Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (5)

Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (5)
Önceki programlarda İbn Teymiyye’den ve öğrencisi ve mukallidi Muhammed b. Abdulvehhab’dan, Allah Resûlünün lanetlediği Mervan ve soyunu ululayan, onları İslam’ın izzeti ve gücü, 12 halifenin birer ferdi olarak niteleyen pasajlar okumuştuk. Bunlara göre Mervan ve soyu, İsmail’in (a.s.) müjdelediği kimselerdir.

 

 

Sunucu: Rahman Rahim Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Efendim hoş geldiniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Seyyidim bugünkü konumuza geçmeden önce önceki programların özetini sunabilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programda Ümeyyeoğullarının uyguladığı metodun en önemli sonuçlarından birisinin ‘‘cerh ve tadil ölçütlerinin değişmesi'' olduğuna dikkat çekmiştik. Bundan kastımız cerh ve tadil imamlarının bir kısmının nezdinde İmam Ali'ye buğz ve lanet eden ve Muaviye'yi dost edinen bazı kimselerin ‘‘sika, sebt, mütedeyyin ve mutkin'' gibi adaleti ifade eden sözcüklerle tanımlanmalarıdır. Hâl böyle olunca söz konusu kişilerin hadisleri de -aynı şekilde- kanıtlık özelliğine sahip olmuş oldu.

 

Önceki programda bu hususu etraflıca inceledik ve bazı örnekler de sunduk. Bu örneklerden birisini Hafız Mizzî'nin Tehzibü'l-Kemâl adlı eserinden sunduk. Değerli izleyiciler Hariz ismini hatırlayacaklardır. Hariz b. Osman b. Cerir b. Ahmed b. Esad er-Rahbi el-Meşrıkî Ebu Osman. Ebu Avn eş-Şamî el-Hımsî de denilir.

 

Zehebî el-Mizân adlı eserinde şöyle der:

 

Hariz, mutkin ve sebttir. Ancak bidat ehlidir. Zehebî el-Kâşif adlı eserinde ise şahsın sika ve nâsıbî olduğunu söyler. Divan'da ise ‘‘sikadır, ancak nâsıbîdir ve Ali'ye buğzeden bir kişidir'' der.[1]

 

Diğer hususu ele alalım. Hz. Ali'yi sevip, O'nu dost edinen, faziletlerini rivayet eden, Muaviye'ye ve Ümeyyeoğullarına buğzeden bir kimse bunların nezdinde ‘‘fasık, facir, bidat sahibi ve yalancı'' olmaktadır. Hatta bu kişiler, insanların en yalancıları kategorisinde değerlendirilmekte ve bunların hadisleri de kanıt olma özelliğini yitirmektedir. Cerh ve tadil kurallarının ve kriterlerinin değiştiğini önceki programda işlemiştik.

 

İmam Ali'ye buğzeden bir kimsenin münafık, yalancı, bidat sahibi bir kişi sayılıp sözünün kabul edilmemesi ve hadisiyle ihticac edilmemesi gerekirken, bakıyorsunuz tam tersi oluyor! Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Ey Ali, seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık kimse buğzeder'', ‘‘Ey Ali, sana eziyet eden kimse bana eziyet etmiş olur. Sana söven kimse bana sövmüş olur'', ‘‘Ey Ali, seni seven kimse beni sevmiş olur'' buyurmaktadır.

 

İmam Ali'ye söven, hakaret eden ve buğzeden bu kimseler Resûlullah'a (s.a.a.) buğzetmekte, sövmekte ve hakaret etmektedirler! Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) söven, hakaret eden ve buğzeden bir kimsenin sika, sebt ve mütedeyyin olması cerh ve tadil ilminin kaidelerinden midir? Bu durum dinî mantığın kurallarından mıdır? Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) seven bir kimse yalancı ve bidat ehli olabilir mi? Ne yazık ki Ümeyyeoğulları dönemi -son derece üzücüdür ki- bu tehlikeli neticeleri doğurmuştur.

