Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (22)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (22)
Bu tartışmaların faydası nedir şeklindeki soruya ilişkin olarak, bu konu öyle bir faydaya sahiptir ki bundan daha büyük bir fayda bulunmamaktadır, deriz. Ehl-i Beyt’ten muradın Ali, Fatıma ve Hasaneyn olduğu kesinleşince “Sünnetime sımsıkı sarılın” buyruğunda geçen sünnetin ne olduğu açığa çıkar.

 

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (22)

 

26/11/2010

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri Allah'ın selam, rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun. ‘Utruhetü'l-Mehdeviyye' programının yeni bir bölümünde, ‘Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi' konusunun yirmi ikinci kısmında sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim, önceki programda sunduğunuz bilgilerin bir özetini giriş olması kabilinden arz etmeniz mümkün müdür?

 

- Kovulmuş şeytandan Rahman ve Rahim olan Allah'a sığınır ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programlarda konuyu şu adımları izleyerek takip edeceğimizi belirtmiştik.

 

İlk adımda Ehl-i Beyt kavramını lugat, örf ve fıkh açısından inceledik.

 

İkinci adımda sahih, açık ve ittifak edilen nasslar kavramı nasıl açıklamaktadır, konusunu ele aldık. Bu adımı da geçmiştik. Tabi ittifak etmeden kastımız Ehl-i Sünnet'in ve Ehl-i Beyt Medresesinin ittifak etmeleridir. Bu tür hadisler, kavramın kisanın altında bulunan ve Hz. Peygamber'in haklarında “Allah'ım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir” dediği, kendileri de dahil beş kişiye özgü olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Üçüncü adımda “İslam bilginleri kavramı ve konuyu nasıl anlamışlar?” sorusuna cevap verdik. Acaba kavramı sınırlama eksenli mi anlamışlar yoksa bağımsız mı? Önceki programlarda bir grup Müslüman bilginin ayeti hasr (sınırlama, özgü kılma) odaklı anladıklarını sunmuştuk. Yani Hz. Peygamber'in (s.a.a.) söz ve eylemleri kavramın belirli kişilere delalet ettiğini göstermektedir.

 

Dördüncü adımda ayetin nüzul sebebi hakkında müfessirlerin görüşlerini ve açıklamalarını ele alacağız. Ayetin veya ayetin bu bölümünün iniş nedeni hakkında müfessirler ne tür açıklamalarda bulunmuşlar? Bu konuya ilerde değineceğiz.

 

Ancak konumuza geçmeden önce bir noktaya işaret etmek istiyorum. Programımızı takip eden bir grup değerli ve aziz dost bize yayınlarımızdan istifade ettiklerini belirten mesaj ve e-mailler göndermektedirler. Bundan dolayı buradan kendilerine teşekkür etmeyi bir borç bilmekteyiz.

 

Ben Allame Abdullah İbn Muhammed'in es-Sebaikü'z-Zehebiyye adlı eserinden bir pasaj aktaracağım. Yazar Medine'de İslam Üniversitesi'nde üst düzeyde bulunan bir yöneticidir. Yazar aynı zamanda Şerh-ü Kitabi't-Tevhid min Sahihi'l-Buharî adlı eserin müellifidir. Sıradan bir şahsiyet değildir. İlmi bir kariyere ve titre sahiptir. Bu şahsın ilmi sorumluluk duygusuna sahip olup olmadığını görelim. Bakınız bu şahıs yukarıda ismi geçen eserde neler söylüyor: “Sahih-ü Müslim'de Zeyd İbn Erkam'dan şöyle rivayet edilmektedir: Bir gün Hz. Resûlullah (s.a.a.) Mekke ile Medine arasında Veda Haccından dönüşünde Gadir-i Hum denilen bir su­yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: Şânı yüce olan Allah, bir kulunu dünya ile kendi katındaki nimetler arasında muhayyer kıldı. O kul da Allah katında olanı tercih etti. Ebu Bekir ağlamaya başladı. ‘Babam, anam sana feda olsun' dedi.

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bıra­kıyorum. Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im. Ehl-i Beytimi de gözetiniz. Husayn O'na ‘Onun âli kimlerdir ey Zeyd, hanımları Ehl-i Beytinden de­ğil midir?' diye sordu. Zeyd, ‘Hanımları ehl-i beytindendir. O'nun Ehl-i Beyt'i ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır' cevabını verdi. Husayn  ‘Onlar kimlerdir' diye sordu.  Onlar Âl-ı Ali, Âl-ı Akîl, Âl-ı Ca'fer ve Âl-i Abbas'tır, dedi. Husayn ‘Bunların hepsi sadakadan mahrum mudurlar' dedi. Zeyd ‘Evet' cevabını verdi”.[1]

 

Ebubekir'in ağlaması meselesinin doğruluğunu görebilmek için Sahih-i Müslim'e müracaat edelim. Zira müellif hadisin Sahih-i Müslim'de geçtiğini söylüyor. Rivayeti aktardıktan sonra adresi de şöyle veriyor: Kitab-ü Fezaili's-Sahabe, Hz. Ali b. Ebu Talib'in Faziletleri Babı.[2]

 

Şimdi hadisi Sahih-i Müslim'den olduğu gibi alıp almadığını görebilmek için adres olarak verdiği esere müracaat edelim de yazarın ilmi sorumluluğa uygun davranıp davranmadığını tespit edelim.

