Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (31)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (31)
Tirmizî’nin Cabir İbn Abdullah’tan rivayetine göre o şöyle demektedir: Hz. Resulullah’ı (s.a.a.) hacda Arefe günü Kasva isimli devesine binmiş hutbe verirken gördüm; şöyle diyordu: Ey İnsanlar! Size iki şey bırakıyorum onlara uyarsanız asla sapıtmazsınız, Allah’ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt’im. Rivayet sahih li-ğayrihidir.

 

18/02/2011

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle ve tertemiz duygularla selamlıyoruz. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. “Utruhetü'l-Mehdeviyye” programının yeni bir bölümünde, “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun otuz birinci kısmında tekrar sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Sunucu: Geçen programda belirttiğiniz hususiyetlerin bir bölümü sahih ahad haberler kanalıyla da sabittir. Acaba bunlar da akidevî alanda kanıt olabilirler mi yoksa sadece mütevatir olanlar mı akide alanında hüccettir?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Bu programda kuracağım şu bağlantıya değerli izleyicilerin dikkat etmelerini istiyorum. Azizlerim, Müslüman bilginler nazarında ahad haberlerin fıkhî meselelerde kanıt oldukları noktasında hiçbir kuşku söz konusu değildir. Yani fıkıh ilmindeki oruç, namaz ve hac gibi amelî meselelerde sahih ahad haberler muteberdir ve bunların gereğince amel edilmesi vaciptir. Ancak akideyle ilgili konularda da sahih ahad haberler ilim ve yakin ifade eder mi? Acaba bunlara iman etmek vacip midir?

 

Yukarıda geçen Sekaleyn hadisinin her üç varyantına başvurduğumuzda saydığımız bazı hususiyetlerin muteber olduğunu görürüz. Müslüman bilginler arasında bu noktalarda bir tartışma söz konusu değildir. Sekaleyn hadisinin bütün nakillerinde geçen “Allah'ın Kitabı ve İtretim” ifadelerini ele alalım. Bütün versiyonlar “Sekaleyn ve Halifeteyn”den muradın Allah'ın Kitabı ve İtret olduğu konusunda ortaktır. Yani yukarıda geçen bazı hususiyetlerde tevatür söz konusudur. Örneğin bütün rivayetlerde “Sekaleyn” denmektedir. Bu konuda bir farklılık söz konusu değildir. Hatta “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayetini nakledenler dahi “Sekaleyn” ifadesini kullanıyorlar. Öyleyse bu konu mütevatirdir.

 

İkinci konu ise “Halifeteyn” veya “Sekaleyn”den muradın Kur'an ve İtret olduğunun rivayetlerce açıklanmasıdır. Bunun “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” olduğunu belirten rivayetin hiçbir sahih isnadı söz konusu değildir.

 

“Birisinin diğerinden daha büyük olduğu” veya “E-H-Z” kökü ya da “Benden sonra asla sapıtmayacaksınız” lafızlarına gelince, acaba bunlar da mütevatir midir, yoksa ahad mı? Soru budur.

 

Bunların ahad mı, yoksa mütevatir haberler mi olduğunu açıklamaya geçmeden önce tevatür ve ahad kavramlarına açıklık getirmek istiyorum. İnsanın aklına ahad haber denilince tek bir şahsın rivayet ettiği nakil gelebilir. Halbuki ahad haber bu anlama gelmemektedir. Gerçi konu Müslüman bilginler nazarında açıktır ve Allame Useymin'e mahsus değildir. Ancak İbn Teymiyye muhiplerinin de bu durumun Vehhabi ulema nezdinde makbul olduğu konusunda mutmain olmaları için İbn Useymin'in açıklamalarını sunacağız. O, Mustalahü'l-Hadis adlı hacim itibariyle küçük eserinde şöyle der: “Haber bize naklediliş yolları itibariyle mütevatir ve ahad olmak üzere iki kısma ayrılır. Mütevatir haber yalan söylemek üzere birbirleriyle anlaşmaları sayıca imkânsız olan bir topluluğun rivayet ettiği ve maddi bir şeye isnad ettikleri rivayettir. Mütevatir, hem lafız hem de mana itibariyle mütevatir ve sadece manasıyla mütevatir olmak üzere iki kısma ayrılır.” [1]

 

Lafzî mütevatir, Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan hadisin sözlerinin (lafzının) birebir O'ndan nakledildiği gibi olduğunda ittifak edilmesidir. Kim benim aleyhime kasten yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın” buyruğu buna örnektir. Bu hadis lafzen mütevatirdir.

