Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (24)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (24)
"Diğer nassları da buna ekleyecek olursak durum açığa çıkar. Hz. Resûlullah (s.a.a.) Sekaleyn ve Gadir hadislerini söylememiş olsaydı dahi, bu ikrarları Ali’nin hilafeti hak ettiğini göstermeye yeterdi. Yani seddü’l-ebvab (kapıların kapatılması) hadisi hilafetin Ali’ye özgü olduğunu göstermektedir."

 

10/12/2010

 

- Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Cennet gençlerinin efendisi İmam Hüseyin'in şehadeti münasebetiyle Allah-u Teala ecrinizi yüceltsin. “Utruhetü'l-Mehdeviyye” programının yeni bir bölümünde, “sened ve delalet açısından sekaleyn hadisi” konusunun yirmi dördüncü kısmında sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim, önceki programda sunduğunuz bilgilerin bir özetini giriş olması kabilinden arz etmeniz mümkün müdür?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman ve Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Es-Selamu Aleyke ya Eba Abdillah ve ela'l-ervahilleti hellet bi-finaike. Aleyke minni's-Selamullahi ebeden ma bakıytü ve  bakiyelleylü ve'n-nehar. Es-selamü  ela'l-Hüseyn ve ela Ali İbnü'l-Hüseyn ve ela evladi'l-Huseyn ve ela Ashabi'l-Huseyn.[1]

 

Hz. İmam Hüseyin'in (a.s.) 10 Muharrem'de şehid edilmesiyle bağlantılı olarak birkaç noktaya temas edebilmek için programın normal süresinin yanında bana ek süre verilmesini istiyorum. Bugünü Ümeyyeci din anlayışının bağlılarının bugünü, sanki hiçbir olayın gerçekleşmediği ve iki grup arasında olmuş bitmiş bir savaş günü gibi algıladıklarını belirtelim. Onlar bugünün hiçbir öneme haiz olmadığını düşünerek günlük yaşamlarına devam etmişlerdir.

 

Anlamı açık ve sahih hadislere müracaat ettiğimizde günümüze kadar süregelen ve Allah-u Teala'nın yeryüzüne ve yeryüzünde bulunanlara varis olacağı güne kadar da devam edecek olan toplumsal, siyasi ve dini etkilerini göz önüne almasak dahi, Aşura gününde bazı farklı sıradışı hadiselerin gerçekleştiğini görürüz. İşaret edilmesi gereken hakikatlerden birisi de İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadetinin gerçekleştiği o günde evrenin fiziksel yasalarında birtakım değişiklikler gerçekleşmiştiğidir. Bizler yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirilmesinin Kıyamet gününün kesin hakikatlerinden olduğunu biliyoruz. On Muharremde kozmik alemde meydana gelen değişiklikleri aktaran rivayetleri bir araya getirmeye muvaffak olsaydık kuşkusuz haşr-ı ekberin bir örneğinin ve bir misalinin bu dünyada yaşandığı görürdük. Bugünü anmaksızın geçmemiş olalım ve programımızı da büsbütün bu konuya ayırmayalım diye sadece iki veya üç örneğe işaret etmek istiyorum. Bu rivayetler çeşitli eserlerde geçmektedir. Ancak bir bölümünü ele alacağım.

 

İbn Hacer el-Heytemi'nin Mecmeü'z-Zevaid adlı eserinde Zührî'den aktarılan rivayette Zührî şöyle anlatıyor: “Bir gün Abdulmelik bana ‘Sen büyük bir alimsin. Bana Hz. Hüseyin'in (a.s.) şehid edildiği gün ne gibi alametler görüldüğünü söyleyebilir misin?' dedi. Bunun üzerine ‘O gün Beytü'l-Makdis'te (Kudüs'te) kaldırılan her çakıl taşının altından taze kan çıkıyordu' dedim. Abdülmelik ‘Evet; ben de aynen böyle işitmiştim' dedi.”

 

Bu haberi Taberani rivayet etmiş ve isnad zincirini oluşturan raviler sikadır demiştir. Bir şişede saklanan İmam Hüseyin'in ve ashabının kanıyla altında kan barındıran çakıl taşı arasında ne gibi bir bağ söz konusudur?[2]

 

İkinci rivayet yine Zührî'dendir. O şöyle diyor; “O gün Şam'da kaldırılan her taşın altından taze kan çıkıyordu.” Bu haberi Taberani rivayet etmiş ve isnad zincirini oluşturan kişiler sahih hadisin ravileridir, demiştir.

 

Üçüncü rivayet Ebu Kubeyl'dendir. O şöyle diyor: “Hz. Hüseyin'in şehid edildiği gün güneş, günün ortasında yıldızlar görünecek şekilde tutuldu. Hatta biz o gün kıyametin koptuğunu zannettik.”[3]

 

Bir defa güneşin tutuluşunun Kıyametin alametlerinden birisi olduğunu biliyoruz. Ayrıca rivayet yıldızların görünmesi suretiyle sanki evrendeki nizamın değiştiğini bildirmek istiyor.

 

Soru; sizler niçin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) veya Emirü'l-Müminin Ali'nin ya da İmam Hasan'ın (a.s.) şehadetine önem vermiyorsunuz da Muharrem'in 10. gününe bu denli önem veriyorsunuz?

