Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (18)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (18)
Derslerin çevirisine devam ediyoruz...

22/10/2010  

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âli'ne, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle selamlıyorum. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. Sizinle Mehdilik Meselesi Programının yeni bir bölümünde, “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun on sekizinci kısmında birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

- Hoş bulduk.

- Programın girişinde geçen haftaki programla bu haftaki program arasında bağ kurulabilmesi için sunulan bilgilerin bir özetini sunmanız mümkün mü?

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âli'ne olsun.

Giriş bölümünde değinmek istediğim iki mülahaza var. Bu mülahazalardan sonra inşallah konuya geçeceğim.

İlk mülahaza; İlmiyye sınıfından olan ve bu tür hayati dini hakikatleri araştıranlar bilmelidirler ki, bizler Ehl-i Beyt kavramını lugat yönünden ve örfi istimaller/kullanımlar açısından şu an itibariyle araştırıyor değiliz. ‘Ehlim veya Ehl-i Beyt'im' ifadelerinin örfi açıdan ne anlama geldiği açıktır. Lugat, örf, hatta şeri ve fıkhi açılardan Ehl-i Beyt kavramından neyin kastedildiği ve bu ifadenin kişinin hanımlarını da içine alarak, kişiyle bir şekilde bağlantısı bulunan kişileri kapsayacak geniş bir anlama sahip olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Kavram çocukları ve nafakaları kişinin kendisi tarafından karşılanan akrabaları da kapsamaktadır. Ayrıca kavram anne babayı ve hatta üç gün bir evde misafir olarak kalan konukları da kapsar. Hatta nasslar bu kavramın evde yaşatılan evcil hayvanlar için kullanıldığını dahi gösteriyor.

Öyleyse azizan, hiçbir kimse çıkıp da bize lugat, sözcüğün hanımları da kapsayacak bir şekilde kullanıldığını gösteriyor, sizler Peygamber'in (s.a.a) hanımlarını nasıl kavramın dışında bırakıyorsunuz, demesin. Bizler kavramı şu an sözlüksel açıdan ele almıyoruz. Bizler dil ve örf açısından hanımların Ehl-i Beyt kavramının dışında kaldığını söylemiyoruz. Fıkhi yönden bakıldığında ise Peygamber'in hanımlarının ve amcalarının da kavramın kapsamının dışında kaldığını söylemiyoruz. Biz şunu dile getirmek istiyoruz: ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ilahi buyruğu nazil olduğunda Hz. Peygamber (s.a.a) bu buyruğu hasr ve özgü kılma yöntemiyle kime uyarladı? Cevabını aradığımız sorumuz budur. Acaba O (s.a.a), bu kavramı Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin'e (a.s) uyarladığı gibi hanımlarına da uyarladı mı? Yoksa kavramı “kisa ashabı” denen, kendisiyle birlikte beş kişiden müteşekkil olan bu topluluğa mı özgü kıldı? Bizler fıkhi, lugavi ve örfi açıdan Ehl-i Beyt kavramının kişinin hanımını, kişinin akrabalarını kapsadığı noktasında kuşku duymuyoruz. Bu bağlamda kaynaklarımız da ortadadır.

Örneğin, El-Hürr el-Amuli'nin (h.1104) Vesailü'ş-Şia adlı eseri. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Konuğa iki gece ikramda bulunulur, ağırlanır. Üçüncü gece olduğunda konuk artık ehl-i beyttendir. Neyi bulursa onu yer.[1]

Hadisin ifadesi açıktır. Ev sahibi konuğa iki gece elinden geldiğince ikramda bulunur. Üçüncü gün olduğunda ise konuğunu ağırlamak için sıkıntılara girmesi gerekmez. Zira üçüncü güne kalan konuk artık ehl-i beytten kabul edilir, önüne ne sunulursa onu yer. Görüldüğü gibi yakın akraba ve yabancı konuk hakkında da Ehl-i Beyt kavramı fıkhi, edebi ve ahlaki açıdan kullanılabilmektedir.

Kedi hakkında dahi Ehl-i Beyt kavramı kullanılabilmektedir. İmam Sadık kavramı evcil kedi hakkında kullanmakta, onun artığıyla abdest alınabileceğini belirtmektedir.[2] Hatta bundan ilerisi de söz konusu. Şeyh Cevahiri en-Necefi, Cevahirü'l-Kelam adlı eserinde şöyle der: “Bir kişi ehl-i beytime vasiyetimdir diyerek vasiyette bulunsa bu sözcük babaları, çocukları, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedeleri, ne kadar aşağı inerse insin tüm evlatları kapsar. Hatta sözcüğün zahiri amcalar ve amca çocuklarının da… sözcüğün kapsamına girdiğini göstermektedir… Her halükarda vasiyetin kimleri kapsadığına dair vasiyette bulunan kişinin yaşadığı beldenin örfüne müracaat edilir. Eğer örfi anlam olumsuzlanırsa bütün yakın akrabalar sözcüğün kapsamına girer… Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti'ne gelince ise onlar rivayetle belirlendiklerinden dolayı konu bundan (örf ve lugatın belirlediği anlamdan) daha hususidir. [3]