 

Manen mütevatir ise ravilerin genel anlamı itibariyle ittifak ettikleri, fakat her hadisin özel manası ile münferid kaldığı rivayetlerdir.[2] İşte biz bunu Sekaleyn hadisinde görüyoruz. Zira içerikler aynı, ibarelerse farklılık göstermektedir. Hadisin kimi lafızları lafzen mütevatirdir. “Sekaleyn”, “Kur'an ve İtret” sözcükleri bu türdendir. Bu konuda herhangi bir incelemeye gereksinim bulunmamaktadır. Hadisin “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklinde varid olduğunu söyleyen İbn Teymiyye'nin bazı bağlıları hariç bu konuda hiç kimse ihtilaf etmemiştir.

 

Manevi tevatürde hadisin mazmunu bir, ancak bu içeriği ifade eden lafızlar farklıdır. Değerli izleyiciler Sekaleyn hadisinin çeşitli biçimlere sahip olduğu yönündeki ifadelerimizi hatırlayacaklardır. Lafızlar (elfaz) çeşitlilik göstermekteyse de içerik aynıdır. Sekaleyn hadisinin bahsettiğimiz bazı özelliklerinin lafzen mütevatir olduğunu görüyoruz. “Sekaleyn” kelimesinin kullanılması bu şekildedir. Zira bu kelime bütün rivayetlerde mevcuttur. Sekaleynden muradın “Kitab ve İtret” oluşu da bu şekildedir ve bunlar da lafzen mütevatir iki kelimedir. Ancak hadisin diğer ifadelerinde tevatür söz konusu değildir.

 

Şimdi hadisin geriye kalan hususiyetlerine geçelim.

 

Konunun çok hassas oluşu nedeniyle değerli izleyicilerin dikkatlerini buraya vermelerini istirham ediyorum. Sekaleyn hadisinde belirtilen bazı özelliklerin lafzen veya manen mütevatir olduğunu, bazı hususların ise her ne kadar Ehl-i Beyt Medresesine göre mütevatir olsa da Ehl-i Sünnet nezdinde mütevatir sayılmadığını açıklamıştık. “Biri diğerinden daha büyüktür”, “Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden asla ve kata ayrılmayacaklardır” bölümleri ikinci gruba örnektir. Bunların ahad haberler olduğu söylenebilir. Öyleyse ahad haber nedir?

 

Azizlerim “ahad” tek bir ravinin naklettiği haber anlamına gelmemektedir. Ahad haber, mütevatir olarak aktarılmayan rivayet demektir. Yani bu tür bir haberi üç veya dört sahabinin nakletmiş olması mümkündür. Ya da tabiundan tevatür haddine ulaşmayan büyük bir topluluk rivayet etmiştir. Öyleyse ahad haber denilince değerli izleyicilerin zihnine tek bir kişinin nakli gelmemelidir. Allame Useymin'in ahad haberi tanımlarken şu ifadeleri kullandığını okuyoruz:

 

“Ahad haber: Mütevatir dışında kalanlardır.

 

Ahad haber rivayet yolları itibariyle meşhur, aziz ve garib olmak üzere üç kısma ayrılır.

 

Meşhur; üç ve daha fazla kişinin rivayet ettiği fakat tevatür sınırına ulaşmayan rivayettir.”[3]

 

Dört, beş ya da yedi kişinin rivayet ettiği ve tevatür sınırına ulaşmayan rivayet meşhur haberdir. Bu mesele niçin önemli? Zira bazıları ahad haber kanalıyla sabit olan bu hususiyetlerin tek bir kişi tarafından nakledildiğini düşünebilirler. Halbuki murad edilen bu değildir. İnanç ifade edip etmediği tartışmalı olan, farklı sahih ve muteber kanallardan gelen rivayetler mevcuttur.