 

Diğer bir ifadeyle; İmamı Ali (a.s.) olan kimse bidat ehlidir, yalancıdır ve hadisi kanıt olamaz. Ancak imamı Muaviye olan kimse saduktur, sebttir ve mütedeyyindir! Tehzibü'l-Kemâl adlı eserde Hariz'in tercüme-i hâlinde bu husus açıkça geçmektedir. Hariz şöyle derdi:

 

Ben Ali'yi sevmem… Bizim imamımız bize, sizin imamınız sizedir.[2]

 

Eserin tahkikini yapan Beşşar Avvad Maruf bu cümlelere şöyle dipnot düşer:

 

Hariz bu sözüyle şunu demek istiyor: Muaviye bizim imamız, Hz. Ali de sizin imamınızdır.[3]

 

Yani sevilmesi Hz. Resûlullah'ın sevilmesi, kendisine kızılması Resûlullah'a (s.a.a.) kızılması olan İmam Ali! Durum öyle bir raddeye varıyor ve bidat öyle bir noktaya ulaşıyor ki bunlar Resûlullah'ın (s.a.a.) açık nassının karşısında ‘‘ben Ali'yi sevmiyorum'' diyebiliyor! Dahası var! Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, cerh ve tadil âlimlerinden birisi, ‘‘Muaviye'nin fie-i bağiyeden olduğunu'' (Hakk'a isyan eden azgın topluluktan) söyleyen kişinin ‘‘fahişe çocuğu'' olduğunu söylüyordu!

 

Hafız ez-Zehebî Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde şöyle der:

 

Duhaym; kadı, imam, hafız, fakih ve Şam muhaddisi… Akranlarından üstündür, tasnifleri ve cerh ve tadil edebilme kabiliyeti vardır. Hadislerin sahih ve illetlerini bilir. Ahmed el-İclî şöyle der: Duhaym sikadır. Sürekli Bağdat'a gidip gelirdi. Yanında fie-i bağiye'nin Şam ehli olduğu söylenilince onlara, ‘‘bunu söyleyen fâhişe çocuğudur'' diye hakaret etti.[4]

 

Sadece bir cümle söylemek istiyorum. "Fahişe çocuğu" ifadesinin kime uygun düştüğü üzerinde bir açıklamada bulunmak istiyorum. Bakınız, Muhakkik Beşşar Avvad Maruf, Tehzibü'l-Kemâl'e düştüğü dipnotta şöyle der:

 

Hariz ‘‘Muaviye bize aittir, Ali da size aittir'' demektedir. Ancak onun imamı baği bir kişidir. Ali (a.s.) onunla savaşırken hak üzereydi. (Yani Ali haklı, Muaviye ise bağiydi; Seyyid Kemal Haydarî.) Bu görüş Hicaz ve Irak'ın Ehl-i Hadis ve Ehl-i Reyinden oluşan fıkıh bilginlerinin icma ettiği bir husustur. Malik, Şafiî, Ebu Hanife, Evzaî bunlardandır. Mütekellimlerin ve Müslümanların büyük çoğunluğu bunlardandır. (Bkz; Münavî, Feyzü'l-Kadir c.6, s.306).[5]

 

Bu adam (Hariz) bunların tamamını fahişe çocuğu olmakla itham ediyor. Çünkü bu şahıslar onun Muaviye'yi dost edindiği gibi dost edinmemişlerdir. Bunlar, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Ey Ammar, seni azgın bir topluluk şehid edecektir. Ammar onları cennete, onlar da onu cehenneme davet ederler'' buyruğuna tâbi olmuşlardır. İnşallah önümüzdeki programda fie-i bağiye hakkında değerlendirmelerde bulunacağız. İctihad edip de hataya düşmenin ve dolayısıyla sevap almanın cehenneme davet etme ile uyuşup uyuşamayacağını, bir arada bulunup bulunamayacağını inceleyeceğiz.

