Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (4)

Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (4)
Bu durum, ümmet içinde harikulade birtakım işleri hatta Ulu’l-Azm Peygamberlerin gösterdikleri mucize ve kerametlerden daha büyüğünü yerine getirebilecek kimselerin olmasının kabul edilmesidir. Zira bu husus Hz. Zehrâ’nın makamlarını ortaya koymada yardımcı bir unsur görevi görecektir.

 

 

Sunucu: Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla… Salat ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a.) ve pâk Ehl-i Beyt'ine olsun. Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Geçen programda Hz. Zehrâ'nın (a.s.) bazı makamları hakkında konuştuk. Sizler bu konu çerçevesinde birtakım hadisler naklettiniz. Acaba bu programda bir sonraki basamağa geçebilmemiz için önceki programda sunduklarınızı özetleyebilmeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programlarda üzerinde durduğumuz ve arz ettiğimiz hususları aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.

 

İlk nokta: Allah-u Teâlâ erkeklerden birçok kimseyi seçmiştir. Bunlar peygamberler, vasiler ve velilerdir. Açık olduğu üzere bunların sayısı on binlerle ifade ediliyor. Kadınlara gelince elimizde mevcut olan naslar çerçevesinde söyleyecek olursak -zira hakikatte bundan çok fazlası bulunmaktadır- Allah-u Teâlâ kadınlardan sadece dört kişiyi seçmiştir.

 

Bu ‘‘dört kadın'' şunlardır:

 

- Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kızı ve ciğerparesi Hz. Fâtıma (a.s.),

 

- Müminlerin annelerinin ve eşlerinin hanımefendisi Hz. Hadîce (ki bu konuda bir şüphe söz konusu değildir),

 

- Hz. Meryem (a.s.),

 

- Firavun'un eşi Âsiye (a.s.).

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu seçkin grubu çeşitli şekillerde ifade etmiştir:

 

a.“حسبك من نساء العالمين / Âlemlerdeki kadınlar arasından dördü sana ululukta yeter.”

 

b.“خير نساء العالمين /Âlemlerin kadınlarının en hayırlıları.”

 

c.“أفضل نساء أهل الجنة / Cennet ehli kadınların en faziletlileri.”

 

Bunların dışında da başka tabirler kullanmıştır.

 

Önceki programda Hz. Resûlullah'ın “âlemlerdeki kadınlar arasından dördü ululukta sana yeter” ifadesinin geçtiği sahih hadise ve bu hadisin geçtiği kaynaklara da işaret ettik.

 

Bu kaynaklardan biri de Allâme Albânî'nin Sahîhü'l-Câmii's-Sağîr adlı eseridir. Rivayet şöyle:

 

“Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Âlemlerdeki kadınlar arasından dördü yücelikte sana yeter. İmrân kızı Meryem, Huveylid kızı Hadîce, Muhammed'in kızı Fâtıma ve Firavûn'un karısı/ Müzâhîm kızı Asiye.” Bu hadis sahihtir.[i]

 

Ancak hadisin başka bir metni daha vardır ki biz önceki programda bu metne işaret etmedik. Rivayetin metni:

 

“Âlemlerin kadınlarının en hayırlıları dört şahıstır: İmrân'ın kızı Meryem, Huveylid'in kızı Hadîce, Muhammed'in (s.a.a.) kızı Fâtıma (a.s.) ve Firavun'un hanımı Asiye.”

 

Rivayet sahihtir.[ii]

 

Bu hadis de sened açısından sahihtir. Öyleyse kadınlar arasında ‘‘Allah tarafından seçilenler'' bu işaret ettiğimiz kadınlardır.

 

İkinci nokta: Bu hanımları da kendi arasında ölçüp mukayese etmek istesek ve rivayet edilen naslar açısından söyleyecek olursak, rivayetler açık ve net bir şekilde Hz. Fâtıma'nın bu dört kadının en hayırlısı olduğuna işaret etmektedir. Önceki programda da belirttiğimiz gibi “ulu'l-azm” beş peygamber diğer peygamberlerden üstün olduğu gibi bu beş peygamberi de kendi içlerinde mukayese ettiğimizde Hatemü'l-Enbiyâ'nın en üst makamda olduğunu görürüz. İşte burada da aynı durum söz konusu.

 

Bu dört hanımı yani Hz. Fâtıma, Hadîce, Asiye ve Meryem'i de kendi aralarında mukayese ettiğimizde görürüz ki Hz. Fâtıma (a.s.), ‘‘âlemlerin hanımlarının hanımefendisi ve cennet ehli kadınların en faziletlisi''dir. Önceki programda bu hususun üzerinde etraflıca durduk.

 

Üçüncü nokta: Siyâde (ululuk) ve efdaliyetten (en faziletli oluş) kastın ne olduğu üzerinde durduk. Bu anlamlardan biri de şudur: Daha alt mertebedekinin sahip olduğu her ne fazilet ve makam varsa ‘‘efdal ve seyyid'' olan kişi de bu makamlara hatta daha fazlasına sahiptir.

 

Dördüncü nokta: Bu nokta başat bir öneme sahiptir. Hz. Zehrâ'nın makamlarına Kur'ân'ı inceleyerek ve araştırarak ulaşabiliyoruz. Bir diğer ifadeyle elimizde bulunan naslar açısından -ki bunlar sayı bakımından oldukça kabarık ve delâlet bakımından da açıktır- âlemlerin kadınlarının hanımefendisinin menkıbeleri ve makamlarına yani Hz. Zehrâ'nın (a.s.) sahip olduğu makamlara geçmeden önce Kur'ânî açıdan O'nun makam ve menkıbelerini sunduk. Çünkü Kur'ân-ı Kerim Hz. Meryem'in (Allah'ın selâmı O'nun üzerine olsun) makam, menkıbe, keramet ve harikulade birtakım işlerine işaret etmiştir. Öyleyse Kur'ânî açıdan bütün bu makam, derece, menkıbe, keramet ve harikulade olan bu işlerin bir üst makamda bulunan âlemlerin kadınlarının hanımefendisi Hz. Zehrâ (a.s.) için de sabit olması gerekir. Hatta O'nun makamları Hz. Meryem'in makamından daha faziletli, güzel ve daha kapsayıcı bir şekilde olmalıdır. Yoksa Hz. Fâtıma ‘‘mutlak olarak'' âlemlerin kadınlarının hanımefendisi olmazdı. Hz. Fâtıma bir açıdan üstün, Hz. Meryem ise bir başka açıdan üstün olurdu. Bu durumda da -mantık ilminin ifadesiyle söyleyecek olursak- Hz. Meryem ile Hz. Fâtıma (a.s.) arasında ‘‘umum min vech'' ilişkisi olurdu. Yani bazı sıfatlar ve kemâllerde Hz. Meryem ile Hz. Fâtıma (a.s.) ortak, bazılarında Hz. Meryem (a.s.) bazılarında da Hz. Fâtıma (a.s.) öne geçmiş olurdu. Bu durumda da Hz. Fâtıma âlemlerin kadınlarının hanımefendisi ve cennet ehli kadınların en üstünü olmazdı. Hz. Resûlullah'ın ciğerparesi Fatımetü'z-Zehrâ'nın menkıbe, fazilet ve kerametleri, üzerinde durmak istediğimiz temel ve önemli bir husustur. İşte önceki programlarda işaret ettiğimiz hususların özeti bunlardı. 

