Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (19)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (19)
Derslerin çevirisine devam ediyoruz...

05/11/2010

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın sadık elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin değerli sahabelerine olsun.

Değerli Kevser TV izleyenleri, güzel vakit geçirmenizi dilerim. Allah-u Teala sizleri mesud eylesin. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. “Mehdilik Meselesi” programının yeni bir bölümünde “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun on dokuzuncu kısmında sizlerle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

- Hoş bulduk.

- Efendim, geçen programda ‘Ehl-i Beyt' kavramının çeşitli kullanımlarını zikrettiniz. Acaba kavramın işaret edeceğiniz başka kullanımları var mıdır? Programın giriş bölümünde geçen haftaki programla bu haftaki program arasında bağ kurulabilmesi için sunulan bilgilerin bir özetini sunmanız mümkün mü?

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman ve Rahim Olanın adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âli'ne olsun.

Biz önceki programda bu Kur'ani kavramın kullanımlarını araştırdığımızda karşımıza şöyle bir manzara çıkmıştı: Lugat, örf ve fıkıh kavrama farklı yönlerden bakmakta ve değişik anlamlar yüklemektedir.

Bizler ise kavramı bu yönlerden incelemediğimizi, hanımların bu yönlerden kavramın kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığını belirtmiştik. Hanım, eş olduğu müddetçe ehl-i beyttendir. Hanım, eşlik durumunun sona ermesi halinde ehl-i beytin kapsamına girmez. Bizler programımızda kavramı lugavi, örfi ve fıkhi yönlerden ele almadığımızı belirtmiştik. Ancak ne var ki bazı internet sitelerinde ve televizyon kanallarında lugavi, örfi ve fıkhi kullanımlardan istifade edilerek tathir ayetindeki Ehl-i Beyt kavramının kapsamına hanımların girdiğini söyleyen bir kısım makale ve açıklamalar görüyoruz. Bu tür bir yaklaşım yanlış olduğu gibi konuları da birbirine karıştırmanın sonucudur.

Ehl-i Beyt sözcüğünün garipler için kullanıldığına dair elimde bir kanıtım var. Bir veya iki saatliğine bir eve giren kimse hakkında dahi bu sözcük kullanılabilmektedir. Bu delil Sahihü'l-Buhari'de geçmektedir.

Rivayet İbn Abbas'tandır. O şöyle diyor: “Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) vefat vakti gelip çatınca, birkaç kişi hazretin evinde olduğu bir sırada, ‘Gelin benden sonra asla sapmamanız için size bir şey yazayım' buyurdu. Birisi –yani Ömer- ‘Resulullah'ı ağrı kuşatmış; sizin elinizde Allah'ın Kitabı var; Allah'ın Kitabı bize yeter' dedi.

Ömer'in bu sözü üzerine Hz. Resulullah'ın (s.a.a) emrini yerine getirme konusunda orada bulunanlar (fehtelefu ehle'l-beyti vehtesamu) arasında ihtilaf yaşandı. Bir bölümü ona kağıt getirin de kendisinden sonra sizler için sapmayacağınız bazı şeyler yazsın dediler. Kimileri de bundan farklı sözler söyleyerek Ömer'in sözünü desteklediler. Sesler yükseldi ve kimin ne dediğinin anlaşılmadığı bir ortam oluştu. Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a), ‘Dışarı çıkın! Benim yanımda birbirinize bağırmanız yakışmaz' buyurdu.[1]

Hadisin orijinalinde “baduhum/birisi” tabiri geçmektedir. Bu ifadeden kasıt Buhari şarihlerinin de dediği gibi Ömer b. Hattab'tır. Ayrıca başka kaynaklarda veya eski metinlerde geçtiği üzere bunun acı mı yoksa başka bir şey mi olduğu ayrı bir konudur. İnşallah söz konusu metinlere bakma imkanını sunabilirsek, Buhari'nin esas nüshasındaki ifadenin “Resulullah'ı (s.a.a) ağrı kuşatmış” şeklinde mi geçtiğini, yoksa metinde bir oynama mı yapıldığını ilerde göreceğiz.

Soru; “Hadiste geçen ehl-i beytten kasıt kimdir?” Acaba bu hadiste geçen ehl-i beytten kastın eşler olduğunu kimse iddia edebilir mi? Örneğin bu sözcüklerdeki maksadın, Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s) olduğunu kim dile getirebilir? Asla. Ali (a.s) o ortamda bulunmuş olsa dahi kasdedilen O değildir. Zira O (a.s), söz konusu mecliste bir kelime dahi konuşmamıştı. Kimileri Ali (a.s) niçin itiraz etmedi, şeklinde bir soru sorabilir. Cevabı basit, Ali'nin iradesi, Hz. Resulullah'a (s.a.a.) bağlıdır. Peygamber (s.a.a), itiraz ettiğinde O (a.s.) itiraz ediyor, sustuğunda da O susuyor demektir. Hudeybiye meselesi gibi nadir olan bazı durumlar hariç Hz. Ali'nin (a.s) cevap verdiği görülmemiştir.