 

İnsan, Kur'an ve Resûlullah'ın (s.a.a.) mantığına nasıl karşı koyabilir, anlamıyorum. Bu nas Resûlullah'tan gelen açık bir hadistir. Kendilerinin Resûlullah'ın (s.a.a.) tâbileri olduklarını ve O'nun sünnetine saygı duyduklarını avurtlarını şişirerek dile getiren bu şahıslar Muaviye ve Ümeyyeoğulları söz konusu olduğunda lâl kesilmektedirler! Kalplerine Ümeyyeoğullarının sevgisi iyice yerleşmiş gibidir. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘onlar cehenneme çağırır'' diyor, bunlar ise ‘‘hayır cennete çağırır'' diyorlar. Şimdilik bu konunun detaylarına girmek istemiyorum.

 

Bunlar açık sarih hadis karşısında bu tür uğursuz ictihadlarda bulunabiliyorlar.

 

Sunucu: Ümeyyeoğullarının amel ettiği bu kaidenin ortaya koyduğu en önemli sonuçlar nelerdir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: İnşallah bu ve bundan sonraki programda bu neticeleri ele almaya çalışacağız. Bu cerh ve tadil kaidelerinin değişip dönüşmesi ricâl ilminde büyük bir tehlikeye yol açtı. Ben buradan muhakkiklere ve davet ehline bir çağrıda bulunmak istiyorum. Cerh ve tadil ilminin konularını ele aldığınızda, ricâl ilmiyle ilgili meseleleri incelediğinizde, bu ilimde gerçekleşen bu dönüşümü de inceleyiniz.

 

Osman'ın Şiîleri ve bağlılarının bir bölümünün ya da Ümeyyeoğullarının kendilerinin ve Muaviye taraftarlarının meşruiyet kazandıklarını ve bunlara meşruiyet verildiğini görüyoruz. Buna mukabil ise Hz. Ali ve Ehl-i Beyt taraftarlarından bu meşruiyetin alındığını görmekteyiz. Ayrıca Muaviye'nin bu mesele için harcadığı onca parayı da ekleyelim.

 

Soru: Önceki programda işaret ettiğimiz cerh ve tadil ölçütlerini değiştiren bu tür kimselerin gerçekleştirdikleri icraatlar nelerdir?

 

Birtakım icraatlar yapılmıştır. Ben bunlardan bazılarını ele alacağım. Bu icraatlara tanıklık eden kati tarihsel şahitler ve veriler bulunmaktadır.

 

İlk icraat: Bunlar ellerinden geldiği ölçüde genelde Ümeyyeoğullarını özelde ise Muaviye'nin de aralarında bulunduğu Emevî yöneticilerini yeren rivayetleri ve nasları ortadan kaldırmaya ve devre dışı bırakmaya çalışmışlardır. İlk olarak ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Ancak ortadan kaldıramadıkları için de ‘‘avam halka okunması uygun değildir'' demişlerdir. Böylece insanların Ümeyyeoğullarının hakikatlerini ve gerçek yüzlerini görmelerine engel olmuşlardır.

 

Bir kimse ‘‘Bu hakikati ispatlayan herhangi bir nas bulunmakta mıdır'' şeklinde bir soru sorabilir.

