Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (20)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (20)
Derslerin çevirisine kaldığımız yerden devam ediyoruz...

 

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (20)

 

12/11/2010

 

- Rahman ve  olan Allah'ın adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selam Allah'ın sadık elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri hoşça vakit geçirmenizi dileriz. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. Mehdilik Meselesi Programının yeni bir bölümünde, “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun yirminci kısmında sizlerle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Programın girişinde geçen hafta sunulan bilgilerin bir özetini sunmanız mümkün mü?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Giriş bölümünde değinmek istediğim iki başat unsura işaret etmek istiyorum. Bu iki başat kaide ve kurala önceki programlarda işaret etmiştik. Ancak önemine binaen ve ele aldığımız konunun da bunlara dayanmasından ötürü bir defa daha özetle buna değinmek zorundayız.

 

Dikkat edilmesi gereken ilk asıl -ki bu asıl konumuzu teşkil eden bu ayete özgü değildir, Kur'an-ı Kerim'deki birçok ayet için de aynı durum söz konusudur- şudur; her hangi bir ayet hakkında sahih, açık ve Müslümanlar arasında ittifak edilen bir nass bulunuyorsa bizim “ayetin bağlamı şöyle diyor”, “sözcüğün kullanımına göre ayetin anlamı şöyle şekilleniyor”, “luğata göre ayetten şu anlam çıkıyor”, “örfi veya fıkhi kullanıma göre ayetin anlamı şudur” türünden açıklamalarda bulunma hakkımız yoktur. Bu tür bir tutum nass karşısında –ister bu nass sözsel olsun ister eylemsel olsun fark etmemektedir- içtihaddır.

 

Birçok ayette bu aslı uygulamak bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla/doğrularla beraber olun.” (9/et-Tevbe/119) ayetindeki sadıklar kimlerdir örneğin? Ayette geçen sadıklardan kasdın kim/kimler olduğunu açıklayan sahih, açık ve hakkında ittifak bulunan bir nass söz konusuysa veya “Bugün size dininizi ikmal ettim” (5/el-Maide/3) ya da “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre de itaat edin.” (4/en-Nisa/59) ayetlerinde geçen dinin kemali ve Ulu'l-Emrin kimliğine ilişkin Hz. Peygamber (s.a.a) açıklamalarda bulunmuşsa sağa sola kıvırmaya hakkımız bulunmamaktadır.

 

Bu kaideye ehl-i ilim dikkat etmeli ve buna uygun davranmalıdır. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için” (16/en-Nahl/44), O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. (53/en-Necm/3-4) ilahi buyruklarıyla Kur'an'ın mübeyyini olduğu ve hevasından konuşmadığı dile getirilen bir peygamberin getirmiş olduğu ilkelerin ve açıklamaların hepsi kabul edilmelidir. “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (59/el-Haşir/7)

 

Bu şartlar ışığında şu soru ortaya çıkmaktadır: Nass-ı nebevinin açıklamaları ile ayetin zahirinden, ayetin bulunduğu bağlamından, ayeti kuşatan karinelerden veya Kur'an'ın başka ayetlerinden yararlanılarak ayetten anlaşılan şeyler farklı ise hangisi öncelenir? Cevap; öncelenen Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetidir. Diğer bir ifadeyle ayetten elde ettiğimiz sonuç ile Hz. Resulullah'ın açıklamaları birbiriyle çatışmaktaysa hangisi öncelenir? Benim ayetten anladığım Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine öncelenir diyebilecek akıllı bir Müslüman olabileceğini düşünemiyorum. Hz. Resulullah (s.a.a) “Tathir ayeti şunları kapsamaktadır, şunlara özgüdür” dediğinde televizyon kanallarına çıkan, programımıza katılıp görüş ortaya koyan ya da internet sitelerinde açıklamalarda bulunan veya tuhaf görüşler ortaya koyanlar “Ayetin bağlamını nereye koyuyorsunuz? İbrahim (a.s) hakkındaki ayet hakkında ne düşünüyorsunuz” derler? Tuhaf şey doğrusu Hz. Resulullah (s.a.a.) elbisesinin ve kisasının altına bazı kimseleri alıyor ve bunlar hakkında “İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir, en yakınlarımdır” diyor, bunlar ise diyor ki bağlamı nereye koyacaksın! Albani'nin Menziletü's-Sünne adlı eserinde öncelenmesi gerekenin sünnet olduğuna ilişkin açıklamalarını okuyucular hatırlayacaklardır. İbn Teymiyye de benzer görüşler ortaya koymuştur. Ancak ne var ki bizzat kendisi bu zikrettiği kurala uygun davranmamıştır.

 

İbn Teymiyye Arşü'r-Rahman adlı eserinde şöyle der: “Kur'an'ın zahirine muhalif olmayan hatta Kur'an'ı tefsir eden sünnet: Namazın sayıları, rekat sayıları, zekatın nisabı, hacc ve umrenin sıfatı vb ancak sünnetin tefsir etmesiyle bilinebilen hükümler gibi.