Peygamber'in (s.a.a) huzurunda bunca gürültüyü çıkaranlar ileri gelen sahabilerdi. Evet bunlar bütününün adil ve cennet ehli kabul edildiği sahabe tabakasında yer almaktalar. Bu şahıslar, Hz. Resulullah'a (s.a.a) ne kadar saygı gösteriyor, sözüne ne kadar değer veriyorlar, görebiliyor musunuz? Bizler ancak Ehl-i Sünnet'in en sahih olduğuna kanaat getirdiği eserde geçen nassları beyan edip delilimizi sunmak istiyoruz. Görüldüğü gibi hadisteki “ehl-i beyt” ifadesi yabancı kimseler için kullanılmaktadır.

Bakınız Buhari'nin şarihlerinden Askalani ne diyor: “Orada bulunanlar arasında ihtilaf yaşandı. “Fehtelefe ehlü'l-beyti”, yani orada bulunan sahabiler arasında ihtilaf yaşandı. Buhari bu sözlerle Peygamber'in (s.a.a) ehl-i beytini murad etmedi.[2]” Öyleyse ehl-i beyt ifadesi belirli bir mekanda bir vakit kalan bir grup sahabi hakkında dahi kullanılabilmektedır. Kimse bu kullanımın mecazi olduğunu söyleyemez. Zira ifade hakikidir. Öyleyse kavramın önceden de belirttiğimiz gibi lugavi, örfi ve fıkhi kullanımları vardır.

Kastallani'nin İrşadü's-Sari adlı eserinde ise şu ifadeler geçmektedir. “Birisi “Resulullah'ı ağrı kuşatmış; sizin elinizde Allah'ın Kitabı var…” dedi.

“Hadiste geçen birisinden kasıt Ömer İbn Hattab'dır...”

“Fehtelefe Ehlü'l-Beyt/Ehl-i Beyt ihtilaf etti. Yani orada bulunan sahabiler ihtilafa düştüler. Kasıt Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i değildir.[3]

Öyleyse tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramından neyin murad edildiğini anlamak istiyorsak örfe ya da fıkha veya sözlüğe başvurmamıza gerek bulunmamaktadır. Atılacak ilk adım Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kavramı kime uyarladığını görebilmek için O'nun (s.a.a) fiili ve kavli sünnetine başvurmaktır. Önceki programda kavramın Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den (a.s) oluşan beş kişilik topluluk hakkında kullanıldığını, hanımları hakkında kullanılmasına O'nun izin vermediğini görmüştük. Ayetin Ümm-ü Seleme'nin evinde indiği halde O'nun kavramın kapsamına girmesi gerekirken “Sen hayır üzeresin” buyruğuyla taltif edilmesine rağmen kavramın dışında tutulduğunu da belirtmiştik. Bugün Ümm-ü Seleme'nin “Bana evet demiş olsaydı…” şeklindeki ifadelerini de okuyacağız. Peygamber hanımlarından hiç birisinin kendilerinin kavramın kapsamına girdiğini iddia etmediğini de belirtmiştik. Aişe, kavramın kapsamına girmiş olsaydı doğal olarak bunu çeşitli yerlerde dile getirerek kanıtlandırmada bulunurdu. Aksine Peygamber hanımlarından kavramın bu beş kişiye özgü olduğuna dair rivayetler nakledilmiştir. Dolayısıyla kavram sadece bu beş kişiye özgüdür.

- Sunucu:Tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının bu beş kişiye özgü olduğunu Ehl-i Sünnet bilginlerinden tasrih eden kimse var mıdır?

- Değerli izleyiciler bizler konuyu rivayet yönünden inceleyerek işi şu noktaya getirmiştik. Hakkında ittifak bulunan sahih rivayetler bağlamında kavramın kapsamına beş kişinin girdiğini belirtmiştik. Kavramın bunlardan başkasını kapsadığını iddia eden kimse delil ortaya koymalıdır. Gerçi bağlam delilini ilerde ele alıp inceleyeceğiz. Bizler konu hakkında sahih ve sarih rivayetlerin yaygın olduğunu, hatta kimilerinin rivayetlerin mütevatir olduğunu iddia ettiğini belirtmiştik. Alusi, Ruhu'l-Meani adlı eserinde ayetin tefsiri hakkında şöyle der: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in örtü altına alınmasını, Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir sözünü, Ümm-ü Seleme'nin örtü altına alınmayıp kendisine hayır duasında bulunulmasını içeren Hz. Peygamberin (s.a.a) buyrukları sayılamayacak kadar çoktur.[4]” Bu sözler karşısında rivayet zayıf bir isnada sahiptir türünde açıklamalar yapanlara şaşırıyorum. Ezcümle rivayet kaynaklı nasslar Hz. Peygamber'in (s.a.a) kisas veya abasını bu beş kişiye örttüğü hususunda ittifak etmektedir. Azizan! Kavramın Peygamber'in (s.a.a) hanımlarını kapsadığını iddia eden kimse delil getirmekle yükümlüdür, nerede delil? Ayetlerin bağlamının neyi ifade ettiği konusunu ise ilerde ele alacağız. Ayetlerin bağlamında mevcut olarak karinelerin kavramın hanımları kapsamadığına delalet ettiğini belirtmiştik. Ayetler Peygamber hanımlarının yaşadığı evleri “Buyutehünne/onların evleri” olarak ifade ederken bu evi ise “ehle'l-beyt” (bir ev) olarak ifade etmektedir.

