Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (23)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (23)
Taberi, Camiü’l-Beyan adlı tefsirinde şöyle der: “Rivayetler ayetin Hz. Peygamber, Ali, Fatıma ve Hasan ve Hüseyin hakkında indiğini söylemektedir. Bu görüşü destekleyen rivayetler Ebu Said el-Hudri, Aişe, Enes, Ümm-ü Seleme ve Sa’d İbn Ebu Vakkas tarafından rivayet edilmiştir. İkinci görüşün yegane rivayetini ise İkrime aktarmıştır.”

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (23)

 

03/12/2010

 

- Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine, seçkin değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. ‘Utruhetü'l-Mehdeviyye' programının yeni bir bölümünde, ‘Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi' konusunun yirmi üçüncü kısmında tekrar sizinleyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim, önceki programda sunduğunuz bilgilerin bir özetini giriş olması kabilinden arz etmeniz mümkün müdür?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman ve Rahim olanın adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Tathir ayetinin sebeb-i nüzulune delalet eden Hz. Peygamber'in (s.a.a.) buyruklarının oldukça fazla olduğunu belirtmiştik.  Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i (a.s.) kendisiyle birlikte bir örtünün altına alarak “Allah'ım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir” dediğini de ifade etmiştik. Ayrıca Ehl-i Beyt kavramının sahih, açık ve ittifak edilen hadislerden dolayı sadece bu ayette bu anlama geldiğini, başka hiçbir ayette bu anlama sahip olmadığını, bu ayet itibariyle kavramın hanımları kapsamadığını da belirtmiştik. Kur'an-ı Kerim'de başka ayetlerde “ehl” veya “ehl-i beyt” kavramının kullanıldığı ve hanımların murad edildiğine de işaret etmiştik. Ayetin bu bölümünün Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına özgü olduğuna dair bir görüşün bulunduğunu ve bu görüşün iddiasını ispat etmek için bir veya iki rivayeti delil gösterdiğini belirtmiş ve bunları sunmuştuk. İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim adlı eserinde bu görüşlere işaret etmiştir.

 

Rivayet şöyleydi: İbn Cerir, İkrime'den rivayet eder ki; İkrime ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetinin özellikle peygamberin hanımları hakkında nazil ol­duğunu sokakta bağırarak söylerdi.[1]

 

Bu rivayetin sıkıntılı olduğunu belirtmiştik. Rivayetin senedi, delalet ve içeriği sıkıntılıdır.  Senedsel sıkıntıya gelince, tabiinden olan İkrime'de sonlandığından ve onun da hadisi Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) dinlemesi olanaksız olduğundan dolayı, rivayet maktudur. İçeriksel sıkıntıysa şudur; bu rivayeti kabul edecek olursak şöyle bir durumla karşı karşıya kalırız: Bu ayet-i kerimenin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına özgü olduğu şeklindeki kabul yaygın bir düşünce olmuş olsaydı, İkrime çarşı pazarda bağırma gereği duymazdı! Müslümanlar ayetin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olduğu fikrinde olsalardı, o da böyle çarşı pazar bu ayet Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına mahsustur diye bağırmak zorunda kalmazdı. Bu da ayetin Peygamber'in hanımları hakkında nazil olmadığını ortaya koymaktadır. Buna göre İkrime yaygın olan şeyin aksini dile getirmek istemiştir.

 

İkinci rivayet ilk rivayetin aynısıdır. Rivayet şöyledir: İbn Ebu Hatim rivayet etti ve dedi ki; bize Ali İbn Harb el-Musuli rivayet etti ve dedi ki; bize Hüseyin İbn Vakıd, Yezid en-Nahvi'den, o da  İkrime'den, o ise İbn Abbas'tan naklet­ti ki o, ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayeti özellikle Peygamberin (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olmuş­tur, demiştir.

 

Değerli izleyiciler bu rivayetin İbn Abbas'tan aktarılan, ayetin Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyn'e (a.s.) özgü olduğunu belirten ilkinin aksine sened yönünden sahih olan diğer rivayetle çatıştığını dile getirdiğimizi hatırlayacaklardır. Ayrıca isnad zincirinde bulunan ravilerden İkrime de sıkıntılıdır. Öncelikle İbn Abbas'ın azatlı kölesi olan İkrime'nin biyografisine değinmek istiyorum.