 

Cevap: İşin doğrusu bizler belirtilen günlere de önem veriyoruz. Saniyen varlıksal düzende meydana gelen değişiklikler ismi geçen diğer şahsiyetlerin (a.s.) şehadetlerinde gerçekleşmemiştir. Bu değişimin anlamı şudur, Allah-u Teala Kıyametin sahip olduğu azamet ve tesiri bu güne de vermiştir. Acaba bundaki hikmet nedir? Allah-u Teala hikmetini daha iyi bilir. O, bize bu hikmeti bildirmemiştir. Geçmiş peygamberler, veliler ve salihler hakkında varid olan rivayetlere bir bakınız. Elimizde onlar hakkında bu tür rivayetler bulunmamaktadır.

 

Ey azizler ben, minber ehline ve televizyon kanallarına çıkıp da halka dini konularda açıklamalarda bulunanlara bir çağrıda bulunmak istiyorum; sahih isnad zincirine sahip bu konudaki rivayetleri derleyip bir araya getirsinler.

 

Asıl konumuza dönelim.

 

Önceki programda Şeyh İbn Teymiyye tarafından tesis edilen, bağlılarınca ve taraftarlarınca savunulmaya çalışılan Ümeyyeci din anlayışının Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in (a.s.) sahip olduğu bütün faziletleri olumsuzlamaya çalıştığını dile getirmiştik. Okuduğumuz rivayetlerin çoğu hakkında İbn Teymiyye'nin “İlim ehlinin ittifakıyla bu rivayet yalandır, uydurmadır, zayıftır” türündeki ifadeleri bunun en güzel örneklerindendir. Önceki programda ele aldığımız Ali'nin (a.s.) kapısı hariç tüm kapıların kapatılması meselesini de çok şiddetli bir şekilde inkar etmesi de bu örneklerden birisidir.

 

İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinde bu hadis hakkında şöyle diyor: “Hz. Peygamber (s.a.a.) Ali'nin evi hariç bütün kapıları kapattırdı, sözü de Şia'nın mukabele yoluyla uydurduğu rivayetlerdendir.”[4] Yani onun takipçileri mescide açılan kapıların kapatılması meselesinde, kapısı kapatılmayan şahsın Ebubekir olduğuna ve Şia'nın da buna karşılık aynı konuda Ali için hadis uydurduğuna inanmaktadır. Eserin muhakkiki Muhammed Reşad Salim de bu noktaya işaret ederek şöyle der: “Bu hadisler rafızilerin uydurmalarındandır. Onlar bu tür hadislerle sahihliği üzerinde ittifak edilen rivayetlere karşılık vermeye çalışmışlardır.”[5] Muhakkikin ifadelerinde geçen “üzerinde ittifak edilen” sözünden kastedilen Buhari, Müslim vb.leridir.

 

Bu yargıyı güçlendirmeye çalışanlardan birinin İbn Teymiyye'nin bağlılarından çağdaş bilgin Allame Şuayb el-Arnavut olduğuna da geçen hafta işaret etmiştik. O “seddü'l-ebvab” (kapıların kapanması) hadisine “Mukabele kanalıyla uydurulmuş bir hadistir” notunu düşer. [6]

 

Öyleyse Ümeyyeci din anlayışı bu hadisin aslı bulunmayan bir rivayet olduğuna inanmaktadır. Halbuki rivayet Allah Resûlü adına uydurulmuş isnadsız bir hadis değildir, bir isnada sahiptir.  Değerli izleyicilerin şu noktaya dikkatlerini vermelerini istiyorum: Bir rivayetin zayıf olması, o rivayetin Hz. Resûlullah'ın dilinden dökülme olasılığının az da olsa bulunduğunu, ancak sened açısından sorunluluğunu gösterir. Ancak rivayetin mevzu/uydurma olması hiçbir aslının olmadığını, Allah Resulü (s.a.a.) adına yalan söylendiğine işaret eder. İbn teymiyye de, Muhammed Reşad Salim ve çağdaş bilgin Allame Arnavut da bu rivayetin uydurma olduğunu söylüyorlar açıkça. İşte önceki programda sunduğumuz bilgilerin özeti.

 

- Sunucu: Siz geçen hafta Arnavut'un kendi kendisiyle çeliştiğini söylediniz.

 

- Evet. Biz geçen hafta onun bir eserinde bu rivayet zayıftır derken başka bir eserinde ise uydurmadır dediğini ve her ikisinin ayrı ayrı olgular olduğunu söyledik.

 

- Bu hadisin isnadının incelenmesine geçmeden önce, işaret etmiş olduğunuz nasslardaki bu faziletin öneminin nereden kaynaklandığını açıklamanız mümkün mü?

 

- Evet, birisi kalkıp da, “Seyyidim bu hadisin önemi nedir?” diyebilir. Allah-u Teala'nın emriyle Hz. Resûlullah'ın böyle bir emri verdiğini kabul edelim, zira O heva ve hevesinden konuşmayan, konuşması vahye dayanan bir zattır. Ali'nin (a.s.) kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatması da Allah'ın emriyledir. Güzel, peki bu emir ve açık bırakmanın ne gibi bir yararı var?