 

Rivayet Sahih-i Müslim'de geçmektedir ve şöyledir: “Ben, Husayn İbn Sebra ve Ömer İbn Müslim Zeyd İbn Erkam'a gittik. Yanına oturduğumuz vakit Husayn O'na ‘Gerçekten ey Zeyd sen birçok hayırla karşılaştın. Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) gördün, hadisini dinledin, onunla beraber gazalara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Gerçekten ey Zeyd, sen çok hayırla karşılaş­tın. Ey Zeyd! Bize Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) işittiklerini rivayet et' dedi.

 

Zeyd ‘Ey kardeşimin oğlu! Vallahi yaşım geçti; vaktim ilerledi. Hz. Resûlullah'tan (s.a.a) bellediklerimin bir kısmını unuttum… Bir gün Hz. Resûlullah (s.a.a.) Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su­yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve Allah'a hamdü-sena etti. Öğütlerde bulundu. Ve hatırlatma yaptı. Sonra şöyle buyurdu:

 

‘İmdi, dikkat edin ey cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bıra­kıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Allah'ın Kitabıdır. İmdi Allah'ın Kitabı'nı alın ve O'na sarılın' Ardından Hz. Resûlullah (s.a.a.) Allah'ın Kitabı'na özendirdi ve rağbet ettirdi. Sonra  ‘Bir de Ehl-i Beyt'imi (bırakıyorum)... Ehl-i Beyt'im hakkında size Al­lah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım' buyurdu.

 

Husayn O'na ‘Onun Ehl-i Beyti kimlerdir ey Zeyd, hanımları Ehl-i Beyt'inden de­ğil midir?' diye sordu. Zeyd, ‘Kadınları Ehl-i Beytinden midir? O'nun Ehl-i Beyti ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır' cevabını verdi. Husayn  ‘Onlar kimlerdir' diye sordu.  Onlar Âl-i Ali, Âl-i Akîl, Âl-i Ca'fer ve Âl-i Abbas'tır, dedi. Husayn, bunların hepsi sadakadan mahrum mudurlar? dedi. Zeyd ‘Evet' cevabını verdi.[3]

 

Hadiste ne Ebubekir söz konusu ne de başka birisi. Bir üniversitede yönetici konumunda olan bir şahsın ilmi sorumluluğuna bakınız! Eser, Ehl-i Beyt Medresesine ait bilginlerden birisine ait olmuş olsaydı kuşkusuz çoktan vaveyla kopmuştu. “Bunlar hadis uyduruyorlar, ümmete yalan söylüyorlar” derlerdi hemen. Yazarın Ebubekir'den aktardığı sözler başka kaynaklarda geçmektedir. Ancak yazar bunu Sahih-ü Müslim'in “Ali İbn Ebu Talib'in Faziletleri” babından alıntıladığını söylemektedir. Ebubekir'in sözlerini aktarmak istiyorsa ilmi ve akademik olarak “Başka bir rivayette şöyle geçiyor” demesi gerekirdi. Bunu yapmıyor. İnsanlar bu söz söylenmiş mi söylenmemiş mi bilmiyorlar.

 

Adres olarak gösterdiği hadiste ne “Sünnet'im”, ne de “Ehl-i Beytimi de benim için gözetiniz” ifadeleri geçmektedir. Eğer yazar akademisyen, allame ve muhakkik olmamış olsaydı durum belki anlaşılabilirdi.

 

Yazar hadisi öyle bir tonda söylüyor ki insan “Sünnet'im ve Ehl-i Beytimi de benim için gözetiniz” ifadelerini rivayetin bir parça sanıyor. Halbuki bu ifadelerin Müslim'den aktardığı Zeyd hadisiyle uzaktan yakından alakası bulunmamaktadır.

 

İlmi sorumluluk bilincini ihlal ettiği bir diğer nokta da şudur: Sahih-ü Müslim'de geçen hanımlarını Ehl-i Beyt'inden ayıran “Ancak O'nun Ehl-i Beyti ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır” ifadesiyle oynamış olmasıdır. Zeyd'in “Hanımları O'nun Ehl-i Beyt'indendir?” sözleri bir haber veriş değil vurgu tonlu, soru ve inkar amaçlı “Hanımları Ehl-i Beytinden midir?” anlamına gelen bir cümledir. Ne var ki o hanımları da kavramın kapsamına almaya çalışmaktadır.

 

Bir kişi kalkıp “Seyyidim Zeyd'in söz konusu cümlesinin ihbari[4] olmayıp soru cümlesi oluşunun delili nedir?” diyebilir.

 

Cevap; iddiamızın delili Müslim'in naklettiği yukarıdaki hadisten sonra gelen İbn Hayyan hadisidir. Rivayet şöyledir: “Gerçekten ey Zeyd sen birçok hayırla karşılaştın. Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) gördün… Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bun­ların biri Allah'ın Kitabı'dır. O Allah'ın ipidir. Her kim ona uyarsa doğru yolda ve kim terk ederse sapıklıkta olur.”

 

Bu hadiste şu ibare de vardır: “Bunun üzerine biz ‘Onun Ehl-i Beyt'i kimlerdir, kadınları mı?' dedik. Zeyd ‘Hayır! Allah'a yemin olsun! Hakikaten kadın bir dönem erkekle beraber olur. Sonra onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner. Onun Ehl-i Beyt'i, aslı ve ondan sonra sadakadan mahrum olan asabesidir' dedi.”