 

İlk kısımdakiler yukarıda açıkladığımız üzere “meşhur” rivayetlerdir. İkinci kısım ise “aziz” kategorisidir. “Aziz”, iki kişinin naklettiği rivayettir. Garib ise sadece tek kişinin naklettiği rivayettir.[4] Öyleyse açıklamasını yapacağımız bu hususiyetler çerçevesinde hiç kimsenin aklına ahad haber denilince garip hadis kısmına giren “haberü'l-vahid” türü gelmemelidir. Kastımız, üç veya daha fazla kişinin rivayet ettiği meşhur hadistir.

 

Bunlar mertebe itibariyle de beş kısma ayrılır: Sahih li zâtihî, sahih li gayrihî, hasen li zatihî, hasen li gayrihî ve daîf (zayıf). Bunların hepsi ahad haber kapsamına girmektedir.

 

Gelelim sorduğunuz soruya. Yani “Biri diğerinden daha büyüktür”, “Benden sonra tutundukça asla sapıtmayacağınız” ifadeleri türünden mütevatir olmayan ahad haberler bize bunların içeriğine inanma gibi bir inançsal yükümlülük yükler mi? Zira Sekaleyn hadisinin delaleti akidevî olup fıkhî-amelî değildir.

 

Şimdi ulemanın bu konudaki açıklamalarına geçeceğiz. Müslüman bilginler, özellikle de İbn Teymiyye bağlılarının açıklamalarına bakarak bu rivayetlerin kesinlik, yakin ve inancı iltizam edip etmediklerini görelim. Değerli izleyicilerin dikkatini bazı kaynaklara çekmek istiyorum.

 

İlk olarak İmam Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde geçen ibareleri arz edeyim. Ebu Said el-Hudri'den rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: “Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: ‘Ben size iki ağır emanet bırakıyorum. Bu şeylerin biri diğerinden büyüktür. Gökten yere uzanan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve itretim Ehl-i Beyt'im. Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaktır.”

 

Hadis “Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaktır” bölümü hariç şahidleriyle sahihtir. Zikredilen bölümün isnadı zayıftır.[5]

 

Hadisin “Ben size iki ağır emanet bırakıyorum” bölümünün mütevatir haberlerden olduğunu dile getirmiştik. Zira bütün metinlerde geçmektedir. “Bunların biri diğerinden daha büyüktür” bölümü ise hadisin diğer nakillerinde geçmemektedir.

 

Allame Arnavut “Bu iki şey…” diye başlayan bölümün isnadının zayıf olduğunu söylese de başka bir yerde o bölümün de “sahih li-ğayrihi” olduğunu ifade etmektedir. Allame Arnavut'un ne yaptığını görüyoruz. Hadisin bazı lafızlarını diğerlerinden ayırıyor. Bir bölümünün sahih olduğunu kabul ederken bazı kısımlarının sahihliğini reddediyor. Sahih olduğunu kabul ettiği kısım ise Müslüman bilginler arasında görüş ayrılığının bulunmadığı mütevatir bölümlerdir. İnşallah ilerde “Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır” bölümüne gelince Allame Anavut'un değerlendirmelerinin doğru mu yanlış mı olduğunu, hadisin söz konusu bölümünün sahihliğini gösteren başka kanalların bulunup bulunmadığını göreceğiz.

 

Biz konumuza dönelim. Acaba bir inancın ispatı için ahad haberlere dayanmak mümkün müdür?