 

Programın sınırlarının elverdiği ölçüde Hz. Ali'nin, hatta Ali'nin evinin bu faziletini olumsuzlayıp bunları Ebubekir'e bağlamaya çalışanlarının ısrarı üzerinde durmaya çalışacağım. Onlar bu nassdan neyi anlamışlar ki Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den (a.s.) oluşan Ehl-i Beyt'in bu faziletini olumsuzlamaya ve faziletin Ebubekir'e ait olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar? Hadisin içeriği ne tür önemli özellikleri barındırtmaktadır?

 

Ali ve Ehl-i Beyt'in fazileti için Sahihü'l-Buhari'ye müracaat ettiğimizde bunun izine son derece nadir olarak rastlarız. Ancak Muaviye, Ümeyye oğulları ve başkaları için Sahihü'l-Buhari'yi açtığımızda bolca fazilet görürüz.

 

Örneğin Sahihü'l-Buhari'de “Hz. Peygamber'in (s.a.a.) ‘Ebubekir'in kapısı hariç kapıları kapatınız' buyruğu babını” görüyoruz.[7] Sanki bu ifade Ebubekir hariç hiç kimse hakkında geçmemektedir. Varsayalım ki bu fazilet Ebubekir hakkında bildirilmiş olsun. Sizlere bu faziletin Ali hakkında geçtiğini bildiren rivayetlerin isnadlarının Ebubekir hakkında gelen rivayetlerin isnadlarından daha kuvvetli olduğunu açıklayacağımızı söylemiştik. Ey Buhari! Niçin Ebubekir ile ilgili olan rivayeti eserine alıyorsun da Ali (a.s.) ile ilgili olan rivayeti almıyorsun? Ayrıca sayı itibariyle de bu rivayetler faziletin Ebubekir'e ait olduğunu bildiren rivayetlerden daha fazladır. Buhari'nin eserine niçin bu rivayeti aldığını açıklayabilecek sağlıklı bir yorum var mıdır acaba!?

 

Bu rivayet uzundur. Ancak biz, bize gerekli olan kısmı sunacağız: “Arkadaşlığı ve malı konusunda insanlar arasında kendisine en çok minnet duyacağım kişi Ebubekir'dir. Eğer bir dost (halil) edinseydim Ebu Bekir'i dost edinirdim. Fakat İslam kardeşliği ve sevgisi kalmıştır. Ebubekir'in kapısı hariç mescide açılan kapı kalmasın.[8]

 

Evet bu hadisi Buhari nakletmektedir. Yani bu ifade Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) üzerinde bazı kişilerin lütfunun bulunduğunu söylüyor. Acaba Hz. Resûlullah'ın üzerinde kimsenin lütfu bulunabilir mi?

 

Sunucu: “De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın.” Kur'an-ı Kerim açıkça, onlar Müslüman oluşlarını senin başına kakmasınlar, diye buyuruyor.

 

- İlk olarak dediğiniz husus. İkinci olarak da Ebubekir'in Müslümanlığı, hidayete erişi vb. bütün şeyler Allah Resulü'nün kendisini hidayete ulaştırmasıyla gerçekleştiğine göre Ebubekir'in Hz. Resûlullah (s.a.a.) üstünde nasıl minneti olabilir ki! Şu an hadisin fıkhına girmek istemiyorum. Bu rivayet sahih midir, batıl mıdır? Elbette ki uydurmadır. Aslında bu hadisi uyduran kimse Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) yüce konumunu bilmeyen bir ahmaktır.

 

Arkadaşlık konusu da son derece ilginç. Yani Hz. Resûlullah (s.a.a.), Ebubekir'in kendisiyle arkadaşlık kurmasından dolayı güya ona minnet duyuyor. Bu haşa Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) konum itibariyle Ebubekir'den daha aşağı olduğunu gösterir. Eğer bu doğru olsaydı, Hz. Resûlullah (s.a.a.) kardeşlik gününde Ebubekir'i kendisine kardeş kılardı. Halbuki O, Ebubekir'i Ömer'le kardeş kılmıştır. Hadisin ifadeleri sanki Hz. Resûlullah (s.a.a.) yoksul, Ebubekir de varlıklı birisidir, izlenimi vermektedir. Halbuki Kur'an-ı Kerim ‘Seni yoksul bulup da zengin etmedi mi?' buyurmaktadır. Birisi kalkıp “Varsayalım ki Mescide açılıp da kapatılmayan yegane kapı fazileti Ebubekir'e ait olmuş olsun. Bunun yararı nedir? Bu faziletin doğuracağı ne gibi sonuçları vardır?” diyebilir.

 

Bizler ise, sahih rivayetler bu fazilete sahib olanın Ali b. Ebu Talib olduğunu göstermektedir, diyoruz. Bu faziletin amacı nedir, hadisin fıkhı ve içeriği neyi anlatmaktadır ki üzerinde bunca tartışma gerçekleşiyor?

 

Ehl-i Sünnet bilginlerinin açıklamalarına baktığımızda bu hadise önemli bir paye verdiklerini görüyoruz.