 

İbn Hacer el-Askalani, Hedyü's-Sari adlı eserinde İkrime'nin tercüme-i hali hakkında şöyle demektedir: “Ebu Abdullah İkrime, İbn Abbas'ın mevlasıdır. Buhari ve sünen sahipleri sahih hadislerde onu hüccet olarak kabul etmişlerdir. Müslim ise onu hüccet olarak kabul etmemiştir. Ancak Müslim kendisinden sadece tek bir hadis rivayet eder. Bu hadisi de Said İbn Cübeyr ile birlikte rivayet eder. İmam Malik'in İkrime hakkındaki olumsuz sözlerinden ötürü Müslim kendisinden rivayette bulunmamıştır. İmamlardan oluşan bir grup ise bu konuyu araştırmış ve İkrime hakkındaki bu tür olumsuz değerlendirmeleri bertaraf etmeye çalışmışlardır. Ebu Cafer İbn Cerir et-Taberi bunlardandır.”[2]

 

“Bunca ısrar nede?” diye şimdi sormuyorum. Ancak izleyiciler şu hususu bilmelidirler ki İbn Hacer el-Askalani; Ata İbn es-Saib, Adiy İbn Sabit, Ata İbn Ebu Meymune gibi diğer ravilerin tercüme-i hallerini 3-5 satırla geçiştirirken İkrime'nin hayatı için yedi sayfa ayırır. İkrime'ye bu kadar geniş yer ayırmasının nedeni, onunla ilgili mevcut olan çokça sıkıntıyı bertaraf etmeye çalışmasıdır.

 

Örnek olması için bunlardan bazılarına işaret etmek istiyorum.

 

İbn Hacer el-Askalani şöyle der: “İkrime'yi zayıf olarak kabul edenlerin dayanakları şu üç şeydir; yalan söylemesi, Haricilerin görüşünde olması, yöneticilerin ödüllerini kabul etmesi. Gerçi hakkında ‘bidat ehlinden olması' şeklinde dördüncü bir eleştiri de bulunmaktadır. Ancak ehl-i bidatten oluşu kesinlik kazansa da bu hadisine zarar vermez.”[3]

 

Bu ifadeler onun “Tathir ayeti Hz.Peygamber'in hanımlarına özgüdür” diye sokaklarda  bağırmasının nedenini ortaya koyar niteliktedir. Zira o bir haricidir ve Ehl-i Beyt'e düşmanlığı bulunmaktadır.

 

Son eleştiriyle ilgili olarak şunu belirtelim ki, inşallah  hadis uydurmayı yöneticilere nasıl yakınlık vesilesi edindiğine ilerde işaret edeceğiz.

 

Pasajın son cümlesi gayet yerinde ve makuldür. Kişi ehl-i bidat olup pekala doğru sözlü ve hadisi kabul edilen birisi olabilir.

 

Daha sonra suçlamaları ele alarak şöyle der: “Yalancılıkla suçlanması; İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o kölesi Nafi'ye ‘İkrime'nin İbn Abbas hakkında yalan ko­nuştuğu gibi sen de benim hakkımda ya­lan uydurma' demiştir.

 

İshak İbn İsa der ki: Ben Malik'e İbn Ömer'in Nafi'ye dediği ‘İk­rime'nin İbn Abbas hakkında yalan ko­nuştuğu gibi sen de benim hakkımda ya­lan uydurma' şeklindeki sözü sana ulaştı mı, diye sordum. O ‘Hayır, bana ulaşan Said İbn el-Müseyyeb'in kölesine bu sözleri söylediğidir' dedi.

 

Abdullah İbn Haris: Abdullah İbn Abbas'ın oğlu Ali'nin yanına gittiğimde İkrime'nin kapının yanında zincirlerle bağlı olduğunu gördüm. Ali'ye  ‘Bu da nedir?' diye sordum. O, ‘Bu şahıs, babam adına yalan isnad ediyor' diye cevap verdi.

 

Ata el-Horasani diyor ki: Ben Said İbn el-Müseyyeb'e dedim ki; İkrime, Hz. Resûlullah'ın Meymune ile ihramlıyken evlendiğini söylüyor. O ‘İkrime yalan söylüyor' dedi.

 

Ravi der ki: İkrime ‘İbn Abbas'ın şöyle şöyle dediğini işittim' diyerek hadis rivayet etti. Ben de bunun üzerine dedim ki ‘Ey genç okkayı getir.' İkrime ‘Hadis hoşuna mı gitti?' diye sorunca ben ‘evet' cevabını verdim. ‘Rivayeti yazmak mı istiyorsun?' diye sorunca ben ‘evet' dedim. O ise ‘Bu benim kendi görüşümdür' dedi.”[4]

 

Bu ifadeler de İkrime'nin hadis uydurucusu olduğu şeklindeki yargının açık ve güçlü olduğunu gösteriyor. Sadece Ehl-i Beyt'ten uzaklaştırıcı hadisleri rivayet etmekle kalmıyor, ayrıca Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden de yalan uyduruyor. İfadeler İkrime'nin kendi cebinden rivayet uydurduğuna delalet etmektedir. Evet bu şahıs, tathir ayetinin Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına özgü olduğunu ispat için rivayet uydurmaktadır. Askalani daha sonra onun Haricilerden olduğunu ispat eden birçok söz zikreder.

 

Soru: Öyleyse İkrime'nin rivayetlerinin sahih olduğuna dair bunca ısrarın gerekçesi nedir?