 

Değerli izleyicilere bir pasaj okumak istiyorum. Bu pasaj İmam Zehebî'nin (ö. h.748) Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde geçmektedir. Yazar şöyle diyor:

 

Ben derim ki; çağdaşların sözlerinin heva ve asabiyet üzerine olduğu görülürse iltifat edilmez. Hatta dürülür, atılır ve rivayet edilmez… Nitekim pek çok kişi, sahâbe arasında gerçekleşen problemleri dile getirmekten ve haklarında konuşmaktan el etek çekmişlerdir. Divanlarda, kitaplarda ve cüzlerde bu şey günümüze kadar gelmiş ve bizi de içine almıştır. Ancak bunların birçoğu munkatı ve zayıftır. Bazıları ise yalandır. Elimizde ve âlimlerimiz arasında bulunmaktadır. Geriye kalanının dürülmesi ve gizlenmesi gerekmektedir. Hatta yok edilebiliyorsa yok edilmelidir. Böylece kalpler arı duru olsun, sahâbe sevgisiyle dolup taşsın ve onlar hakkında rıza ifadeleri kullansın. Bunların avam halktan ve âlimlerden gizlenmesi bir görevdir.[6]

 

Kendisi imam ve hafızdır. Akranları olan hafız ve imamları kastediyor. Yazarın heva ve asabiyetten kastı Muaviye'nin yerilmesidir. Eğer yergi Ali (a.s.) hakkında ise heva ve asabiyet olarak değerlendirilmez. Yazarın sahâbe arasındaki problemlerden kastı ise Cemel ve Sıffîn savaşlarıdır.

 

Muaviye'yi ve Ümeyye'yi yeren rivayetler ile ilgili eleştirileri ve değerlendirmeleri istidlalden yoksundur. Bizim için önemli olan onun bu rivayetleri yalanlamasıdır. ‘‘Çoğunluğu munkatıdır'' ifadesinden, ‘‘geriye kalanının sahih olduğu'' sonucuna ulaşabiliyoruz. Yani az da olsa bu rivayetler içinde sahih ve müsned olanlar bulunmaktadır. Bunu bir itiraf olarak görebiliriz. ‘‘Bazısı yalan olduğuna göre bir bölümü de doğrudur'' sonucuna ulaşabiliriz.

 

Yazar sahih ve sadık olanlarının sümen altı edilmesi gerektiğini söylüyor. İşte ilmî sorumluluk duygusu!  Dahası yazara göre, sahih olanlarının ortadan kaldırılması ve geriye tarihte hiçbir şeyin kalmaması gerekmektedir. Amaç belli; ‘‘Ümeyyeoğulları ve emsallerinin kötülükleri bilinmemelidir.'' İşte imam ve hafız olan Zehebî'nin giyindiği ilmî sorumluluk duygusu! Hiçbir değerlendirmede bulunmuyor ve kararı izleyicilere bırakıyorum.  Peki böyle bir kişi münafık ise ne yapılmalıdır? Kur'ân münafıklardan beri olduğunu ifade ediyor ve ‘‘Allah onların yalancı olduklarına şahitlik eder'' buyuruyor. Yazara göre Muaviye hakkında rıza ifade eden cümleler de kullanılmalıdır. Münafığı sevmek imandan mıdır? Emevî din anlayışı münafıklara sevgi duymanın, mümine buğzetmenin imandan olduğuna inanmaktadır!

 

Bu programlarda zikredilen hakikatlerin açığa çıkmasından korkmaya başladılar. Çünkü bizim bu programlarımız bunların yok etmeye çalıştıkları ve birçoğunu yok ettikleri hakikatleri ortaya koymaya başlamıştır. Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun ki bunların birçoğu yerinde duruyor.

 

Devamında yazar şöyle diyor:

 

Sadece hevadan arınmış insaflı âlime -yani Muaviye'ye sevgi besleyen âlimlere; Seyyid Kemal Haydarî- bunları mütalaa etmesi için izin verilebilir. Tabii bu incelemeyi yapacak olan âlim de onlar hakkında istiğfar dilemesi şartıyla bu incelemelerde bulunabilir. Nitekim Allah-u Teâlâ bize şunu öğretmiştir: ‘‘Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!'' (Haşr, 10). Sahâbe topluluğu sâbikûndur (öne geçenler), ortaya koymuş oldukları amelleri bağışlanmıştır. Günahlarını ortadan kaldıran cihadları, kendilerini paklayan ibadetleri vardır.[7]