 

Zeyd b. Erkam'ın bir yerde, hanımları Ehl-i Beyt'indendir, deyip başka bir defasında Allah adına yemin ederek Ehl-i Beyt'inden değildir demesini akıl kabul eder mi? İşte muhakkik ve allame olarak nam salan bilginlerinin ilmi sorumluluk duygusu bu kadardır. İlmi sorumluluk duygusuna sahip olmayanları var sen düşün!

 

- Sunucu: Efendim, sizler tathir ayetinin nüzul sebebi konusunda müfessirlerin görüşünü sunacağınızı belirtmiştiniz.

 

- Dördüncü adım -ki bu akşam ele alacağımız konudur- müfessirlerin ayetin sebeb-i nüzulu hakkında yaptıkları açıklamalara ilişkindir. İlk olarak kadim müfessirlerin imamı İmam Taberi'nin (h.310) açıklamalarını sunacağız. O, Camiü'l-Beyan adlı tefsirinde şöyle der: “Ehl-i Beyt kavramıyla kimlerin kastedildiği konusunda farklı teviller ortaya konulmuştur. Kimileri Ehl-i Beyt'ten murad edilenler Hz. Resûlullah (s.a.a.), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyin'dir demişlerdir. Bu görüşte olanlar:

 

Ebu Said el-Hudri; o şöyle rivayet etmektedir: Hz. Resûlullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayeti beş kişi hakkında nazil olmuştur. Ben, Ali, Hasan, Hüseyn ve Fatıma.

 

Ümmü'l-Müminin Âişe şöyle rivayet etmektedir: Bir sabah Rasûlul­lah (s.a.a.) çıktı, üzerinde yolculukla ilgili…

 

Enes b. Malik; Hz. Resûlullah (s.a.a.) Hz. Fatıma'nın kapısının önünden…

 

Ümm-ü Seleme şöyle rivayet etmektedir: Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Hz. Fatıma benim yanımdaydı. Ben onlara hazira yemeği hazırladım. Onlar yemeği yediler ve ardından uyudular. Hz. Peygamber (s.a.a.) onların üstünü abayla veya kadifeyle örttü. Sonra da ‘Allah'ım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan kiri gider' dedi.

 

Sa'd İbn Ebu Vakkas: Sa'd der ki; Hz. Peygambere vahiy nazil olunca Ali'yi, onun iki oğlunu ve Fatıma'yı alarak elbisesi altına yerleştirdi ve ‘Rabbim, işte bunlar benim ehlim ve Ehl-i Beyt'im' buyurdu.” [5]

 

Taberi metot olarak tefsirinde sıklıkla bazıları kelimesini kullanır. Bu sözcük bazen üç dört kişiyi ifade ederken, bazen de müfessirler arasındaki meşhur görüşe işaret eder Taberi'nin literatüründe. Sözcüğün ne anlama geldiğini ve bu kişilerin kimler olduğunu ilerde ortaya koyacağız. Taberi, Ümm-ü Seleme'den tathir ayeti çerçevesinde çeşitli rivayetler aktarır. Özgülüğü-hasrı ifade etme noktasında Sa'd b. Ebu Vakkas'ın rivayetinden daha açık bir ifade mi var?

 

İzleyiciler bu beş sahabiden aktarılan rivayetlerin tümünün ya da en azından birinin sahih olduğunu hatırlayacaklardır. Hz. Peygamber'in eşi Âişe'den bir rivayet, Ümm-ü Seleme'den çeşitli rivayetler, Enes ve diğerlerinden rivayetler bulunmaktadır. Bir hadisi beş sahabinin rivayet etmesiyle o hadisin mütevatirlik derecesini elde ettiğini biliyorsunuz. Bunu bilginler açıkça dile getirmişlerdir. Sayıya dörde hatta ikiye indirenler de bulunmaktadır. Bu sonuncu görüşe göre, raviler Âişe ve Ümm-ü Seleme ise hadis yine mütevatir olmaktadır.

 

Tathir ayetiyle ilgili olarak bu rivayetlerle çatışan başka rivayetlerin olduğunu varsayalım. Bu durumda dahi o haberler ahad haber kategorisine girdiğinden dolayı bu iki grup hadis arasında çatışma söz konusu olduğunda mütevatir olanlar tercih edilir ve diğerleri kriter olma özelliğini yitirir.

 

Taberi daha sonra ikinci görüşe geçerek şöyle der: Diğerleri de şöyle demişlerdir: Ehl-i Beyt kavramından sadece Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) eşleri kastedilmektedir. [6]

 

Bu görüştekilere göre ayet Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) eşlerine özgüdür. Bunlar bağlamı görüşlerinin delili olarak sunmaktadırlar. Bizler bağlam delilini ele alıp incelemiştik. İlerde tekrar bu konuyu ele alacağız. Önemli olan rivayetler olduğundan, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) fiili ve kavli sünnetine müracaat etmek gerekmektedir.

 

Bu görüşte olanlar:

 

İkrime: Bize İbn Humeyd… Esbağ İbn Alkame der ki; İkrime ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetinin özellikle peygamberin hanımları hakkında nazil ol­duğunu sokakta bağırarak söylerdi.'[7]

 

Bu görüşü destekleyecek ikinci bir rivayet bulunmamaktadır. Rivayet Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) mıdır? Hayır, rivayet İkrime'dendir. İkrime de sahabi değildir, tabiindendir ve İbn Abbas'ın mevlasıdır (azatlı kölesidir). Hz. Peygamber'i (s.a.a.) görmüşlüğü yoktur. Peki bu rivayetin isnad zincirinin durumu nasıl bir bakalım. İlk olarak rivayet mürsel ve maktudur. Ne bir sahabiye, ne de Hz. Peygamber'e (s.a.a.) ulaşmaktadır. İbn Kesir de Tefsirü'l-Kurani'l-Azim adlı eserinde rivayetin mürsel olduğunu açıkça dile getirmiştir.