     

Sunucu: Daha sonra siyâdet (ululuk) ve efdaliyet (en faziletli olma) konusuna geçiş yapmıştınız. Şöyle ki Hz. Fatümetü'z-Zehrâ'dan (a.s.) daha alt makamda bulunan birisinin sahip olduğu menkıbe ve makamlara Hz. Zehrâ'nın da sahip olduğu sonucunu çıkardınız. Acaba bu çıkarsamanızı ispat eden herhangi bir kanıt söz konusu mu?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Öyle düşünüyorum ki akla gelen bu soru ve sorgulama bazı aziz izleyiciler tarafından sorulmuş ve şöyle demişlerdi:

 

‘‘Sizin bu sözünüz şunu gerektirmektedir: Bu çıkarsamanıza göre Hz. Muhammed (s.a.a.) resûllerin ve nebilerin efendisi olduğuna göre önceki nebi ve resûller için sabit olan mucizeler Hz. Nebiyy-i Ekrem (s.a.a.) için de sabit olmalıdır. Örneğin Hz. İsa (a.s.) Allah'ın izniyle ölüleri diriltiyordu. Buna göre Resûlullah'ın (s.a.a.) da ölüleri diriltmesi gerekir. Hz. Mûsâ (a.s.) asasıyla denizi yarıyordu. Bu durum Hz. Mûsâ'nın (a.s.) asasının hakikatinin de Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) yanında olmasını gerektirmektedir. Aynı durum yed-i beyza için de geçerlidir. Siz bunları da zorunlu mu görüyorsunuz?''

 

Hakikatte bu oldukça önemli bir konu. İnşallah Hz. Hâtemü'l-Enbiyâ'nın (s.a.a.) makamlarını incelemeye ve işlemeye muvaffak olursak Hz. Peygamber'in (s.a.a.) de makam ve dereceleri itibariyle bizim aramızda ne kadar mazlum olduğunu anlayacağız. Hatta Resûlullah'ın mazlumiyeti, Emevîci din anlayışının en önemli ve merkeze aldığı konulardandır.  Onlar Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.), resûllerin ve nebilerin seyyidinin makamlarını düşürmeye çalışırlar. Melekler falancadan hayâ eder, ancak Resûlullah'tan (s.a.a.) etmezdi! Yâhut da falanca zat bir vadiye girecek olsa şeytan başka bir vadiye girerdi. Ancak Resûlullah'tan (s.a.a.) kaçıp da başka bir vadiye girmezdi. İlginç ve tuhaf şeyler! Sahîhü'l-Buhârî'de nebilerin ve resûllerin hatta bütün mahlûkatın efendisi için tasavvuru asla uygun olmayan rivayetler mevcuttur!

 

Sahîhü'l-Buhârî'de bulunan bu tür örneklerden ve meşum Emevîci din anlayışının kültüründen hareketle Resûlullah'ı küçümseyen ve önemsiz göstermeye çalışan bu türden eserler kaleme alınmaya başlandı.

 

‘‘Her halükârda bu görüşün gereklerini kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Hz. Peygamber'in (s.a.a.) siyadeti ve en faziletli oluşu ispatlanacak olursa önceki nebiler için sabit olan menkıbe ve kerametlerin tamamı Hz. Peygamber (s.a.a.) için de sabit olur. Aynı durum Hz. Zehrâ için de geçerlidir. Hz. Meryem (a.s.) için sabit olan makam ve menkıbelerin tümü Hz. Zehrâ (a.s.) için de sabittir. Bütün bunlara evet mi diyorsunuz?'' şeklinde gelen soruya cevabımız ‘‘evet'' olacaktır, değerli azizlerim. Hem de binlerce kez! Hatta farklı ve değişik yönelişlere sahip olan birçok âlim de bunu açıkça dile getirmiştir.

 

Sunucu: Mantıkî önermenin bu sonucu vermesini de geçtik…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah biliyor ki biz genel bir kaide olarak işaret ettik. Ancak bu hususta bunu söyleyen ve bu görüşte olan yalnızca ben değilim. Âlimlerden birçoğu bu hakikati açıkça dile getirmişlerdir.

 

Birçok faydayı ve önemli hususları içermesinden dolayı bu alanla ilgili rivayetlere dikkat çekmek istiyorum. Allâme Useymîn'in Şerhü'l-Akîdeti'l-Vâsitiyye adlı eseri. Yazar bildiğiniz gibi Vehhâbîlik okulunun büyük âlimlerinden ve çağdaş bir müelliftir. Çeşitli alanlarda telifleri olan velut bir kalem. O bu eserinde şöyle diyor:

 

Bundan dolayı bazı âlimler şöyle demişlerdir: Önceki Peygamberlerden hangisi olursa olsun birisinin sahip olduğu mucizenin aynısına Resûlullah (s.a.a.) da sahiptir.[iii]

 

Metne fazlaca not düşmek istemiyorum. Ancak şunu belirteceğim:

 

Bir şeyi göz önüne alırken başka bir şeyi de gözden kaçırıyorsun. Önceki nebilerden herhangi birisinin sahip olduğu bir âyet ve mucize aynısıyla değil ‘‘daha üstünüyle'' Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) yanında bulunmaktadır! Zaten aynısı bulunacak olsaydı Hz. Peygamber (s.a.a.) ne ile temayüz edip nebilerin ve resûllerin efendisi olacaktı?

 

Devamında şöyle diyor:

 

Bunlara şöyle bir itiraz yapılmıştır: Hz. İbrâhîm (a.s.) örneğinde olduğu gibi Hz. Resûlullah (s.a.a.) ateşe atılmadı ki oradan diri olarak çıksın.

 

Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Bu, Hz. Resûlullah'ın bağlılarında cereyan etmiştir.[iv]

 

İlginç bir durum. Peygamberlerden birisi için sabit olan bir mucize ve menkıbenin bizzat Resûlullah'ta cereyan etmesi gibi bir zorunluluk söz konusu değildir. Öyleyse Resûlullah'ın (s.a.a.) bağlılarından birisinde de sabit olsa biz bu menkıbeyi Resûlullah (s.a.a.) adına hesap ederiz. Yani söz konusu menkıbe, fazilet ve âyet Resûlullah'ın (s.a.a.) kemâllerinden bir kemâl kabul edilir. Çünkü tâbi olan bu şahıs, bu kemâle ancak İslam Peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a.) uymanın bereketiyle ulaşmıştır. Buna göre kemâl öncelikle ve bizzat Resûlullah'a (s.a.a.) aittir.

 

De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (Âl-i İmrân, 31)

 

Dikkat buyurunuz. Ben bundan sonra Hz. Zehrâ'nın şahsında olmayan ancak çocuklarında, bağlılarında ve zürriyetinde bulunan birtakım hususları söylediğimde kimse bize “Seyyidim siz bu kemâllerin Hz. Zehrâ'da (a.s.) bulunması gerektiğini söylediniz. Şimdi ise zürriyeti olan Hz. Hasan, Hüseyin ve İmam Mehdi'yi (a.s.) zikretmektesiniz” diye itiraz etmesin. Bu iki husus nasıl birbiriyle uyuşuyor?

 

Cevabımız Allâme Useymîn'in sözlerindedir.

 

Allâme Useymîn devamında şöyle diyor:

 

Tarihçilerin zikrettiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî[v] hakkında böyle bir olay meydana gelmiştir. Çünkü Resûlullah'ın (s.a.a.) bağlılarına harikulade olan bu tür bir şeyle ikram edilmesi Peygamber'in (s.a.a.) dininin hak olduğuna delâlet eder. Hz. İbrâhîm (a.s.) için tahakkuk eden böyle bir âyetin aynı türden olanıyla Resûlullah (s.a.a.) da desteklenmiştir.