 

Yani bu hakikatleri okuduğunda tökezlemeyen âlimlere okuma izni verilebilir. Ümeyyeoğullarının ve Muaviye'nin Ehl-i Beyt'e neler yaptığını okuduğunda sarsılmayan kimseler bu tür olayları okuyabilirler! Yazara göre bu hakikatler insanlara açıklanır ve insanlar sarsılmaya başlarlar ise bu durumda bunları açıklamak caiz değildir. Bunlar neden sahâbe arasında çıkan bütün problemler ve tartışmalar hakkında susmamızı istiyorlar? Bu hakikatler, okuduğumuz gibi Kur'ânî ve naklî hakikatlerdir. Bir sahâbînin münafık olduğu kesinleştikten sonra onun hakikatini ancak kendisine istiğfar diledikten ve Allah razı olsun dedikten sonra okuyabilirsin!

 

Yazarın kanıt olarak ileri sürdüğü ayet hakkında da bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz. İlk önce dayandığın aslı ispatla! Yani o sahâbînin mümin olduğunu ispatla, sonra ayeti oku!

 

‘‘Mümin olmayan sahâbî var mıdır?'' şeklinde bir soru gelebilir.

 

El-cevap: İnşallah bu programda kimi sahâbîlerin mümin olmadıklarını hatta nifakın en üst derecesinde yer aldıklarını ispatlamaya çalışacağız.

 

Kimi sahâbîlerden sâdır olan bazı hakikatlerin gizlenmesi için bunların gerçekleştirdikleri ilk icraat budur. Bu çabanın nedeni sahâbenin rüsvalıklarının, fısk-u fücûrlarının ve nifaklarının insanlar arasında yayılmasını önlemektir.

 

İkinci icraat: Emevî din anlayışına bağlı bazı kimseler hatta bilginler insanlardan gizlenemeyen ve yok edilmesi imkânsız olan rivayetleri bir şekilde zayıf sayma yoluna gitmişlerdir. Bu rivayetlerin meçhul ve zayıf, ravisinin Râfızî ve Şiî ya da mesturu'l-hâl (durumu bilinmeyen) olduğunu söylemişlerdir. Genelde Ümeyyeoğullarını özelde ise Muaviye'yi yeren bu rivayetleri bir şekilde kıstaslıktan düşürmeye çalışmışlardır.

 

Bu programda bir örneği ele almak istiyorum. Sahih naslarda geçtiği üzere Resûlullah (s.a.a.) Hakem b. el-As'ı lanetlemiştir. Hatta sadece Hakem'i değil onun sulbünden Kıyamet Gününe kadar gelecek olan bütün herkese lanet etmiştir.

 

Seyyidim buna dair delilin nedir, şeklinde bir soru gelebilir. Acaba bu hakikati ispatlayan sahih naslar bulunmakta mıdır? Değerli izleyicilerin beni dikkatlice dinlemelerini istirham ediyorum.

 

Bu hadis ilk olarak Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel'de geçiyor. Rivayet şöyledir:

 

Bize İbn Nümeyr rivayet etti ve dedi ki; bize Osman b. Hâkim, Ebu Ümame b. Sehl b. Huneyf'ten, o da Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiğine göre o, şöyle demiştir: Bizler Hz. Resûlullah'ın yanında oturuyorduk. Amr b. el-As benim yanıma gelmek için elbisesini giyinmeye gitmişti. Bizler Resûlullah'ın (s.a.a.) yanında bulunuyorken O (s.a.a.) şöyle buyurdu: ‘‘Yanınıza tam lanetlik bir adam gelecektir.'' Vallahi oldukça korkuyordum. Gireni ve çıkanı gözlemeye koyuldum. Nihayet falanca -yani Hakem- içeri girdi.[8]

 

Bakınız, Allâme Arnavut bu hadise nasıl yorum yapıyor:

 

Hakem b. Ebu'l-As el-Emevî. Osman b. Affan'ın amcası ve Mervan'ın babasıdır. Abdülmelik b. Mervan'ın ve soyunun dedesidir. Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olanlardandır. Sahâbîlikten nasibi en alt düzeydedir. Medine'de yerleşmişti. Hz. Resûlullah onu Medine'den Taife'e göndermiştir. Osman'ın hilafetine kadar orada kalmıştır. Osman'ın hilafeti döneminde Medine'ye geri dönmüştür.