 

O şöyle der: “İbn Cerir, İkrime'den rivayet eder ki; İkrime ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetinin özellikle peygamberin hanımları hakkında nazil ol­duğunu sokakta bağırarak söylerdi.

 

Esere not düşen Hikmet b. Beşir şöyle der: Taberi bu rivayeti Esbağ b. Alkame kanalıyla İkrime'den aktarır. Rivayet mürsel ve maktudur.”[8]

 

Bu rivayet sened açısından sahih olmuş olsa dahi bir grup sahabinin rivayet ettiği hadisler karşısında ne değere sahip olabilir ki? İkinci olarak da isnad zincirinin başında İbn Hacer el-Askalani'nin de belirttiği gibi zayıf olan Muhammed b. Hamid er-Razi bulunmaktadır.[9]

 

Bütün bu açıklamalar ışığında acaba İkrime'nin rivayetinin kıymeti kalıyor mu?

 

Gerçi İbn Kesir ikinci bir rivayet daha aktarmaktadır. Bazıları bu rivayete dayanıyorlar. İbn Ebu Hatim de aynı şekilde rivayet ederek der ki: Bize Ali İbn Harb el-Musulî… İkrime'den o da İbn Abbas'tan naklet­ti ki o, bu ayet özellikle Peygamber'in (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olmuş­tur, demiştir. Öyleyse rivayet mürsel değildir, İbn Abbas'a ulaşmaktadır. Belki birisi şöyle diyebilir ve bu sözü doğrudur: Rivayet sened açısından zayıftır, ancak İbn Abbas'tan aktarılan bu ikinci rivayetle kuvvet kazanmaktadır.

 

- Sunucu: İkrime'nin isnad zincirinde bulunduğu İbn Abbas'tan aktarılan rivayeti zikrettiniz. Bu rivayetlerle çatışan başka bir rivayet bulunmakta mıdır?

 

- İbn Abbas'tan aktarılan rivayetin sened açısından mürsel olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak problem şudur: Rivayet sahabi olan İbn Abbas'ta sonlandığından ötürü mevkuftur. Yani bu rivayet İbn Abbas'ın sözleri olup bunu Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarmamaktadır. Gerçi bu ayet çerçevesinde İbn Abbas kanalıyla Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) merfu olarak aktarılan ve bu haberle çatışan başka bir rivayet bulunmaktadır. Ben bu programda değerli izleyiciler yukarıdaki rivayetin durumunu kavrasınlar diye İkrime'nin biyografisini sunacağım. İkrime'nin yalancı ve harici olmasından dolayı Ehl-i Beyt kavramı hakkındaki bu rivayetinin kabulü mümkün değildir. Ayrıca ayet Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olmuş olsaydı İkrime'nin böyle çarşı pazar bağırmasına gerek kalmazdı! Çünkü bütün insanlar bu ayetin Peygamberin (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olduğunu bilirlerdi. İkrime niçin böyle bir şeye ihtiyaç duymuş olsun ki?

 

Ben İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde geçen ikinci rivayeti aktarmak istiyorum. İlk olarak değerli izleyicilerin bu rivayetin isnad zincirinin sahih olduğunu bilmeleri gerekmektedir. Muhakkik Ahmed Muhammed Şakir hadisin isnadının sahih olduğunu belirtir.

 

Rivayet şöyledir: “Bize Yahya İbn Hammad rivayet etti ve dedi ki; bize Ebu Avane rivayet etti ve dedi ki; bize Ebu Belc rivayet etti ve dedi ki; bize Amr İbn Meymun rivayet etti ve dedi ki: Ben İbn-i Abbas'ın yanında oturuyordum. Bu sırada dokuz kişi geldi ve ona şöyle dediler: Ya bizimle gelirsin ya da meclisi boşaltır bizimle yalnız konuşursun.

 

İbn-i Abbas onlara ‘Hayır ben sizinle gelirim' dedi. O zamanlar henüz İbn Abbas'ın gözleri kör olmamıştı. Biraz konuştular. Onların konuşması bir süre çekti ve biz onların ne konuştuklarını bilmiyorduk. Ancak İbn-i Abbas onlardan ayrılıp bize dönünce yakasını silkerek ufluyor ve şöyle konuşuyordu: Onlar öyle bir kişi aleyhinde konuşuyorlardı ki, o hiçbir kimseye nasip olmayan on tane fazilet sahibidir.

 

Onlar öyle bir kişinin aleyhinde konuşuyorlardı ki, Hz. Resûlullah (Hayber savaşında) onun hakkında ‘Öyle bir kişiyi göndereceğim ki, Allah O'nu hiçbir zaman mağlup etmez. Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever' buyurdu.

 

Yine Hz. Resûlullah (Mekke'de okunmak üzere) Tevbe Suresi'ni falanla gönderdi, sonra da Ali'yi onun peşinden göndererek ondan almasını emretti. Ali de Tevbe Sûresi'ni ondan aldı. Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu konuda şöyle buyurdu: Bu sureyi ancak benden olan ve benim de ondan olduğum bir kimse götürebilir.