Sorunuza gelelim. Müslüman bilginler niçin bu özgülüğü/hasrı anlamamış, diye sorulabilir. Ayetin hasr ifade ettiğini sadece siz Şiiler iddia etmektesiniz diyebilir bazıları. Kimileri ayetin beş kişiye özgü olduğu iddiasının Şii kaynaklı bir iddia olduğunu ve Müslüman bilginlerin bu hasrı akabul etmedikleri anlayışını oluşturmaya çalışmaktadır. Öyleyse konu şöyle şekillenmektedir: Böylesi bir iddia ve ayeti bu anlamda okuyuş Şii orijinli bir anlayıştır.

Şu görüşü bastıra bastıra tekrar tekrar dile getireyim. Ehl-i Sünnet ekolünün ortaya koyduğu metot ile İbn Teymiyye ve Vahhabiliğin ortaya koyduğu metot birbirinden farklıdır. Ayetten her iki metotun neyi anladığı ilerde bütün çıplaklığıyla ortaya konulacaktır. Albani ve benzeri Selefi-Vahhabiler ayetten ve konuyla ilgili rivayetlerden ne anlamışlar, bu mevzuyu ilerde ortaya koyacağız.

Bakınız Albani ne diyor: “Ey okuyucu bu hadis Şia'nın kanıt olarak kullandığı rivayetlerdendir. Onlar bu hadisi çokça dillerine dolarlar. Nihayet Ehl-i Sünnet'ten kimileri de onların bu konuda doğruya ulaştığını sanırlar. Onların hepsi bu konuda yanılmaktadır. İki yönden yanıldıkları ortadadır: İlki; Hz. Peygamber'in buyruğunda -yani, Sekaleyn hadisinde- geçen “İtret'im” sözcüğünden murad Şia'nın kastettiği anlamdan daha kapsamlıdır. Ehl-i Sünnet, Şia'nın verdiği anlamı reddetmemekte, hatta onlar da bu anlamı kabul edip İtret'e sımsıkı sarılmaktadırlar. Ancak hadiste geçen İtret, Peygamber'in Ehl-i Beyt'idir. Bu anlam hadisin bazı kanallarında açıklanmıştır. Şu an ele aldığımız ‘ve İtret'im olan Ehl-i Beyt'im' hadisinde de aynı anlam söz konusudur. Peygamber'in Ehl-i Beyt'i aslında hanımlarıdır. ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden…' buyruğunun açık ifadesinin gösterdiği gibi Aişe-i Sıddıka da Ehl-i Beyt'in kapsamında yer almaktadır. Tathir ayetinin öncesi ve sonrası da buna delildir… Şia'nın ayeti beş kişiye özgü kılıp Peygamber'in hanımlarını kavramın dışına çıkarması heva ve hevesleri için Allah'ın Kitab'ını tahrif etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Kişinin itreti, ehl-i beytidir ve en yakın topluluğudur.[5]

Albani'nin ifadesinde geçen “Onların hepsi yanılmaktadır” ifadesinden kasıt hem Şiilerdir, hem de şiadan etkilenen Ehl-i Sünnet'tir. Diğer dikkat çeken noktaysa, onun ifadelerinden hadisi anlama noktasında Ehl-i Sünnet ile Şia'nın birleştikleri sonucu çıkmaktadır.

Soru: Ey Albani! Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i kimlerdir? Değerli izleyiciler bana müsaade ederlerse Albani'nin açıklamalarını inceleyerek onun hangi metoda tabi olduğunu anlayacağız. Albani'nin açıklamalarında geçen asıl sözcüğünden hangi asıl kastedilmektedir? Bu asıl dini, fıkhi, örfi ve lugavi asıllardan hangisi veya hangileridir? Eğer lugat diyorsa lugat, kavramın insan dışındaki varlıkları da içine alacak çok geniş bir anlam düzlemine sahip olduğunu bildirmektedir. Ey Albani, Ehl-i Beyt kavramını Peygamber'in (s.a.a) hanımlarına niçin özgü kılıyorsun? Kavrama böyle bir anlam yükleme mümkün gözükmemektedir. Ayrıca Peygamber'in bir tek hanımı Aişe mi!? Ayet Ümm-ü Seleme'nin evinde nazil olduğu halde niçin ondan hiç söz edilmez Aişe'ye gösterdiğiniz saygının onda birini neden Ümm-ü Seleme'ye göstermiyorsunuz? Albani ayetteki sarihliği Arap dilinin hangi özelliğinden elde etti, bilemiyorum. Allame Albani gibi birisi nasıl böyle bir açıklamada bulunur? Bu tür açıklamalar insan aklının kabul edemeyeceği tuhaf yorumlardır. Eğer o, bağlamdan yola çıkarak bir sarihlikten söz ediyorsa herkes diyor ki bağlamın bu noktada bir açıklık ifade ettiğini dile getirmek olası değildir. Bağlamın açık olduğunu kabul etsek dahi ayette hanımların kavramın kapsamına girdiğine dair bir açıklık söz konusu değildir. Kendi kendisiyle çelişmektedir. Evet, kendi kendisiyle çelişmektedir. Ey Albani sen kendin Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam adlı eserinde şöyle demektesin: “Bir kişi Arap dilini ne kadar iyi bilirse bilsin Kur'an-ı Kerim'i anlamak için Peygamber'in (s.a.a) fiili ve kavli sünnetinden yardım almaksızın dile ve dil kurallarına dayanmasının geçerli bir davranış olmadığı yukarıdaki açıklamalarla anlaşılmıştır.[6]” Elinde bağlamla ilgili ne kadar bilgi bulunursa bulunsun, bağlamdan önce Hz. Resulullah'ın (s.a.a) fiili ve kavli sünnetine müracaat etmelisin. Sünnet de kavramın beş kişiye özgü olduğunu, Peygamber (s.a.a) hanımlarını kapsamadığını dile getirmektedir.