 

İmam Aynî (h.855) Umdetü'l-Kari adlı eserinde şöyle der: “Bu hadiste Ebubekir'e özgü bir fazilet söz konusudur. Ayrıca onun hilafeti hak edişine de çok kuvvetli bir işaret bulunmaktadır. Özellikle de ‘İnsanlara sadece Ebubekir namaz kıldırsın' demesinin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hayatının son dönemlerinde gerçekleştiği göz önüne alınırsa onun hilafete en layık olan kimse olduğu kesinleşmiş olur. Kimileri kapının hilafet ve emirlikten kinaye olduğunu ve böylece Hz. Resûlullah'ın kinayeten bu isteğin önüne geçmek istediğini de söylemiştir. Sanki Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuş gibidir: Ebubekir'den başka kimse hilafet talebinde bulunmasın.” [9]

 

Yani Ehl-i Sünnet Hz. Ali'nin kapısı hariç bütün kapıların kapatılması hadisinden aslında hilafete en layık olanın Ali olduğunu anlıyor. Aslında bu bir anlamda Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kendisinden sonraki halifeye her münasebetle işaret ettiğini, hatta bunu açıkladığını göstermektedir. Metinde geçen Ebubekir'in namaz kıldırması olayı da biz Şiilerin nazarında kabul görmez.

 

Aynî'ye göre kapısı açık olan kimse hilafeti talep etmeye en müstehak olandır. Yani buna göre Hz. Resûlullah (s.a.a.) kinayeli olarak hilafete karşı arzunuz olmasın demiş oluyor. Neyse, hadisin içeriğini girmeyeceğim. Değerli izleyiciler Ehl-i Sünnet'in seddü'l-ebvab (kapıların kapatılması) hadisinden hilafeti anladığını kavramıştır. Yani eğer bu fazilet Ali'ye (a.s.) ait ise, hilafet de O'na ait olmalıdır. Öyleyse Hz. Resûlullah (s.a.a.) kendisinden sonraki halifeyi belirlemiştir. Ben şimdi onların bu anlayışının doğru olup olmadığı konusuna girmek istemiyorum. Sadece onları kendi silahlarıyla vurmak istiyoruz.

 

Aynî'nin ifadelerinden, Hz. Resûlullah'ın kapılarını kapattığı kimselere, sizlerin hilafet talep etme hakkınız bulunmamaktadır, dediği anlaşılıyor. Bu fazilet de sadece Ali'nin olduğuna göre hilafete en layık olan kişi O'dur. Ulaşmak istediğim ilk nokta şudur ki; kapısı açık olan kimsenin kapısı Allah'ın emriyle ve Hz. Resûlullah'ın tebliğiyle açık kalmıştır. Bu şahıs da doğal olarak hilafeti talep etmeye en layık olan kişidir.

 

Ayni'nin Umdetü'l-Kari adlı eserinden okuduğumuz noktayla içerik olarak aynı olan başka bir pasaja da İbn Hibban'ın (h.739) Sahih'inde rastlamaktayız.

 

O, İbn Abbas kanalıyla Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Ebubekir'in küçük kapısı hariç bütün küçük kapıları kapatınız” buyurduğunu aktardıktan sonra şöyle diyor: “Ebu Hatim dedi ki; Hz. Peygamber'in bu buyruğunda kendisinden sonra Ebubekir'in halifeliğe geçeceğine dair delil bulunmaktadır. Zira Muhammed Mustafa (s.a.a.) hiçbir insanın hilafete tamah göstermemesi için kendisinden sonra Ebubekir'in halife olması amacıyla ‘Ebubekir'in küçük kapısı hariç bütün küçük kapıları kapatınız' buyurmuştur.”[10]

 

Şu an kapısı açık bırakılan kimsenin Hz. Ali mi Ebubekir mi olduğunu bir tarafa bırakalım. Ehl-i Sünnet uleması rivayetin hilafete en layık olmaya delalet ettiğini itiraf etmektedir. Ey azizler, bana şu an kulak veren bütün dostlar, öyleyse bu hadisin sıhhatini araştırmalısınız! Sahih hadis bu faziletin Ali'ye ait olduğunu gösteriyorsa, hilafete en layık olanın Ali olduğunu ikrar etmiş olurlar. Bu konu derin, değerli boyutlara sahip dakik bir meseledir. Bizler de bu görüşteyiz. Zira bu rivayet, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bizim nazarımızda sabit olan buyruğuyla örtüşmektedir. Ancak konu çok boyutlu bir araştırmaya tabi tutulmalıdır. Ayrıca Ehl-i Sünnet kanalından “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır. Şehre varmak isteyen kimse kapısından gelsin” hadisi de rivayet edilmiştir. Bu kapı Hz. Resûlullah'ın İslam şehrinin, fazilet şehrinin, hüküm, adalet ve şeriatı ikame ediş şehrinin en önemli kapılarından birisidir. Hangi kapı bu kapıdan daha önemli olabilir? İmam Aynî ve İbn Hibban'ın açık ifadeleriyle bu rivayet hilafete, hilafetin tayin edilişine, İbn Hibban'ın tabiriyle de insanların tamahını yıkmaya delalet etmektedir.

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin var gücüyle, Ali'nin (a.s.) faziletini içeren bu rivayetin uydurma olduğunu ispatlamaya çalışmasının arka planı böylece ortaya çıkmaktadır. Zira o, hadisin içeriğini çok iyi kavramıştır. O, biliyor ki bu rivayetin isnadında herhangi bir sorunun bulunmayışı durumunda, hadis öyle derin bir delalete sahip olacaktır ki bu anlamdan kaçış ve kurtuluş yolu kalmayacaktır. Rivayetin içeriğine tasarrufta bulunma olanağı yoktur. “Ben kimin mevlasıysam işte şu Ali de onun mevlasıdır. Sen benim ve bütün müminlerin velisisin”  rivayetlerinde yaptığı şeyi bu hadiste de gerçekleştirmiş ve uydurma olduğunu belirtmiştir. Niçin acaba? El-cevap, çünkü o bu rivayetin içeriğinde tasarrufta bulunamamaktadır!