 

Cevap: Onlar diyorlar ki eğer İkrime'nin rivayetlerini sahih kabul etmezsek Buhari'nin birçok rivayeti kriter olma özelliğini yitirecektir. Bizler Buhari'nin Haricilere ve nasıbilere dayandığını defalarca dile getirdik. Bu şahıs da Harici ve nasıbidir.

 

Konunun sonunda İbn Hacer el-Askalani şöyle der: “Bu şahsın tercüme-i halini ziyadesiyle uzattık. Konuyu bu derece detaylı anlatmamızın nedeni İkrime hakkında imamların farklı ve dağınık açıklamalarını derleyip toparlamak, onun hakkındaki söylentilere ve çekinceler cevap vermek ve hadisinin kanıtlılık özelliğine sahip olduğunu göstererek Buhari'nin uygulamasının doğruluğunu ispatlamaktır.”[5]

 

Bu ifadeler aynen şu anlama gelmektedir: Buhari naklettiği için bizim de rivayetleri sahih saymamız gerekmektedir.

 

Taberi'nin Camiü'l-Beyan adlı tefsirine müracaat ettiğimizde onun olayı şöyle değerlendirdiğini görmekteyiz: “Rivayetler ayetin Hz. Peygamber (s.a.a.), Ali, Fatıma ve Hasan ve Hüseyin (a.s.) hakkında indiğini söylemektedir. Bu görüşü destekleyen rivayetler Ebu Said el-Hudri, Aişe, Enes, Ümm-ü Seleme ve Sa'd İbn Ebu Vakkas tarafından rivayet edilmiştir. İkinci görüşün yegane rivayetini ise İkrime aktarmıştır.”[6]

 

Allah aşkına bir tarafta Aişe, Ümm-ü Seleme, Sa'd gibi Allah Resulü'nün (s.a.a.) sahabeleri, diğer tarafta Ehl-i Beyt'e düşman, bidat ehli bir nasıbi! Üzücü olan nokta kimilerinin bu ikinci görüşü tercih etmesidir. Zira konu Ehl-i Beyt'le bağlantılı! Ümeyyeci din anlayışı bu görüşü tercih edecektir elbette. Oysa Müslüman bilginler tathir ayetinin Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Ali, Fatıma ve Hasaneyn'e (a.s.) özgü olduğunu naklediyorlar.

 

- Sunucu: Bu konuyu tamamlayalım. “Ehlinden kirin giderildiği ve arındırıldığı” bu evin belirlenmesine yönelik Hz. Peygamber'in (s.a.a.) gerçekleştirdiği başka karine aktarılmış mıdır?

 

- Öncelikle şu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Farklı yönelişlere sahip olsa da tahkik erbabı müfessirler ayetin bu bölümünün Ehl-i Beyt'e, kimsenin sahip olamayacağı ve yanından dahi geçemeyeceği bir azamet, şeref ve fazilet bahşettiğini söylemektedirler. Bu nükteyi biraz açalım ki kimsenin zihnine şöyle bir düşünce gelmesin: Efendim, ayet-i kerimenin söz konusu beş kişi hakkında nazil olduğunu kabul ettik diyelim, peki bunun ne faydası olacaktır?

 

Cevap: Bu ayette, kimsenin yanına dahi yaklaşamayacağı bir fazilet bulunmaktadır. Bir grup müfessir bu görüştedir.

 

Allame Alusi bunlardandır. O, Ruhu'l-Meani adlı eserinde bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Ayet-i kerimenin Ehl-i Beyt'in azametini içerdiğine dair, kanaatimizce söylenecek hiçbir söz bulunmamaktadır.”[7]

 

Bu, başka hiçbir peygamberin Ehl-i Beytinin sahip olmadığı büyük bir fazilettir. Kur'ani ayetlerle hemhal olanlar bize İmran'ın, Musa'nın veya İbrahim'in ev halkı hakkında böyle bir fazilet göstersinler. ‘İnnema yuridullahu…' ayeti Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine özgüdür. Kimsenin zihnine “bunun ne yararı var” düşüncesi gelmesin. Şu iki karineyi değerli izleyicilerin huzurlarına sunmak istiyorum:

 

İlk karine; Hz. Peygamber'in (s.a.a.) söz konusu kişileri tek bir aba altında toplamasıdır. Allame Alusi, Ruhu'l-Meani adlı eserinde şöyle demektedir: “Taberani Ümm-ü Seleme'den şöyle rivayet etmektedir: ‘Ben de onlarla birlikte altına girmek için abayı kaldırdım. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ellerimden çekerek şöyle buyurdular: Sen hayır üzeresin.'

 

İbn Merdeveyh'in rivayetinde ise şöyle geçmektedir: ‘Ben Ehl-i Beyt'ten değil miyim? O ‘Kuşkusuz sen hayır üzeresin. Sen Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarındansın' buyurdular.' Rivayetin sonunda Tirmizi ve bir grup muhaddisin Hz. Peygamber'in oğulluğu Ömer İbn Ebu Seleme'den şu rivayeti vardır: Ümm-ü Seleme dedi ki...