Eserin bir başka yerinde ise şöyle diyor Albani: “Hadis bulunuyorsa düşünceye başvurmak batıldır. Zira Sünnet'e karşı ortaya konan böyle bir tavır sağlıklı bir tavır değildir. Sünnet Allah'ın Kitabı konusunda hakimdir ve O'nu açıklayıcıdır.[7]

Varsayalım ki bağlam, hanımları da kapsasın. Hani Sünnet hakimdi ve açıklayıcıydı? Sünnet ayeti açıklıyorsa bağlama baş vurulamazdı? Bu ikinci noktadır.

Albani ayeti bu şekilde tahsis eksenli anlayanların sadece Şiiler olduğunu söylüyor. Acaba Albani, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Şii olduğuna mı inanıyor? Zira ayeti bu beş kişiye tahsis edip uyarlayan ilk kişi O'dur (s.a.a). Galiba sözünün nerelere vardığına dikkat etmiyor. Ehl-i Beyt (a.s) söz konusu olduğunda insanın başına gelen akıl tutulması örneklerinden birisidir Albani'nin tutumu. Şeyh İbn Teymiyye, genelde Ümeyyeci din anlayışı ve modern dönemlerin Vahhabileri, Ehl-i Beyt (a.s) söz konusu olduğunda Ehl-i Beyt'e ait faziletleri inkar etmek için olanca çaba ortaya koyarlar. Ey kardeş, Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından Hz. Ali ve Fatıma'ya (a.s) uyarlanan onlarca açık ve sahih rivayet hakkında Şia bunu Ehl-i Beyt'e özgü kılmıştır, onlar hevalarına uymuştur mu diyeceksin? Hayır, Şiiler Resulullah'a (s.a.a) uymuşlardır.

Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserin bir başka yerinde ise şöyle der: “İtret kavramının çok yönlü kullanımından dolayı Hz. Resulullah (s.a.a) itreti ‘Ehl-i Beyt'im' diye açıklamıştır. Böylece bu ifadeyle O'nun neslini, yakın asabe ve hanımlarını murad ettiği bilinsin.[8]” Anlamıyorum, Albani Hz. Resulullah'ın Ehl-i Beyt kavramıyla bunu kasdettiğini nasıl ve nereden anladı? Eğer fiili eylemi kasdediyorsa O (s.a.a), eylemiyle kavramın beş kişiye özgü olduğuna işaret etmiştir. Sözsel eylemi diyorsa, “Allah'ım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'im, en özel varlıklarım” buyurmaktadır. Albani nesil, en yakın asabe ve hanımlarını nereden çıkardı?

Allame Albani ile ilgili olarak üzerinde duracağım son nokta şudur. Bakınız Albani ne diyor: “İkinci veche göre, Ehl-i Beyt'ten kasıt salih alimlerdir. Salih alimler Ehl-i Beyt'tendir. Kitab ve Sünnet'e tutunanlar da Ehl-i Beyt'tendir.[9]” Tathir ayetinin Peygamber hanımlarıyla Hz. Ali ve Fatıma (a.s.) ile asla ve kat'a bir alakası yoktur demeye çalışıyor. Yani Ehl-i Beyt'i imani anlamıyla tefsir ediyor. “Selman bizden, Ehl-i Beyt'tendir”, Hz. Nuh'un oğlu hakkında Kur'an-ı Kerim'de geçen “O, senin ehlinden değildir” şeklindeki ilahi ve nebevi buyruklarda olduğu gibi. O, bu kavramın Ehl-i Beyt'e özgü kılınmaması için elinden gelen bütün çabayı ortaya koyuyor. Bu türden insanlar, Allah-u Teala'nın ayette Ehl-i Beyt'e bahşettiği ifadedeki azamet ve şerefi bilmelerinden ötürü ne olursa olsun kavramın kapsamına ekleme yapmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de zorunlu olarak şu iki tavırdan birini geliştirmişlerdir. Ya ayette Ehl-i Beyt'in azametine delalet eden hiçbir kıymet ve keramet yoktur demeye çalışıyorlar ki bu durumda Peygamber'in hanımı doğal olarak kavramın dışına çıkar. Biz Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i (a.s) çıkarttığımızda onlar da Peygamber'in hanımlarını kavramın kapsamının dışına çıkarırlar. Ancak böyle bir yorum Müslüman bilginlerin genel anlayışına aykırıdır. Bundan dolayı Albani ve emsalleri ayette söz konusu edilen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına Peygamber hanımlarını da koymakta ısrar etmektedirler.

