Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) Şiilerin İslam toplumunun gövdesinden ayrılmasına izin vermiyordu

Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) Şiilerin İslam toplumunun gövdesinden ayrılmasına izin vermiyordu
Osmanlılar ile İngilizler arasında savaş çıktığında Irak uleması, İngilizler aleyhinde cihad fetvası vermişti. Kendi yönetimi sırasında Şia büyüklerini katletmiş aynı Osmanlı yönetimiydi bu. “Urve” kitabının müellifinin oğlu, Seyyid Kazım Yezdi, Osmanlılar lehine İngilizler karşısında savaşırken şehit düştü.

 

 

 

Monazereh.ir

 

 

 

Hüccetülislam Muhammed Hüseyin Beyati, vahdetin Şia'nın temel ilkelerinden biri olduğunu beyanla, “İmamlar en büyük darbeyi dönemlerinin halifelerinden yemelerine rağmen Şiilerine İslam toplumunun gövdesinden kopma izni vermiyorlardı” dedi.

 

 

- Kur'an ve Ehl-i Beyt'in (a.s.) İslam ümmeti arasındaki vahdet ile ilgili tavsiye ve emirlerinden bahseder misiniz?

 

- Vahdet konusu İslam tefekkürünün muhkem esaslarındandır. İslam dünyasında ihtilaf konusunu teorize etmeye çalışan akımların var olduğunu ve halen varlıklarını sürdürdüklerini biliyorsunuz. Kur'an-ı Kerim'e müracaat edildiğinde de ihtilafın “bağy”den (haktan ayrılmak, zulmetmek, haddi aşmak, kıskançlık) kaynaklandığının pek çok kez tekrar edildiğini görürsünüz, mesela “Kendilerine kitap verilenler onlara ilim geldikten sonra aralarındaki bağy yüzünden ihtilaf ettiler” (Âl-i İmran, 19) buyrulmuştur.

 

 

Ümmetin ihtilafının rahmet olması ne demek?

 

Öte yandan bazı tarihsel meseleler nedeniyle ihtilaf kavramına olumlu bir yön vermeye gayret edenler olmuştur. “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” gibi hadis rivayetleri bu şekilde yorumlanmıştır. Hâlbuki bu rivayet İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s.) huzurunda nakledildiğinde hazret hadiste kastedilen ihtilafın lugat manasında olup “birbirine gidip gelmek, ziyaret etmek” anlamına geldiğini buyurmuştur. Sözlükte ihtilaf “bir şeyin başka bir şeyin peşinden gelmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Mesela “ihtilafu'l-leylu ve'n-nehar” (Kur'an-ı Kerim de geçmektedir) “gece ve gündüzün birbirini takip etmesi” manasındadır. Ümmetin çocuklarının birbirlerini ziyaret etmeleri, gidip görmeleri elbette rahmettir. Bu tefsir ilk akla gelen yorumun tam zıddıdır. Zıtlık, tartışma ve çatışma anlamındaki ihtilafın ahlaki kemâle ters olduğu, bunun karşıtı vahdetin de önemli bir değer olduğuysa açıktır.

 

 

Ehl-i Beyt İmamlarının tavrıyla İngiliz Şiilerinin tavrının karşılaştırılması

 

Hidayet İmamlarının (a.s.) rivayetlerinde ve aynı şekilde onların siretlerinde (pratiklerinde, uygulamalarında) vahdet kavramı azami ölçüde tecelli etmiştir. İmamların (a.s.) siretinde, İslami vahdetin korunması için gördüğünüz ilk nokta, Emirülmüminin İmam Ali'nin (a.s.) velayeti konusudur ve hazretin İslam ümmeti arasında ayrılık çıkmaması için kendi hakkından geçtiği malumdur.

 

Diğer İmamların hayatlarında gözlemlenen de aynıdır. Onlar, hâkim otorite aleyhinde faaliyet yürüten Emevi ve Abbasi muhalifi akımların aksine -İslam toplumun bünyesinin dışına çıkan Hariciler gibi- ve kendileri de en büyük darbeyi o dönemin halifelerinden yemelerine rağmen Şiilerine bu yönde davranma izni vermiyorlardı. Kendileri de bu yöntem üzere davrandılar. Bu nedenle İmamların (a.s.) dostlarının Abbasi hükümetinde çalıştıklarını ve hatta bazen yönetici konumda olduklarını görüyoruz. Mesela İmam Cafer Sadık'ın çevresinin büyüklerinden Abdullah b. Sinan, dört Abbasi halifesinin günümüzdeki deyişle ekonomi bakanıydı. Tarihsel nakillere göre Emevi kuvvetleri Endülüs'ün fethi esnasında bir ara yetersiz kalınca İmam Bâkır (a.s.) Şiilerini onlara yardıma göndermişti. Hangi imam? Kerbela vakıasının canlı şahidi olan imam! İşte bu pratik siret Şia itikadının en sağlam unsurlarından biridir. Şiilere İslam ümmetinden kopup diğer Müslümanlardan ayrı yönde hareket etme izni vermemektedir.

 

Elbette bununla birlikte hak itikada vurguda bulunma her zaman vardı, fakat hem pratik uygulamada hem de sözlü delillerde İslam ümmeti arasındaki vahdete açık vurgu vardır. İmam Cafer Sadık'ın (a.s.) Ehl-i Sünnet ile iyi geçinmeye vurguda bulunan şu rivayetlerine bakın: Ehl-i Sünnet'in cenazelerine katılın, onların hastalarını ziyaret edin, mahkemelerine gidip onlar için tanıklıkta bulunun. Hazret devamında şöyle buyuruyor: Eğer siz böyle davranırsanız diğerleri “Allah İmam Sadık'a rahmet etsin ki dostlarını böyle terbiye etmiş” derler.