 

İbn Teymiyye'nin Mecmuatü'l-Fetava adlı eserine bakalım. O, bu eserinde şöyle diyor: “Bütün gruplardan oluşan ilim ehlinin cumhuru, haber-i vahidin ümmetin tasdik ederek veya amel etmek suretiyle kabul etmesi halinde ilim gerektirdiği görüşündedir. Usul-u fıkıh sahasında eser telif eden Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine bağlı musannifler -çok az bir grup hariç- bu hususu zikretmiştir.[6]

 

“İlim ehlinin çoğunluğu” ifadesi görüşün bir veya iki kişiye özgü olmadığını göstermektedir. Ahad haber kavramının neyi ifade ettiği açıktır. Yani mütevatir olmayan haber demektir. “Ümmetin kabul etmesi” ifadesi gereğince Sekaleyn hadisi bu kapsama girmektedir. Zira Müslüman bilginler Sekaleyn hadisini kabul etmiştir. Gerçi İbn Teymiyye hadisi tartışılır kılmaya çalışıyor olsa da ümmetin geneli hadisi kabul etmektedir. Pasaj ayrıca haber-i vahidin yakin ifade ettiğini ve üzerine sadece amel değil inancın da bina edilebileceğini göstermektedir.

 

Pasajın ortaya koyduğu diğer bir gerçeklik ahad rivayetin sadece tek bir kişinin naklettiği haberle sınırlı olmadığıdır. Yani tevatür sınırına ulaşmayan beş hatta on ravinin rivayeti bile ahad haberdir.

 

Ümmetin tüm bilginleri Sekaleyn hadisini reddetmemiş, kabul etmiştir. Elbette ümmetin Sekaleyn hadisinin delalet ve tefsirini aynı şekilde telakki ettiğini iddia etmiyoruz.  Bu ayrı bir konudur. Kastımız ümmetin hadisin aslını kabul etmesidir. Öyleyse bu hadis ilim ifade etmektedir. Bu durumda hadis ilim ifade ettiğine göre pekala üzerine akide bina edilebilir.

 

Değineceğimiz ikinci kaynak Allame Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseridir. Allame, Sekaleyn hadisini naklettikten sonra şöyle diyor: “Ahad haberler nasıl ki hükümlerde hüccet olma özelliğine sahipse, akaid sahasında da hüccetliğe sahip olma noktasında önemli bir yararı barındırmaktadır.”[7]

 

Bu ifadeden daha açık bir beyan söz konusu olabilir mi? Albanî'nin ahad haberden muradı tek bir kişinin rivayet ettiği hadis değildir. Bunu defalarca tekrarlıyorum ki yarın birileri çıkıp da “Seyyid Kemal Haydarî, Sekaleyn hadisinde geçen bazı hususiyetlerin tek bir kişi tarafından rivayet edilen ahad haberler olduğunu söylüyor” demesinler. Hayır, benim amacım ahad haberin bazen meşhur, hatta daha da üst kategorilerde yer alabileceğini göstermektir. Albanî'nin ifadeleri ahad haberlerin sadece amelî ve fıkhî olaylara delil olmadığını göstermektedir.

 

Öyleyse konu önemlidir. Değerli izleyicilerin şu hakikate dikkat etmelerini istirham ediyorum. Bizlerin delil gösterdiğimiz Ehl-i Sünnet eserlerinde geçen sahih isnad zincirine sahip rivayetler -ki bunlar ahad haberlerdir-, bırakalım fıkhî ve amelî meseleleri, inanca dayalı konularda dahi kanıttır. Öyleyse hiç kimse “Bu haberler ahad haberlerdir ve akaid sahasında hüccet değiller” türünden bir itirazda bulunmasın.

 

Değinmek istediğimiz üçüncü kaynak Allame İbn Baz'ın Mecmuu Fetava ve Mekalatün Mütenevvietün adlı eseridir. O, ‘Ahad Hadisler İfadesinin Anlamı Nedir' başlığı altında şu ifadeleri kullanır: “Ahad haberden maksad nedir? Ahad haberler akideye temel alınabilirler mi? Ahad haber, mütevatirlik şartlarını taşıyamayan bütün hadislerdir. Bu tür haberlerin hepsi ahad haber olarak isimlendirilir. Bunlar da üç kısımdır. Meşhur -ki müstefiz olarak da isimlendirilir-, aziz ve haber-i vahid. Nitekim Hafız İbn Hacer'in de aralarında bulunduğu hadis imamları bunu açıklamıştır. Hafız İbn Hacer bu konuyu en-Nuhbe ve Şerh-u Nuhbeti'l-Fiker adlı eserlerinde beyan eder. Ehl-i Sünnet nazarında sahih isnad zincirine sahip ahad haberler hem akide sahasında, hem de diğer alanlarda kanıt olma özelliğine sahiptir.”[8]

 

Pasajdan açıkça anlaşıldığı gibi ahad haber ile haber-i vahid farklı terimlerdir. Burada yazılanlar son derece açıktır.