 

Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in (a.s.) örtü altına alınmasını, ‘Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir' sözünü, Ümm-ü Seleme'nin örtü altına alınmayıp kendisine hayır duasında bulunulmasını içeren Hz. Peygamber (s.a.a) buyrukları sayılamayacak kadar çoktur. Beyt/ev kavramı ne kadar genel olursa olsun, bu rivayetler Ehl-i Beyt kavramının umumiliğini tahsis etmektedir. Ehl-i Beyt'ten murad kisanın altında bulunan kimselerdir.  Peygamber'in hanımları bu kavramın kapsamına girmez.”[8]

 

Bunca sahabenin rivayet ettiği hadis için İkrime'nin hadisiyle çelişiyor demeye çalışıyorlar.

 

Alusi devamla şöyle demektedir: “‘Aranızda iki halife/Sekaleyn bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve İtret'im olan Ehl-i Beyt'im' şeklindeki sahih olan  hadis-i nebevinin zahirinin, Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarının Sekaleyn'den olan Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girmemesini gerektirdiğini pekala biliyorsun.” [9]

 

Öyleyse ilk karine Allame Alusi'nin de açıkça belirttiği gibi Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Hasaneyn'i toplamasıdır.

 

İkinci karine; Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Fatıma ile Hz. Ali'nin evinin kapısında durup tathir ayetini okumasıdır. Biz Müslüman bilginlerden, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hanımlarından birisinin kapısının önünde durup bu ayeti okuduğunu ifade eden başka bir rivayet göstermelerini istiyoruz. Eğer tathir ayeti hanımlarını da kapsamış olsaydı O, Hz. Fatıma ile Hz. Ali'nin evinin kapısında durduğu gibi en azından bir kez Aişe ve Hafsa gibi hanımlarından birisinin kapısının önünde durur, ayeti tilavet ederdi. Ayet Ümm-ü Seleme'nin evinde nazil olduğu halde onu bile kavramın kapsamına almamıştır.

 

Ayette biri sözsel-eylemsel, diğeri de sadece eylemsel olan iki karine bulunmaktadır.

 

Bir üçüncü karine daha mevcuttur. Değerli izleyicilerin bu karineye dikkat etmelerini istiyorum. O da şudur: Hz. Peygamber'in (s.a.a.), Hz. Ali (a.s.) ve Hz. Fatıma'nın evi hariç mescide açılan bütün kapıları kapattırması. Yani Ebubekir ve Ömer'in ve mescide açılan kapıları bulunan  diğerlerinin evlerinin kapılarını kapattırmıştır. Bunlar “Niçin kapılarımızı kapattın da Ali'nin evinin kapısını açık bıraktın?” diye itiraz edince Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Bunu ben kendiliğimden yapmadım. Kapıların kapatılıp Ali'nin (a.s.) kapısının açık bırakılmasını bana Allah-u Teala emretti” buyurdular.

 

Ali'nin evi denildiğinde, bu evin -Ehl-i Beyt'in yaşadığı- sadece tek bir kapıya sahip olduğunu değerli izleyiciler bilsinler. Bu kapı da mescide açılmaktadır. Evin dışa açılan bir kapısı bulunmamaktadır. Diğer evlerin ise biri mescide, diğeri de dışa açılan iki kapısı vardı. Bu evden dışa çıkabilmek ancak mescide uğramaktan geçiyor. Son derece ilginç. Rivayetlerde Ali'nin evinin mescidde olduğunu okuyoruz. Söz konusu rivayet kesinse, taharet noktasında Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mescidinin sahip olduğu hükme Ali'nin (a.s.) evinin de sahip olduğunu bize göstermektedir. Değilse Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali'nin (a.s.) kapıları hariç bütün kapıları neden kapatsın ki? Ben Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bu eyleminin sadece kızına olan sevgisinden kaynaklandığını söyleyemem. Sizler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Ebubekir ve Ömer'i Ali'den daha çok sevdiğini söylemektesiniz. Eğer eylemin nedeni sevgi olmuş olsaydı Hazret (s.a.a.), aynı davranışı Ebubekir ve Ömer'in kapıları için de gösterirdi. 

 

Öyleyse Hz. Resûlullah'ın bu davranışı ve bu eylemi dikkatle incelenmesi gereken bir fazileti, boyutu içermektedir. İnşallah bu konuyu ilerde inceleyeceğiz.

 

Şu kaideyi değerli izleyicilere söylemiştik. Hz. Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'i ile ilgili büyük bir fazilet ve önemli bir durum söz konusu olduğunda, Ümeyyeci din anlayışı hemen bu fazilet uydurmadır demek zorunda olduğunu hissetmektedir. Bunu yapamadığı durumlarda ise rivayetin zayıf olduğunu iddia ederek karşı tarafı töhmet altında bırakır.