 

Hadisin isnadı Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Hadisin isnad zinciri Osman b. Hâkim dışında sika kişilerden oluşmaktadır ve Buharî ve Müslim'in ricâlidirler. Osman b. Hâkim ise İbn Abbad b. Hunayf el-Ensarî'dir ve Müslim'in ricâlindendir.[9]

 

Yazarın ‘‘Resûlullah (s.a.a.) onu göndermiştir'' ifadesi basit kalmaktadır! Zira Hz. Resûlullah (s.a.a.) onu sürgün etmiş, hatta kovmuştur. Yani birinci ve ikinci halife onun Medine'ye geri dönmesine izin vermeye cesaret edememişlerdir. Ancak Osman bu konuda Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) muhalefet etmiştir. Bu konunun detaylarına girmek istemiyorum. Öyleyse hadiste geçen Hakem'den murat Hakem b. Ebu'l-As'tır. Ancak Buharî bu hadisi tahric etmemiştir.

 

Allâme Albanî'nin bu hadis hakkındaki değerlendirmelerine bir bakalım. Rivayet şöyledir:

 

Yanınıza son derece lanetli birisi gelecektir. (Yani Hakem b. Ebi'l-As.) Ahmed tahric etmiştir...

 

Ben derim ki; bu hadis Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Ahmed'in ricâli sahih hadisin ricâlidir.[10]

 

Buna göre Allâme Arnavut ile Allâme Albanî hadisin sahih olduğunu söylemektedirler.

 

Allâme Albanî devamında şöyle der:

 

Ben ayrıca sadedinde olduğumuz bu hadisin başka bir kanalına da rastladım. Bu kanalı İbn Abdilberr el-İstiâb adlı eserinde sahih bir isnad zinciriyle İbn Ömer'den tahric etmektedir.

 

Bu ikinci hadisin isnad zinciri şöyledir: İbn Abdilberr, Abdülvahid b. Ziyad'dan rivayet etmiştir. O da Osman b. Hâkim'den rivayet etmiştir. Osman şöyle demiştir: Bize Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. el-As'ın, Abdullah b. Amr b. el-As'tan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) yukarıdaki hadisi buyurmuştur.

 

Ben derim ki bu hadisin isnadı da sahihtir. Tamamı sika râvîlerden oluşmaktadır. Abdulvahid b. Ziyad sikadır ve Sahihayn'da hadisleri bulunmaktadır. Cerh ve tadil bilginleri onun hakkında olumsuz konuşmamışlardır. Ancak onun özel olarak Ameş'ten rivayet ettiği hadiste sorun vardır. Görüldüğü gibi bu hadis ise Ameş'ten rivayet ettiği hadislerden değildir. Buna göre Osman b. Hâkim rivayetinin iki sahih isnad zinciri vardır. Bu da hadisin kuvvetini artıran şeylerdendir.[11]

 

Buna göre hadisin iki isnad kanalı var. Abdülvahid'in Ameş dışında diğerlerinden rivayet ettiği hadislerde problem bulunmadığını anlıyoruz.