 

Hırsızlığının nisabının takdirini, zina edenin recmini açıklayan sünnet gibi Kur'an'ın zahirini tefsir etmeyen veya O'nun zahirine muhalif olduğu söylenen mütevatir sünnete gelince, Hariciler hariç selefin bütünü bu sünnetle amel edilmesi gerektiği görüşündedirler. Sünnete muhalefet onların bütününün görüşü olmasa da en azından bir bölümünün görüşüdür. Şöyle ki onların ilk ferdi Hz. Peygamber'in (s.a.a) yüzüne karşı “Bu taksimat Allah-u Teala'nın rızası gözetilerek yapılan bir taksimat değildir” demiştir. Yine onlardan hikaye edildiğine göre Kur'an'ı tefsir eden ve açıklayan sünnetin konuları hariç O'na (s.a.a) uymazlar. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Kur'an'ın zahirine muhalefet ettiği yerlerde ise Hariciler ancak Kur'an'ın zahirine göre amel eder, sünnette geçen hususu ve verileri arkalarına atarlar. Bu görüşlerinden dolayı okun yaydan çıkışı gibi İslam'dan çıkmışlardır.[1]

 

Sünnet ile Kitab'ın zahiri arasında bir çatışma olmadığı açıktır. Zira sünnet Kitab'ı tefsir edicidir. Bu ifadelere göre sahih nasslar Ehl-i Beyt'in Hz. Resulullah, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e (a.s) uyarlandığını belirtiyorsa ve varsayıma göre ayetin bağlamı da nassın ifadesine aykırıysa ne yapılmalıdır? İbn Teymiyye, selef bilginlerinin sünnetle amel edilmesi gerektiğini ve Kur'an'ın zahirinden anlaşılan şeye dayanılamayacağını söylediklerini aktarmaktadır. Hariciler bu konu özelinde ayrı ve aykırı bir görüşe sahiptirler. Onlar Kur'an'dan anladıklarını fiili ve kavli sünnete öncelemişlerdir. Yani Hariciler ancak Kur'an'ı açıklayan sünnet konusunda Peygamber'in (s.a.a) sünnetine uymaktadırlar.

 

Şeyh İbn Teymiyye sağa sola sataşmakta meşhurdur. Haricilerin bu görüşte olup olmadığı bizim konumuz değildir. Varmak istediğimiz asıl nokta İbn Teymiyye'nin tesis ettiği şu ilkedir: Kur'an'ın zahirinden anlaşılan şey ile açık, sahih ve ittifak edilen sünnetin dile getirdiği şeyin birbirinden ayrı birer olgu olduğu ve bu iki olgu arasında çelişki olduğunda sünnetin takdim edileceğidir. İşte konumuz budur. Yani Kur'an'ın zahirinin ve bağlamının tathir ayetinin Peygamber'in hanımlarını kapsadığını, nassın ise tahsis ve hasrı ifade ettiğini varsayalım. Bu durumda Kur'an'ın zahiriyle amel edilmez. Ayrıca ilerde ayetler bağlamının bu görüşe delalet etmediği de ortaya konulacaktır.

 

İkinci asıl; ey azizler, ele aldığımız konu bu asla dayanmaktadır. Bizler kavramı lugat, örf, fıkıh, din ve imani kullanım bakımından incelemiyoruz. Konumuz kavramın geçtiği Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor ayetinde ne anlama geldiğidir. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a) bu kavramı belirli insanlara özgü kıldı mı kılmadı mı? Bizler nasslardan ve Müslüman bilginlerin açıklamalarından onların Ehl-i Beyt kavramını lugaten, örfen,  ıstılahen ve fıkhen bu ayette geçen ehl-i beyt kavramından ayırdıklarını dile getiriyoruz. Bizler kavramın lugat, örf,  ıstılah ve fıkıhta ehl-i beyt kavramının kişinin hanımlarını kapsamadığını söylemiyoruz. Vasile İbn Eska'dan aktarılan hadiste görüldüğü gibi sözcük bazen başka bir sahabeyi dahi kapsayabilmektedir. Ancak bizler bu ayette geçen Ehl-i Beyt kavramından lugavi, fıkhi, örfi anlamlarından birisinin mi, yoksa Hz. Resulullah'ın sadece bu ayetin misdakı olarak sınırladığı kimselerin mi murad edildiğini inceliyoruz. Okuduğumuz nasslar ayetten belirli kişilerin murad edildiğini göstermektedir.

 

- Acaba ayette geçen Ehl-i Beyt kavramı ile sözcüğün genel anlamını birbirinden ayıran Ehl-i Sünnet bilgini bulunmakta mıdır?

 

- Önceki programda Allame Albani'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde Şia'yı töhmet altında bıraktığını belirtmiştik. Dikkat, vera ve takva ehli birisinin bu tür sözleri sarfetmesi olası değildir. O şöyle demişti: Şia'nın beş kişiye özgü kılıp Peygamber'in hanımlarını kavramın dışına çıkarması heva ve hevesleri için Allah'ın Kitabı'nı tahrif etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.[2]

 

Albani, Ehl-i Beyt'ten muradın sadece beş kişi olduğu şeklindeki anlayışın Şia'nın icatlarından olduğunu, kendi görüşlerini desteklemek adına Şia'nın Kur'an'ı tahrif ettiğini söylüyor.