 

Kaynaklara işaret etmeden önce İbn Teymiyye'nin Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserine bakalım. O şöyle demektedir: “İbn Mutahhar el-Hılli'nin ‘Hz. Peygamber (s.a.a.) Ali'nin evi hariç bütün kapıları kapattırdı' sözü de Şia'nın mukabele yoluyla uydurduğu rivayetlerdendir.”[10]

 

O şunu demeye çalışıyor: Yani sahih nasslar Hz. Peygamber'in Ebubekir'inkiler hariç bütün kapıları kapattırdığını göstermektedir. Şia, Ali'yi Ebubekir'e eşitleyebilmek için bu hadisleri uydurmuştur. Haşiyede ise İbn Cevzi'nin bu rivayetin uydurma rivayetlerden olduğuna dair ifadeleri geçiyor. Bu konu ilerde gelecektir.

 

Ümeyyeci din anlayışının günümüz temsilcilerinden birisi olan, yani İbn Teymiyye'yi takip eden Şuayb el-Arnavut da aynı metodu uygulamıştır.

 

Bakınız Sünenü't-Tirmizi'nin tahkikini yapan Şuayb el-Arnavut, Hz. Peygamber'in Ali'nin evi hariç bütün kapıları kapatma emrini verdiğini belirten, İbn Abbas kanalıyla aktarılan rivayete nasıl not düşüyor: “Bu hadis mukabele yoluyla uydurulmuştur.”[11]

 

Bu ifade az önce okuduğumuz İbn Teymiyye'nin ifadesinin aynısıdır. Tahkik erbabı olduğunu iddia eden bu zat, bu hadiste tam bir taassup ve taklid ile hareket etmiştir.

 

Aynı şahıs, tahkikini yaptığı Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel adlı eserde ise şöyle demektedir: “Ali'nin kapısı dışında mescide açılan bütün kapıların kapatılması hadislerinin isnadları arasında kanıt olarak kullanılmaya elverişli hiçbir isnad bulunmamaktadır. Bu isnadların bütünü zayıftır. İncelemeye göre sabit değildir.”[12]

 

Ey muhakkik Arnavut, rivayetin uydurma olması ile zayıf olması arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır! Zayıf rivayetlerin isnadları mevcuttur. Galiba sen de bu isnadların kanıtlılığını kabul etmiyorsun. Öyleyse Sünenü't-Tirmizi'deki rivayetlerin uydurma olduğuna dair ifadende daha dakik olmalı ve uydurmadır dememeliydin. Ancak konunun Hz. Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) ile bağlantılı olmasından ve İbn Teymiyye'nin düşüncesizce ve bilinçsizce taklid edilmesi yüzünden  rivayet doğrudan uydurma damgasını almıştır. Allame Arnavut'un Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel adlı eserindeki ifadelerine göreyse rivayet sağlıklı bir isnada sahip olmayışı yüzünden zayıftır.

 

Şimdi ise vaktimizin elverdiği ölçüde hadisin Şia tarafından uydurulmuş olup olmadığını görebilmek için, bu rivayeti tahriç edenlere değinmek istiyoruz. Görelim bakalım rivayeti tahriç edenlerin hepsi Şii mi, yoksa değil mi? Rivayet sahih bir isnada sahip mi? Rivayetin sahih oluşu görüşünde olanlar mı ricâl ilmini daha iyi biliyor, yoksa İbn Teymiyye mi? Bu soruların cevap bulabilmesi için bir grup ulemanın açıklamalarını sunacağız.

 

İlk kaynak; İbn Kesir'in El-Bidaye ve'n-Nihaye adlı eseridir. Bu eserin tahkiki Abdullah İbn Abdülmuhsin tarafından gerçekleştirilmiştir. İbn Kesir rivayeti eserine almıştır. Geçen hafta okuduğumuz, Hz. Ali'nin on faziletini içeren İbn Abbas'tan nakledilen hadisi aktarır ve bir bölümünde şöyle der: Resûlullah (s.a.a.), Ali'nin kapısı hariç mescitteki kapıların tamamını kapatmıştı.

 

Muhakkik rivayet hakkında “Bu hadisin isnadı sahihtir” diyor.[13]

 

İbn Teymiyye'nin ve Arnavut'un ifadelerine göre eserin müellifi İbn Kesir ve muhakkiki Abdullah İbn Abdülmuhsin ya Şiidirler, ya da cahil kişiler! Zira İbn Teymiyye ve Allame Arnavut rivayetin Şiiler tarafından uydurulduğunu söylüyor. Aksi takdirde rivayetin sahih bir isnada sahip olduğu halde dayanak olarak alınamayacak zayıf bir konuma sahip olması nasıl mümkün olabilir?