- Yani Ali (a.s) Kitab ve Sünnet'e tabi oluyor demek mi istiyor?

- Bunu kabul ediyorlar. Ancak ayetin Ali'ye (a.s) özgü değil ve Kur'an'a ve Sünnet'e tabi olan herkesi kapsıyor demeye getiriyor. Yani kavramı hasrederek anlamayı olumsuzlamak istiyorlar.

O sözlerine şöyle devam ediyor: “İmam Ebu Cafer et-Tahavi diyor ki: Ehl-i Beyt olan İtret, O'nun dinine göre yaşayıp emrine sımsıkı tutunanlardır.[10]” Albani, bu görüşü İmam Tahavi'ye dayandırmaktadır. Biz, Albani'nin Tahavi ile ilgili bu isnadının doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışacağız. Gerçekte Tahavi böyle bir ifade kullanmış mıdır? İmam Tahavi kimdir?

Zehebi, Siyer-ü Alami'n-Nübela adlı eserinde şöyle der: “İmam Allame Hafızü'l-Kebir, Mısır yurdunun muhaddis ve fakihidir. Hanefidir, çokça tasnifleri bulunmaktadır. Mısır yurdunda Taha köyüne nispetle kendisine Tahavi denilmiştir.[11]

İbn Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye adlı eserinde şöyle demektedir: “Taha köyüne nispetle kendisine Tahavi denilmiştir Faydalı eserler tasnif etmiştir. Sika, sebt/sağlam, hafız ve muhakkiklerden birisidir.[12]” Allame Albani onun görüşüne bundan dolayı dayanmıştır. Yoksa bütünüyle her meselede onun görüşüne dayanıyor anlamında değildir.

Bakınız Tahavi, Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eserde, Albani'nin kendisine dayandırdığı meyanda mı görüş ortaya koyuyor, yoksa  başka bir fikre mi  sahip?

Tahavi (h. 321) rivayeti naklettikten sonra şöyle der: “Bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra Hz. Resulullah (s.a.a) Ali'yi (a.s) … çağırdıktan sonra şöyle buyurdu: Allah'ım bunlar benim Ehlimdir. Bu hadiste ayette geçen Ehl-i Beyt kavramından murad şunlardır: Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s). Bunlardan başkası değildir.[13]

Eserin bir başka yerinde ise şöyle demektedir: “Rivayet ettiğimiz hadislerden birisi şuna delalet etmektedir: Ümm-ü Seleme'nin tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girdiğini Hz. Resulullah'ın (s.a.a) murad etmediğini bildiren hadis de bunlardandır. Ümm-ü Seleme diyor ki; Dedim ki; Ey Allah'ın Resulü! Ben de senin Ehl-i Beyt'inden miyim? O (s.a.a) ‘Allah katında senin için hayır vardır' buyurdular. ‘O'nun evet demesini ne kadar da isterdim. Eğer O evet demiş olsaydı bu bana güneşin doğup battığı her şeyden daha sevimli gelirdi.'[14]

Tahavi bu açıklamalarıyla bazı nasslarda geçen Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ‘Sen benim ehlimdensin. Sen Peygamber'in (s.a.a) hanımlarındansın' ifadelerindeki Hazret'in muradının Ümm-ü Seleme'nin ayetin kapsamına girmediğini söylemek olduğunu dile getiriyor. Bütün bunlara rağmen bazı eserlerde ayeti bu şekilde tahsis ile anlamanın Şii bir anlayış ve algılayış olduğu geçmektedir. Onlar İmam Tahavi'nin de ayeti açık ve sarih bir şekilde bu düzlemde anladığını unutmuş gibiler. Bakınız ne diyor Tahavi: “Bizler bilgi bakımından Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ayetin nüzulu esnasında ehlinden olan kimseleri çağırdığını, geriye kimsenin kalmadığını öğrenmiştik. Durum böyle olunca ayette geçen Ehl-i Beyt kavramıyla bunlardan başkasının da onlarla birlikte murad edilmiş olması olanaksızdır. Bunun nedenini zikretmiştik.[15]

Tahavi'nin şu ibareleri ne kadar da incedir: “Kavramın bu beş kişiye özgü olduğuna delalet eden hususlardan birisi de Enes'ten aktarılan şu rivayettir: Hz. Resulullah (s.a.a) altı ay boyunca Hz. Fatıma'nın (a.s) kapısının önünden geçtiğinde sabah namazına gidiyorsa; Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetini okurdu. Yine bu rivayette bu evin ehlinin kimler olduğuna dair delil de bulunmaktadır.[16]” Bu son ifadede evin hangi ev olduğuna dair vurgu da söz konusudur. Bu ev Peygamber hanımlarının evleri değildir. Bu ev Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in (a.s) evidir. Bu ayet de bonlara özgüdür.