 

Bizler bu akşam İmam Tahavi Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eserinde açıkça ne diyor, bu konuyu inceleyeceğiz: “Ayet nazil olduğu esnada Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ayette ehl-i beyt kavramından murad edilenlerin hepsini çağırıp dışta hiçbir kimseyi bırakmadığını bildiğimizden dolayı, başka birisinin kavramın kapsamına girmesi olanaksız olmaktadır.

 

Bir kimse ‘Kitab bu ayette kast edilenlerin Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları olduğuna delalet etmektedir. Zira bu ayetten önce Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle:…, Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz…. Bu ifadelerin bütününde muhatap erkekler değil hanımlardır' derse cevabımız şöyledir: Sonuna kadar okuduğunuz bölümler Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarına yöneliktir. Bundan sonrası -yani tathir ayeti- Ehl-i Beyt'e (a.s) yöneliktir.[3]

 

Birileri İslam bilginleri sanki bağlamı hiç görmemişler gibi düşünüp algılayabilir, ancak gerçek farklıdır. Bilginler bağlamın ifade ettiği şeyin farkındadırlar. Bakınız aynı konuyla ilgili olarak el-Mutasar adlı eserin müellifi Ebü'l-Mehasin ne demektedir: “‘Namazı kılın' ilahi buyruğunda sonlanan bölüme kadar ayetlerde hitap Hz. Peygamber'in hanımlarınadır. ‘İnnema yuridullahu…' cümlesi ise Ehl-i Beyt'e onur katma ve kadr-ü kıymetlerini yükseltmek için istinaftır (yani yeni bir konunun başlangıcıdır).”[4]

 

İlerleyen programlarda Kur'an-ı Kerim'de bu tür örneklerin çok olduğunu belirten İbn Said et-Tufi'nin açıklamalarını sunacağız. Ebü'l-Mehasin'in ifadelerinden, bu evin Peygamber hanımlarının yaşadığı diğer evlerden ayrı bir özelliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.

 

Bizler önceki programlarda İlahi kelamın Peygamber hanımlarının yaşadığı diğer evleri konu edinirken “buyutikünne” ifadesini, ancak bu özel evdekileri konu edindiğinde ise ‘Ehle'l-Beyt' ifadesini kullandığını belirtmiştik. Bazıları tathir ayetindeki zamirin eril hale dönüştürülmesinin nedeni hakkında şöyle demektedirler: Zamirin dönüştürülmesi Peygamber hanımlarının kavramın dışında bırakılması amacına değil de erkeklerin kavramın kapsamına konulması içindir.

 

Bu itiraza şöyle cevap verilir: Buna göre ifade ehle'l-beyt şeklinde tekil olarak değil de ehle'l-buyut/evler halkı olarak çoğul gelmesi gerekirdi. Ayet bu varsayıma göre şu şekle dönüşürdü: İnnema yuridullahu li-yüzhibe enkumu'r-ricse ya ehle buyuti'n-nebiyy/ Ey Peygamberin evlerinin halkı! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

 

Ancak tathir ayetindeki ev sözcüğünün müfred (tekil) olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla ayet sadece bu evdeki kişilere özgüdür.

 

İmam Tahavi'nin kendisi Peygamber'in hanımları ile ilgili bu ayetin bu bölümünün beş kişiye özgü olduğunu ve Hazret'in (s.a.a) hanımlarını kapsamadığını belirtiyor: “Aktardığımız rivayetlerden birisi, bu tilavet edilen tathir ayetinden kimlerin murad edildiğini belirten Ümm-ü Seleme'nin geçtiği, fakat Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından O'nun kavramın kapsamına girmediğini ifade eden rivayettir. Bu rivayet ayette geçen Ehl-i Beyt kavramının Hz. Resulullah, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e (a.s) özgü olduğunu, bunların dışında hiçbir kimseyi kapsamadığını göstermektedir.[5]

 

Ayrıca Tahavi, Hz. Resulullah'ın Vasile'ye söylediği “Sen benim ehlimdensin” ifadesi hakkında ise şu açıklamalarda bulunmaktadır: “Vasile İbn Eska', Hz. Resulullah'a (s.a.a) Ümm-ü Seleme'den daha uzaktı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vasile'ye buyurmuş olduğu ‘Sen de benim ehlimdensin' sözü bana uymandan ve iman etmiş olmandan dolayı bana iman eden müminler kapsamıma girmiş oldun, anlamındadır. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ümm-ü Seleme'ye buyurmuş olduğu ‘Sen benim ehlimdensin' sözü de bu anlamdadır.[6]

 

Öyleyse Hz. Resulullah'ın Ümm-ü Seleme'ye yönelik olarak kullandığı “Sen benim ehlimdensin” sözü Vasile hakkında kullanılan sözle aynı anlamdandır. Yoksa onun ayet-i kerimedeki Ehl-i Beyt'in kapsamına girdiğini göstermemektedir.