 

İkinci kaynak; Ebu Abdullah Ziyaeddin el-Makdisi tarafından telif edilen el-Ehadisü'l-muhtare evi'l-Müstahrec mine'l-Ehadisi'l-Muhtare mimma lem Yuharrichü'l-Buhari ve Müslim fi Sahihayhima adlı eseridir. Makdisi, Ebü'l-Hakim en-Nişaburi'nin yaptığının aynısını gerçekleştirmiştir. El-Makdisi de Hakim gibi Buhari ve Müslim'in, kendi şartlarına uyduğu halde eserlerine almadıkları rivayetleri toplamak için bir eser telif etmek istemiştir. Buhari ve Müslim'in bu rivayetleri eserlerine niçin almadıklarını bilemiyoruz. Bu tavırları kendilerini bağlar. Bu eser hakkında “Efendim bu kitap da Buhari ve Müslim'in şartlarını gözetme noktasında gerekli özeni gösteremeyerek zayıf rivayetleri almış olabilir” denebilir. Nitekim Hakim en-Nişaburi hakkında aynı itham söz konusudur.

 

Eserin müellifinin itham edilip edilmediğini görebilmek için kitabın tahkikini yapan Abdülmelik İbn Abdullah İbn Düheyş'in önsözdeki açıklamalarına kulak verelim. Muhakkik şöyle diyor: “Eser isminden de anlaşıldığı gibi Buhari ve Müslim'in tahriç etmedikleri sahih hadisleri tahriç ederek bu iki eseri ikmal etmektedir. Öyle ki İmam Zehebi bu rivayetler hakkında şöyle der: Bu hadisler kanıtlandırılma için (Sahiheyn dışında) kullanılmaya elverişli rivayetlerdir. Bu eserin önemi, Ziyaüddin el-Makdisi'nin kendisini kitabına sadece sahih hadisleri almakla yükümlü kılmasından kaynaklanmaktadır.”[14]

 

Yani “Buhari ve Müslim'in dışında sahih hadislere nasıl ulaşabiliriz?” sorusunun cevabıdır bu eser. Allame Ziyaüddin el-Hanbeli el-Makdisi (h.643), derece olarak Hakim en-Nişaburi'nin seviyesine düşmediğinden itham edilmemiştir. Elimizde başka bir kanıt daha bulunmaktadır. O da Şezeratü'z-Zeheb'in tahkikinde geçen Allame Kettani'nin şu ifadeleridir: “İbn Receb der ki; el-Ehadisü'l-Muhtare adlı kitap, Makdisi'nin müsnedlere göre tertip edilmiş eserlerindendir. O, eserine sadece sahih rivayetleri almayı yükümlülük addetmiştir. Sahih hadislerden eser telif eden ilk müelliftir. İbn Teymiyye, Zerkeşi vs. onun bu eserinin Hakim en-Nişaburi'nin el-Müstedrek adlı kitabından daha yüce bir mertebeye sahip olduğunu kabul etmiştir.”[15]

 

Bu nokta kesinleştiğine göre el-Makdisi'nin bu rivayeti nakledip etmediğini görebilmek için bu kitabına müracaat edelim. Bu eserin el-Müstedrek'den daha üstün bir payeye sahip olduğunu, Zehebi'nin ifadelerine göre Sahihayn'dan sonra kanıtlandırma için kullanılabileceğini yukarıda belirtmiştik.

 

El-Makdisi rivayeti aktarmaktadır: Amr İbn Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ben, İbn Abbas'ın yanında oturmaktaydım. Yanıma dokuz ki­şilik bir heyet geldi. Ona şöyle dediler: ‘Ey İbn Abbas! Ya sen kalkıp bi­zimle gel, ya da yanındaki adamları uzaklaştır da baş başa görüşelim' Yalnız İbn Abbas, dönüp geldiğinde elbisesini silkeliyor ve şöyle diyordu: ‘Öf bunlardan, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hakkında şöyle buyurduğu bir kişinin aleyhinde konuştular: ‘Ben birisini cepheye göndereceğim. Allah, onu ebediyyen rüsvay kılmayacaktır….Sen, benim velimsin. Benden sonra da bütün mü'minlerin velisisin. Resûlullah (s.a.a.), Ali'nin kapısı hariç mescitteki kapıların tamamını kapatmıştı.”[16]

 

Yani kapısı açık bırakılan Ebubekir değil Ali'dir.

 

Bu rivayetin geçtiği eserlerden birisi de Heysemi'nin (h.807) Mecmeü'z-Zevaid ve Menbeü'l-Fevaid adlı eseridir.

 

Zeyd b. Erkam'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ashabından bazı kimselerin mescide açılan kapıları vardı.  Günlerden bir gün Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘Ali'nin kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatınız' buyurdular. İnsanlar bu konuda ileri geri konuşmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.a.) hutbe okumak için ayağa kalktı, Allah-u Teala'ya hamd-ü senalarda bulunduktan sonra şöyle buyurdu: İmdi! Ben Hz. Ali'nin (a.s.) kapısı dışında bütün bu kapıların kapatılmasını emrettim. Sizden birileri de ileri geri konuştu. Allah'a kasem olsun ki, bu kapıları ne ben kendiliğimden kapattım, ne de (Ali'nin kapısını) kendiliğimden açtım. Bana sadece kapıların kapatılması emredildi. Ben de bu emre uydum.”