 

Yine bu âlimlere, Hz. Mûsâ (a.s.) için denizin yarılması gibi Hz. Peygamber (s.a.a.) için denizin yarılmamasıyla itirazda bulunulmuştur. Buna da şöyle cevap verilmiştir:

 

Denize taalluk eden konularda Hz. Mûsâ'ya verilen mucizeden daha büyüğü bu ümmete verilmiştir. O da su üzerinde yürümektir. Nitekim Alâ b. el-Hadramî'nin kıssasında bu durum söz konusudur.[vi]

 

Bir parantez açıp şunu söylemek istiyoruz:

 

Biz İmam Ali (a.s.) ve Ali evlatları hakkında böyle bir şey söylediğimiz zaman hemen guluv, gulat diye kıyameti koparırlar! Ancak konu Ebû Müslim el-Havlânî olunca hiçbir problem yok! Üstad Ala, önceki programda da işaret ettiğimiz gibi bu menkıbeler Ehl-i Beyt'ten başkası hakkında aktarıldığında sorun ve problem olmuyor. Ama Ehl-i Beyt hakkında olduğunda ‘‘sıkıntı var ve böyle bir şey olamaz, mümkün değil'' diye kızılca kıyamet koparılıyor!

 

Dikkat ediniz! Ümmetin sıradan bir ferdi için Hz. Mûsâ'ya verilenden daha büyüğü tahakkuk etmiştir. Bu da doğaldır. Zira bu ümmet Hatemü'l-Enbiyâ'nın -ki o peygamberlerin en faziletlisidir- ümmetidir. Bu ümmetten bir kişi, Ulu'l-Azm Peygamberlerden birisinin ortaya koyduğu mucizeden daha büyüğünü ortaya koyabiliyor. Pasajdan doğrudan çıkan sonuç budur. Ancak biz ‘‘İmamlarımız Ulu'l-Azm Peygamberlerinden daha üstündür'' dediğimizde ise doğrudan ‘‘Ey kafirler! Ey muhalifler! Ey Gulat-ı Şia! Ey dinsizler! Bu hurafeleri nereden getirdiniz?'' şeklindeki tahkirler ve alaylar havada uçuşuyor.  Eğer bizim bu türden sözlerimiz birer hurafe ise ilk hurafeci Allâme Useymîn'dir.

 

Sunucu: Sıradan bir sahâbî, Ulu'l-Azm Peygamberlerden üstün olabiliyor. Ancak ‘‘Cennet Ehli Gençlerinin Efendisi'' için böyle bir şey mümkün değil!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Elbette. Biz yarın ‘‘Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin (a.s.) şöyle şöyle yapıyordu'' yâhut da ‘‘Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) ve İmam Mehdiyyü'l-Muntazar (a.s.) şunları yapıyordu'' dediğimiz zaman bu durumlar onlara asla mümkün görünmez. Azizlerim, varsayalım ki bunlar Masum İmam değil ancak dedelerinin risâletine tâbi olan insanlar. Biz ‘‘İmam Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde Ulu'l-Azm Peygamberlerin yaptıklarından daha büyüğünü eda edecektir'' dediğimizde kimse bize ‘‘nasıl'' diye sormasın.

 

Bakınız, Allâme Useymîn ne diyor:

 

Mûsâ'ya (a.s.) verilenden daha büyüğü bu ümmetten birine verilmiştir ki bu da su üzerinde yürümektir. Nitekim el-Alâ b. el-Hadramî'nin kıssasında böyle bir durum vuku bulmuştur. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s.) kuru bir toprak parçası üzerinde yürümüştür.[vii]

 

Yani Hz. Mûsâ (a.s.) suyu yarıp kuru yer üzerinde yürümüştür. Ancak Resûlullah'ın (s.a.a.) bağlılarından olan bu kişi suyun üzerinde yürümüştür. 

 

Sunucu: Bu düşüncenin aslı bizim için önemli.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu durum, ümmet içinde harikulade birtakım işleri hatta Ulu'l-Azm Peygamberlerin gösterdikleri mucize ve kerametlerden daha büyüğünü yerine getirebilecek kimselerin olmasının kabul edilmesidir. Zira bu husus Hz. Zehrâ'nın makamlarını ortaya koymada yardımcı bir unsur görevi görecektir. Biz ‘‘Hz. Zehrâ'nın muhaddese (meleklerin kendisiyle konuştuğu insan) olduğunu'' söylediğimizde kimse bu bize ‘‘guluv/aşırılıktır'' diye itirazda bulunmasın. Hayır, ey azizlerim! Sizler Resûlullah'ın (s.a.a.) normal bir bağlısı için bunu kabul ediyorsunuz. Halbuki Hz. Zehrâ (a.s.), cennet ehli kadınların hanımefendisidir!  

 

Allâme devamında şöyle diyor:

 

Yine onlara şöyle itiraz edilmiştir: Hz. İsa'ya (a.s.) ölüleri diriltme mucizesi verilmiştir. Halbuki Hz. Resûlullah (s.a.a.) için böyle bir olay vuku bulmamıştır. Bu itiraza da şöyle cevap verilmiştir: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) tâbileri için de bu mucize gerçekleşmiştir. Nitekim yolculuk esnasında eşeği ölen ve eşeğinin dirilmesi için Allah'a dua edip de duası kabul olan kimsenin kıssasıyla buna cevap verilmiştir.

 

Yine bunlara kör ve cüzzam hastalığını iyileştiren Hz. İsa'nın mucizesi ile itirazda bulunulmuştur…[viii]

 

Ölüleri diriltme mucizesi verilmiştir, ilginç. Peki, bizler ‘‘Müminlerin Emiri Ali (a.s.) ölüleri diriltiyordu'' dediğimizde -Allah aşkına- ‘‘bu söz bâtıl bir sözdür'' mü diyeceksiniz? Ehl-i Beyt İmamları için bunu söylediğimizde hemen bâtıl olduğunu mu iddia edeceksiniz? Azizlerim, Ehl-i Beyt İmamlarını en azından Resûlullah'ın (s.a.a.) bağlıları olarak kabul ediniz!

 

Onlarca örnek sıralanıyor.

 

Allâme Useymîn özetle şöyle diyor: Önceki Peygamberlerin sahip oldukları her ne mucize, keramet ve makam varsa bunlar, ya bilfiil Hz. Resûlullah'ta (s.a.a.) vardı yâhut da Hz. Peygamber'den daha düşük olan bağlıları için vuku bulmuştu.

 

İkinci kaynağa geçmeden önce şunu vurgulayalım ki amacımızı hâsıl edecek bilgileri Vehhâbîlerin büyük âlimlerinden, İbn Teymiyye'den ve onun izini takip edenlerin eserlerinden aktarıyoruz. Yoksa bunların dışındaki diğer âlimlerin eserleri bu tür bilgilerle dolup taşmaktadır.

 

İkinci kaynak: Deâva'l-Münâviîn adlı eserden.

 

Allâme Abdurrahmân b. Hasan'a velilerin kerametleri hakkında soruldu… O buna şöyle cevap verdi: Velilerin kerametleri Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat nezdinde haktır. Veliye Hz. Peygamber'in (s.a.a.) dinine tâbi olması itibariyle bu kerametler verilmiştir. Velinin keramet göstermesi ancak Hz. Peygamber'e uymaya davet etmesiyle mümkündür.[ix]

 

Azizlerim, Hz. Zehrâ, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in (a.s.) Peygamber'in tâbilerinden olduğunu kabul edip diğer niteliklerini kabul etmeseniz bile... Onlar en azından önceki Peygamberlerin mucizelerinden daha büyük harikulade olayları gösteren keramet ehlinden daha düşük seviyede değildirler.

 

Üçüncü kaynakla bu konuyu bitirelim.