 

Müellif eserin bir başka yerinde şöyle demektedir: “Aişe'den rivayet edildiğine göre Hz. Resulullah'ın (s.a.a) İfk olayından dolayı minbere çıkarak “Ey müminler topluluğu! Ehlim hakkında bana vermiş olduğu eziyetten dolayı şu adam -Abdullah İbn Übeyy- hakkında kim beni mazur görebilir!” demiştir. Hazret'in buyruğunda “Ehlim hakkında ….kim beni mazur görebilir!” geçen ehlim sözcüğü eşim anlamına gelmektedir. Bu ifadede zevce/hanım sözcüğünün ehil sözcüğüyle isimlendirilebileceğine delalet söz konusudur. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ümm-ü Seleme için kullandığı “Sen benim ehlimdensin” ifadesi de bu anlamdadır.[7]

 

Bu ifadeler Tahavi'nin Ehl-i Beyt kavramının bu beş kişiye özgü olduğunu, ancak sözcüğün kişinin hanımları için de kullanılabileceğini ve ikisinin ayrı olgular olduğunu ifade etmektedir.

 

İkinci kaynak Acuri'nin eş-Şeriat adlı eseridir:

 

“Bunlar bütün şerefleri kendilerinde toplayan dört kişidir. Ali b. Ebu Talib, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.).[8] Kur'an'da hiçbir peygamberin ehli hakkında bu ayette olduğu gibi bir ifade kullanılmış değildir. Kur'an-ı Kerim'de İmran ve Musa'nın Âl'i hakkında bu tarz bir ifade geçmemektedir.”

 

Acuri eserin bir başka yerinde şöyle demektedir:

 

“220. Bab: Peygamber'in Ehl-i Beyti Haşimoğullarının Muhabbetinin Bütün Müminlere Vacip Oluşunun Zikri Babı

 

Her mümin ve müminenin Hz. Resulullah'ın Ehl-i Beyti olan Haşimoğullarını sevmeleri vaciptir. Ali b. Ebu Talib, oğulları, zürriyeti, Fatıma, oğulları Hasan ve Hüseyin, evladı ve zürriyetleri, Cafer-i Tayyar, oğulları ve zürriyeti, Hz. Hamza, oğulları ve zürriyeti, Abbasoğulları ve zürriyeti Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyti'dir.[9]” Ancak bunlar tathir ayetinin dışındadır. Bunu belirtmek için olsa gerek Acuri, babı ‘İnnema yuridullah' olarak isimlendirmesine rağmen açıklamasında bu ayete değinmemiştir.

 

Çeşitli yönelişlere sahip olup hakikati araştıranlar benim dile getirdiğim sözlerin doğru ve açık olduğunu bileceklerdir. Hatta İbn Teymiyye'nin bağlıları da bu kitaptaki söz konusu hakikatleri bilmemektedirler.

 

- Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ataları da Ehl-i Beyt'ten midirler? Onlar Peygamber'in atalarının cehennem ehli olduğunu iddia ediyorlar.

 

- Bu ayrı bir konu. Ancak önemli olan Acuri'nin tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt ile Haşimoğullarını sevmenin ayrı olgular olduğunu dile getirmesidir.

 

Tahavi'nin Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eserde belirttiği görüşe Kadı Ebü'l-Mehasin ile Kadı el-Baci el-Maliki de katılmıştır. Bazı kardeşler bize son ikisinin de aynı görüşü paylaştığımızı nereden elde ettiğimizi, görüşün sadece Tahavi'ye ait olduğunu söylemektedirler.

 

Cevap: Kadı Ebü'l-Mehasin kitabın giriş bölümünde şöyle der: “Bizler söz esnasında Kadı el-Baci'nin itirazlarına, eklemelerine ve bir bölümünün cevaplarına işaret ettik.[10]” Yani eğer Kadı el-Baci bu görüşte olmamış olsaydı kuşkusuz bunu dile getirirdi. O'nun bu konu hakkında itiraz türünden bir görüşü olsaydı dile getirirdi.

 

Bu görüşü ve ihtisası dile getirenlerden birisi de el-Erbain min Menakıbı Ümmehati'l-Müminin adlı eserin müellifi Ebu Mansur Abdurrahman İbn Asakir'dir (h.620).

 

Ancak ilk önce İbn Asakir'in tercüme-i halini sunmak istiyoruz.