 

Yine Hz. Resûlullah (s.a.a.) (İnzar ayeti indiği zaman) kendi amca çocuklarına ‘Hanginiz dünyada ve ahirette benim yardımcım olmaya hazırsınız' buyurdu. Bu sırada Ali de onunla beraber oturmaktaydı. Onların hepsi bunu reddettiler ve yalnızca Ali ‘Ben dünya ve ahirette senin yardımcınım' dedi. Hz. Resûlullah da O'na ‘Sen dünya ve ahirette benim velimsin' dedi.

 

Yine Ali, Hatice'den sonra ilk iman eden şahıstır.

 

Yine Hz. Resûlullah (s.a.a.) abasını alıp Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in üzerine atarak: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor buyurmuştur.

 

Yine Ali, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) elbisesini giyerek, müşriklerin kendisini Hz. Resûlullah'tır zannıyla taşladığı bir durumda O'nun yatağında yatarak kendi canını feda eden bir kimsedir. Ali (a.s.) uyuduğu bir esnada Ebubekir yanına geldi. O'nun Allah'ın Nebisi olduğunu sanıyordu. ‘Ey Allah'ın Peygamberi' deyince Ali (a.s.) ‘Allah'ın Peygamberi Bir-i Meymun'a doğru hareket etti' buyurdu. Ebubekir de yola koyuldu ve O'na ulaştı. Hz. Peygamber'le birlikte mağarada kaldı. Ravi der ki; Ali'ye taş atılıyordu. 

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) Tebük Savaşına gittiğinde insanlar da O'nunla birlikte hareket ettiler. Ali, Hz. Resulullah'a (s.a.a.) ‘Ben de sizinle beraber gelmek istiyorum' dedi. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘Hayır' dedi. Bunun üzerine Ali (a.s.) ağladı. Bunu gören Hz. Resûlullah O'na ‘Mevki açısından bana nispetinin, Harun'un Musa'ya olan mevkisinde olmasını istemiyor musun? Ancak benden sonra peygamber olmayacaktır. Seni kendi yerime halife kılmadan gitmem doğru olmaz' buyurdu.

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali'nin evinden mescide açılan kapı dışında ashabın evlerinden mescide açılan bütün kapılarını kapattırdı.”[10]

 

İbn Abbas Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) Hz. Ali (a.s.) hakkında zikrettiği hasletlerini sayıyor. 

 

Muhakkik, ravilerden Ebu Belc'in tercüme-i halini sunarak şöyle der: “İsmi Yahya İbn Süleym'dir. Sikadır; İbn Main, İbn Sa'd ve Nesai  güvenilir olduğunu belirtirler. Et-Tehzib adlı eserde ise Buhari'nin ‘onun güvenilir olup olmadığı çok su götürür' şeklindeki değerlendirmesi geçmektedir. Buhari'nin bu sözünü et-Tehzib'in yazarı nereden elde etti, anlayamıyorum. Buhari'nin kendisi et-Tarihü'l-Kebir adlı eserinde Ebu Belc'in hâltercümesini sunarken cerh edici hiçbir ifade kullanmaz. Bunu ne o, ne de Nesai ed-Duafa adlı eserinde zikretmiştir. Ancak sika kişilerden rivayette bulunan Şu'be de ondan hadis nakletmiştir.”[11]

 

Şu'be'nin rivayette bulunduğu kimseler sika olduğuna göre Ebu Belc de sikadır.

 

Hadiste açıkça görüldüğü gibi İbn Abbas, tathir ayetinin Ehl-i Beyti'n-Nübüvvet'e özgü olduğunu rivayet etmektedir. Öyleyse bu rivayet İkrime'nin İbn Abbas'tan aktardığı ayetin Peygamber'in (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olduğunu ifade eden yukarıda geçen rivayetle çatışmaktadır. Ancak bu rivayet Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) merfu olarak aktarılırken diğeri mevkuftur.

 

Bir diğer ilginç nokta sizler Ebubekir'in Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte olduğunu ve Ebubekir'in evinden birlikte çıktıklarını iddia ediyordunuz. Müsned-ü Ahmed'de geçen bu sahih hadis durumun hiç de öyle olmadığını söylüyor. Ebubekir, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Mekke'den çıkışından haberdar olmadığı gibi Hz. Resûlullah (s.a.a.) kendisine haber vermemiş ve birlikte de çıkmamışlardır. Bunların hiçbirisi bu rivayette bulunmamaktadır. Bu tarihi konu araştırılmalıdır. Eğer bu rivayet sahihse Tevbe Sûresi'nde geçen ‘İz yekulü li-sahibihi/arkadaşına diyordu…' arkadaş sözcüğünün kim olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Bu olayı tarihin kesin gerçeklerinden olarak kabul edemeyiz. Tarihi açıdan bunu incelemeliyiz. Ancak şu anda konumuz bu değildir. Hadisin ifadelerine göre Hz. Peygamber'in sadece Ebubekir'e güvendiği bilgisi ortaya çıkmamaktadır. Ancak Ali'nin kesinlikle Hz. Peygamber'in o esnadaki durumunu bildiğini elde ediyoruz. Bunun en güzel kanıtı da şudur ki; Hz. Ali (a.s.) O'nun yatağında yatıyordu. Bu rivayete göre ise Ebubekir yatakta yatanın Hz. Resûlullah (s.a.a.) olduğunu sanıyordu.