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin Kitâbü'n-Nübüvvât adlı eseri. O şöyle diyor:

 

Ölüleri diriltme eylemi bazen Peygamberlerin bağlılarının eliyle gerçekleşir. Nitekim bu ümmetin içinden bir grubun eliyle de bu mucize tahakkuk etmiştir.[x]

 

Örneğin, sadece Hz. İsa'nın eliyle gerçekleşmesi gibi bir şart yoktur.

 

Sunucu: Bir iki kişi değil.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok doğru. Allah aşkına biz bu sözü Hz. Ali (a.s.) hakkında söyleyecek olsak ne olurdu?

 

Sunucu: On İki İmam hakkında?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hayır, hayır! On İki İmamı (a.s.) bir tarafa bırakalım şimdi. Sadece İmam Ali (a.s.) üzerinden yürüyelim. Biz bizim kaynaklarda sahih olarak aktarılan ‘‘Allah'ın izniyle İmam Ali'nin ölüleri diriltmesi, su üzerinde yürümesi, asasıyla denizi yarması'' gibi hususları aktaracak olursak şimdi biz Gulat-ı Şia mı oluruz? Sizler diyeceksiniz ki neden Sahîhü'l-Buhârî'de geçmiyor? Azizlerim, Buhârî'nin kendisi Emevîci din akımına bağlı. Hiç bu türden şeyleri aktarır mı? 

 

Sunucu: Aklî ölçüt…

 

Seyyid Kemal Haydarî: İlginç bir husus. Kardeşim Buhârî, Müslim ve Müsnedü Ahmed sanki Kur'ân-ı Natık gibi değerlendiriliyor. ‘‘Sizin kitaplarınız ve mezhebiniz bu hususta ne diyor, bu bakış açısı sizde de geçiyor mu'' diye soracak olursanız ‘‘azizlerim, bizim sahih ve muteber rivayetlerimiz ile muteber olmayan rivayetlerimizde de geçiyor'' deriz. Çünkü bu mesele İmâmiyye inancının kesin olan hakikatlerindendir.

 

Hemen bir pasaj aktaralım. Kuleynî'nin Usûlu Kâfî'si. Rivayet şöyle:

 

Ey Ebu Muhammed! (Ebû Basîr'in künyesi -Seyyid Kemal Haydarî)! Allah Azze ve Celle'nin, önceki nebilere verip de Muhammed'e (s.a.a.) vermediği bir şey yoktur. Bütün peygamberlere verdiklerinin tamamını O'na vermiştir.[xi]

 

Bu hadisin delâleti açıktır. Bu hadis bizim inancımızı teşkil etmektedir.

 

Değerli izleyiciler Allâme Meclisî'nin Mirâtü'l-Ukûl adlı esere (c. 3, s. 20) de müracaat edebilirler. Bu rivayet sahihtir.

 

İkinci rivayete geçelim:

 

Ebu'l-Hasan-ı Evvel'e (İmam Musa Kâzım) dedim ki: Sana kurban olayım! Acaba Peygamberimiz (s.a.a.), bütün nebilere mirasçı oldu mu?

 

İmam Kâzım: Evet, dedi.

 

Dedim ki: Âdem'den (a.s.) kendisine kadar gelen bütün nebilere mi?

 

İmam (a.s.): Allah'ın gönderdiği hiçbir nebi yoktur ki, Muhammed (s.a.a.) ondan daha bilgili olmasın.

 

Dedim ki: Meryem oğlu İsa, Allah'ın izniyle ölüleri diriltiyordu.

 

Buyurdu ki: Doğru söylüyorsun. Dâvûd oğlu Süleymân da kuşların dilini bilirdi. Resûlullah, bu özelliklerin tümüne sahip olacak yetenekteydi.[xii]

 

Sadece onunla eşit değil, aynı zamanda ondan daha bilgili. İşte efdaliyet ve siyâdetin anlamı da budur.

 

İmam (a.s.) hadisin ilerleyen bölümlerinde bunların Resûlullah'a (s.a.a.), Hz. Ali'ye, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt İmamlarına verildiğini açıklıyor.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla Âlemlerin Kadınlarının Hanımefendisi için sabit olan efdaliyet ve siyadetin ne anlama geldiğini açık ve net bir şekilde ortaya konuldu. Yani Hz. Zehrâ'nın kadınların en hayırlısı, efdali ve üstünü olmasının anlamı nedir? Kur'ânî olarak Hz. Meryem için sabit olan şeylerin tamamı âlemlerin kadınlarının en hayırlısı Hz. Zehrâ için de sabit olmasıdır.

 

Sunucu: Bütün kadınlar için…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ben sadece Hz. Meryem'i gündeme getirdim. Zira Hz. Meryem'e (a.s.) ve makamlarına Kur'ân'da olarak işaret edilmiştir. Diğer kadınlar için böyle şeyler tam olarak sabit değildir. Kur'ân'ın Hz. Meryem için işaret ettiği bütün makamların daha yücesi, şereflisi, kamili ve güzeli bir şekilde âlemlerin kadınlarının hanımefendisi, Hz. Mustafâ'nın ciğerparesi Hz. Fâtıma (a.s.) için de geçerlidir.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyidim, öyle bir noktaya ulaştık ki benimsediğiniz bir metodu temel alarak tartışmaya ihtiyaç duymaktayız. Şöyle ki siz rivayetlerin Kur'ân-ı Kerim'e arz edilmesi görüşünü benimsemektesiniz. Kur'ân-ı Kerim kimi âyetlerinde Hz. Meryem hakkında Allah'ın O'nu âlemlerdeki kadınlara seçip üstün kıldığı ifadesini kullanmaktadır. Hz. Meryem'in seçilip dünya kadınlarına üstün kılınması ile sizin Hz. Zehrâ (a.s.) hakkındaki ‘‘Hz. Zehrâ tüm kadınların en faziletli ve dünya kadınlarının hanımefendisi oluşu ve O'nun Hz. Meryem ve diğer kadınlardan daha üstün olduğu'' şeklindeki sözünüzü nasıl birbiriyle uyumlu hale getiriyorsunuz ve aradaki çelişkiyi nasıl gideriyorsunuz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel, bu soru yerli yerinde ve defalarca sorulmuş ilmî bir sorudur. Televizyon kanallarına ve minberlere çıkanlar bu tür temel sorulara hazır olmaları gerekiyor. Onlar bilmelidirler ki bazen böyle ilmî sorular kendilerine sorulacaktır. Dolayısıyla kendilerini hazırlamaları gerekir. Kur'ân-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

 

وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ

Melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerdeki kadınlara üstün eyledi.” (Âl-i İmrân, 42)

 

Âyetin delâleti açıktır. Âyet, Hz. Meryem'in âlemlerin kadınlarına seçilip üstün kılındığını ifade ediyor. Halbuki Hz. Zehrâ (a.s.) âlemlerin kadınlarına seçilip de üstün kılınmış değildir. Hz. Zehrâ'nın (a.s.) Hz. Meryem dışındaki kadınlardan üstün olduğunu rivayetler söyleseydi ve Hz. Meryem'i istisna etseydi bu rivayetler Kur'ân nassıyla uyumlu olmalarından dolayı muteber kabul edilebilirdi.