Bu misal Ehl-i Beyt kavramını fıkhi açıdan ortaya koymaktadır. Görüldüğü üzere mefhumun anlaşılabilmesi için fıkhın kendisi örfe müracaat edilmesini salık vermektedir. En sonunda Şeyh Cevahiri, kavramı bizim sadedinde olduğumuz çerçevede ele alarak rivayetle belirlenmiş olduğundan dolayı Ehl-i Beyt'i tahsis etmektedir. Hz. Resulullah (s.a.a) Ehl-i Beyt'in kimliğini fiili ve kavli sünnetle dört veya beş kişiyle sınırlandırmış ve ‘Bunlar benim hassemdir/en özel varlıklarım' buyurmuştur. Konumuz kavramın fıkhi yönü olmadığı halde kimilerinin biz kavramı sanki örf, luğat veya fıkhi terim olarak inceliyormuşuz gibi açıklamalarda bulunmakta ve sözlerimizi ona göre değerlendirmektedir. Tathir ayetinde geçen ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' şeklindeki övgü dolu ifadeleri Hz. Resulullah (s.a.a) kime uyarlamıştır, bu soruya cevap arıyoruz. Pekala Hz. Resulullah (s.a.a) hanımlarım benim Ehl-i Beytimdendir diyebilirdi. Hayır, Hazret (s.a.a) kisayı/abayı Ümm-ü Seleme'nin üstünden çekip alıyor ve “Sen hayır üzeresin, sen Ehl-i Beytten değilsin” diyor. Bütün ravilerin ikrarıyla ayet Ümm-ü Seleme'nin evinde nazil olduğu halde Peygamber (s.a.a) onu bu kavramın kapsamına almıyor. Şeyh Cevahiri'nin “Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti'ne gelince ise onlar rivayetle belirlendiklerinden dolayı konu bundan daha hususidir” ifadeleri kavramın örften, lugattan ve kullanımlardan daha farklı bir anlama sahip olduğunu gösteriyor. 

Bizler geçen hafta ayetlerin tefsiri bağlamında Hz. Resulullah'ın (s.a.a) konuyla ilgili buyruğunun olmaması halinde bağlama, bağlam yeterli gelmezse örfe, örf de kifayet etmezse lugata baş vurulması gerektiği biçimindeki bir kurala işaret etmiştik. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) konuyla ilgili fiili veya kavli buyruğu söz konusuysa kimsenin ondan başkasına müracaat etme hakkı bulunmamaktadır. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için”(16/en-Nahl/44) “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (59/el-Haşir/7) ilahi buyrukları gereğince Ehl-i Beyt kavramının kimleri kapsadığını ve kimlere uyarlanması gerektiğini Hz. Resulullah'a (s.a.a) sormalıyız.

Bir örnek vermek istiyorum: Allah-u Teala'nın ‘O, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu.' (9/et-Tevbe/40) buyruğu hakkında herkesin, bu ayet ilk halifenin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sahabisi olduğunu göstermektedir, dediğini biliyorsunuz. Sahib/sahabi sözcüğü lugat açısından ne anlama gelmektedir? Kavramı anlamlandırırken kavrama terimsel mana mı yüklüyorsunuz yoksa lugat anlamında mı kullanıyorsunuz? Bu soruyu nasıl cevaplandırıyorsunuz? Ey lugata müracaat edilmesi gerekir diyen Müslümanlar! Lugata müracaat ettiğimizde sohbetin/sahabiliğin hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığını görüyoruz. Sohbet/sahabilik ancak terimsel ve örfi anlamda kullanıldığında bir değere sahip olabilmektedir.  Sözcüğün kullanımı hakkında Kur'an'a başvurduğumuzda Hz. Resulullah (s.a.a) için “Ve ma sahibüküm bi-mecnun/Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir” ifadesinin kullanıldığını görüyoruz. “Kale lehu sahibuhu ve hüve yuhaviruhu e keferte…/Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: Sen… Allah'ı inkâr mı ettin?” (18/el-Kehf/37) Kur'an kafir olan kişi hakkında dahi sahabilik kavramını kullanıyor.

Soru; ‘İz yekulu li-sahibihi la tehzen/‘O, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu' buyruğundaki sahabilikten murad lugat anlamı mıdır? Sözcük lugat anlamında kullanıldığında kafirleri de kapsayacak bir anlam genişliğine sahiptir. Bu anlamda kullanılmışsa ayet ilk halifeye bir meziyet ve üstünlük vermemiş olur.

Bir de hadisten örnek verelim. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “İki Müslüman birbirine kılıç çektiğinde öldüren de ölen de cehennemdedir' Ravi diyor ki; Ben ‘Ey Allah'ın Resulü! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir' diye sordum. Hz. Resulullah (s.a.a) ‘İnnehu kane harisan ela katli sahibihi/Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu' buyurdular.[4]” Bir diğer örnek; kimi sahabiler Hz. Resulullah'tan Abdullah b. Übeyy'i öldürmesini istediler. Hz. Resulullah (s.a.a) bu isteği kabul etmeyerek nedenini şöyle belirtti: “en-Nasü enne Muhammeden yektulu ashabehu/İnsanların Muhammed ashabını öldürüyor demesinler.”