 

Bu hadisi Ahmed rivayet etmiştir. Hadisin isnad zincirinde Meymun bulunmaktadır. İbn Hibban onu güvenilir olarak tanıtırken bir grup da zayıf olduğunu söylemektedir. İsnad halkasının geriye kalan ravileri, sahih hadislerin ravileridir.

 

İkinci rivayet: “Cemel savaşında Medine'ye doğru yola çıktık. Yolda Sa'd İbn Malik ile karşılaştık. O şöyle dedi: Hz. Resûlullah (s.a.a.) mescide açılan bütün kapıları kapattırdı. Ali'nin kapısını ise açık bıraktı.”

 

Bu haberi Ahmed, Ebu Ya'la, Bezzar ve el-Evsat adlı eserinde Taberani rivayet etmiştir. Taberani'nin rivayetinde şu fazlalık da bulunmaktadır: “Sahabe ‘Ey Allah'ın Resulü! Ali'nin kapısı hariç bütün kapıları kapattın' deyince Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘Kapıları ben kendiliğimden kapatmadım. Onları Allah-u Teala kapattı' buyurdular.”

 

Ahmed'in haberinin isnad zinciri hasendir.[17]

 

Öyleyse bu olayı aktaran rivayetler ya sahihtir, ya da hasen. Ancak İbn Teymiyye ise bu rivayetlerin mukabele yoluyla uydurulmuş olduğunu, Allame Arnavut ise dayanılabilecek uygun bir isnada sahip olmadığını söylüyor.

 

Sunucu: Suudi Arabistan'tan Ebu Abdullah kardeş hatta, buyrun.

 

- Selamun aleyküm, Ümm-ü Seleme'nin Hz. Peygamber'in hanımlarından olduğunu hatırlatmamız gerekmektedir. Peygamber'in eşleri müminlerin, Âl-i Beyt'in ve Emirü'l-Müminin'in anneleridir. Soru şu; Bizler Ehl-i Beyt'i tanıyoruz. Geriye Ehl-i Beyt'e kimin düşmanlık yaptığı kalmaktadır. Kadim ve müteahhirun dönem Müslümanlarından Ehl-i Beyt'e düşmanlık besleyenleri belirlememiz gerekmektedir. İlk grup Müslümanlar arasında kim Ehl-i Beyt'e düşmandır? Ebubekir, Ömer, Aişe ve Hafsa mı Âl-i Beyt'in düşmanıdır? Ben bidatı devre dışı bırakarak selef-i salihine uymaya çalışan selefi bir müslümanım. Ben Hz. Ali'nin (a.s.) namaz kıldığı gibi namaz kılan birisiyim. Şimdi ben nasıbi ve Ehl-i Beyt düşmanı mıyım?

 

- Kardeş güzel bir uslup ve edep içinde sorularını sordu. İlk soru;  Kur'an-ı Kerim'in zikretmiş olduğu “Hanımları müminlerin anneleridir” ayetiyle ilgili. Bu ayet onlara bir makam ve fazilet mi bahşediyor?

 

Değerli kardeşim “Peygamber'in (s.a.a.) hanımları müminlerin anneleridir” buyruğu bir fazilet ve menkıbeyi mi, yoksa bir fıkhi hükmü mü anlatmak istiyor? Bu konuyu ilerde inşallah inceleyeceğiz.

 

İkinci soru: Âl-i Beyt'in düşmanları kimlerdir? Konumuz bu değildir. Şu anda bu konuyu ele almıyoruz. Konumuz tathir ayetinin Aişe, Hafsa ve Ümm-ü Seleme gibi Peygamber hanımlarını kapsayıp kapsamadığıdır. Birileri “Peygamber hanımları kavramın kapsamına girsin veya girmesin, ne değişecek?” diyebilir. Bu söz yanlıştır. Allame Alusi'nin de belirttiği gibi ayet büyük bir faziletten bahsetmektedir ve bu fazilete sahip olanlar da ayetin kendileri hakkında nazil olduğu kimselerdir. Başkaları bu fazilete sahip değildir.

 

Sizin, ben de Ali b. Ebu Talib (a.s.) gibi namaz kılıyorum, şeklindeki sözünüze ise maalesef katılamıyoruz. Bizler kıldığınız namazın Hz. Resûlullah'ın ve Hazret-i Emirü'l-Müminin'in (a.s.) kıldığı namaz olmadığına inanıyoruz. İnşallah uygun vakitte namazın, ezanın, kametin, abdestin ve diğer ibadetlerin keyfiyetinde meydana gelen değişikliklere değineceğiz.

 

Ehl-i Beyt'in düşmanları meselesine gelince... Dikkatle bakanlar İbn Teymiyye'nin Ehl-i Beyt'in bütün faziletlerini olumsuzlamaya çalıştığını göreceklerdir. Ben Vehhabiler, İbn Teymiyye bağlıları Ehl-i Beyt'i sevmiyorlar, onlara düşmanlık besliyorlar demek istemiyorum. Ben öyle inanıyorum ki Ehl-i Beyt'i sevmeyen kimse çok azdır. Vurgulamak istediğimiz nokta İbn Teymiyye'nin Ehl-i Beyt'in faziletleri hakkındaki açık ve sahih hadislerden yüz çevirmesi ve bu rivayetlere uydurmadır damgasını vurmasıdır.