 

İşte Şeyh İbn Teymiyye'nin ve ona tabi olanların uyguladığı metot budur. Onlar Ali b. Ebu Talib'in imameti ve hilafeti konusundaki nasslara uydurmadır damgasını vururlar. Bütün izleyicilere, özellikle de hakikati talep edenlere bu hadisin sahih olup olmadığını incelemelerini salık veriyorum. Ehl-i Sünnet bilginlerinin de ikrarıyla hadis sahihse içerik olarak hilafete delalet etmektedir. Yani bu hadis ‘Ben kimin mevlasıysam işte şu Ali de onun mevlasıdır' türünden değildir. Zira “mevla” sözcüğünün yardımcı, seven kimse anlamına geldiğini söyleyerek hadisin hilafete delaletini devre dışı bırakmaktadırlar. Kapıların kapatılması rivayetinin Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki hilafete delalet ettiği noktası Ehl-i Sünnet'ten bazılarının açık ifadeleridir.

 

- Sizler önceki programda bazı bilginlerin bu hadisi nakledip sahihtir dediklerini belirtmiştiniz. Acaba Allame Albani bu hadisi sahih sayanlardan mı, yoksa zayıf olarak kabul edenlerden midir?

 

- Önceki programda el-Bidaye ve'n-Nihaye, el-Ehadisü'l-Muhtara ve Mecmeü'z-Zevaid adlı eserlerin rivayeti sahih saydığı gibi bazı başka kitaplarda da de sahih olarak kabul edildiğine işaret etmiştik. Ancak birisi kalkıp da “Seyyidim, Allame Şuayb el-Arnavut rivayet zayıf veya uydurmadır demişti. Bizler özellikle Allame Albani'nin bu hadise ilişkin değerlendirmelerini merak ediyoruz” diyebilir. İbn Teymiyye bağlılarının güvenini kazanmış, onun adil bir ravidir dediği ravileri ve rivayetlerini kabul eden bir muhakkik olan Allame Albani rivayet hakkında ne diyor?

 

Allame Albani'nin bu hadise ilişkin değerlendirmesi son derece önemlidir. Özellikle de Şuayb el-Arnavut bu hadisin mevzu ya da zayıf olduğunu belirtiyorsa. Allame Albani de bu rivayet zayıf ve uydurmadır diyorsa onu sahih kabul eden çağdaş bir bilgin kalmamış demektir. Geriye sadece işaret edeceğimiz kadim ulema kalıyor. Allame Albani'nin hadisi zayıf olarak gördüğü dile getirilmektedir. Nedendir acaba! Cevap; Albani bu hadisi Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaifa ve'l-Mevzua adlı eserinde zikretmektedir: “Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: İmdi! Ben Hz. Ali'nin (a.s.) kapısı dışında bütün bu kapıların kapatılmasını emrettim. Sizden birileri de ileri geri konuştu. Allah'a kasem olsun ki, bu kapıları ne ben kendiliğimden kapattım ne de (Ali'nin kapısını) kendiliğimden açık bıraktım. Ancak kapıların kapatılması bana emredildi. Ben de bu emre uydum.

 

Hadis zayıftır. Bu hadisi Nesai el-Hasais adlı eserinde tahriç etmiştir. Hakim de hadisin sahih bir isnada sahip olduğunu belirtir…. Zehebi ise Hakim'in bu yargısına dair olumlu veya olumsuz hiçbir görüş belirtmez.”[11]

 

Öyleyse şöyle denebilir: Allame Arnavut bu hadisi zayıf olarak kabul ettiği gibi Allame Albani de Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaife adlı eserinde zayıf rivayetlerden saymıştır.

 

Ancak durum hiç de öyle değildir. Albani'nin bu eserinde rivayetin bu kanalının zayıflığını zikrettiği doğrudur. Ancak Allame Albani'nin rivayetin diğer geliş kanallarını nasıl değerlendirdiğini görmek için onun külliyatına bakmak lazımdır. Albani acaba bütün geliş kanallarını mı yoksa sadece onuncu ciltte geçen hadisin bu kanalını mı zayıf görüyor? Bunu araştırmak gerekiyor. Albani bazen “Bu ifadeler sahih bir isnad zincirine ait bir hadiste geçmemektedir” derken başka bir defasında da “Hadisin her ne kadar diğer kanalları sahih olsa da bazı geliş kanalları zayıftır” demektedir. Albani burada ne diyor?

 

Cevap; Allame Albani Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaife adlı eserinin bir başka yerinde hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: “İmdi! Ben Hz. Ali'nin (a.s.) kapısı dışında bütün bu kapıların kapatılmasını emrettim. Sizden birileri de ileri geri konuştu. Allah'a kasem olsun ki, bu kapıları ne ben kendiliğimden kapattım ne de (Ali'nin kapısını) kendiliğimden açık bıraktım. Ancak kapıların kapatılması bana emredildi. Ben de bu emre uydum.