 

Zehebi Siyer-ü Alami'n-Nübela adlı eserinde şöyle der: “Şeyh İmam, âlim, öncü, müftü, Şafii şeyhi Fahrüddin Ebu Mansur Abdurrahman ed-Dımeşki eş-Şafii… Fahrüddin'in vechinin güzelliğinden ve letafetinden dolayı insan kendisine bakmaktan usanmazdı. Sürekli zikr halindeydi.[11]

 

Bu büyük âlim ayrıca Tarih-ü Dımeşk'in sahibi İbn Asakir'in kardeşinin oğludur.[12] Yazar genel anlamıyla ehl-i beyt ile ayette söz konusu edilen Ehl-i Beyt'in birbirinden ayrı kavramlar olduğuna işaret ederek şöyle der: “‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' Ümm-ü Seleme'den rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Bu ayet evimde nazil oldu. Ben ‘Ey Allah'ın Resulü, ben ev halkından (Ehl-i Beyt) mıyım?' diye sordum. Hz. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: Sen hayır üzeresin. Sen peygamberin eşlerindensin. Ümmü Seleme der ki: Ehl-i Beyt Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyn'dir. Bu hadis sahihtir. Rivayet Ümm-ü Seleme zikr edilmeksizin başka bir kanaldan da rivayet edilmiştir.

 

Bu hadisi Peygamber'in sahabesi, O'ndan çokça rivayette bulunan Ebu Said Sa'd b. Malik Sinan el-Hudri rivayet etmiştir.

 

Ümm-ü Seleme'nin ‘Ehl-i Beyt' sözü o esnada bu halette evde bulunan kimselere işaret etmektedir. Yoksa Hz. Resulullah'ın âli, onların tümü ehl-i beyt kapsamındadır. Ancak ayet zikredilen kişiler hakkında özel olarak nazil olmuştur.[13]

 

Yani muhabbet noktasında bunların bütününü sevmek gerekmektedir. Ancak bu ayetten kimlerin kast edildiği apayrı bir konudur. Bundan dolayıdır ki yazar ayetin zikri geçen kişiler hakkında özel olarak indiğini belirtmektedir. Bazen şöyle denilmektedir: Bu bir problemdir. Sizler sahabenin açıklamalarını ve adaletini kabul etmediğiniz halde nasıl oluyor da sahabenin rivayetleriyle istidlal ediyorsunuz.

 

Cevap: Bu hakikat bizim kanallarımızdan da sabittir. Bizim sizin rivayetlerinizden istidlal etmemiz sizi ilzam etmek amacına mebnidir. Ayrıca bizler açık, sahih ve ittifak edilen rivayetlerin “Ümmetim dalalette birleşmez” türünden olduğunu defalarca tekrarladık. Bu anlam bizim büyük âlimlerimizin açıklamalarında da geçmektedir.

 

Şeyh Cevahiri en-Necefi, Cevahirü'l-Kelam adlı eserinde şöyle der: “Bir kişi ehl-i beytime vasiyetimdir diyerek vasiyette bulunsa, bu sözcük babaları, çocukları, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedeleri, ne kadar aşağı inerse insin tüm evladı kapsar. Hatta sözcüğün zahiri amcalar ve amca çocuklarının da… vasiyetin kapsamına girdiğini göstermektedir… Her halükarda vasiyetin kimleri kapsadığına dair vasiyette bulunan kişinin yaşadığı beldenin örfüne müracaat edilir. Eğer örfi anlam olumsuzlanırsa bütün yakın akrabalar sözcüğün kapsamına girer… Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beytine gelince ise onlar rivayetle belirlendiklerinden dolayı bundan (örf ve luğatın belirlediği anlamdan) daha hususidir.[14]

 

Öyleyse niçin bizim sözlerimizle istidlalde bulunuyorsunuz diyerek sağa sola kıvırtmaya gerek yoktur. Bizim sahabenin açıklamalarından ve sözlerinizden delillendirmede bulunmamız onların sözlerinin hepsinin sahih olduğunu kabul ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Kimse bize sahabenin bütün sözlerinizi kabul etmeniz gerekir türünde bir söz söyleyemez.

 

Bakınız İbn Said et-Tufi Şerh-ü Muhtasari'r-Ravda adlı eserinde ne diyor: “Eğer bize, sizler -yani Şiiler- sahabenin rivayetini kabul etmediğiniz halde neden Ehl-i Beyt'in tahsisi konusunda onların sözlerini kabul ediyorsunuz denilirse cevaben deriz ki: Bizim sahabe kanalından bunu sunmamızın nedeni, sizin rivayetlerini gözardı etmeye güç yetiremeyeceğiniz kişilerin rivayetiyle sizi ilzam etmektir. Yoksa onların rivayetlerine dayandığımızdan dolayı değil. Bizler sadece Ehl-i Beyt kanalından ve rivayeti kabul edilen kimselerden bu konuda gelen mütevatir rivayetlere dayandık. Ancak size karşı bunlarla istidlal etseydik bizim delilimizi kabul etmezdiniz. Size karşı sizin delil olarak kabul ettiğiniz şeylerle istidlalde bulunduk. Bu delillendirmeyi bizim kabul ettiğimiz hakikatleri destekleyici bir unsur haline getirdik, yoksa bağımsız olarak kaynak gösterilecek şeyler kategorisine koymadık.[15]

 

Tufi Sünnilere diyor ki: “Siz Ehl-i Sünnet sahabenin hepsinin adaletine inanmaktasınız. Bizler ise tathir ayetinin hakikatini Ehl-i Beyt'ten aldık. Yani istidlal etmemizin nedeni hem icmanın gerçekleşmiş olması hem de sizi ilzam etmektir.”