 

Özetle bir noktaya işaret etmek istiyorum. Allame Albâni şöyle demektedir:

 

Zehebî et-Tarih adlı eserinde bu ikinci kanal hakkında -ilk kanalda olduğu gibi- hiçbir değerlendirmede bulunmamış ve hiçbir şey söylememiştir.[12]

 

Bu iki kanal sahih olduğu halde Zehebî dilsiz kesilerek hiçbir değerlendirmede bulunmuyor. Çünkü konu Ümeyyeoğulları ile bağlantılıdır. Eğer hadis İmam Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) ile bağlantılı olsaydı kuvveti ve sıhhati ifade eden yüzlerce söz kullanırdı. Hadis Hakem'le ve onun Resûlullah (s.a.a.) tarafından lanetlenmesiyle ilgilidir. Bu hadiste ictihada mahal hiçbir nokta bulunmamaktadır. Ayrıca bu hadisin içeriğinin sahihliğini kuvvetlendiren iki kanıt mevcuttur.

 

İlk şahit: Allâme Albani'nin zikrettiği hadis. Bu rivayetlerden birisi Şa'bî kanalıyla aktarılmaktadır. Şa'bî şöyle demektedir:

 

Abdullah b. Zübeyr'in Kâbe'ye yaslanmış bir halde şöyle dediğini işittim: Şu Beyt'in Rabbine and olsun ki Allah-u Teâlâ Peygamberinin diliyle Hakem'e ve ondan doğana lanet etmiştir![13]

 

Abdullah b. Zübeyr ‘‘Bu şahıs Allah-u Teâlâ'nın Peygamberinin diliyle kendisine lanet ettiği birisidir'' demeye çalışıyor.

 

‘‘Lanet eden Resûlullah (s.a.a.) olduğu halde Allah nasıl lanet etmiştir'' diye bir soru akla gelebilir.

 

El-cevap: ‘‘Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu).'' (Enfâl, 17) kriterine göre cevap vermektedir. Bu Resûl'e (s.a.a.) nispetle genel bir mantıktır. Resûl (s.a.a.) heva ve hevesinden konuşmaz. Lanet ettiğinde de Allah-u Teâlâ lanet etmiştir. Kimse bize ‘‘siz Kur'ân'ı tahrif ediyorsunuz'' demesin. Ben Kur'ân mantığında ‘‘Resûlullah'ın fiillerinin ve sözlerinin Allah-u Teâlâ'nın fiilleri ve sözleri olduğunu'' açıklamaya çalışıyorum. ‘‘Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir.'' Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın eli derken Resûlullah'ın elini kastetmektedir.

 

Allame Albanî şöyle diyor:

 

Bu hadisin de isnadı sahihtir. Bezzâr'ın şeyhi dışında hadisin ricâl tabakasının tümü sika olup Şeyhayn'ın ricâlidir.[14] Bezzâr'ın şeyhi de sikadır ve onda da herhangi bir sorun bulunmamaktadır.

 

Bu hadisi sahih sayanlardan birisi de İmam Zehebî'dir. Ben izleyicilere Ümeyyeoğullarına ilişkin bir tablo çizmek istiyorum. O, Tarihu'l-İslâm adlı eserinde şöyle demektedir:

 

Şa'bî der ki: -bu rivayet Allame Albanî'nin naklettiği rivayetin aynısı; S. Kemal Haydarî- Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini işittim: Şu Beyt'in Rabbine and olsun ki Allah-u Teâlâ Peygamberinin diliyle Hakem'e ve ondan doğana lanet etmiştir. Hadisin isnadı sahihtir.[15]

 

Bu aktardıklarımız ilk şahit ile ilgilidir. Öyleyse ilk şahit, yukarıda geçen Allame Albanî'nin sahih olarak kabul ettiği, Abdullah b. ez-Zübeyr'den nakledilen hadisin sıhhatini ispatlamaktadır.

 

İkinci şahit: Ümmü'l-Müminîn Aişe ile bağlantılıdır. Bu kanıtın bir özelliği vardır. Bu özellik Ümmü'l-Müminîn Aişe'nin Ümeyyeoğullarına özellikle de Mervan'a ve Mervanoğullarına ilişkin tutumuna ışık tutmaktadır.