Soru; bu sohbet/sahabilik hangisidir? Nifak mı yoksa kafirlik sohbetini mi veya sahabeye verilen o büyük azameti mi murad ediyorsunuz? Eğer anlamlandırma noktasında medar lugat, örf ve kullanımlar ise sözcüğün manasında hiçbir şeref söz konusu değil. Sahabiliğe/sohbete kıymet bahşeden nedir? Sohbetin terimsel anlamda kullanılmasından dolayı değer ve meziyet kazanacağını düşünüyorsanız eğer, sahabiliğin terimsel anlamını belirleyen kimdir? Eğer Resulullah (s.a.a) sahabiliğe terimsel bir anlam kazandırmışsa, Resulullah'ın (s.a.a) bu terimsel anlam için bir açıklamada bulunması ve bir kural belirlemesi gerekirdi. Yoksa Peygamber (s.a.a) sözcüğün anlamını lugata ve örfe mi bırakmıştır? Azizan, konunun tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının kimler olduğu hakkında bize gelen sahih hadislerin incelenmesi olduğunu fark etmişsinizdir.

Sunucu: Lugavi açıklamalara dayanacak olursak ihtilaflar alır başını gider.

Seyyid: Elbette, taş üstünde taş kalmaz.

Sunucu: Programa bağlanacak kardeşlerden Peygamber'in hanımları (s.a.a) acaba Ehl-i Beyt'in kapsamında mıdır değil midir konusuna bir daha dönmemelerini istiyorum.

Seyyid: Geçen haftalarda bir grup değerli kardeşlerimizden, hanımlarımız bizim ehl-i beytimizden değil midir türünde bazı sorular gelmişti. Hanımlarımız lugaten, örfen ve fıkhen ehl-i beyttendir. Ancak konumuz ayette geçen kavramın bu yönlerden ele alınması değil de, defalarca tekrarladığımız gibi, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kavramı belirtilen dört veya beş kişinin dışında başkasına uyarlayıp uyarlamadığıdır.

- Tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramını Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e (a.s) özgü kıldığına dair elimizde başka kanıtlar ve nasslar var mıdır?

- Değerli izleyiciler, kavramın bu dört kişiye Resulullah (s.a.a) tarafından uyarlandığına ve onlara özgü kılındığına dair bir grup açık ve kesin nassın bulunduğunu belirttiğimizi hatırlayacaklardır.

Geçen hafta süratli bir şekilde okuduğum bir hadisi bu hafta ayrıntılı bir şekilde sunacağım. İzleyicilerden hadisin isnad zincirine dikkat etmelerini istirham ediyorum.

“Bize Muhammed b. Musab rivayet etti ve dedi ki; bize Evzai, Şeddad İbn Ammar'dan rivayet etti ve dedi ki: Ben Vasile İbn Eska'ın yanında bir grup otururken onun yanına vardım. O sırada Hz. Ali'yi (a.s) bahis mev­zuu ettiler. Yanındakiler gidince o bana dedi ki: Hz. Resulullah'dan (s.a.a) gördüğüm bir şeyi sana haber vereyim mi? Ben; evet, dedim. O dedi ki: Ben Hz. Fatıma'ya (a.s) varıp Hz. Ali'yi sordum. O da; Hz. Resulullah'a (s.a.a) doğru gitti, dedi. Oturdum onu bekliyordum. Nihayet Resulullah (s.a.a) beraberinde Ali, Hasan ve Hüseyn olduğu halde geldi. Her birinin elini kendi elinin içerisine almıştı. İçeri girdi ve Hz. Ali ile Fatıma'yı önüne oturttu. Hz. Hasan ile Hüseyn'i iki kucağına oturttu. Sonra elbisesini onların üzerine örterek veya onlara giydirerek şu ayet-i kerime'yi okudu: ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' Sonra devamla; Al­lah'ım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir, buyurdu. Hadis sahihtir.[5]

Hadis, Hz. Ali (a.s) hakkında ileri geri ne konuştuklarını açıklamamaktadır, ancak ben inşallah ileride bu konuya değineceğim. Diğer dikkat çeken bir nokta muhakkik Allame Arnavut'un hadisin sahih olduğu notunu düşmesidir.

Seyyidim geçen hafta aktardığın hadisi niçin bu programda da okudun şeklinde bir soru akla gelebilir.

Bu hadisi tekrar okumamın bir nedeni var. Ben İbn Kesir'in Müsned-i Ahmed'deki bu hadisi aynı isnad zinciriyle, fakat farklı bir metinle aktardığını gördüm. Yani İbn Kesir hadisin metniyle oynamaktadır.