 

Sunucu: Problem ve soru yerli yerinde ve cevaplandırılması gerekiyor yani.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Eğer temel bir soru ve sahip olduğunuz fikirde bir eksiklik varsa onu cevaplandırmanız gerekiyor. Yani ortaya attığınız fikir savunulabilecek düzeyde mi, değil mi? Azizlerim, bu mübarek âyet birçok temel ve yararlı konuyu içermektedir. Çünkü âyetin sarih ifadesi “إذ قالت الملائكة يا مريم / Melekler şöyle demişti: Ey Meryem” diyor. Öyleyse melekler Hz. Meryem ile açıkça konuşuyor. Bu adını söyleyecek olursak vahiydir. En azından bir konuşmadır, hem de doğrudan bir konuşma! Ne bir rüya ne de ilham…

 

Sunucu: Bir de tekrar var, yani defalarca konuşma…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hz. Zehrâ'nın (a.s.) âlemlerin kadınlarının seyyidesi olduğu ispatlanacak olursa… Çünkü biz Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra vahyin kesildiğini söylüyoruz. Biz meleklerin Hz. Zehrâ'ya gidip O'nunla konuştuğunu söylediğimizde kimse bize ‘‘bunu nereden getirdiniz'' diye bir itirazda bulunmasın. 

 

Sunucu: Bu (Meryem) nebi değildir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu konu ileride gelecektir. Diğer âyete geçelim.

 

Melekler demişti ki: Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh'tir, dünyada da ahirette de itibarlı ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. (Al-i İmrân, 45)

 

Yani meleklerin Hz. Meryem ile konuşmaları süreklilik arz eden bir konu.  Bu âyet de melekler ile Hz. Meryem arasındaki konuşmaların sürekliliğini gösteriyor. Buna göre âyet-i kerimede üzerinde durulması gereken birçok konu var. Ancak biz sadece âyetin “Seni âlemlerdeki kadınlara üstün eyledi” bölümünü ele alacağız. Özellikle de âlemler sözcüğünü inceleyeceğiz. Bu âyette geçen ‘‘âlemler'' sözcüğünden kasıt nedir? Acaba öncekiler ve sonrakileri de kapsayacak bir şekilde bütün âlemler mi? Yani Hz. Zehrâ'nın içinde bulunduğu dönemi de kapsayacak şekilde genel anlam mı kastedilmektedir yoksa sadece kendi yaşadığı döneme ve topluma mı özgüdür? Seyyidim, âyetin zâhiri kendi yaşadığı dönemden öncesini, kendi dönemini ve kendi döneminden sonrasını kapsadığını da hissettirmektedir. Öyleyse Hz. Meryem (a.s.), önceki ve sonraki kadınların hanımefendisidir.

 

Azizlerim, Kur'ân-ı Kerim'e müracaat edelim. Acaba Kur'ân-ı Kerim ‘‘âlemler'' sözcüğünü daima en genel anlamıyla mı kullanmaktadır? Yani geçmişten Kıyamet Gününe kadar ki bütün zaman dilimlerini kapsamak anlamında mıdır? Kur'ân-ı Kerim âlemler sözcüğünü genel anlamıyla kullanmışsa siz haklısınız. Hz. Meryem (a.s.) öncekilerin ve sonrakilerin efendisi olur.

 

Kur'ân âyetlerine geçelim:

 

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ / Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara, 47)

 

İkinci âyete geçelim:

 

قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهاً وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ/ Mûsâ, ‘‘Size Allah'tan başka bir tanrı arayayım öyle mi! Halbuki O sizi âlemlere üstün kılmıştı" dedi.” (Arâf, 140) Bu âyet de “Bunun üzerine, ‘Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi, sen de bizim için bir tanrı yap.' dediler. Mûsâ ‘Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!' dedi.” (Arâf, 138) âyetiyle bağlantılıdır. Öyleyse bu âyette geçen ‘‘âlemlere üstün kılınmış olma'' bütün âlemlere üstün kılınmış olma mıdır?

 

Üçüncü âyet:

 

وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ (30) مِنْ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِفِينَ (31) وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ (32) / Gerçekten İsrâiloğullarını aşağılayıcı bir azaptan, Firavun'un işkencesinden kurtarmış olduk. O haddi aşan, ululuk taslayan birisiydi. Bunları, bilerek âlemlere tercih ettik.” (Duhân, 30-32)

 

Dikkat ediniz, âlemler sözcüğü ilk önce tafdil, ikinci olarak ihtiyar, üçüncü olarak nimet sözcüğü ile âyette kullanılmaktadır.

 

Dördüncü âyete geçelim.

 

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ/ Biz, şüphesiz İsrâiloğullarına da kitap, hüküm ve peygamberlik verdik; onları güzel şeylerle rızıklandırdık ve kendilerini diğer topluluklardan üstün kıldık” (Câsiye, 16)

 

Öyleyse en azından bu dört âyet, Benî İsrâîl'in yani Hz. Mûsâ'nın ümmetinin âlemlere üstün kılındığına ve tercih edildiğine işaret etmektedir.

 

Soru: Kur'ân'a soralım. Acaba Hz. Mûsâ'nın ümmeti insanlar içerisinden çıkartılmış ümmetlerin en hayırlısı mıdır, değil midir? Âlemlerden muradın bütün zaman ve zeminlerdeki topluluklar olduğunu kabul edecek olursak bu durumda Hz. Mûsâ'nın ümmetinin de insanlar içinde çıkartılmış en hayırlı ümmet olması gerekmektedir. Halbuki Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız...” (Âl-i İmrân, 110)

 

Öyleyse Hz. Hâtem'in ümmeti, ümmetlerin en hayırlısıdır. Buna göre ‘‘Allah, onları âlemlerde üstün kıldı'' ve ‘‘âlemlerde hiçbir topluluğa verilmeyen şeyler sizlere verildi'' gibi ifadelerde geçen âlemlerden kasıt bütün âlemler mi yoksa kendi dönemleri mi? Öncekiler ve sonrakilerin tamamından daha üstün olduğunu söylemek mümkün müdür?

 

Sunucu: Değerli izleyiciler kendileri hükmetsinler.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu konuda değinmek istediğimiz ikinci âyet belki de yukarıda okuduğumuz âyetten daha önemlidir.

 

Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

 

İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.(Bakara, 143)

 

Üstad Ala, bu ümmet insanlar içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmet olduğuna göre Kıyamet Gününde bütün insanların amellerine şahit olmaları gerekiyor. Hz. Mûsâ'nın (a.s.) ümmeti âlemlere üstün kılınmış bir ümmet ise Kıyamet Gününde şahit mi olmaları gerekiyor yoksa aleyhlerinde şahitlik yapılan kimseler mi?

 

Sunucu: Mantık, şahitlik yapmaları gerektiğini söylüyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ama Bakara Sûresi'nin bu âyeti Kıyamet Gününde insanların amellerine şahitlik yapacak ümmetin Hz. Hâtem'in ümmeti olduğunu söylüyor. Bu ifadeden kasıt, bu ümmetin tamamı mı yoksa bu ümmetin bazı bireyleri mi?

 

Sunucu: Âyet cevabını veriyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Âyet bu hususta açık. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bu ümmetin içinde bir grubun üzerinde şahit olduğunu ve bu grubun ise ümmet üzerinde şahitlik yapacağını söylüyor. İşte Ehl-i Beyt Okulu her zamanın bir imamının olduğuna, bu imamın kendi döneminin insanlarının amellerine şahit olduğuna ve Resûlullah'ın da bu topluluğa -ki bunlar İmamlardır (a.s.)- şahit olduğuna inanmaktadır. Bu ayrı bir konu. Ancak âyetin ele aldığı bu ümmetin bütün insanlar üzerindeki şehadetinin karinesiyle bu ümmetin insanlar içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmet olduğu sonucunu çıkartabiliyoruz.

 

Öyleyse Hz. Mûsâ'nın ümmetinin âlemler içerisinde seçilen ve üstün kılınan en hayırlı ümmet olduğunu söyleyen âyetler ile bu âyetlerin arasını nasıl buluyoruz?

 

El-cevap: Kur'ân-ı Kerim'de âlemler sözcüğü önceki ve sonraki âlemlerin tümü anlamında kullanılmamıştır.