 

- Suudi Arabistan'dan Selman kardeş hatta, buyrun.

 

- Selamun Aleyküm, Bu programda İbn Teymiyye'ye odaklanmanızın amacını bize açıklamanız mümkün müdür?

 

- Programlarımızı takip edenlerden iseniz amacımızın ne olduğunu anlarsınız. Bizler İslam dinini dejenere eden kimsenin İbn Teymiyye olduğuna inanmaktayız. Sizlere çok açık ve net olarak diyorum ki bu şahıs tevhid inancınızı ifsad etti. Sonrasında da Muhammed b. Abdülvehhab isimli birisi geldi. Bu şahıs da dini Şeyh İbn Teymiyye'nin öğretileri üzerine bina etti. Vehhabilik, Şeyh İbn Teymiyye'nin Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat esası üzere görüşlerini ortaya koyan bir bilgin olduğu düşüncesini piyasaya sürmekte ve kabul ettirmeye çalışmaktadır. Böyle bir düşünce realiteyle çatışmaktadır ve doğru değildir. Bundan dolayıdır ki bizler dünya Müslümanlarına şöyle diyoruz: İşte İbn Teymiyye'nin öğretileri! Allah-u Teala'nın cisim olduğunu, kürsüsünün üstünde oturduğunu, çıkıp indiğini, bir mekandan başka bir mekana intikal ettiğini kabul ediyor musunuz? Bizler hakikati araştırıyor ve inceliyoruz. Öğrenmeye çalışıyoruz. Kulluk ettiğimiz ve kendisine yakınlaşmak istediğimiz Allah-u Teala, Şeyh İbn Teymiyye'nin belirttiği özelliklere mi sahip, yoksa Yüce Yaratıcı Müslüman bilginlerin tanıttığı gibi midir, bunu öğrenmeye çalışıyoruz.

 

Programımızın hedefi tevhidin özüne ulaşmaktır. Bizi Allah-u Teala'ya ulaştıracak yola erişmektir. Bizler Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bize Ehl-i Beyt İmamları adında bir kapı açtığına inanıyoruz. Sadece bunların bulunduğu kapıyı mı bize göstermiş, yoksa bunların yanında başka kapılara da işaret etmiş midir? İşte bunu öğrenmeye çalışıyoruz.

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Görüşmek üzere. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh.

 

 


[1] İmadüddin Ebü'l-Fida İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, c. 6,  s. 484, Tahkik Hikmet İbn Beşir İbn Yasin. Basıma hazırlayan Sa'd İbn Fevvaz es-Sumayl, Dar-ü İbn Cevzi

[2] Hafız İbn Hacer el-Askalani, Hedyü's-Sari Mukaddimetü Fethi'l-Bari Şerh-i Sahihi'l-Buhari, s. 602, 1.  Basım,  1421

[3] Age, s. 602

[4] Age, s. 602

[5] Age, s. 607

[6] Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberi, Camiü'l-Beyan an Te'vili'l Ayi'l-Kur' an, c. 19, s. 101, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, 

[7] Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusi, Ruhu'l Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, c. 22, s. 21, 4, 8 ve 9 Dar-ü İhyai't-Türasi'l-Arabi,

[8] Age, s. 21

[9] Age, s. 24

[10] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünnet, c. 3, s. 223

[11] Sünenü't-Tirmizi, c. 6, s. 301, Tahkik Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risaleti'l-Alemiyye

[12] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 5, s. 186-7, Tahkik Şuayb el-Arnavut. Müessesetü'r-Risale 

[13] Hafız İmadüddin Ebu'1-Fida İsmail İbn Ömer İbn Kesir, el-Bidayetü ve'n-Nihaye, c. 11, s. 43, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, Darü'l-Alemi'l-Kütüb.

[14] Ebu Abdullah Ziyaeddin Muhammed Ziyaeddin el-Makdisi,  el-Ehadisü'l-muhtare evi'l-Müstahrec mine'l-Ehadisi'l-Muhtare mimma lem Yuharrichü'l-Buhari ve Müslim fi Sahihayhima, Tahkik Abdülmelik İbn Abdullah İbn Düheyş, Mekketü'l-Mükerreme, Beşinci Baskı, 1429

[15] İbn İmad el-Hanbeli ed-Dımeşki, c. 7, s. 389, Tahkik Abdülkadir el-Arnavut ve Mahmut el-Arnavut.

[16] Age, c. 7, s. 31

[17] Nureddin Ali İbn Ebubekir El-Heysemi, Mecmeü'z-Zevaid ve Menbeü'l-Fevaid, c. 9,  s. 103, Hadis No: 14671, Tahkik Abdülkadir Ahmed Ata.

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

medyasafak.com