Bakınız ne diyor: “Bir diğer hadis; yine İmam Ahmed der ki: Bize Muhammed b. Mus'ab rivayet etti ve dedi ki; bize Evzai rivayet etti ve dedi ki; bize Şeddad Ebu Ammar rivayet etti ve dedi ki; Ben Vasile İbn Eska'ın yanına girdim. Onun etrafında bir topluluk oturuyordu. Hz. Ali'yi (a.s) söz konusu ediyorlardı. Ona sövüp saydılar, ben de onlarla birlikte sövüp saydım. Onlar kalkınca Vasile b. Eska' bana dedi ki: Hz. Resulullah'tan (s.a.a) gördüğüm bir şeyi sana haber vereyim mi? Ben; evet, dedim. O dedi ki: Ben Hz. Fatıma'ya varıp Hz. Ali'yi sordum. O da; Ben Hz. Resulullah'a (s.a.a) doğru gittim, dedi. Oturdum O'nu bekliyordum. Nihayet Resulullah (s.a.a) beraberinde Ali, Hasan ve Hüseyn (a.s) olduğu halde geldi. Her birinin elini kendi elinin içerisine almıştı.... Sonra elbisesini onların üzerine örterek —veya onlara giydirerek dedi— şu ayet-i kerimeyi okudu: ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' Sonra devamla; Al­lah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir… buyurdular.[6]

Bu rivayet İmam Ahmed'in rivayet ettiği haberin aynısıdır. Ancak görüldüğü gibi Ona sövüp saydılar, ben de onlarla birlikte sövüp saydım' ifadeleri İmam Ahmed'in Müsned'inde geçen hadiste bulunmamaktadır. İmam Ahmed haberi ‘Ali'yi zikrettiler' ifadeleriyle yetinerek nakletmektedir. Halbuki zikretme hayır yönüyle anmayı da içine alacak bir genişliktedir. Olayın aslında Ali'yi, sövgü ve hakaret dolu ifadelerle anma vardır. Zaten hayır boyutlu zikretme olmuş olsaydı “Hz. Resulullah'dan (s.a.a) gördüğüm bir şeyi sana haber vereyim mi?” ifadelerinin anlamı da olmazdı.

Bu rivayeti aktarmamın nedeni İmam Ahmed'in Ali'ye sövüp hakaretlerde bulunan kimi sahabenin ifadelerini sümen altı etmesidir. Bu sövgülere rağmen ilmiye sınıfından olan bazı kimseler sahabenin hepsinin cennette olduğunu iddia edebilmektedir! Hz. Resul-u Azam'ın (s.a.a) hakkında “Sana ancak mümin muhabbet eder; sana ancak münafık buğz eder” buyurduğu bir şahsa karşı sövgü ifadelerini kullanan kimseler cennete nasıl girebilecekler acaba?

İkinci kaynağımız İmam Acuri'nin (h.360) Kitabü'ş-Şeriat adlı eseridir. İmam Acuri hadisi rivayet ettikten sonra “İsnadı hasendir” demektedir. [7] Hasen hadis, usulu'l-hadis ilmi bilginlerinin de belirttiği gibi mutemed olan hadistir. Şeyh Useymin bakınız hasen hadis hakkında ne diyor: “Hasen li Zatihi Hadis: Adalet şartını taşımakla birlikte, zabt yönünden zayıf olan ravinin muttasıl isnatla rivayet ettikleri, şaz ve illetten uzak hadistir. Hasen li-zatihi hadis ile sahih li-zatihi hadis arasındaki yegane fark, zabt şartının hasen hadiste bulunmayışıdır. Bundan dolayı hasen hadis, sahih hadisin derece bakımından altında kalmıştır. [8]”
 
Hasen hadisin ravileri adil ve güvenilirdir. Adalet noktasında bir sıkıntı söz konusu değildir. Ayrıca hasen hadiste illet, şazz oluş ve münkerlik gibi olumsuz durumlar da söz konusu değildir. Bundan dolayı “hasen” hükmü verilen bir hadisi işitince, kıymet-i harbiyesi olmayan hadis akla gelmemelidir.
 
Bir diğer rivayet Ümm-ü Seleme'den nakledilmiştir. Ümm-ü Seleme şöyle demektedir: “Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Fatıma'ya (a.s) kocanı ve iki oğlunu bana getir, dedi. Hz. Fatıma, onlarla birlikte gelince Hz. Peygamber onları Fedek örtüsünün altına alarak şöyle buyurdu: Allah'ım, işte bunlar Hz. Muhammed'in (s.a.a) Âl'idir. Allah'ım, salatını ve bereketini Âl-i Muhammed'in üzerine yay. Kuşkusuz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin,  buyurdu. Ümm-ü Seleme der ki; ben onlarla birlikte örtünün altında bulunmak için örtüyü kaldırdım. Hz. Resulullah (s.a.a) ellerimden çekerek sen hayır üzeresin, buyurdular. [9]”
 