 

Ahmed Muhammed Şakir bu rivayetin isnadının sahih olduğunu söylüyor. Birileri “Seyyidim niçin Ahmed Muhammed Şakir'e bakıyorsun? Allame Arnavut'un bu rivayet hakkındaki açıklamalarına bak” diyebilir.

 

Allame Arnavut bu rivayet hakkında “Bu rivayetin isnadı bu siyakla zayıftır. Ebu Belc'i -ki ismi Yahya İbn Süleym'dir- her ne kadar birçok kişi sika olarak kabul etmekteyse de Buhari onun hakkında ‘Onun sikalığı ve adil oluşu çok su götürür' demiştir. Onun hadisleri hakkındaki en doğru görüş, İbn Hibban'ın el-Mecruhin adlı eserinde dediği gibi ‘Bir hadiste infirad[12] etmişse hadisi kabul edilmez' şeklindedir. Hadisin metninde münker ifadeler bulunmaktadır.”[13]

 

Soru: Hadisin metninde münker olan şeyler nelerdir?

 

Cevap; bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum. Cevaben diyor ki Ali'nin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) yatağında yatması. Acaba bu konuda kuşku duyan kimse mi var? Cevap; evet. Ümeyyeci din anlayışı ve İbn Teymiyye'nin bağlıları Ali ile bağlantılı her fazileti zayıf göstermeye çalışmaktadırlar.

 

Albani şöyle demektedir: “Ali'nin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) yatağında yatması ve fedakarlığı siyer kitaplarında da başka kaynaklarda da sağlam bir isnad zincirine sahip olmaksızın rivayet edilmiştir. Ebubekir'in Medine'ye hicrette Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte hareket etmemesi, sahih hadiste geçen ikisinin birlikte Ebubekir'in evinden yola koyuldukları şeklindeki bilgiyle çelişmektedir.”[14]

 

Arnavut başka bir yerde ise şöyle demektedir: “Hz. Peygamber (s.a.a.) ile birlikte Hatice'nin ardından ilk namaz kılan Hz. Ali'dir. Bu hadisin isnadı Ebu Belc'den dolayı zayıftır.”[15]

 

Soru; Allame Arnavut Ebu Belc'in geçtiği bütün rivayetleri zayıf olarak mı kabul ediyor? Yoksa konu sadece Ali b. Ebu Talib ile bağlantılı olduğunda mı zayıf kabul etmektedir?

 

Şu örneğe bakınız: “Bize Süleyman b. Davud rivayet etti ve dedi ki; bize Şu'be, Ebu Belc'ten rivayetle şöyle haber verdi: Ben Amr b. Meymun'un şöyle tahdis ettiğini  işittim… Ebu Hüreyre Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etti: Sana arşın altındaki cennet hazinesini göstereyim mi? La kuvvete illa billah sözüdür.

 

Bu rivayetin isnadı sahihtir. Ebu Belc dışında isnad zincirini oluşturan raviler sikadır. Buhari ve Müslim'in ravileridirler. Ebu Belc'ten sünen sahipleri rivayette bulunmuşlardır. O saduktur[16] ve hasenü'l-hadistir[17] (hadisleri güzeldir).”[18]

 

Bu hadis Ali (a.s.) ile ilgili olmadığından ötürü Allame Arnavut, Ebu Belc'i saduk olarak nitelendirmektedir. Ancak rivayet Ali ve Ali'nin faziletiyle ilgili olduğunda Allame Arnavut onu zayıf, hadisini kabul edilmez münker sayar.

 

Bir başka yerde ise Ebu Belc hakkında şöyle der: “‘Arşın altından' ibaresi dışında hadis sahihtir. Bu hadisin isnadı Ebu Belc'den dolayı hasendir. Ebu Belc hasenü'l-hadistir.”[19]

 

Soru: Arnavut niçin böyle çelişkiye düşüyor?

 

Cevap: Arnavut, üstadı Şeyh İbn Teymiyye'nin yolunu devam ettirmek istiyor. Zira İbn Teymiyye bu rivayet ile ilgili olarak “Rivayet yalandır, uydurmadır ve mürseldir” diyor. O, “Bu rivayet uydurma ve mürseldir” diyen şeyhine nasıl karşı gelip de bu hadis sahihtir diyebilir? Peki İbn Teymiyye hangi eserinde bu hadise ilişkin değerlendirmede bulunmaktadır görelim.

 

İbn Teymiyye Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinde şöyle der: “Rafızi der ki; Amr İbn Meymun'dan şöyle rivayet edilmiştir: O der ki; Ali b. Ebu Talib başkasına nasip olmayan on fazilete nail olmuştur.

 

Hz. Peygamber (s.a.a.) O'nun hakkında ‘Öyle bir kişiyi göndereceğim ki, Allah O'nu hiçbir zaman mağlup etmez' buyurmaktadır…

 

Cevap; bu rivayet bir isnad zincirine sahip değildir. Mürseldir. Eğer bu rivayet doğru olarak kabul edilirse rivayette öyle ifadeler vardır ki Allah Resulüne yalan isnad edilmesi tehlikesini ortaya çıkarmaktadır.