Ayrıca İmam Tahavi -Allah hayrını ve mükafatını versin- başka bir konuyu ele alarak şöyle der: “Ümm-ü Seleme ve İfk olayı dolayısıyla Aişe hakkında kullanılan ‘ehlim' ifadelerinden dolayı, Aişe ve Ümm-ü Seleme'nin ayet-i kerimede geçen Ehl-i Beyt kavramını tefsir eden nasslarda geçen ‘ehlim' sözcüğünün kapsamına alınmasından korkuyorum. İnsanların zihnine böyle bir anlamın gelmesinden çekiniyorum. Şöyle demektedir: Vasile'den şöyle rivayet edilmektedir: Ben Ali'ye geldim, fakat O'nu bulamadım. Hz. Fatıma (a.s) ‘Çağırdığından dolayı Hz. Resulullah'a (s.a.a) doğru gitti, dedi. Nihayet O (a.s), Resulullah (s.a.a) ile birlikte geldi. İkisi içeri girdiler. Ben de onlarla birlikte içeri girdim. Hz. Resulullah (s.a.a) Hasan ve Hüseyn'i çağırdı. Hz. Hasan ile Hüseyn'i iki kucağına oturttu… Sonra devamla; Al­lah'ım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir, benim evimin hal­kının temizlenmeye en çok hakları vardır buyurdu. Vasile de­di ki: Ey Allah'ın Rasûlü, ben de senin ehlinden miyim? Hz. Peygamber buyurdu ki: Sen de benim ehlimdensin. Vasile dedi ki: İşte benim ha­yatta en çok umduğum şey bu idi.

Vasile İbn Eska', Hz. Resulullah'a (s.a.a) Ümm-ü Seleme'den daha uzaktı. Zira Vasile Beni Leys kabilesinden iken Ümm-ü Seleme konum itibariyle Kureyş'tendir ve Hazret'in ailesindendir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vasile'ye buyurmuş olduğu ‘Sen de benim ehlimdensin' sözü bana uymandan ve iman etmiş olmandan dolayı bana iman eden müminler kapsamıma girmiş oldun, anlamındadır. Biz bu meyanda bir anlamla Allah-u Teala'nın Kitabı'nda da karşılaşmaktayız: Hz.Nuh'un (a.s) “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir” (11/Hud/45) şeklindeki ifadelerini Allah-u Teala “Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir” buyurarak cevaplandırmıştır. Din bakımından başka bir dinde olan oğlun ehlin kapsamının dışına çıkması caiz olduğuna göre, aynı dine inanan fakat nesep bakımından farklı birisinin de kişinin ehli kapsamına girmesi de caiz olmuş olur. Hz. Resulullah'ın Ümm-ü Seleme'ye buyurmuş olduğu “Sen benim ehlimdensin” sözü de bu anlamdadır. Ümm-ü Seleme'ye söylemiş olduğu bu cümlenin Vasile'ye söylemiş olduğu cümleyle aynı anlama gelmiş olma olasılığı da söz konusudur. Bizler bilgi bakımından Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ayetin nüzulu esnasında ehlinden olan kimseleri çağırdığını, geriye kimsenin kalmadığını öğrenmiştik. Durum böyle olunca ayette geçen Ehl-i Beyt kavramından bunlardan başkasının onlarla birlikte murad edilmiş olmaları olanaksız olmaktadır. Bunun nedenini zikretmiştik. [17]

Son cümle Tahavi'nin rivayete düştüğü nottur. Yani Tahavi Resulullah'ın (s.a.a) Vasile'ye söylediği “ehlimdensin” ifadesini ayetle bağlantılı olarak değil de imani ehil bağlamında ele almaktadır. Zira Ümm-ü Seleme Ehl-i Beyt'in kapsamına girmediğine göre Vasile haydi haydi girmemektedir. Tahavi'nin bu ifadeleri “Ehl-i Beyt'im” ve “ehlim” sözcüklerinin ayrı olgular olduğuna dair getirilmiş en güzel delildir. Tahavi'nin ifadelerinde geçen, hanımların ehlinden olduğunu ifade eden cümleler, onların tathir ayetinin kapsamına girdiği anlamına gelmemektedir. Bu tür ifadeler imani, örfi, fıkhi ve lugavi anlamlardan birisi baz alınarak “sen bana tabi olanlardansın” anlamı vermektedir.

Böylece, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ifk olayı dolayısıyla minbere çıkarak “Ey müminler topluluğu! Ehlim hakkında bana vermiş olduğu eziyetten dolayı şu adam -Abdullah İbn Übeyy- hakkında kim beni mazur görebilir! Vallahi ben ehlim konusunda hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Öyle bir kişiyi dillerine doladılar ki O'nun hakkında da ancak hayır biliyorum. O kişi ancak benimle birlikte ehlimin yanına varırdı…” sözlerinde geçen, Aişe için kullandığı ehlim sözünün de anlamı belli olmaktadır. Tahavi bu anlamı nereden getirmiştir? Zira o hadiste geçen ifadeleri bu şekilde anlamıştır. Aynı anlamı Ebü'l-Mehasin Yusuf b. Musa da elde etmiştir. Ebü'l-Mehasin, Tahavi'nin Şerh-ü Müşkili'l-Asar'ını özetleyen Ebü'l-Velid el-Baci'nin el-Muhtasar adlı eserini daha da kısaltarak el-Mu'tasar adlı kitabı oluşturmuştur. Yani Tahavi'nin Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eserinin özetinin özetini yazmıştır.