 

Öyleyse azizler, bizler, Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Beyt Medreselerine bağlı bilginlerin tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının Hz. Resulullah, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasaneyn'e özgü olduğu ve bunlar dışında başka hiçbir kimseyi kapsamadığı konusunda genel olarak ittifak ettikleri gerçeğine ulaştık. Ulema, kavramın ayetteki kullanımını lugavi, örfi ya da fıkhi kullanımlarından ayırmıştır. Zira bu tür kullanımlar ayetteki kullanımdan daha geneldir.

 

- Ayetin bu beş kişiye özgü olduğunu belirten başka bilginler bulunmakta mıdır?

 

- Bu mesele bu programda üzerinde duracağımız noktalardandır. Allame Albani'nin “Şia heva ve hevesine uyup Kur'an'ı tahrif ederek kavramı bunlara özgü kılmıştır” sözlerinin aksini yansıtan bir grup bilginin açıklamalarını ve Şia'nın bu anlayışta yalnız olmadığını arz ettik. Yani Albani'nin bilgilerini tashih ettik. O, berzah aleminde bu sözlerinin hesabını verecektir. Bizler onun başka konularda dakik incelemeler gerçekleştirdiğini, ancak Ehl-i Beyt meselesine geldiğinde böyle bir özen göstermediğini, Şia'yı itham ettiğini görmekteyiz. Elbette onun bu sözleri yazılmaktadır ve kıyamet gününde veya berzah aleminde kendisinden sorulacaktır. Albani'nin ifadeleri gerçekten yaralayıcıdır. Acuri, İbn Asakir, Tahavi vb diğer bazı bilginler ayetteki Ehl-i Beyt kavramı ile diğer kullanımlarını birbirinden ayırt etmişlerdir.

 

Ben tahkik erbabından ve ilim ehlinden İbn Said et-Tufi'nin Şerh-u Muhtasari'r-Ravda adlı eserini incelemelerini istirham ediyorum.

 

İlk önce bu şahsın tercüme-i halini sunmak istiyorum. Esere mukaddime yazan Abdulal el-Atve, yazar İbn Said et-Tufi'nin biyografisi hakkında bazı güzel bilgiler verir. Abdulal Atve, Selefi-Vahhabi görüşe sahiptir ve İbn Teymiyye'nin bağlılarındandır. Ayrıca İmam Muhammed ibn Suud Üniversitesi'nde akademisyendir. Bakınız Abdulal el-Atve, yazar İbn Said et-Tufi hakkında neler diyor: “Tufi, Hanbeli mezhebine bağlı bir fıkıhçıdır. Bütün eserlerini İmam Ahmed b. Hanbel'in mezhebine göre telif etmiştir. Merdavi, Hanbeli mezhebinde re'y ve içtihad sahibi kimseler bölümünde onu mezhebin önde gelen fıkıh bilginlerinden sayar.[16]

 

Önsözün ilerleyen bölümlerinde ise şöyle der: “Son olarak Necmeddün et-Tufi hakkında iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. İbn Receb el-Hanbeli onu Şiilikle itham etmiştir. Bu ithamı, Kahire Üniversitesi tarafından imtiyaz derecesi alan çağdaş araştırmacılardan birisi tarafından hazırlanan ilmi bir çalışma bertaraf etmiştir. İster bu itham doğru olsun ister olmasın Tufi'nin Şerh-u Muhtasari'r-Ravda adlı eseri bütünüyle Hanbeli Mezhebine göre telif edilmiştir. Eserde Şiilikten bir nebze dahi olsun iz bulunmamaktadır.[17]

 

Bazıları yarın ellerinde bu kitapla televizyon kanallarına çıkıp şöyle diyebilirler: “Seyyid Kemal el-Haydari insanları aldatmaktadır. Bir Şii kitabını eline almakta ve eserin Ehl-i Sünnet kitaplarından olduğunu söylemektedir. Sen, Tusi'nin Hanbeli imamlarından olduğunu söylüyorsun, halbuki İbn Receb onu Şiilikle itham ediyor!” Bu ifadeler ışığında şu anlaşılmaktadır ki kendisinden aktarımda bulunacağımız eser -müellifi ister Şii olsun ister olmasın- Hanbeli mezhebine göre telif edilen bir kitaptır, onda Şiiliğin hiçbir etkisi söz konusu değildir. Eser, Ehl-i Sünnet'in dayanaklarına göre telif edilmiştir. Hanbelilerin Ehl-i Sünnet'in en katıları olduğunuysa bilmektesiniz.

 

- Sunucu: İran'dan İmad hatta, buyrun.