Bu rivayette Âl-i Muhammed'in (s.a.a) kimler olduğunun cevabını da öğreniyoruz. Öyleyse ‘Allahümme salli alâ Muhammed ve Âl-i Muhammed' denilerek namazda kendilerine salat getirilmesi gereken kimseler kimlerdir? Bunlar, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir. Bu hadis ayrıca Sadr-ı İslam'da, Âl-i Muhammed kavramıyla kimlerin kastedildiğinin yaygın olarak bilindiğini göstermektedir. Eğer kavramın anlamı yaygın bir şekilde bilinmiyor olsaydı kuşkusuz Hz. Resulullah'a (s.a.a) sorulurdu. Salat getirme makamı herkese bahşedilen alelade bir makam değildir. Bu makam, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarını, amcalarını, amcaoğullarını kapsamış olsaydı Hz. Resulullah (s.a.a) kuşkusuz bu noktaya işaret ederdi. Bir rivayette dahi olsun buna işaret etmiş değildir. Açıklamayı yapan aramızda Hz. Resulullah'dır (s.a.a). O, Arap dilini ve örfü bilmiyor muydu? Her ne kadar Ümm-ü Seleme örfi, lugavi ve fıkhi anlamda ehl-i beytten ise de rivayet, onun tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt'ten olmadığını göstermektedir.
 
Gerçi “Bazı rivayetler Ümm-ü Seleme'nin Ehl-i Beyt'ten olduğunu belirtiyor” şeklinde birtakım açıklamalar duyuyoruz. Ancak bu konuda tartışmaya giren kimse dili, örfü, kullanımı ve fıkhi dayanakları bilmeyen bir cahildir. Sahabe kavramında olduğu gibi Ehl-i Beyt sözcüğünün terimsel anlamını incelemekteyiz. Dilsel kullanımda, cehennem ehlinden olan münafık, hatta kafir bile sahabi sayılabilmektedir. “Hz. Resulullah (s.a.a) ellerimden çekerek sen hayır üzeresin dedi” ifadeleri de onun (r.a) terimsel anlamıyla Ehl-i Beyt'ten olmadığını açıkça göstermektedir.
 
Aynı kaynaktan bir başka rivayet okuyoruz. Aktaracağımız kaynağın isnadı hasendir. Rivayet Ümm-ü Seleme'dendir. Ayet onun evinde nazil olduğundan dolayı hadisi aktaranların bütünü ondan aktarmışlardır. İlerde de geleceği gibi rivayetlerin bir bölümü de Aişe'den nakledilmektedir. Ümm-ü Seleme şöyle demektedir: “Hz. Peygamber benim evimde Hayber örtüsü ile örtülü bir sedirin üze­rinde uyku halindeydi. Hz. Fatıma (a.s) içinde et parçası bulunan bir çömlekle geldi. Hz. Peygamber ona, kocanı ve iki oğlunu da çağır, dedi. Ümmü Seleme der ki: Onları çağırdılar. Hz. Ali, Hasan ve Hüseyn de gelerek yemeğin etrafında toplandı ve o et parçasından yemeye başladılar. Bu sırada Allah-u Teala ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetini indirdi. Hz. Peygamber örtünün fazla kısmını aldı ve onların üzerine örttü. Son­ra elini çıkararak göğe yöneldi ve şöyle dedi: Allah'ım, bunlar benim evimin halkıdır. Benim özel varlığım/hassemdirler. Onlardan pisliği gider ve onları tertemiz kıl. Ümmü Seleme der ki: Başımı örtünün altına sokarak de­dim ki: Ben de sizinle beraber değil miyim ey Allah'ın Resulü? O; sen hayır üzeresin, sen hayır üzeresin, dedi. Ümm-ü Seleme der ki: Onlar beş kişiydiler. [10]”
 
Hanımlarından birisinin O'nun (s.a.a) hassesinden, öz ailesinden olduğunu gösteren Müslüman bilginlerin ittifak ettiği bir rivayet bulunmakta mıdır acaba? Hayır, asla. “Buhari'de Aişe hakkında şöyle geçmektedir” deniliyor. O rivayet seni bağlayıcıdır, beni değil. Kanıt olabilecek rivayet Müslüman bilginlerin ittifak ettiği rivayettir. Rivayet ayrıca Ehl-i Beyt'in şu beş kişi olduğunu göstermektedir: Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz.Hüseyin.
 
 
Alıntıladığımız hasen rivayetlerden şu sonuçlar çıkmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.a), Ümm-ü Seleme'nin elinden çekerek örtü dışına çıkarıyor, Ehl-i Beyt beş kişidir ve bunlar aynı zamanda Âl-i Muhammed'dir.

- Sunucu: Konu anlaşılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a) “ehl”i açıkladığı gibi “beyt” kavramını da açıklamış mı peki?