 

Öyleyse ilzam kabilinden olsa dahi ahad haberleri delil göstermemiz mümkündür. Kimse bana yarın kalkıp da “Sen ahad haberlerin inanç sahasında kanıt olduğunu kabul etmiyorsun. Niçin bunlarla delillendirmede bulunuyorsun?” demesin. Eğer bu şekilde itiraz ileri sürülecek olursa cevaben deriz ki “Bizler öncelikle sizi ilzam etmek istiyoruz. İkinci olarak da ben de ahad haberlerin inançla ilgili sahalarda kanıt olduğuna inananlardanım. Ben konuyla ilgili görüşümü et-Tefakkuh fi'd-Din adlı eserimde detaylı bir şekilde açıkladım. Orada inançla ilgili konularda ahad haberleri ne zaman dayanak alıp ne zaman alamayacağımız başlıklı bir konu bulunmaktadır.

 

Dördüncü kaynak Şeyh Muhammed İbn Useymin'in Mecmuatü ve Fetava ve Resail adlı eseridir.

 

O, bu eserinde şöyle diyor:

 

“Şeyh'e ahad hadislerle inanç sabit olmaz görüşünde olan kimse hakkında soruldu.

 

O bu soruya şu sözleriyle cevap verdi: ‘Ahad hadislerle inanç sabit olmaz. Zira ahad hadisler zann ifade etmektedir. Zann üzerine de inanç bina edilemez' görüşünde olan kimsenin fikri doğru değildir. Aynı şekilde bu görüşte olan kimsenin dayanağı da doğru değildir. Bunun çeşitli nedenleri vardır…

 

Özetle karineler ahad haberin doğruluğuna delalet ediyorsa bu ilim ifade eder. İlmî ve amelî (yani fıkhî ve akidevî) hükümler, amelî ahad haberlerle sabit olur. İkisini birbirinden ayırt etmenin hiçbir delili söz konusu değildir. İmamlardan birisinin bu ikisini birbirinden ayırt ettiğini söyleyen kimse hangi imama bu görüşü isnad etmişse o imamın bu görüşte olduğunu sahih kanallarla kanıtlamak zorundadır. Sonra da dayanılan hususun delilini açıklamalıdır.”[9]

 

Ahad hadislerin inanca dayanak olmayacağını söyleyen kimse “Zann haktan hiçbir şeyi ifade etmez” ilahi buyruğunu delil göstermiştir. İbn Useymin ise bu açıklamalarıyla ahad haberler üzerine inanç bina edileceği kanaatindedir.

 

Esasa ilişkin meselelerden sayılan bu konuya tekrar dönmek istiyorum. Yani ahad haberler, üzerine inanç bina edilebilecek bir şekilde ilim ifade edebilir mi?

 

Büyük bilginlerin açıklamalarıyla ortaya konulduğu üzere bu konu açıktır ve daha fazla açıklamaya gereksinim duymamaktadır.

 

Bu sahadaki temel kitaplardan biri, özellikle de ilim ehli ve uzman kişiler için içinde detaylı bilgiler barındıran Hadisü'l-Âhâd ve Hücciyetuhu Fi Tafsili'l-İtikad adlı eserdir. Kitap, Ehl-i Sünnet mezhebine göre telif edilmiş eleştirel ve pratik bir incelemenin ürünüdür ve iki cilttir. Uzun olsa da çok faydalı bilgiler içermesinden ötürü bir kısmını okumam gerektiği kanaatindeyim. Yazar şöyle diyor:

 