 

‘Seni kendi yerime halife kılmadan gitmem doğru olmaz' ifadesi Resûlullah adına söylenen bir yalandır. Ali'nin (a.s.) kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapattırması da bir yalandır.” [20]

 

İbn Teymiyye'nin Rafızi'den kasdı Allame Hılli'dir. Ahmed Muhammed Şakir'in sahih isnada sahiptir dediği ve Allame Arnavut'un dayanaklarına göre de hasen olan bir rivayet hakkındaki değerlendirmesini görebiliyor musunuz? İlkinin yalan olduğuna dair değerlendirmesi şöyle: “Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Medine'den ayrılıp da geriye Ali'yi (a.s.) bırakmadığı birçok seferi vardır. Zira rivayette ‘Seni kendi yerime halife kılmadan gitmem doğru olmaz' ifadesi kullanılmaktadır.” İbn Teymiyye bu hadisten neyi anlamış? Ayrılması gereken mekandan Medine'yi anlamış. Hadisi “Seni kendi yerime halife kılmadan Medine'den gitmem doğru olmaz” şeklinde anlamıştır. Ne diyeceğimi bilemiyorum! Ey cahil ümmi! Hadisin ne için söylendiğini anlamıyor musun? “Seni kendi yerime halife kılmadan dünyadan ayrılmam doğru olmaz” anlamını hangi karineden çıkarıyorsun? Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali'yi Medine'de halife bırakmadan Medine'den gidiyordu. Öyleyse murad Medine'den ayrılma değil dünyadan ayrılmadır.

 

- Sunucu: Filistin'den İmad kardeş hatta buyrun...

 

- Selamun aleyküm, Hanbeli mezhebinden olan İbn Teymiyye Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s.) faziletlerini inkar ederken mezhep imamı olan Ahmed b. Hanbel bu hadisin doğruluğunu kabul etmektedir.

 

- Ayetullah Haydari: Evet son derece ilginç bir durum. Kardeşin tespitine katılıyorum.  Şeyh İbn Teymiyye kendisinin Hanbeli olduğunu söylemektedir. Halbuki İmam Ahmed b. Hanbel bu nassları aktarmaktadır. İbn Teymiyye neden bu rivayetleri inkar edip münker ve uydurma olduklarını söylüyor? İbn Hanbel “Ben bu esere ancak sahih olan rivayetleri aldım” der.

 

Bu sorunun cevabı şudur: Bizler Ümeyyeci metodun siyasi açıdan Muaviye ve Ümeyyeoğulları tarafından; dini ve fikri açıdan Şeyh İbn Teymiyye ve sonrakilerce tesis edildiğini defalarca belirtmiştik. Son derece üzücüdür ki şu anda Muhammed İbn Abdülvehhab'ın bağlıları Vahhabilerin Şeyh İbn Teymiyye'yi İslam âlemine bir Ehl-i Sünnet bilgini olarak pazarlayıp sunduklarını görmekteyiz. Gerçekteyse İbn Teymiyye'nin Ehl-i Sünnet ile hiçbir bağı bulunmamaktadır. İşte bir Ehl-i Sünnet bilgini olan Ahmed İbn Hanbel. İmam Ahmed İbn Hanbel el-Müsned'inde Ali'nin (a.s.) yukarıda sunduğumuz on fazilete sahip olduğunu söylüyor. Bizler Ehl-i Sünnet'in çağdaş Vahhabilikten farklı olduğunu söylüyoruz. Ezher ekolü, Sudan, Tunus, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkeleri, Malezya ve Endenozya gibi ülkeler İbn Teymiyye'nin metoduna bağlı değildirler. Bunların bütünü Ehl-i Sünnet'e bağlıdır. Ancak Vahhabiler sahip oldukları maddi olanaklardan ve basından faydalanarak İbn Teymiyye'nin Ehl-i Sünnet'ten olduğu düşüncesini kabul ettirmeye çalışıyorlar.

 

- Sunucu: Suudi Arabistan'dan Halid kardeş hatta, buyrun.

 

- Selamün Aleyküm. Aradan 1400 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra “Falanca şahıs Ehl-i Beyt'tendir veya değildir” türünden tartışmalar izleyiciye ne kazandıracak?

 

- Suudi Arabistan'dan Ebu Ammar kardeş hatta, buyrun.

 

- Selamün Aleyküm. Benim iki sorum var. İlk sorum Kisa hadisiyle ilgili. Bizler kisa ashabının beş kişi olduğuna inanıyoruz.  Ancak bu hadis hiçbir şekilde imamet için delil olamaz.

 

İkinci sorum; sizler Ehl-i Beyt'in imametine ilişkin Ehl-i Sünnet kaynaklarından aktarımlarda bulunuyorsunuz. Acaba bu hadislerin Ehl-i Sünnet eserlerinde rivayet ediliyor olması onların ilmi emanet sorumluluğuna sahip olduklarına delalet etmiyor mu? Şu kadar var ki onlar bu rivayetlerden imamet sonucuna ulaşmıyorlar.

 

Seyyid Kemal: Bu tartışmaların faydası nedir şeklindeki soruya ilişkin olarak şöyle deriz: Bu konu öyle bir faydaya sahiptir ki bundan daha büyük bir fayda bulunmamaktadır. Ehl-i Beyt'ten muradın Ali, Fatıma ve Hasaneyn olduğu kesinleşince Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Sünnetime sımsıkı sarılın” buyruğunda geçen sünnetinden kastının ne olduğu açığa çıkar. Sünnet ve sünneti temsil eden şeyin Kur'an ve sahabe olarak değil de Kuran ve İtret olarak anlaşılması gerektiği gün yüzüne çıkar. Bu durumda sizin metodunuzda olduğu gibi Kur'an ve sahabeye değil Kur'an ve İtret'e müracaat etmemiz gerekecektir. Ehl-i Beyt'in Kur'an'ın dengi olmamasının kesinleşmesi halinde ifade ettiğiniz gibi sahabeye müracaat ederiz. Sizler “Biz Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine inanıyoruz” diyorsunuz. Sünnet ne diyor? Hz. Resûlullah'tan aktarılan bu hadisler, sünnetinin Kitab ve Ehl-i Beyt'i olan İtret'i olduğunu söylüyor.