Yazar şöyle der: “Rivayet olunduğuna göre tathir ayeti nazil olunca Hz. Resulullah (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i (a.s) çağırarak şöyle buyurdu: Allah'ım, işte bunlar benim ehlimdir.

Yine rivayet olunduğuna göre O (s.a.a); Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i (a.s) toplayarak elbisesinin altına almış, Allah-u Teala'ya ‘Rabbim, işte bunlar benim ehlimdir' diye seslenmiştir. Ümm-ü Seleme ‘Ey Allah'ın Resulü! Beni de onlara katsan' diye istekte bulunmuş, Hazret de ‘Sen benim ehlimdensin' buyurmuştur.

Ümm-ü Seleme'ye söylemiş olduğu bu söz ifk hadisesi dolayısıyla “Kim ehlim hakkında bana eziyeti ulaşmış olan bir adam konusunda beni mazur görebilir” sözünde geçen ehlim sözcüğüyle aynı anlamdadır. Ümm-ü Seleme ve Aişe'ye söylediği “ehlim”, bu babda tilavet edilen tathir ayetinde geçen ehille aynı anlamda değildir.[18]

Öyleyse kavramı hasrederek anlayan üç tane büyük bilgin vardır. İmam Tahavi, Kadı Ebü'l-Velid el-Maliki ve Kadı Ebü'l-Mehasin el-Hanefi. Bunlar tathir ayetindeki “Ehl-i Beyt” kavramı ile hadislerde geçen “ehlimden” sözcüğünün ayrı hakikatlere işaret ettiği görüşündedirler. İki kavram arasında hiçbir bağ söz konusu değildir.

Kısaca, insan hayrete düşüyor! İmam Tahavi'nin görüşü ortadadır. Albani, Tahavi'ye nispet ettiği “Ehl-i Beyt olan itret, O'nun dinine göre yaşayıp emrine sımsıkı tutunanlardır” sözünü nereden bulup getirdi? Haydi İmam Tahavi'nin böyle bir söz söylediğini kabul edelim. Yine de Albani'nin “Şia'nın  ayeti Ali… özgü kılması ayeti tahrif etmektir” şeklindeki sözlerinin temelsiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıklamalar ışığında Şia'yla paralel görüş ortaya koyan yukarıdaki üç kişi de Şii olmalıdır. Ya da ilk Şii, ayeti bu kişilere uyarlayan Hz. Resulullah'tır (s.a.a) denmelidir.

- Sunucu: Suudi Arabistan'dan Ebu Ammar hatta...

- Selamun  Aleyküm. Biz Ümeyyeci din anlayışının mensupları olarak haydi sizin gibi Ehl-i Beyt'ten kasdın bu beş kişi olduğunu kabul edelim. Kavramın geriye kalan İmam Hasan'ın çocuklarını dışta bırakarak İmam Hüseyin'in (a.s) torunlarını ifade ettiğini nereden çıkarttınız?

- Sen bu beş kişinin ayetin kapsamına girdiğini ve Peygamber'in hanımlarının dışta kaldığını kabul edince… Şu an sadece bunu kabul et. Zira ayet, Ehl-i Beyt'in masumiyete sahip olduğunu ispatlamaktadır. Ben diyorum ki; ayetin Ehl-i Beyt'in taharetine ilişkin delalet ettiğine dair bilginlerin açıklamalarını okuyacağım. Rics sözcüğünün en açık misdaklarından birisi günahtır. Şeri içtihatta hataya düşmek de ricsin misdaklarından birisidir. Aişe'nin kavramın kapsamının dışında kaldığını, içtihad edip de hataya düştüğünü kabul ettiğinize göre, O'nun tathir ayetinin kapsamına girmesi olası değildir. Gerçi Aişe'nin tevbe etmesi olayı ayrı bir konudur. Aziz kardeş, sunduğum ilk adımı kabul ettikten sonra bu ilk adımın meydana getirdiği sonuçları ilerde göreceksin.

- Sunucu: Ürdün'den Muhammed hatta...

- Selamun Aleyküm. Efendim, sizden dinleyip de Ehl-i Beyt İmamlarının açıklamalarından anladığımız husus şudur: Ehl-i Sünnet imamları Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından bu yana İtret'in bu beş kişiye özgü oluşunu olumsuzlamaya çalışmışlardır. İşte bu şekilde tavır ortaya koyanlar Âl-i Beyt'in düşmanıdır. Bizler bu tür tavır ortaya koyanları bütünüyle Selefi-Vahhabi metodunun takipçileri olarak bilmekteyiz.