 

Soru: Âl-i İmrân Sûresi'nde Hz. Meryem ile ilgili olan âyette geçen âlemler sözcüğünden murat, önceki ve sonrakilerin tümünü kapsayan genel anlamıyla âlemler midir, yoksa Hz. Meryem'in (a.s.) kendi yaşadığı dönemdeki âlemler midir? Âyette Hz. Meryem'in kendi yaşadığı dönemdeki âlemler ve toplulukların kastedildiğine dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. ‘‘Bu konuda deliliniz nedir'' diye sorulursa, hangi anlamın kastedildiğini bize açıklayan nebevî bir nas mevcuttur deriz.

 

Sunucu: Kur'ân ve Sünnet arasındaki uygunluk.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah-u Teâlâ Hz. Peygamber (s.a.a.) hakkında şöyle buyuruyor:

 

Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.”  (Haşr, 7)

 

Öyleyse Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) sormamız gerekmektedir.  Ey Allah'ın Resûlü, Allah-u Teâla Hz. Meryem için “Allah seni âlemlerin kadınlarına seçip üstün kıldı” (Âl-i İmrân, 42) buyurmaktadır. Bu âyette geçen âlemlerden murat öncekiler ve sonrakileri de kapsayacak tarzda bütün âlemler mi yoksa Hz. Meryem'in kendi yaşadığı dönem midir?

 

Sunucu: Yâhut da kendi dönemi ile kendi döneminden öncesi mi?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Her ne ise. Bu sorunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Âyet ise bu noktada bir şey söylemiyor. Âyetten muradın hangi ihtimal olduğunun açıklanması gerekmektedir. Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması noktasında hadisin önemli ve başat bir rolü vardır. Çünkü âyette çeşitli olasılıklar varsa sahih nebevî nas bu olasılıklardan birini tayin edebilir. Öyleyse Resûlullah'a soralım:

 

Ey Allah'ın Resûlü ‘‘âlemlerin kadınları'' ifadesinden murat nedir?

 

Sunucu: Bu problemler ve niza, esasında Resûlullah'a (s.a.a.) müracaat edip O'nu başvuru makamı olarak kabul etmenin de felsefesini oluşturmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki. Yoksa bazılarının kimi meclislerde dillendirdiği ‘‘Bize Allah'ın Kitabı yeter'' nazariyesi...

 

Geliniz, İbn Hacer'in Metâlibü'l-Aliye adlı eserine bakalım. Rivayet şöyle:

 

Hişâm b. Urve'nin, babasından, onun da Resûlullah'tan (s.a.a.) rivayetine göre Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu:

 

Hadîce kendi dönemindeki kadınların en hayırlısıdır. Meryem kendi dönemindeki kadınların en hayırlısıdır. Fâtıma (a.s.) ise kendi dönemindeki kadınların en hayırlısıdır. Bu hadis mürseldir ve sahih bir isnad zincirine sahiptir.[xiii]

 

Peki, Seyyidim ‘‘Hz. Fâtıma (a.s.) nasıl âlemlerin en üstün kadını oldu'' derseniz, ‘‘bu ümmet ümmetlerin en hayırlısıdır'' deriz. Öyleyse Hz. Fâtıma (a.s.) kendi yaşadığı âlemin / ümmetin en hayırlısıdır.

 

Geliniz, bir de müfessirlerin bu mübarek âyet hakkında ne dediğine bir bakalım. Onlar âlemler ifadesinden genel manayı mı anlamışlar yoksa özel manayı mı?  Bilelim ki onlar bu alanın erbabı ve uzmanıdırlar. Bütün tefsirlere müracaat edemeyeceğimize göre en meşhurlarına müracaat edeceğiz.

 

Tefsirü't-Taberî:

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘‘Seni temizledi.'' Yani senin dinini, kuşkudan ve Âdemoğulları hanımlarının dinlerinin kirlerinden arındırdı.

 

‘‘Seni alemlerin kadınlarına seçip üstün kıldı.'' Yani seni, kendi döneminin kadınlarına üstün kıldı.[xiv]

 

‘‘Ey Taberî! Âyet âlemler diyor, neden özelleştiriyorsun'' şeklindeki soruya ise mealen şöyle diyor: Âyette ‘‘âlemler'' sözcüğünün mutlak olarak bütün âlemler değil de dar anlamda kullanıldığına dair birçok kanıt bulunmaktadır.

 

İkinci kaynağımız, İbn Kesîr'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eseri:

 

“Seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı” âyetinde murat edilenin Hz. Meryem'in (a.s.) kendi yaşadığı dönemin âlemleri olması muhtemeldir. Allah-u Teâlâ'nın Hz. Mûsâ (a.s.) için ‘‘Ey Mûsâ seni insanlara üstün kıldım'' âyeti ile İsrâîloğullarını konu edinen ‘‘bunları, bilerek âlemlere tercih ettik.''(Duhân, 32) âyeti gibi.[xv]

 

Ey İbn Kesîr bu olasılığı nereden getirdin, sorusuna da cevap vermektedir. İbn Kesîr aynı zamanda büyük tefsir âlimlerindendir. A'râf Sûresi'ndeki Hz. Mûsâ (a.s.) ile ilgili âyeti de delil olarak kullanmaktadır. Şöyle ki âyette geçen insanlar sözcüğünü genel olarak ele alacak olursak bu durumda Hz. Mûsâ'nın (a.s.) Hz. Muhammed'den (s.a.a.) de üstün olması gerekir.

 

Sunucu: Bu ise Müslümanların görüşüne aykırıdır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yerinde tespit. Devamında şöyle diyor:

 

Hz. İbrâhîm'in (a.s.) Hz. Mûsâ'dan üstün olduğu bilinmektedir. Hz. Muhammed'in (s.a.a.) de her ikisinden daha üstün olduğu bilinmektedir. Bu ümmet de kendisinden önceki ümmetlerden daha üstündür. Bu ümmet İsrâîloğullarından hem sayı itibariyle daha fazla ve ilim bakımından daha üstün hem de amel itibariyle daha temiz ameller göstermiştir.[xvi]

 

Öyleyse bu ihtimal yerindedir. Çağdaş âlimlerden birisine müracaat edelim.

 

Muhammed Sâlih el-Useymîn'in Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Kerîm adlı eseri. Bakınız, Allâme el-Useymîn ne diyor:

 

Meryem kemâle erişen hanımlardandır. Allah-u Teâlâ O'nun hakkında ‘‘Allah seni âlemlerin kadınlarına seçip üstün kıldı'' buyurmaktadır. Acaba murat kendi döneminin kadınları mıdır yoksa maksat genel midir? Şunu bilelim ki Hz. Peygamber'in (s.a.a.) dönemindeki kadınlar hiç kuşkusuz diğer ümmetlerin kadınlarından daha üstündürler. Bu konuda iki görüş vardır.[xvii]

 

Sunucu: Gerçi o başka bir şeyi hedeflemektedir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: O önemli değil. Önemli olay âyetin umumu ifade etmemesini söylemesidir. O bu açıklamasıyla Hz. Fâtıma'yı murat etmemektedir. O Âişe için aktarılan tirit hadisini delil olarak getirmekte, Hz. Fâtıma ile ilgili olan âlemlerin kadınlarının en üstünü hadisini göz ardı etmektedir. Bu önemli değil. Önemli olan bizim için temel düşüncesidir.

 

Allâme Useymîn her ne kadar iki görüş olduğunu söylese de tefsirinde sadece dar anlamda görüşleri zikreder ve delillerini sıralayıp diğer görüşe değinmez.