“Ayrıca Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı, Tabiun, İmam Şafii ve İmam Ahmed gibi Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat imamları ve günümüze kadarki Ehl-i Sünnet mezhebinin çoğunluğu bunu doğrulamaktadır. Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye (ki biz yukarıda onun Mecmuu'l-Fetava adlı eserindeki ifadelerini gördük; Seyyid Kemal), öğrencisi İbnü'l-Kayyım, İbnü's-Salah ve daha da öncesinde İmam Buharî bunu tahrir etmişlerdir. Buharî'nin Sahih'inde ‘Kitab-u Ahbari'l-Ahad' başlıklı bir bölüm mevcuttur. Bu kısımda ‘Babu Ma Cae fî İcazeti Haberi'l-Vahidi's-Saduk'[10] (doğru sözlü kişinin rivayet ettiği haber-i vahidin geçerliliği hakkında gelen rivayetler babı) şeklinde bir başlık açar. İmam Müslim de Sahih'inde şöyle der: Zikrettiğimiz bu âyetler, fasıkın haberinin itibardan düşüp kabul edilmediğine, adil olmayanın da şahidliğinin reddedileceğine delalet etmektedirler. Fasıkın haberi ulemaya göre makbul değildir. Nitekim şehadeti dahi bütün ulema nezdinde merduddur. Fasıkın haberinin kabul edilmeyeceğine Kur'an delalet ettiği gibi, münker haber rivayetinin kabul edilmeyeceğine de sünnet delalet etmiştir. Bu durum, adaletli bir kişinin haber-i vahidinin kabul edileceğini, ilim ifade ettiğini ve böyle bir rivayetle amel etmenin vacip oluşunu göstermektedir.

 

Nevevî ise şöyle der: Bu, tek bir haberle amel etmenin vacip oluşu görüşüne delildir.

 

İbn Kayyım ise şöyle diyor: Bil ki Buharî ve Müslim'in hadislerinin çoğunluğu bu türdendir.”[11]

 

Yani Sahiheyn'in hadislerinin çoğunluğu haber-i ahaddır. Ahad haber inanç sahasında kanıtlılık özelliğine sahip değilse Sahiheyn'in inançla ilgili hadislerinin %50 veya %70'i delil olma özelliğini yitirecektir. Zira sizler de biliyorsunuz ki Sahihü'l-Buharî ve Sahihü'l-Müslim'deki hadisler sadece fıkhî ve ameli yönlü değildir. Ahad haberler inanca dayalı konularda kanıt olmaz ve ilim doğurmaz ise, dıştan mütevatir olduğuna dair karinelerin söz konusu olduğu rivayetler hariç hepsi itibardan düşecektir.

 

Yazar daha sonra şöyle devam etmektedir:

 

“Bil ki Buharî ve Müslim'in hadislerinin çoğunluğu bu türdendir. Nitekim Şeyh Ebu Amr İbnü's-Salah ve öncesinde birçok bilgin bunu zikretmiştir. Ehl-i hadis ve ulemanın kabul ve tasdik ettiği bu tür haberler yakin ifade eden ilim doğururlar. Bunun dışındakilere itibar edilmez. Deliller ve ümmetin bilginlerinin görüşleri sahih ahad haberlerin ilim intac ettiği şeklindeki görüşü kuvvetlendirmektedir. İnançla ilgili konularda ahad haberlerle istidlal edilir. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) kendisinden sonra kıyamet kopuncaya kadar yaşayacak olan ümmeti için razı olduğu apaçık kanıtın açıklığı budur. Tavır da buna göre belirlenmelidir.”

 

Azizlerim, şu ana kadar yaptığımız alıntılarla belli bir noktaya vardık. Kimse bize Sekaleyn hadisinin bazı varyantları mütevatirdir, dolayısıyla bunların üstüne inanç bina edilebilir, diğerleri ise ilim ve yakin doğurmayan ahad haberlerdir, demesin. Asla! Bu varyantlar ve özellikler ister mütevatir olsun ister olmasın sahih isnad zincirlerine sahip iseler bunlara dayanılarak inanç bina edilebilir.