 

İkinci olarak eğer bu meseleleri ele almanın hiçbir yararı yoksa Vahhabi bilginlerinin Ehl-i Beyt'i inkar ederek rivayeti sürekli ‘Allah'ın Kitabı ve Sünnetim' şeklinde tekrar etmeleri ve bunca ısrarları nedendir? Doğru olan, hadisin ‘Allah'ın Kitabı ve İtret'im' şeklindeki varyantıdır desinler öyleyse. Aslında son derece iyi bilmektedirler ki hadisi Ehl-i Beytim olarak aktarırlarsa Ehl-i Beyt'e uyulması vaciptir hükmüyle karşı karşıya kalacaklar. Bilginlerinizin Sekaleyn hadisindeki Ehl-i Beyt'i devre dışı bırakmak için bunca ısrar etmeleri de göstermektedir ki bu konunun önemli ve pratik bir faydası vardır.

 

İkinci kardeşin sorularına geçelim. Ben kardeşime söz veriyorum ki hadisin senedine ilişkin yaptığımız on beş ve şu ana kadarki Ehl-i Beyt kavramına ilişkin sekiz programa ve hadisin fıkhıyla ilgili düzenleyeceğimiz programlarda bilginlerden aktaracağımız sözlere vakıf olursa, hadisin anlatmak istediği şeyin Ehl-i Beyt Okulu'nun anladığıyla aynı olduğunu görecektir. 

 

Ehl-i Sünnet'in ilmi emanet sorumluluğu konusuna gelince; Ehl-i Sünnet'in birçoğu bu bilince sahiptirler. Benim sorunum Vahhabilerle ve inkarcı bir tavır ortaya koyan İbn Teymiyye iledir. Bu rivayetlerin sahih, açık ve hasen olduğunu belirten Müslüman bilginlerin açıklamaları mevcuttur. Ancak İbn Teymiyye bu rivayetlerin uydurma olduğunu söylüyor. Benim Ehl-i Sünnet'le bir sıkıntım ve problemim yok. Eserlerimiz ve açıklamalarımı araştırabilirsiniz. Benim problemim İbn Teymiyye ve bağlılarıyla; Muhammed İbn Abdülvahhab ve çağdaş Vahhabilerledir.

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Görüşmek üzere. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh.

 

 



[1] Muhakkik Allame Abdullah İbn Muhammed el-Ğaniyman, es-Sebaikü'z-Zehebiyye bi-Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye, s. 463 Dar-ü İbnü'l-Cevzî, 1430, 1.  Basım, Suudi Arabistan.

[2] Age,  s. 464

[3] Müslim İbnü'l-Haccac el-Kuşeyri en-Nişaburi, Sahih-ü Müslim,  c. 4, s. 216,  Kitab-ü Fazaili's-Sahabe, Hz. Ali'nin Faziletleri Babı, Hadis No:2408, Tahkik Şeyh Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefi el-Eseri. 

[4] Haber veriş amaçlı, hakkında doğrudur veya yanlıştır türünden yargıda bulunabilen cümlelere ihbari cümle denir. (çev.)

[5] Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberi, Camiü'l-Beyan an Te'vili'l Ayi'l-Kur' an, c. 19, s. 101-7, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki  

[6] Age, s. 107

[7] Age, agy.

[8] Hafız İmaddüdin Ebü'l-Fida İbn Kesir ed-Dımaşkî, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Aziym,  c. 6,  s. 184, Tahkik Hikmet İbn Beşir İbn Yasin, basıma hazırlayan Sa'd İbn Fevvaz es-Sumayl, Dar-ü İbn Cevzi

[9] Allame İbn Hacer el-Askalani, Takribü't-Tehzib, s. 839

[10] Ahmed İbn Muhammed İbn Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 331, Hadis No: 3062 Tahkik,  şerh ve fihrist düzenleme Ahmed Muhammed Şakir.

[11] Age, agy.

[12] İnfirad; ravinin rivayetinde tek başına kalmasına denir. (çev.)

[13] Müsned-ü İmam Ahmed İbn Hanbel, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, c. 5, s. 181 Müessesetü'r-Risale,

[14] Age, c. 5, s. 185

[15] Age, c. 5, s. 475

[16] Doğru sözlü anlamına gelen bir tadil ifadesidir. Ancak bu tür bir ravinin hadisleri bellemesinde ve ezberlemesinde sıkıntı vardır. Eğer rivayeti tam bir şekilde ezberlediği ortaya çıkarsa hadisi alınır ve yazılır. (çev.)

[17] Bu ifade bir tadil ifadesidir. Bu özellikte bir ravinin hadisleri yazılır.( çev.)

[18] Age, c. 14, s. 363, Hadis No: 8753

[19] Age, c.13, s. 345

[20] İbn Teymiyye Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye, s. 221, Dokuzuncu Bölüm, Tahkik Muhammed Raşid Salim.

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

medyasafak.com