylerin kurulabilmesi için, Erdoğan ve Davutoğlu'na rağmen, bölgenin bütün halklarını kapsayan bir ağın örülebilmesi için var olan tüm komplolara ve zihinlerin arkasındaki karanlık oyunlara rağmen Suriye'nin bu krizden çıkması gerekiyor. Dolayısı ile tüm bu hedefler bir  basın stratejisi ile tercüme edilirse ortaya hedefi belli olan bir basın programı çıkar.  Şam yönetimi ile Bilad-ı Şam'da ne yapmak istiyorum? Siyasi hedefler? Toplumsal hedefler nelerdir? İktisadi hedefler? Civardaki tüm ülkelere açık ve net bir dil ile basın yolu ile gelin çıkarımız burada demek. Bazıları için 3 yüz binlik nüfusuna bakıp bu ne yapabilir ki dememek gerek. Çünkü gördük, var olan basın araçlarının yanında bir stratejilerinin de olması basında neler yapılabileceğini gösterdi.

S: Peki vaktimiz çok daraldı. Bir kaç soru var ben özetle sorayım. Suriye krizini şimdi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu krizi nereye koyuyorsunuz tam olarak? Sizin için iyimser deniliyor.

E.N: Daha önce sürekli Suriye'nin yalnız olmadığını ve bölgesel ve küresel dostlarının olduğunu söyledik. Şimdi tekrar bu sözleri tekrarlarsak çıkıp ne diyorsunuz siz diyebilecek birileri var mı? Yok.  Bu artık biliniyor. Dış güçlerden destek alan silahlı bir isyanın varlığından da bahsediyorduk. Sayın cumhurbaşkanının dediği gibi insanları bu konuda ikna etmek zordu. Peki şimdi bu konuda herhangi bir şüphe var mı? Silahlı isyancıların kimlerden nasıl yardım aldığını biliyor muyuz? Biliyoruz. Bu yardımların nasıl, ne kadar, nereden geldiğini bilmeyen var mı? Yok. Suriye ordusunun, tecrübeler kazanarak bunlara karşı ciddi savaşlarla başarılı şekilde dengeleri değiştirdiğini ve bölgeleri tekrar kontrol altına almaya başladığını biliyor muyuz? Bundan da şüphemiz yok. En başta komplolar karşısında karmaşa yaşayan Suriye basınının şimdi yalanlara karşı ne kadar güçlü olduğunu, belge ve ispatlarla da görüyoruz. Diplomatların da küresel ve bölgesel müttefiklerle beraber var olan oyunlara karşı mükemmel bir birliktelik içinde rol oynadığını görüyoruz. Dolayısı ile benim iyimserliğim bu verilerden geliyor. Farklı bir konuda sorarsanız felaket ise felaket derim ama bu çalıştığım bir ders ve veriler bize bunu gösteriyor.

S: Enis Nakkaş, büyük Arap mütefekkirine çok teşekkür ediyoruz.

E.N: Ehlen ve Sehlen.

 

Çev: Hasan Sivri

medyasafak.com