 

Hadisin isnadı ceyyiddir.[12] İsnad zincirini oluşturan ravilerin bütünü sikadır. Ebu Belc dışında ravilerin bütünü Şeyheyn'in ricalidir. Ebu Belc ise saduktur ve et-Takrib'de geçtiği üzere bazen yanılır. Hadisin sahih oluşu noktasında şu kadarı yeterlidir; hadisin birçok şahidleri bulunmaktadır.[13] Bu da hadise olumlu hükmü vermek için beklemeyi ortadan kaldırmaktadır ve bizi hadisin sahihliği kesindir sonucuna ulaştırmaktadır.”[14]

 

Evet bu faziletin Hz. Ali'ye (a.s.) ait olduğunu belirten seddü'l-ebvab hadisleri ahad haber değildir ki zann ifade etsin. Zira ahad haber zann ifade etmektedir. Bu hadis/ler ise ahad haber değildir.

 

Albani'nin hadisin içeriğini sahih olarak kabul ettiğinin bir diğer kanıtı da eserin fihristindeki ifadeleridir. O eserin fihristinde şöyle bir başlık atar: “Alfabetik dizine göre bu ciltteki sahih hadisler; Ali'nin kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatınız hadisi.”[15]

 

Birisi şöyle diyebilir; Bu hadisler zayıf olmasına rağmen niçin Albani bunlar için sahih hadis ifadesini kullanıyor.

 

Cevap; hadislerin bir bölümü her ne kadar zayıf oldukları izlenimini veren bu eserde geçmekteyse de, bazı hadislerin başka sahih kanalları da olabilmektedir.

 

Öyleyse Albani onuncu ciltte hakkında zayıftır dediği bu hadisin, altıncı ciltte geçen varyantının sahih oluşunu ispat etmektedir.

 

İkinci noktada, Allame Albani'nin, tahkiki Allame Şuayb el-Arnavut tarafından yapılan Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'de geçen İbn Abbas rivayeti (Arnavut'un zayıftır dediği hadis) hakkında sahihtir dediğini söyleyebiliriz. Zira rivayetin isnad zincirinde Ebu Belc vardır ve bu şahsı Allame Albani saduk olarak görmektedir. Bu durumda bu rivayet de Albani'ye göre sahih olmuş oluyor. Allame Albani Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde söz konusu İbn Abbas rivayetini aktardıktan sonra şöyle der: “Hadisin isnadı sahihtir. Hakimin sahih bir isnada sahiptir dediği rivayet hakkında Zehebi de muvafakat gösterir.”[16]

 

Öyleyse bu rivayetin sahihliği kesinleşmiş oluyor. Daha açık bir deyişler Allame Albani hadisin bütün kanallarını değil bir bölümünü zayıf görmektedir.

 

İkinci nokta; değerli izleyiciler kimse ‘bu rivayet Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaife ve'l-Mevdua' adlı eserinde geçiyor diye sizi aldatmasın. Zira söz konusu eserdeki hadislerin bir bölümü sahih bir isnad zincirine sahiptir. Bu eserde geçiyor diye hemen bu hadis zayıftır düşüncesi aklınıza gelmesin.

 

Konuyla ilgili iki değerlendirmem bulunmaktadır;

 

Allame Albani'nin bu hadisin sıhhatine kail olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir grup bilgine göre hadis sadece haber-i ahad veya sahih değil, hatta mütevatirdir. Bundan dolayıdır ki Allame Albani ‘İnsan rivayetin kesin sahih olduğuna hükmediyor' diyor. Bir grup bilgine göre rivayet beş sahabi tarafından naklediliyorsa o rivayet mütevatirdir. Şimdi seddü'l-ebvab hadislerinin kaç sahabi tarafından rivayet edildiğine bir bakalım.

 

Kettani'nin Nazmü'l-Mütenasir adlı eserinden nakledeceğim. “Ali'nin kapısı hariç mescide açılan kapıların kapatılmasını emretmesi hadisi….

 

Ebubekir'in küçük kapısı hariç mescide açılan kapıların kapatılması…[17] Öyleyse bu olay kesin gerçekleşen olaylardandır. Bu olay veya rivayet uydurma olmuş olsaydı bu ifadenin kullanılması olanaksız olurdu.”

 

Devamla şöyle der: “‘Ali'nin kapısı hariç…' hadisini rivayet eden bazı sahabiler; Sa'd İbn Ebu Vakkas, Zeyd İbn Erkam, İbn Abbas, Cabir İbn Semüre, İbn Ömer, Ali, Cabir İbn Abdullah el-Ensari, Enes İbn Malik ve Büreyde el-Eslemi.”[18]

 

İbn Hazm'ın mütevatir hadisle ilgili değerlendirmelerini göz önüne alacak olursak hadis tevatür sınırını ziyadesiyle aşmış oluyor.

 

Öyleyse rivayetin sahih olduğunu sadece bir grup mütekaddimun bilgin değil Allame Albani gibi çağdaş bir âlim de söylüyor. Hatta o rivayetin kesin olarak sahih olduğunu belirtiyor.  Kadim bilginlere göreyse olay mütevatirdir. Bunca açıklama karşısında bir insan rivayetin zayıf veya uydurma olduğunu acaba nasıl iddia edebilir?

 

Bakınız İbn Hacer el-Askalani, Fethü'l-Bari adlı eserinde bu rivayeti aktarıyor ve şöyle diyor: “Ben İbn Ömer'e Ali ve Osman hakkında sordum. İbn Ömer cevaben şöyle dedi: ‘O'nun hakkında hele hiç sorma. O'nun Hz. Resûlullah (s.a.a.) katındaki konumuna bak. O (s.a.a.), Hz. Ali'nin kapısı hariç mescide açılan kapılarımızı kapattı.'