 

Siz İmam Sadık'ın bu üslubunu, Caferi Şiiliğini sövgü, alay ve diğerlerinin inançlarını gülünç göstermekten başka bir şeye sahip olmayan bir ekol gibi sunmaya çalışan İngiliz Şiilerinin davranışlarıyla mukayese ediniz! Arada çok mesafe olduğu kesindir.

 

 

Şia uleması Osmanlı lehine İngilizler karşısında savaşmış, şehit vermiştir

 

Sonuç olarak arz edeyim ki Kur'an ve rivayetler çerçevesinde, ihtilaf kınanmış, vahdet ise Şia düşüncesinin temellerinden, övülmüş bir kavramdır. İslam ulemasının da Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) pratiğine tabi olarak aynı şekilde davrandıklarını biliyorsunuz. Mesela Osmanlılar ile İngilizler arasında savaş çıktığında Irak uleması, İngilizler aleyhinde cihad ve Osmanlı idaresini savunma fetvası vermişti. Kendi yönetimi sırasında Şia büyüklerini katletmiş aynı Osmanlı yönetimiydi bu. Cebel-i Amil'in büyük âlimi Şehid-i Sani'yi (“İkinci Şehid”, Şeyh Zeyneddin b. Ali Amilî) Osmanlılar şehid etmiştir mesela. “Urve” kitabının müellifinin oğlu, Seyyid Kazım Yezdi, Osmanlılar lehine İngilizler karşısında savaşırken şehit düştü. Bu bizim ulemamızın siretiydi ve günümüze kadar da devam etmiştir. İmam Humeyni de vahdetin en açık tecessümüydüler. İmam Humeyni Ehl-i Sünnet ulemasıyla görüştüğünde “Bu Şii'dir şu Sünni'dir diyip tefrika yaratmak isteyenler ne Şii'dir ne de Sünni” diyordu.

 

Bugünlerde bu vahdeti tefrikaya döndürmek isteyen akımlar orijinal değildir, hepsi ithaldir. Suudilerin, Pakistan rejiminin güvenlik sisteminin ya da Amerika ve İsrail'in eğittiği grupçuklar gibi. Bir grup insanı iğfal etmek isteyenler genelde bunlardır ve onların komplolarını bozabilecek şey Şii ve Sünni ulemanın uyanıklığıdır. Âlimler bilinçli ve uyanık olursa ve şimdiye kadar gösterdikleri basireti korursa, halkın ulemaya bağlılığı güçlü olduğundan pek çok sorun ortadan kalkacaktır.

 

Bakın İmam Cafer'in (a.s.) “hastalarını ziyaret edin, cenazelerine katılın” dediği dönem Şiilerin azınlıkta olduğu zamanlardı ve eğer bu işleri yapmasalardı da bu çok dikkat çekmeyecekti! Yani Ehl-i Sünnet; Şiilerin, hastalarını ziyarete gelmelerine ya da mahkemede tanıklık yapmalarına ihtiyaç duymuyordu! O dönemde Şiiler de İsmaililer gibi Müslümanların genelinden koparak inzivaya çekilebilirlerdi. Fakat İmamların yaklaşım ve yöntemleri, konunun bir taktik vs. olmanın çok ötesinde olduğunu göstermektedir. Bu hakiki bir birliktir.

 

 

Ahmed b. Hanbel:  O, insanların ve cinlerin imamıdır!

 

Ehl-i Sünnet büyüklerinden pek çoğu İmam Sadık'ın (a.s.) öğrencisiydi. Ebu Hanife -ki Hanefi Sünniler onu “İmam-ı Azam, en büyük imam” diye adlandırırlar- İmam Sadık'ın iki sene öğrenciliğini yapmış olmakla iftihar ediyordu. Ebu Hanife de Abbasi hükümetinin siyasi muhalifleri arasında yer alıyordu. Kendisine hilafet yönetiminde yer alması teklif edildiğinde “Eğer hilafet el değiştirecekse İmam Cafer Sadık'a teslim edilmeli” diyor. Şafii de dolaylı olmakla birlikte İmam Sadık'ın öğrencisidir. Ahmed b. Hanbel'e bakın. İmam Musa Kazım'ın (a.s.) cenazesinde hükümet askerleri “Bu Rafizilerin imamıdır” diye bağrıştıklarında Ahmed b. Hanbel'in ağlayarak “Hayır, o tüm insanların ve cinlerin imamıdır” dediğini tarih yazmaktadır.

 

Evet, Abbasi yönetimi Şiilerin yardımına ihtiyaç duymamaktaydı, fakat İmamlar Şiilerine İslami vahdeti koruma ve toplumla iyi geçinme yönünde emir buyurdular. Ben bir basamak yükseğini de söyleyeyim, vahdet sadece İslami vahdet de değildir, Kur'an-ı Kerim Ehl-i Kitap ile ortak noktalar etrafında toplanma emri veriyor: De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rab edinmesin.” (Âl-i İmran, 64) Bu sahih beyanı da taktik olarak mı alacağız? Yahudi ve Hristiyanlarla kimin karşısında taktik vahdete gidilecek? Böyle değil, ortak noktalar üzerindeki vurgu haddizatında yapıcı bir şeydir, tıpkı “bağy”e dayalı ihtilafın kınanmış olması gibi. Dolayısıyla ihtilafı kaldırmak için atılacak her adım mübarek bir adımdır.

 

 

 

Çeviri: Medya Şafak