 

Bu anlama işaret eden eserlerden biri de Allâme Alûsî'nin Rûhu'l-Meânî adlı tefsiri. O şöyle der:

 

Denilmiştir ki murat kendi döneminin hanımlarıdır. Dolayısıyla bu âyet Hz. Meryem'in (a.s.) Hz. Fâtıma'dan üstün oluşunu gerektirmez. İbn Asâkîr'in Mukâtil'den, onun da Dahhâk'tan, onun da İbn Abbâs'tan tahric ettiği şu hadis de bunu destekler:

 

Dört kadın vardır ki kendi yaşadığı dönemlerin en hayırlılarıdır. Bunlar: İmrân kızı Meryem, Muzahim kızı Asiye, Huveylid kızı Hadîce ve Muhammed kızı Fâtıma. Bunların da en üstümü Fâtıma'dır.  (Bu hadise not düşülecek hiçbir şey yok. -Seyyid Kemal Haydarî) Hâris'in Ebû Üsâme'den tahric ettiği hadise ise sahih bir isnada sahip olmakla birlikte mürseldir. Ebû Cafer el-Bâkır (a.s.) da Hz. Fâtıma'nın en üstün kadın olduğu görüşündedir.[xviii]

 

Allâme Alûsî gerçekten insaf ehli bir zattır. Konu Ehl-i Beyt olduğunda, Hz. Zehrâ, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s.) olduğunda oldukça insaflı davranır.

 

Sunucu: Hanefi âlimlerindendir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aynı zamanda büyük sufi âlimlerdendir ve tarikat erbabıdır.  Allâme Alûsî İmam Bâkır'ın görüşünü sunduktan sonra dipnotta şu bilgiyi verir:

 

Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin, Ebû Cafer el-Bâkır. Bu görüş Ehl-i Beyt'in meşhur görüşüdür.[xix]

 

Ey Allâme Alûsî, bu görüş Ehl-i Beyt'in meşhur değil, kesin görüşüdür! Bütün Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) bunu kesin bir şekilde kabul etmektedirler. Hatta Ehl-i Beyt İmamlarının inançlarından addedilmektedir. Büyük muhaddis Şeyh Sadûk el-İtikâdât adlı eserinde şöyle der:

 

İnancımıza göre O, âlemlerin kadınlarının hanımefendisidir.

 

İnşallah önümüzdeki hafta bu hususu ispat eden rivayetlerimizi ortaya koyacağız.

 

Sunucu: Bir sorumuz var. Tirit rivayeti. Âişe'nin faziletini belirten veya Müminlerin Annesi Âişe'nin kadınlar arasındaki konumunu ifade etmek için tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü teşbihinden hareketle ortaya konulan bir rivayet var. Acaba bu benzetme en üstünlüğe, siyâdete ve onun âlemlerin kadınları arasındaki üstünlüğüne delâlet eder mi?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Önceki programda hadisin metnine ilişkin kuşkularımızı ortaya koyduk. Dedik ki bu hadis Sahîhü'l-Buhârî'de geçse de metinde sıkıntı var. Delilimiz de şu idi: Kendisine özlü söz söyleme kabiliyeti verilen Hz. Resûlullah (s.a.a.), iddia ettiğiniz gibi bu ümmetin en hayırlısının Âişe olduğunu iddia etmek istediğinde acaba böyle bir benzetmede mi bulunur? Evet, Âişe'nin kendisine has bir konumu var. Selim akıl sahibi böyle bir benzetmeyi ve Âişe'nin tiride benzetilmesini kabul eder mi?

 

Gerçi şöyle bir itiraz gelebilir: Usûlu Kâfî'de ve diğer eserlerde tirit yemeğini öven rivayetler aktarılmıştır.

 

Biz Ehl-i Beyt İmamlarından tirit yemeğini öven rivayetlerin olmadığını veya Resûlullah'ın (s.a.a.) tirit yemeğini sevmediğini söylemedik ki! Bizim konumuz böyle bir temsilin doğruluğu ve yanlışlığı. Azizlerim, sözü insanların kelâmının üstünde ve Yaratıcının sözünün altında olan bir kimse, tirit yemeğinden teşbih olarak yararlanabilir mi?

 

Bir an metinle ilgili bu sorunu göz ardı edelim ve rivayetin sened ve metin açısından sahih olduğunu varsayalım. Bir defa daha rivayete bakalım. Rivayet Ebû Mûsâ el-Eşarî'den:

 

Ebû Mûsâ el-Eşarî'den nakledilir ki; Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuş: Erkeklerden pek çok kişi kemâle erdi. Ancak kadınlardan Firavûn'un karısı Âsiye, İmrân'ın kızı Meryem kemâle erdi. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.[xx]

 

Rivayet Emevîlerin dahlinin açık izlerini taşımaktadır. Çünkü âlemlerin kadınlarının en hayırlılarının dört şahıs olduğunu belirten rivayetler mütevatirdir. Hz. Fâtıma ve Hz. Hadîce'yi bu rivayet zikretmemektedir. Bu rivayetin Emevîci din anlayışının ürünü olduğu anlaşılıyor. Onlar o dönem hâkim idi. Bu rivayetin etkileri günümüze kadar gelmiştir. Zira bazıları çıkıp hâlâ ‘‘âlemlerin kadınlarının en üstününün Hz. Fâtıma (a.s.) olduğu hakkında neden bu kadar mübalağa ediyorsunuz'' diye itiraz edebilmektedir. Hatta Hz. Hadîce de anılmamaktadır ki Âişe'nin kıskançlık duyguları depreşmesin!  

 

Sunucu: Bize Allah'ın Kitabı yeter nazariyesi…

 

Seyyid Kemal Haydarî: وان فضل عائشة على النساء كفضل الثريد على سائر الطعام / Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.”

 

Cümlenin başında bulunan “vav” edatı çerçevesinde soralım. Yani Âişe de kemâle eren kadınlardan mıdır, yoksa buna herhangi bir delâlet söz konusu değil midir?  Sormamız gereken soru bu. Eğer o da kemâle eren kadınlardan ise Resûlullah'ın “ve Âişe de. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” demesi gerekirdi.

 

Sunucu: Niçin bir kelimeyi atıyor?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bizim metne yönelik ilk problemimiz Hz. Resûlullah'ın “Kadınlardan Meryem, Âsiye ve Âişe dışında kimse kemâle ermemiştir” dememesidir. Yani Âişe'yi de kemâle eren kadınlar arasında zikretmemesidir. Sadece Âişe'nin kadınlar arasındaki konumunun tirit yemeğinin diğer yemekler arasındaki konumu olduğuna işaret etmiştir. Haydi, tirit yemeğinin en hayırlı yemek olduğunu kabul edelim. Hadiste Âişe'nin kemâle eren kadınlardan olduğuna dair herhangi bir delâlet söz konusu değildir!

 

“Seyyidim bu tuhaf bir çıkarsama, nereden çıkardınız?” diyebilirsiniz. Vallahi bu istidlalin sahibi ben değilim, büyük âlimlerden İmam Kurtubî söylüyor.  İmam Kurtubî içerik olarak şöyle diyor:

 

“Kemâl, Asiye ve Meryem ile ilgilidir. Âişe ile alakalı değil.” ‘‘Hangi karineye dayanarak böyle bir şey söylüyorsunuz'' diye soracak olursak cevaben şöyle diyor: Resûlullah “Kemâle erenler Asiye, Meryem ve Âişe'dir. Âişe'nin kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” dememiştir.