- Şu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Hz. Peygamber (s.a.a) “ehl” sözcüğünden lugavi, örfi ve fıkhi anlam anlaşılmasın ve Ehl-i Beyt kavramı bu beş kişinin dışında başkaları için uyarlanmasın ve kullanılmasın diye onlarca kayıt ortaya koymuştur. Zikri geçen dört kişiyi örtünün altına alması, başka kimseyi örtünün altına almaması, girmeye çalışanı engellemesi vd. Ancak birisi kalkıp da “Ya şu bahsettiğiniz ev hangi evdir? Hz. Peygamber'in (s.a.a) evleri çoktur Kur'an-ı Kerim ‘Ve Karne fi Buyutikünne/Evlerinizde oturun', ‘La tedhulu buyute'n-nebiyyi/Peygamber'in (s.a.a) evlerine girmeyiniz…' buyurmaktadır. Sizler hangi evden söz ediyorsunuz” diye sorabilir. Bizler oluşacak olan şüpheleri, düşülecek hataları, gerçekleşecek aldatma ve aldanmaları bertaraf etmek için Hz. Resulullah'ın aylarca belirli bir evin önüne gidip durduğunu ve muradını beyan ettiğini görmekteyiz. Ali ve Fatıma'nın evinden bahsediyoruz. Bu ev kesinlikle diğer evlerden değildir, Peygamber'in (s.a.a) hanımlarının yaşadığı evlerden değildir. Bu hususa işaret birçok kaynak bulunmaktadır. Bunların bir bölümüne işaret edeceğim.

Geliş kanalları çok olduğundan dolayı öncelikle kaynakları vermekle yetineceğim. Kaynakları tahkik eden muhakkikler farklıdır. Bu da rivayetlerin muteber olduğunu ve kanıtlılık özelliğine sahip olduğunu göstermektedir.

İlk kaynak; Müsnedü Ahmed. Enes İbn Malik'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Hz. Resulullah (s.a.a) altı ay boyunca Hz. Fatıma'nın (a.s) kapısının önünden, geçtiğinde sabah namazına gidiyorsa; Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetini okurdu.

Eserin muhakkiki hadise şöyle dipnot düşer: “İsnadı hasendir. Hadisi Tirmizi de rivayet etmiştir. Tirmizi hadisin hasen garip olduğunu söylüyor. Hakim rivayetin sahih olduğunu belirtir, Zehebi de onun bu yargısına katılır.[11]

İkinci kaynak Fezailü's-Sahabe'dir. Rivayetlerin bir bölümünde altı, bazısında ise yedi ay olarak geçmektedir.

Hz. Resulullah (s.a.a) yedi ay boyun­ca sabah namazı olunca Fatıma'nın kapısına gelip; namaz, namaz derdi.[12] Hz. Peygamber (s.a.a), bu davranışı hanımlarından hiçbirisine yapmış değildir. Bu davranışın Aişe veya Hafsa'nın evinin önünde gerçekleştiğine dair bize tek bir rivayet göstersinler. Eğer kavram, Peygamber hanımlarını da kapsamış olsaydı kuşkusuz Allah'ın Resulü bunu bir kez olsun uygulardı.

Üçüncü kaynak İbn Ebu Şeybe'nin (h.235) el-Musannef adlı eseridir. Eserin muhakkiki rivayetin kimler tarafından nakledildiğini birer birer sayar. Ahmed, Tayalisi, Tirmizi, Abdu İbn Humeyd, Ebu Ya'la, Taberani, Hakim rivayeti aktarmışlardır, der…[13]

Dördüncü kaynak Müsned-ü Ebu Ya'la el-Mavsılı'dır. Rivayet Enes'tendir. Hz. Peygamber (s.a.a)…. Hadisin isnadı, Ali b. Zeyd'in zayıf oluşundan dolayı zayıftır. Ancak Ali b. Zeyd bu rivayette tek kalmış değildir. Humeyd bu hadis hakkında mutabaata girişerek rivayetin Hakim nazarında sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun bu yargısına katılmıştır. Tayalisi, Ahmed, tefsirinde İbn Kesir, Tirmizi, Taberi de rivayeti tahriç etmişlerdir…[14]

Görüldüğü gibi bütün muhakkikler rivayetin hasen ve muteberliği ve kanıtlılık özelliğine sahip oluşu noktasında görüş birliği etmişlerdir.

Bir diğer kaynak İbn Hacer el-Askalani'nin el-Metalibü'l-Aliye adlı eseridir.[15] Eserin tahkikini yapan zat son derece katı birisidir, eserde geçen rivayetlerin büyük çoğunluğunu zayıf olarak nitelendirir. Rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: “Buna göre Enes'den rivayet edilen hadis hasen li-ğayrihi seviyesine yükselir.[16]” Bu ifadeler rivayetin kimileri tarafından hasen li-zatihi kategorisinde olduğunu göstermektedir.

Bir diğer kaynak Müsned-ü İbn Ebi Şeybe'dir. Ebü'l-Hamra'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: “Hz. Resulullah (s.a.a) sekiz ay namaza –veya sabah namazına- her çıktığında Fatıma'nın kapısına gelip; ey Ehl-i Beyt selam sizlere derdi. Bu rivayetin isnadı zayıftır. Ancak hadis başka kanallardan olarak sahihtir.[17] Resulullah'ın bu uygulaması bir hasrdır, özgü kılmadır. Rivayette geçen Ehle'l-Beyt ifadesi de ihtisas -yani hasretme- üzere mansuptur. Diğer bir ifadeyle kimlerin kasdedildiğini, Hz. Resulullah (s.a.a) hem fiili hem de kavli nassında ve sünnetinde kavramı tartışma bırakmayacak bir şekilde sınırlı kişilere özgü kılarak belirlemiştir. Hatta beyt/ev kavramını da hasretmiştir. Muhakkikin isnad zincirine ilişkin düştüğü not da rivayetin başka kanallardan sahih olduğunu göstermektedir.