 

Bu esasa göre geliniz şu hadiste varid olan noktaları inceleyelim. Tirmizî'nin Cabir İbn Abdullah'tan rivayetine göre o şöyle demektedir: Hz. Resulullah'ı (s.a.a.) hacda Arefe günü Kasva isimli devesine binmiş hutbe verirken gördüm; şöyle diyordu: Ey İnsanlar! Size iki şey bırakıyorum onlara uyarsanız asla sapıtmazsınız, Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im. Rivayet sahih li-ğayrihidir.[12]

 

Rivayette, görüldüğü gibi E-H-Z (tutunma) kökü geçmektedir. Ayrıca Allame Şuayb el-Arnavut rivayetin bu isnadının zayıf olduğunu, ancak başka kanallardan bu haberi teyid eden şahidlerinin olduğunu, dolayısıyla hadisin sahih li-ğayrihi kategorisine yükseldiğini söylüyor. Taberanî el-Mucemü'l-Kebir adlı eserinde bu hadisi tahriç etmiştir. Hadisin Zeyd İbn Erkam kanalından şahidi bulunmaktadır.[13] Ancak Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'de başka ifadeler kullanmaktadır. “Size Ehl-i Beyt'im hususunda Allah-u Teala'yı hatırlatırım…” “itretim” sözcüğünden muradın “Ehl-i Beyt'im” olduğu hususunda açık ifadeler aktarılmıştır. Ehl-i Beyt'in gözetilmesi ve sevilmesi, onları üzecek ve eziyet verecek şeylerden kaçınmanın vacip oluşu Zeyd İbn Erkam'ın hadisinden … onlara uyulması, sözlerini temel alıp amel edilmesi gerektirdiği belirtilen “Asla sapmayacaksınız” bölümlerine gelince bunlar zayıf isnadlarla aktarılmıştır ve delil alınmaya elverişli değildir.[14]

 

Halbuki Allame Arnavut diğer eserinde buna sahih diyordu.

 

Ey Arnavut, niçin E-H-Z kökünün bulunduğu hadisi zayıf sayıyorsun da Müslim'de geçenin sahihliğini kabul ediyorsun? Evet, Müslim'in hadisinde E-H-Z fiil kökü ve delaletten kurtulma kavramı söz konusu değil. Ancak bu ifadeler Sünenü't-Tirmizî de geçmektedir. İmam Tirmizî söz konusu hadis hakkında “Bu hadis bu yönüyle hasen-gariptir”diyor.[15] Garip hadis tek bir kişinin rivayet ettiği hadistir. Ey Allame, Sahihü't-Tirmizî'de “sahih li-ğayrihi” diyorsun. Peki “sahih li-ğayrihi” olan hadisler için niçin “delil olmazlar” diyorsun? Az önce haber-i vahide dayanmanın mümkün olduğuna açıkça işaret ettik. Aynı şekilde sahih li-ğayrihi hadisine de istinad etmek mümkündür.

 

Allame Useymin sahih li-ğayrihi hadis için şöyle diyor: “Birkaç yoldan rivayet edilmesi halinde, hasen li zatihi olan hadistir. Bu hadislerin tümü dayanak olarak alınabilir ve onlarla kanıtlandırmada bulunulabilir.”[16]

 

Azizlerim çelişkiye bakınız! Allame Arnavut, Tirmizî'de geçen “Size iki şey bırakıyorum, onlara uyarsanız asla sapıtmazsınız” buyruklarını içeren rivayet için sahih li-ğayrihi ifadesini kullanırken Müsned'de ayrı telden çalıyor ve “Bu ikisinden sonra asla sapıtmayacaksınız” veya “Bu ikisine uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız” cümlelerinin bulunduğu bölümlerin isnadı zayıftır diyor. “Onlara uyarsanız sapıtmazsınız” cümlesinin olmadığını varsayınız. Ancak ‘E-H-Z' kökü ve “asla sapıtmayacaksınız” ifadeleri mevcuttur. “Hadisin şahidlerini şerh ederken açıkladığımız gibi bu hadisle kanıtlandırmada bulunulması sahih değildir” diyebiliyorsun.  Elimizde bu hadisin sahih olduğuna dair başka kuvvetli bir şahid daha bulunmaktadır. İbn Hacer el-Askalanî'nin el-Metalibü'l-Aliye adlı eserinde geçen hadis. Rivayet şöyledir: “Hz. Peygamber (s.a.a.) Gadir-i Hum denen yerde bir ağaçlığın altında konakladı. Sonrasında Ali'nin (a.s.) elini tutarak hutbe okudu. Şöyle buyurdu: Allah-u Teala'nın rabbiniz olduğuna şehadet etmez misiniz?