- Ayetullah Haydari: Bu ifadelerinize katılmamız mümkün değil. Bu programa bağlanan bir kimseyi Ehl-i Beyt'in düşmanı olarak isimlendirmemiz mümkün değil. Allah biliyor ki benim bu sözlerim hakikattir. Onlar da Ehl-i Beyt'i sevmelerine rağmen, hakikate ulaşamamışlardır. Bu tür sahalarda hakikate ulaşmayı arzulayan bu insanlara, Ümeyyeci din anlayışının takipçisi olan İbn Teymiyye bu din anlayışını zerk etmiştir.

İmam Acuri'den bahsedeceğim. Bakınız ez-Zehebi onun hakkında ne diyor: “Acuri, İmam-ı Muhaddis, öncü kişi, Harem-i Şerif'in Şeyhi Ebubekir el-Acuri. Birçok telifi vardır. Doğru sözlüdür. Hayırlı ve abid bir şahsiyettir. Sünnet ve ittiba sahibidir.[19]

Yani Acuri Ehl-i Sünnet'in büyüklerindendir. Bazıları çıkıp diyor ki “Varsayalım ki...” Neyi varsayıyorsun? Bu bir hakikattir. İşte o (h.360), Kitabü'ş-Şeriat adlı eserinde şöyle diyor:

“Ehl-i Beyt'in Tüm Faziletleri Babı

Ben Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Talib'in ve Hz. Fatıma'nın faziletlerini zikretmiştim. Onların faziletleri büyüktür. Ben Allah-u Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de bir çok yerde zikrettiği, kendileriyle Necranlı Hıristıyanlara karşı mübahelede bulunmasını emrettiği dinin hamilleri Ehl-i Beyt'in faziletlerini zikredeceğim. Bunlar bütün şerefleri kendilerinde toplayan dört kişidir. Ali b. Ebu Talib, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) [20]

Edebi görüyor musunuz? Bazıları Ali b. Ebu Talib söz konusu olduğunda sadece “Ali” derler. Cafer, Muhammed, Hasan derler. Başkalarının ismi geçtiğinde Sıddıka, Sıddık diyorlar. Ehl-i Beyt ile ilgili Kur'an'da bir çok ayetin olduğunu belirtiyor. Günümüzde avamdan bazı kimseler “Kur'an'da Ehl-i beyt nerede geçiyor? Bize bir ayet gösterin” diyorlar. Bakın işte bu Ehl-i Sünnet büyüğünün sözlerine. Ehl-i Beyt'in kapsamına hanımlarını almıyor. Azizan nasıl hüküm veriyorsunuz? Hakikatler güneş gibi karşınızda! Az önceki gibi programa bağlanan kişiler kendilerini Ümeyyeci din anlayışına bağlı olarak isimlendirmektedir. Şu an Müslümanların geneli içinde Ümeyyeci din anlayışına sahip biriyle son derece nadir karşılaşıyorum. Gerçi ehl-i ilim arasında bu yönelişe sahip olanlar bulunmaktadır. İnsanların geneli, hatta Vahhabiler dahi hakikatin talipleridirler. İnşallah önümüzdeki programda bu konuyu tamamlayacağız.

- Teşekkürler, Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Siz sayın seyircilerimize de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Önümüzdeki programda görüşmek üzere.

Es-Selamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.



[1] Ebu Abdullah Muhammed İbn İsmail el-Buhari, Sahihü'l-Buhari, c.3, s.182, Hadis No: 4432, Mektebetü's-Selefiyye,

[2] İbn Hacer el-Askalani, Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, c.8, s.169, Darü's-Selam, Rıyad,

[3] Ahmed İbn Muhammed el-Kastallani, İrşadü's-Sari li-Şerhi Sahihi'l-Buhari, c.9, s.

[4] Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusi, Ruhu'l-Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, c.22, Dar-ü İhyai't-Türasi'l-Arabiy,

[5] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve şey min fıkhiha ve fevaidiha, c.4, s.359, Riyad

[6] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam ve Beyan Ennehu La yestağni Anha Bi'l-Kur'an, s.15

[7] Age, s.22

[8] Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve şey min fıkhiha ve fevaidiha, c.4, s.360.

[9] Age, agy.

[10] Age, agy.

[11] İmam Şemsüddin Muhammed İbn Ahmed İbn Osman ez-Zehebi, Siyer-ü Alami'n-Nübela, c.15, s.27

[12] Hafız İmadüddin Ebu'1-Fida İsmail İbn Ömer İbn Kesir, el-Bidayetü ve'n-Nihaye, c.15, s.72, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, Darü'l-Alemi'l-Kütüb.

[13] Ebu Cafer et-Tahavi, Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c.2, s.235. Tahkik, tahriç ve talik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale,  

[14] Age, s.245

[15] Age, s.247

[16] Age, s.248

[17] Age, s.245

[18] Ebü'l-Mehasin Yusuf İbn Musa el-Hanefi, el-Mutasar Mine'l-Muhtasar Min Müşkili'l-Asar, c.2, s.266, Dar-ü Alemi'l-Kütüb, Beyrut

[19] Ez-Zehebi, Siyer-ü Alami'n-Nübela, s16, s.133

[20] Ebubekir Muhammed İbn el-Hüseyn el-Acuri, c.5, s.2200, Kitabü'ş-Şeriat

 

Çev: Cevher Caduk
 

medyasafak.com