Bir diğer kaynak el-Camiü'l-Kebir fi Süneni't-Tirmizi'dir. Bu kaynak da rivayeti hasen-hasen (çift hasen) olarak ifade etmiştir.

Şu neticeye ulaşıyoruz. Hz. Peygamber (s.a.a) Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu belirlemiş ve kavramı bu beş kişiye uyarlamış, kavramda geçen ‘beyt/ev' sözcüğündeki belirsizliği kaldırmıştır. Şimdi bir iddiada bulunmak istiyorum. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bu ayet özelinde Ali ve Fatıma'nın kapısının dışında durup ‘İnnema yuridullahu…' ayetini okuduğunu gösteren Müslüman bilginler arasında sahih, açık ve muteber bir rivayet göstersinler. Sonuç olarak tathir ayetinde geçen beytten hangi evin kasdedilmiş olduğu açığa çıkmaktadır. Bu beyt/ev önceden söz konusu ettiğimiz Peygamber (s.a.a) hanımlarının oturduğu evlerden farklıdır. Tathir ayetinde geçen ‘el-Beyti' sözcüğünün başındaki elif-lam takısı ahdiyyeti, yani belirli oluşu ifade eder. Bu belirli ev hangisidir, kimin evidir ey Allah'ın Resulü, şeklinde sorulacak olan olası bir soruya O (s.a.a) en az altı ay boyunca cevap vermiş, bu evi göstermiştir. Eğer Aişe ayetin kapsamına girmiş olsaydı, özellikle de Cemel Savaşı'nda kendisi bunu belirtirdi.

Doktor Suud b. Abdullah'ın telif ettiği Merviyyatü Ümmi'l-Müminin Aişe fi't-Tefsir adlı eserine bir bakalım. Müellif tathir ayetinin tefsiri hakkında Aişe'den şu rivayeti aktarır: Bir sabah Hz. Resulul­lah (s.a.a) çıktı, üzerinde yolculukla ilgili şekillerin bulunduğu yünden örme bir örtü vardı. Siyah kıldandı. Hz. Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) geldiler. Resulullah (s.a.a) onları örtünün altına aldı. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına aldı. Sonra ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi terte­miz temizlemek ister' ayetini okudu.[18] Eğer ayet bağlamında başka bir rivayet olmuş olsaydı bu eser o rivayeti de kaydederdi.

Kaynaklara devam etmek istiyorum. İbn Cerir, Beğavi, İbn Cevzi, Hazin, İbn Kesir, Suyutui, Şevkani bu rivayeti tefsirlerinde kaydederler. El-Musannef İbn Ebi Şeybe ve Müsned-ü Ahmed bu rivayeti Aişe'den aktarır. Fezailü's-Sahabe, Sahih-ü Müslim Ümm-ü Seleme rivayetini ayrıntılı olarak, Sünen-ü Ebi Davud, Camiü't-Tirmizi, Müstedrekü'l-Hakim Aişe rivayetini aktarırlar. Ayrıca Hakim el-Müstedrek'te Vasile b. Eska'ın rivayetini sahih olduğunu belirterek nakleder. Rivayetleri aktaran yüzlerce kaynak bulunmaktadır.

- Sunucu: Seyyidim e-maillerden gelen bir soruyu yöneltmek istiyorum. Ayet Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in önemini anlatmayı istiyor, kavramın kapsamına giren diğer bireylerin dışta kaldığını anlatmak istemiyor denilirse bu söze nasıl cevap verirsiniz?

- Hayır. Hz. Resulullah (s.a.a.) belirtilen kişilere bir önem atfedip diğerlerini dışta bırakmamayı isteseydi bir defa dahi olsun bu meramını yerine getirirdi. Örtünün altına girmeye çalışan Ümm-ü Seleme'yi çekmezdi. Ona sen de Ehl-i Beyt'tensin, derdi.

Hasra delalet eden bir çok emare söz konusudur. “Allah'ım işte bunlar benim Ehl-i Beytimdir” sözü  hasra delalet eden bir delildir. Ayrıca dokuz ay boyunca Ali ve Fatıma'nın (a.s) kapısının önünde durup beklediği ve seslendiği gibi Aişe, Hafsa ve Ümm-ü Seleme gibi hanımlarından birisinin kapısının önünde de en azından bir kez olsun durup bekler ve onlara da Ehl-i Beyt diye hitap ederdi ki bunların da Ehl-i Beyt'in kapsamına girdiği söylenebilsin. Ancak konuyla ilgili olarak tek bir rivayet göremiyoruz. Bu da hasra delalet eden diğer bir delildir.