 

Onlar, ‘Elbette şehadet ederiz' dediler.

 

Allah-u Teala ve Resulü kimin mevlası ise işte şu da onun mevlasıdır. Ben aranızda tutundukça sapmayacağınız bir emanet bıraktım. Bu da Allah'ın Kitabıdır. O'nun bir ucu Allah-u Teala'nın, diğer ucu de sizin elinizdedir. Bir diğeri de Ehl-i Beyt'im' buyurdu.”

 

Hafız İbn Hacer “Bu hadisin isnadı sahihtir” diyor.

 

Hadisin muhakkiki ise “Derece açısından bu isnadıyla hasendir” kaydını düşüyor.[17]

 

Ancak eserin muhakkiki 144. sayfada şöyle diyor: “Ancak bu hadis birçok şahidin mevcudiyetinden dolayı mütevatir hadis kategorisine çıkmaktadır. Ali'nin (a.s.) hadisi de sahih li-ğayrihidir.”[18]

 

Halbuki İbn Hacer hadis hakkında “sahih li-zatihi” demişti. E-H-Z kökünü barındıran hadis hakkında “sahih li-ğayrihi” diyen sen, niçin E-H-Z'yi (tutunmayı) devre dışı bırakmaya ve yerine sevgi ve muhabbeti koymaya çalışıyorsun? Bu çelişkiyi tahkik ehli cevaplandırmalıdır. Allame Arnavut nasıl oluyor da bu tür çıkmazlara düşebiliyor?

 

- Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh...

 

 

 

 



[1] Muhammed İbn Salih el-Useymin, Mustalahü'l-Hadis, s. 10-1, Dar-ü İbn Cevzi

[2] Age, s. 11

[3] Age, agy.

[4] Age, agy.

[5] Müsned-ü İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 17, s. 170, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut

[6] Takiyüddin Ahmed İbn Teymiyye el-Harrani, Mecmuatü'l-Fetava, c. 7, cüz 13, s. 188, Darü'l-Vefa

[7] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şey min Fıkhiha ve Fevaidiha, c. 4, s. 605, Riyad

[8] Allame Abdülaziz İbn Abdullah İbn Abdürrahman İbn Baz, Mecmuu Fetava ve Mekalatün Mütenevvietün, c. 25, s. 61-2

[9] Şeyh Muhammed İbn Salih el-Useymin, Mecmuatü ve Fetava ve Resail, c. 1, s. 31-2

[10] Saduk sözcüğü burada cerh ve tadil ilimlerindeki anlamıyla değil de sözlük anlamıyla kullanılmıştır. Yani doğru sözlü, güvenilir bir kişinin haberi; çev.

[11] Doktor Abdullah İbn Nasır İbn Sa'd es-Serhani, Hadisü'l-Ahad ve Hucciyetuhu fi Tafsili'l-İtikad, c.1, s. 83, Mektebetü'r-Rüşd, 1427, Suudi Arabistan,

[12] Tirmizi, el-Camiü'l-Kebiyr, Tahkik: Şuayb el-Arnavut, c. 6, s. 335, er-Risaletü'l-Alemiyye

[13] Age, agy.

[14] Müsned-ü İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 17, s. 175, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut

[15] Tirmizi, el-Camiü'l-Kebir, Tahkik Şuayb el-Arnavut, c. 6, s. 335, er-Risaletü'l-Alemiyye

[16] Mustalahü'l-Hadis, s.11

[17] Ahmed İbn Ali İbn Hacer el-Askalani, el-Metalibü'l-Aliye bi-Zevaidi'l-Mesanidi's-Semaniyye, c. 16, s. 142, Tahkik: Muhammed İbn Zafir İbn Abdullah eş-Şehri, Darü'l-Asıme.

[18] Age, s.144

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

medyasafak.com