 

- Selamun Aleyküm. Bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Hz. Resulullah (s.a.a) dört kişiyi kisanın altına alarak kendilerine işaret etmiş ve kavramı bunlara özgü kılmışsa, o esnada orada bulunup da örtünün altına alınmayanlar kavramın kapsamına girmiyor demektir. Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'inin hepsini o esnada veya başka zaman dilimlerinde haber vermeye gücü yetiyordu, isteseydi bunu yapardı. (başkası olsaydı onları da belirtirdi)

 

- Açıklamalarınızı destekleyen bir hususu belirteyim. Hz. Resulullah'ın bu davranışı sadece tek bir defa değil, farklı zamanlarda birkaç kez gerçekleşmiştir. Hanımları veya hanımlarından biri kavramın kapsamına girseydi en az birkez olsun gider kapılarının önünde durur ve ‘İnnema yuridullahu…' ayetini tilavet ederdi. Ya da hanımlarını başka bir yerde toplayıp, bunlar benim Ehl-i Beytimdir deme olanağı vardı. Ya da Ümm-ü Seleme'nin ısrarını geri çevirmezdi.

 

- Suudi Arabistan'dan Ammar hatta, buyrun.

 

- Selamun Aleyküm. Kimileri “Şeyh Haydari cevap vermekten kaçınıyor, biz geçen hafta Ehl-i Beyt'in kisanın altında bulunanlar olduğunu kabul ettik, sizler İmam Hüseyin'in Acem eşinden dünyaya gelen diğer dokuz İmamın Ehl-i Beyt'ten olduğunu nereden çıkardınız, diye soru sorduk, sorumuzu direkt olarak cevaplandırmadı” diyorlar.

 

- Bizler programımızı ilmi ölçüler içinde işliyoruz. Şu anki konumuz hangisi? Dokuz İmamın Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girip girmediği mi, yoksa Peygamber'in hanımlarının kavramın kapsamına girip girmediği mi? Bizler İmam Seccad, Sadık, Bakır, Rıza, Askeri, Cevad, Taki (a.s.) hakkında konuşmuyoruz. Azizler, konumuz tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının Peygamber hanımlarını kapsayıp kapsamadığıdır. Sizler de bu bölümü kabul ettiğinizi belirttiniz. Bu ilk adımdır.

 

İlk adımı kabul edin, gelin ikinci adıma geçelim. Bu beş kişi kendilerinden sonraki İmamları açıklamışlar mı, açıklamamışlar mı? Hz. Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt'i, onların niteliklerini açıklamış mı açıklamamış mı? Öncelikle Hz. Resulullah (s.a.a) bu kişiler Kur'an'dan hiçbir şekilde ayrılmayan Kur'an'ın kendilerinden ayrılmadığı, Kur'an'ın eş değeri olan Ehl-i Beytim'dir demiş. İşte mütevatir Sekaleyn hadisi:“Size benden sonra sımsıkı tutundukça asla sapıtmayacağınız iki emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve İtretim olan Ehl-i Beyt'im.” Ehl-i Beyt kimlerdir? Beşi açığa çıktı ve anlaşıldı. Geride kimler kaldı?

 

Cevap: Hem bizim hem de Müslüman bilginlerin kabul ettiği sahih rivayetlerde şöyle denilmektedir: “Benden sonraki halifeler 12 tanedir.” Kur'an-ı Kerim “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır” (49/el-Hucurat/13) buyurmuyor mu? Mantığınız bu mu? Şu Fars diğeri Arap? Varsayalım ki onların hepsi Fars olsun, ee sonra? Sen Araplığı ölçüt olarak mı kabul ediyorsun? Kavmim ölçüttür sözüyle belki de dinden çıkmaktasın! Sizleri İslami ve Kur'an'i bir mantığa dönmeye davet ediyorum. ‘Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır', Arap olsun olmasın üstün olan en çok Allah'tan sakınandır.

 

Bizler Ehl-i Beytin 12 kişi olduğunu, Kur'an'dan ayrılmadıklarını ve Kur'an'ın da kendilerinden ayrılmadığını, hem doğruya iletilen hem de doğruya ileten kimseler olduğunu söylüyoruz. Sizler ise bunları Ebubekir, Ömer, Muaviye, Abdülmelik b. Mervan ve evladı vs. diye tefsir ediyorsunuz. Bu konuda sizlerle anlaşamıyoruz.

 

Öyleyse azizler bu soruya niçin cevap vermiyorsun sözü benim konu dışına çıkmamı gerektirmektedir. Ben soruna cevap verdim. Ancak konunun dışına çıkmama gibi bir prensibim var. Konumuz bu beş kişiden sonraki dokuz İmamla alakalı değildir. Konumuz bunların Allah tarafından mutahhar kılınmasıdır. Sen bunları kabul ettiğine göre tathir ayetinin içeriğince onların masum oluşlarını da kabul etmen gerekmektedir. Onların masumiyetlerini kabul edince de onlara tabi olman gerekmektedir. Masum zatın bulunduğu ortamda masum olmayan başka bir kişiye tutunman caiz değildir.

 

- Kuveyt'ten Ebu Hüseyn hatta

 

- Selamun Aleyküm, Konuyla bağlantılı olmayan bazı sorularım var. Kur'an'dan ve hadisten Hz. Ali'nin (a.s) vilayetine ilişkin delil istiyorum. Diğer sorum da Kisa hadisinin olduğu ortamda Hz. Zeyneb (a.s.) de mevcuttu. O da bu beş kişiyle birlikte mi değil mi? Üçüncü sorum; 12 imama vahiy nazil oluyor mu olmuyor mu?