Bir diğer emare de Peygamber (s.a.a) hanımlarından hiçbirisinin bizler Ehl-i Beyt'teniz türünde bir iddiada bulunmayışıdır. Önümüzdeki hafta kadri yüce büyük bilginlerden bir bölümünün bu ayet Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e (a.s) özgüdür şeklindeki sözlerini ayrıntılı olarak sunacağız. Yani Şia'nın ayet hakkındaki anlayışının Şia'ya özgü olmadığını göreceğiz. Eğer sadece ayeti biz böyle anlamış olsaydık, bu yönelişten etkilendiğimiz dile getirilebilirdi. Hayır, Müslüman bilginlerin bir bölümü de ayeti bu şekilde anlamışlardır.

-  Ehl-i Beyt kavramı Ehl-i Beytillah (Allah'ın ev halkı) olarak mı kullanılmalıdır, yoksa Ehl-i Beyti'r-Resul (Hz. Resul'un Ehl-i Beyt'i mi) olarak anlaşılmalıdır, şeklindeki soruya cevap verir misiniz?

- Bu isimlendirmede dayanak sahih ve açık nebevi nassdır. Nebevi nass “İşte şunlar Muhammed'in Âl'idir”, “Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir” diyor.  Nasslara göre hareket edip onunla yetinmeliyiz.

- Teşekkürler, Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Siz sayın seyircilerimize de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Öümüzdeki programda görüşmek üzere.

Es-Selamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

 


[1] Şeyh Muhammed İbn Hasan el-Hürr el-Amuli, Tafsil-ü Vesaili'ş-Şia ila Tahsili Mesaili'ş-Şeriat, c.24, s.314, Sofranın Adabları bablarından 36. Bab, Hadis No:1 Tahkik, Müessesetü Ali'l-Beyt (a.s) li-İhyai't-Türas

Seyyid'in adres olarak gösterdiği hadis tam olarak Kitabü'l-Etime ve'l-Eşribe'nin (Yiyecekler ve İçecekler) ‘Ebvabü'l-Adabi'l-Maide' bölümünde geçiyor. çev

[2] Age, c.1, s. 227, ‘Ebvabü'l-As'ar' bablarından 2. Bab, Hadis No:1

Aynı eserde sözcüğü Ali'nin (a.s) kullandığına dair hadiste geçmektedir. Hadis No: 5 çev.

[3] Şeyh Muhammed Hasan en-Necefi, Cevahirü'l-Kelam, c. 28, s. 386-7

[4] Sahihü'l-Buhari, İman 22, ed-Diyat 2

[5] Müsned-ü Ahmed İbn Hanbel, c. 28, s. 195, Hadis No: 16988 Tahkik Şuayb el-Arnavut.

[6] İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, c. 6, s. 185, Tahkik Hikmet İbn Beşir İbn Yasin, Basıma Sunan Sa'd İbn Fevvaz, Dar-ü İbn Cevzi

[7] Ebubekir Muhammed İbn el-Hüseyn el-Acuri, c. 5, s. 2208, Kitabü'ş-Şeriat,

[8] Muhammed İbn Salih el-Useymin, Mustalahü'l-Hadis, s.14

[9] Kitabü'ş-Şeriat, c. 5, s. 2210, Hadis No:1696,

[10] Age, agy. Hadis No: 1697

[11] İmam Ahmed İbn Muhammed İbn Hanbel, Müsned-ü Ahmed, c. 11, s. 257, Hadis No: 13663, Şerh ve fihristini yerleştiren Hamza Ahmed Zeyn.

[12] İmam Ahmed İbn Hanbel, Fazailü's-Sahabe, c.2, s.953, Hadis No:1340, Tahkik Vasiyullah İbn Muhammed Abbas, Darü İbni'l-Cevzi

[13] Ebubekir Muhammed İbn Abdullah bin İbrahim bin Osman el-Absi, El-Musannef, c.17, s.213, Tahkik Muhammed Avvame

[14] Müsned-ü Ebu Ya'la el-Mavsılı, c. 7, s. 59, Tahkik Hüseyn Selim Esed,

[15] Ahmed İbn Ali İbn Hacer el-Askalani, el-Metalibü'l-Aliye bi-Zevaidi'l-Mesanidi's-Semaniyye, c. 15, s. 123, Tahkik Muhammed İbn Zafir İbn Abdullah eş-Şehri, Darü'l-Asıme. 

[16] Age, s. 127

[17] Müsned-ü İbn Ebi Şeybe, c. 2, s. 232, Hadis No: 720, Tahkik Adil İbn Yusuf ve Ahmed İbn Ferid el-Mezidi, Darü'l-Vatan.

[18] Doktor Suud İbn Abdullah el-Fensiyan, Merviyyatü Ümmi'l-Müminin Aişe fi't-Tefsir, s. 318, Hadis No: 504, Darü't-Tevbe, Riyad, 1. Basım, 1413.
 

Çev: Cevher Caduk

medyasafak.com