 

Hadisin isnad zincirini oluşturan raviler Ala' hariç sahih hadisin ricalidir. Ala' ise Yahya İbn Main nazarında sika/güvenilir bir ravidir. Bu hadis birbirini destekleyen ve kuvvetlendiren çeşitli kanallara sahiptir. Hadisin genelinin kanıtlandırılmaya elverişli olması bir yana her bir kanalı kanıt olarak kullanılmaya uygundur.”[19]

 

İbn Ömer de seddü'l-ebvab hadisinin içeriğini hakkıyla kavramıştır. Ona göre hadisin içeriğinde çok yüce bir anlam vardır. O, bu hadisten sonra artık Ali hakkında soru sorma diyor. Ancak İbn Teymiyye basiretinin kapanmış olması, inadından ve Ali'ye olan buğzundan dolayı hadisin uydurma olduğunu söylemiştir. Görüldüğü gibi İbn Hacer Fethü'l-Bari adlı eserinde hadisin sahihliğini ikrar etmektedir.

 

İkinci değerlendirme; sizlerin “Ebubekir'in kapısı hariç…” rivayetlerine bakış açınız nedir? Zira bu durumda hadisler birbiriyle çatışmaz mı?

 

Cevap; hayır, rivayetler ilmi metod gereğince değerlendirildiğinde birbiriyle tearuz halinde değildir. Zira bizler, tartışmalı konulardaki bir rivayeti kanıt olarak kullanabilmek için o rivayetin şu üç şartı barındırması gerektiğini söylemiştik.

 

a- Sahih bir isnada sahip olması

 

b- delaletinin açık olması

 

c- Müslüman bilginler arasında ittifak edilen bir rivayet olması. Yani Ehl-i Beyt ile Ehl-i Sünnet ekolleri arasında bu hadis konusunda ittifak bulunması.

 

Oysa ki ‘Ebubekir'in kapısı hariç' rivayetinin üzerinde ittifak bulunmamaktadır. Sizler sahih ve kanıt olma özelliğini Buhari'de geçmesine bağlıyorsanız o size mübarek olsun. Bizim onunla bir alakamız yok. Sizler Sahihü'l-Buhari'de geçmesini kanıt olarak ileri sürerseniz biz de Usul-u Kafi'yi ve ondaki rivayetleri delil kabul ederiz.

 

Eğer bu rivayet bize karşı kanıt değildir derseniz, biz de ilmi metod ve tartışma gereği, sadece sizin nazarınızda kanıt olan bir rivayeti bize karşı ileri sürmeniz mümkün değil, deriz. Buna göre ‘Ebubekir'in kapısı hariç' rivayeti bu rivayetle çelişir mi çelişmez mi? Çelişmez. Zira faziletin Ali'ye (a.s.) ait olduğunu bildiren hadis ittifak edilen bir rivayet iken diğeri bu özelliğe sahip değildir. Ayrıca faziletin Hz. Ali'ye (a.s) ait olduğunu bildiren hadisi dokuz sahabi rivayet etmiştir fakat diğer rivayet bu meziyete sahip değildir. Bu, çok temel bir hakikattir. İmam İbn Hacer de bu gerçeğe parmak basarak şöyle der: Bezzar, Müsned'inde buna işaret etmiş ve şöyle demiştir: “Faziletin Hz. Ali'ye ait olduğunu bildiren Kufe ehlinin rivayetleri hasen isnad zincirleriyle aktarılmıştır. Medine ehli de faziletin Ebubekir'e ait olduğunu bildiren rivayetleri nakletmiştir.”[20]

 

İbn Hacer'in açıklamalarında da görüldüğü gibi Kufe ehlinin rivayetleri hasen isnadlara sahipken, Medine ehlinin rivayetleri hakkında bu ifade kullanılmamaktadır. Öyleyse ilk grup rivayetler ikinci grup rivayetlerden daha kuvvetlidir.

 

İşte tam burada bize şöyle bir eleştiri gelmektedir. Durum dediğiniz gibiyse Buhari niçin Ebubekir'le ilgili olanı aktarmış da İmam Ali ile ilgili olanı nakletmemiştir? Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) ile ne alıp veremediği vardır?

 

Öncelikle hadisin sahih hatta mütevatir olduğunu ve Albani'nin rivayete ilişkin değerlendirmelerini öğrenmiş bulunuyoruz. İbn Hibban'ın da bu hadiste hilafete en layık olana delalet vardır şeklindeki değerlendirmelerini buna eklediğimizde konu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.

 

O şöyle diyordu: “Hadiste Hz. Resûlullah'tan sonra Ebubekir'in hilafete geçeceğine dair delil bulunmaktadır. Zira Muhammed Mustafa (s.a.a.) hiçbir insanın hilafete göz dikmemesi için kendisinden sonra Ebubekir'in halife olması amacıyla ‘Ebubekir'in küçük kapısı hariç bütün küçük kapıları kapatınız' demiştir. Mustafa (s.a.a.) kendisinden sonraki halifenin Ebubekir olduğunu belirterek insanların halife olmaya yeltenmemeleri için onların bütün ümitlerini ortadan kaldırmıştır. Ebubekir dışında hiçbir kimse hilafet talebinde bulunmasın' buyurmuştur.”[21]

 

Halbuki rivayet Ali (a.s.) hakkındadır, İbn Hibban'ın saydığı şeylerin hepsi aslında Ali'ye aittir. Hz. Resûlullah (s.a.a) insanların bütün ümitlerini ortadan kaldırmak istemiştir.