 

- İnşallah ilk fırsatta İmam Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s.) Allah Resulünün halifesi oluşunu açıklayan Kur'an'dan ve muteber, makbul, sahih ve sarih nasslardan bahsedeceğim. Bizim ihtiyaç duyduğumuz şey Hz. Resulullah için geçerli olan bütün şeylerin Hz. Emirü'l-Müminin için de geçerli oluşudur. Hz. Resulullah (s.a.a) bütün müminlere kendi canlarından daha evla ise Hz. Ali (a.s) de müminlere kendi nefislerinden daha evladır. Bu nokta kesinleşince kimsenin Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonraki hilafet ve imamet meselesinde İmam Ali'nin önüne geçirileceğini tasavvur edemiyorum. Hz. Resulullah (s.a.a) hayattayken kimse imamet ve hilafet için O'nun önüne geçebilir miydi? Resulullah (s.a.a) için söz konusu olan şeyler O'nun nefsi mesabesinde olan kimse için de geçerlidir. Tabii ki nübüvvet bundan istisnadır. Bu sabit akli karinelerin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

 

Hz. Zeyneb'in o esnada orada bulunup bulunmadığı sorusuna gelince, evet oradaydı. Ancak O -o esnada orada bulunsun veya bulunmasın- bu anlamdaki Ehl-i Beyt'in kapsamına girmemektedir. Bu beş kişinin ve geriye kalan dokuz Ehl-i Beyt İmamının dışındakilerin durumunu ilerde ele alacağız.

 

İmamların vahiy alıp almadığıyla ilgili soruya gelince ise cevabı şudur: Eğer peygamberlere özgü olan teşriî vahiy kast ediliyorsa kesinlikle onlar bu anlamda bir vahiy almamaktadırlar. Teşriî ve nübüvvet ile ilgili vahiy sonlanmıştır. İmam Emirü'l-Müminin Ali (a.s) Nehcü'l-Belağa'da bunu açıkça dile getirmektedir. Eğer kasıt ilham almaları ve özel kanallarla Allah-u Teala ile bağı ifade eden vahiy ise biz bunu İlmü'l-İmam ve'r-Rasihune fi'l-İlm adlı eserimizde detaylı bir şekilde açıkladık. O eserde açıklandığı gibi böyle bir vahiy alış imamlar için kesindir. Hatta İmamlar dışındaki diğer insanlar için de söz konusudur.

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Görüşmek üzere. Es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu...     

  

 



[1] Şeyhülislam İbn Teymiyye, Arşü'r-Rahman ve ma Verede fihi mine'l-Ayati ve'l-Ehadis, c.2, s.31, Suudi Arabistan,1419.

[2] Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c.4, s.354

[3] Ebu Cafer Ahmed ibn Muhammed ibn Selame et-Tahavi, Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c.2, s.247, tahkik, tahriç ve talik Allame Şuayb el-Arnavut.  

[4] Ebü'l-Mehasin Yusuf ibn Musa el-Hanefi, el-Mutasar mine'l-Muhtasar min Müşkili'l-Asar, c.2, s.267, Dar-ü Alemi'l-Kütüb, Beyrut

[5] Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c.2, s.245

[6] Age, agy.

[7] Age, s.238

[8] Muhammed ibn Hüseyin el-Acuri, Kitabu'ş-Şeriat, c.5, s.2205, ikinci basım

[9] Age, 220.bab, s.2276

[10] El-Mutasar mine'l-Muhtasar, c.1, s.4

[11] İmam Şemsüddin Muhammed ibn Ahmed ibn Osman ez-Zehebi, Siyer-ü Alami'n-Nübela, c.22, s.187, 127 nolu tercüme-i hal. Müessesetü'r-Risale

[12] Ebu'l-Abbas Şemsüddin Ahmed ibn Muhammed ibn Ebi Bekr ibn Hallikan Vefeyatü'l-A'yan ve Enbaü Ebnai'z-Zeman, c.3, s.135, Tahkik Doktor İhsan Abbas, Dar-ü Sadır, Beyrut,  

[13] Ebu Mansur Abdurrahman ibn Asakir, Kitabü'l-Erbain min Menakıbı Ümmehati'l-Müminin, s.101-2 Tahkik Sa'd Abdülğaffar Ali, Dar-ü Advai's-Selef, 1. Basım, 1429, Mısır.

[14] Şeyh Muhammed Hasan en-Necefi, Cevahirü'l-Kelam, c.28, s.386-7

[15] Necmüddin Ebu'r-Rebi ibn Said et-Tufi el-Hanbeli Şerh-ü Muhtasari'r-Ravda, c.3, s.113, Tahkik Doktor Abdullah ibn Abdülmuhsin et-Türki, Müessesetü'r-Risale, 4. Basım, 1424

[16] Age, c.1, s.10

[17] Age, s.16

 

Çev: Cevher Caduk

 

medyasafak.com