 

Onun oldukça dakik ve derin bir ibaresi vardır. O şöyle der:

 

İlim adamlarımız (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) derler ki: Kemâl en ileri noktaya varmak ve eksiksiz olmak demektir. Bu kelimenin mazisi “mim” harfi hem üstün hem de ötreli olmak üzere şeklinde gelir. Muzarîsi ise mim harfi ötreli olarak diye gelir. Her şeyin kemâli kendisine göredir. Mutlak kemâl ise yalnızca Allah'a aittir. Şüphesiz ki insan türünün en mükemmel olanları peygamberlerdir. Ondan sonra ise sıddîklardan, şehidlerden ve salihlerden oluşan Allah'ın evliyası gelir. Durumun böyle olduğu kabul edildiğinden şöyle denilmiştir:

 

Hadis-i şerifte sözü geçen kemâl ile kastedilen peygamberlik olduğuna göre Hz. Meryem (a.s.) ile Hz. Âsiye'nin iki kadın peygamber olması gerekir. Nitekim böyle bir görüş de vardır. Sahih olan Hz. Meryem'in peygamber olduğudur. Çünkü Allah (c.c.) önceden de geçtiği gibi, sair peygamberlere vahiy ettiği gibi melek vasıtasıyla O'na da vahiy etmiş bulunmaktadır.[xxi]

 

Allah mutlak kemâldir.

 

Sunucu: Nebiler, Sıddıklar, şehidler sözünü Kur'ân'dan almıştır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kemâl zirveye ulaşmak olduğuna göre kadınlardan Hz. Meryem ve Hz. Âsiye zirveye ulaşmışlardır. Âişe'nin de bu kategoriye girdiğini varsayacak olursak onun da zirveye ulaşması gerekir. 

 

Sunucu: Hatta kimileri Hz. Meryem'in (a.s.) nebi olduğunu söylemişlerdir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel, bunu açıkça dile getirmişlerdir. Hadisin kemâl ile ilgili bölümünde ise Âişe ile ilgili hiçbir iz ve işaret yok.

 

Sunucu: Bu da Âişe'nin dışta tutulduğunun en büyük delilidir. Gerçi hadise göre bir fazileti vardır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Fazileti tirit yemeğinin fazileti kadar. Hadisin ifadesini temel alacaksanız bana söyleyiniz. Bu hadis Âişe'ye bir ta'ndır. Bana göre bu ifade bir ta'ndır. Sahîhü'l-Buhârî'de ve Sahih-ü Müslim'de geçtiğinden dolayı ısrar edip kabul edecekseniz, sened ve metin açısından tam olduğunu söyleyecekseniz, bu durumda onun fazileti tirit yemeğinin fazileti kadar olur, fazlası değil.

 

Kurtubî şöyle diyor:

 

“Sahih olan görüş Hz. Meryem'in peygamber olduğudur.”

 

Bu sabit olduğuna göre Hz. Fâtıma'nın (a.s.) da ondan daha üstün olduğu sabit olursa… Gerçi her ne kadar Hz. Fâtıma (a.s.) peygamber olmasa da… İşte bizim Hz. Zehrâ ve Ehl-i Beyt İmamları hakkındaki inancımız budur. Ehl-i Beyt İmamları önceki peygamberlerden üstündür. Peygamber olmanın en üstün olma gibi bir zorunluluğu söz konusu değildir. Dolayısıyla yukarıda geçen Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) buyruğunun kapsamına Âişe dahil değildir.

 

İmam Kurtubî'nin başka bir pasajı daha var ki pasajı aktarıp üzerine hiçbir not düşmek istemiyorum:

 

“Allah iman edenlere de Firavûn'un karısını misal vermektedir: O, ‘rabbim!' demişti, Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavûn'dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selâmete çıkar!” (Tahrîm, 11) âyetinin tefsirinde şöyle diyor:

 

“Allah kâfirlere... misal olarak gösterdi'' buyruğunu Yüce Allah Âişe ve Hafsa'ya, Resûlullah'a (s.a.a) karşı birbirlerine destek oldukları vakit, gösterdikleri muhalefetten sakındırmak üzere misal vermiştir. Daha sonra onlara Firavûn'un hanımı ile İmrân kızı Meryem'i, itaate sımsıkı sarılmalarını, din üzere sebat göstermelerini teşvik etmek üzere misal verdi.[xxii]

 

Defalarca belirttiğimiz gibi Tahrîm Sûresi'nin bu âyetinde geçen ‘‘ihanet'' sözcüğü kesinlikle iffetle alakalı değildir. İmam Kurtubî bu âyetin sebeb-i nüzulünün ‘‘Âişe ve Hafsa'' olduğunu belirtiyor. Azizlerim bu kitap Şiî bir kitap değil. Ne Mecmau'l-Beyân ne Biharü'l-Envâr ne de Usûl-u Kâfî! Yâhut da diğer Şiî kitaplardan biri de değil.  

 

Sunucu: Şen-ı nüzûlu.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki Âişe kemâle eren kadınlardan değildir.

 

Sunucu: Âişe ve Hafsa'nın sırt sırta verdiği sabittir. Kur'ân bu ikisini itaate çağırmıştır. Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkür ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[i] Albânî, Muhammed Nâsırüddîn, Sahîhü'l-Câmii's-Sağîr, c. 1, s. 601, Hadis No: 3143, haz. Züheyr Şâvîş, el-Mektebü'l-İslamî.

[ii] A.g.e., c. 1, s. 628, Hadis No: 3328.

[iii] el-Useymîn, Muhammed b. Sâlih, Şerhü'l-Akîdeti'l-Vâsitiyye, s. 628-629, haz. Fehd b. Nâsır b. İbrâhîm es-Süleymânî, Dârü's-Süreyyâ.

[iv] A.g.e., a.g.y.

[v] Esved el-Ansî'nin onu ateşe atıp ateşten sağ salim çıktığı kaynaklarda aktarılır. (çev.)

[vi] A.g.e., a.g.y.

[vii] A.g.e., a.g.y.

[viii] A.g.e., a.g.y.

[ix] Abdülazîz b. Muhammed, Deâva'l-Münâviîn li Daveti Şeyh Muhammed b. Abdülvehhâb, s. 280, Mektebetü'r-Rüşd.

[x] İbn Teymiyye, Kitâbü'n-Nübüvvât, thk: Abdülaziz b. Salih et-Taviyan, c. 2, s. 807, Darü's-Selef.

[xi] Küleyni, Usûlu'l-Kâfî, c. 1, s. 559, Dârü'l-Hadîs.

[xii] A.g.e., a.g.y.

[xiii] Ahmed İbn Ali İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibü'l-Aliye bi-Zevâidi'l-Mesânidi's-Semâniyye, c. 16, s. 167, Hadis No: 3953, thk: Muhammed İbn Zafir İbn Abdullah eş-Şehrî, Edit: Doktor Sa'd eş-Şükrî, Dârü'l-Asıme ve Dârü'l-Ğays.

[xiv] Taberî, Muhammed b. Cerîr (h. 310), Câmiu'l-Beyân, c. 5, s. 392, thk: Abdullah b. Adülmuhsin et-Türkî, Dârü Alemi'l-Kütüb.

[xv] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 2, s. 425, thk: Abdullah b. Adülmuhsin et-Türki.

[xvi] A.g.e., a.g.y.

[xvii] Muhammed Sâlih el-Useymîn, Tefsîrü'l-Kurani'l-Kerîm, c. 1, s. 256.

[xviii] Allâme Şihâbüddîn Alûsî, Rûhu'l-Meânî, c. 4, s. 182, thk: Mâhir Habûş.

[xix] A.g.e., a.g.y.

[xx] Sahîhü'l-Buhâri, c. 3, s. 55, Hadis No: 3411, s. 66, s. 188.

[xxi] Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi'l-Kurân, c. 5, s. 126 Thk: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Müessesetü'r-Risâle.

[xxii] A.g.e., c. 21, s. 104.