 

- Sunucu: Sen benim halifem olmadan benim bu dünyadan ayrılmam yaraşır değildir, hadis-i nebevisi de bunu desteklemektedir.

 

- Diğer nassları da buna ekleyecek olursak durum açığa çıkar. Hz. Resûlullah (s.a.a.) Sekaleyn ve Gadir hadislerini söylememiş olsaydı dahi, bu ikrarları Ali'nin hilafeti hak ettiğini göstermeye yeterdi. Yani seddü'l-ebvab hadisi hilafetin Ali'ye özgü olduğunu göstermektedir. Öyleyse hiçbir kimse hilafete tamah etmesin.

 

- Yemen'den Muhammed kardeşin Sekaleyn'e tutunmanın niteliğine ilişkin sorusu var.

 

- Bizler Sekaleyn hadisinin fıkhına baktığımız zaman Kur'an'a tutunmanın Kitab ve İtret'e tutunmayı gerektirdiğini söyleyebiliriz.

 

Kitab'a gelince, İtret'i devre dışı bırakarak Allah'ın Kitab'ı bize yeter nazariyesini kabul edemiyoruz. Kitabsız İtret'e tutunmak da mümkün değildir. Eğer, sizler Kitab'ın muharref olduğu görüşünde olduğunuz halde nasıl oluyor da Kitab'a tutunuyorsunuz, derseniz bizler deriz ki; bize göre Kitap tahrif edilmemiştir. Şu an günümüzde okuduğumuz ve elimizde mevcut olan Kur'an Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kalbine indirilen Kur'an'ın ta kendisidir. Bazı televizyon kanallarına çıkıp da inancımıza ilişkin bir sorun bulamayanlar sağa sola kıvırtmasınlar, doğru sözlü iseler ele aldığımız ve incelediğimiz konuların cevaplarını versinler. Bizler Kur'an'ın tahrif edildiği görüşünde değiliz. Bizler Kur'an ve İtret'in korunmuş olduğu görüşündeyiz.

 

Dünya Müslümanlarına özellikle de İmam Hüseyn'in ziyaretçilerine dua ediyor ve selamlarımızı iletiyoruz. Dualarını istiyoruz.

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey, sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Görüşmek üzere. Es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 

 



[1] Anlamı; Selam sana ey Ebu Abdullah, Selam olsun sana ve senin eşiğine yerleşen (sana feda olup, senin haremine yerleşen) ruhlara. Ben yaşadığım ve gece ve gündüz devam ettiği müddetçe hepinize benden Allah'ın edebi selamı olsun. Hüseyin'e (a.s),  Ali İbn Hüseyn'e, İmam Hüseyn'in evladlarına ve yarenlerine selam olsun.

[2] el-Heytemi, Mecmeü'z-Zevaid ve Menbeü'l-Fevaid, c. 9, s. 103, Hadis No: 15159,  Tahkik Abdülkadir Ahmed Ata.

[3] Age, agy.

[4] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c.c3, s. 223, Tahkik Muhammed Raşid Salim.

[5] Age, agy.

[6] El-Camiü'l-Kebir Sünenü't-Tirmizi, c. 6, s. 301, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut.

[7] Buhari, El-Camiü's-Sahih, c. 3, s. 7, el-Mektebetü's-Selefiyye

[8] Age, agy. Hadis No:3654

[9] Bedrüddin Mahmud İbn Ahmed el-Ayni, Umdetü'l-Kari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, c. 16, s. 245

[10] Sahih-ü İbn Hibban 15, s. 276

[11] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaife ve'l-Mevdua, c. 10, s. 622, 2. Kısım, Hadis  No;  4953,

[12] Ceyyid sözcüğü Arapçada iyi, hoş ve latif şey anlamına gelmektedir. Bir terim olarak ceyyid sahih kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılır. Nitekim Tirmizi'de el-Camiinde sözcüğü nadiren de olsa kullanır ve sözcüğe sahih hadis ve rivayet anlamını verir. Kavramı İmam Ahmed, Buhari'nin şeyhi Ali İbn Medini de kullanmaktadır. Bir hadis usulu bilgini olan İbn Salah da sahih ile ceyyid kavramlarının eş anlamlı olduğunu belirtir. Çev.

[13] Şahid ve mütabeat  kavramını Sekaleyn hadisinin üçüncü makalesinde onuncu dipnotunda açıklamıştık çev.

[14] Age, c.6, s.482

[15] Age, c.6, s.637-8

[16] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha , c.4, s.241

[17] Ebu Abdullah Muhammed b. Cafer b. İdris b. Muhammed el-Fasi el-Maliki,  Nazmü'l-Mütenasir min Hadisi'l-Mütevatir  s,122, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut,

[18] Age, agy.

[19] İbn Hacer el-Askalani, Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, c.7, s.20

[20] Age, c.7, s.20

[21] Sahih-ü İbn Hibban, c.15, s.276

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

medyasafak.com