 

Bu hadis / kanıt İbn Kesir'in Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm'inde geçmektedir. Rivayet şöyledir:

 

İsmail b. Ebî Halid'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Bana Abdullah b. el-Medinî şöyle haber verdi: Mervan hutbe okurken ben de mescitte idim. Allah-u Teâlâ müminlerin emirine, Yezid hakkında güzel bir fikir ilham etti. Şayet o halefini belirtmişse, şüphesiz Ebû Bekir ve Ömer de haleflerini belli etmişlerdi, dedi. Abdurrahman b. Ebu Bekr dedi ki: Bu krallık değil de nedir? Allah'a yemin ederim ki Ebû Bekir ne çocuklarına ne de ailesine böyle bir şey bırakmıştır… Mervan ‘‘Ana babasına, of sizden, diyen sen değil misin'' deyince Abdurrahman ‘‘Sen lanetli adamın oğlu değil misin? Allah Resûlu (s.a.a.) senin babana lanet etmemiş miydi'' dedi. Her ikisinin sözlerini işiten Aişe ‘‘Ey Mervan, Abdurrahman'a şöyle şöyle diyen sen misin? Yalan söyledin. Ayet onun hakkında nazil olmadı, aksine filan oğlu filan hakkında nazil oldu'' dedi. Mervan ağlayarak minberden indi, odasının kapısına kadar geldi, kendi kendine konuşarak ayrılıp gitti. [16]

 

Hutbeyi veren, babasının sulbünde iken lanetlenen Mervan'dır. Ancak devran değişmiş ve Resûlullah'ın (s.a.a.) mescidinde Muaviye'nin kendisini Medine'ye vali olarak atamasının bereketiyle hutbe verecek bir konuma kadar gelmiştir! Mervan'ın ifadesine göre Yezid'in hilafete atanması Allah'tandır. Allah-u Teâlâ'nın Muaviye'ye, Yezid'i hilafete tayin etmesi gerektiğini nasıl gösterdiğini anlayamıyorum. Acaba Muaviye'ye vahiy mi indi yoksa kendisine ilham mı oldu? Ancak Mervan bu hususta tanıklıkta bulunuyor. Bir münafık başka bir münafık için tanıklık ediyor! 

 

‘‘Muaviye'nin kendisinden sonrakini belirlemesi kendiliğinden yaptığı bir şey değildir. Daha öncesinde Ebû Bekir ve Ömer de aynı şeyi yapmıştır'' demeye çalışıyor.

 

Bu hadisten hareket ettiğimizde ‘‘sahâbenin tümünün adil ve cennette olması'' mantığı devre dışı kalıyor. Ne kadar da uğursuz bir mantık! Aklı devre dışı bırakan bir mantık! Bu mantık, aklı olmayan bir insanın mantığıdır.

 

Aişe, Mervan'a ‘‘sen yalan söylüyorsun'' demeye çalışıyor. Buradan da Aişe'nin Ümeyyeoğullarına karşı olumsuz bir tutum içinde olduğunu anlayabiliyoruz. Değerli izleyiciler bu hususu akıllarında tutsunlar ve iyice kavrasınlar. Çünkü ileride tekrar bu konuya geri döneceğiz. Ümeyyeoğullarının Aişe'ye neler yaptıklarını, onun dilinden akl-ı selimin kabul edemeyeceği hadisler uydurduklarını ortaya koymaya çalışacağız. Bunlar ona ve Resûlullah'a (s.a.a.) duydukları kinleri yüzünden hem onun hem de Hz. Peygamber'in makamını zedeleme amaçlı hadisler uydurdular.

 

Bu rivayetin aynısı Nesâî'nin Sünenu Kübrâ'sında geçmektedir. Rivayet şöyledir:

 

Bize Ali b. el-Huseyn rivayet etti ve dedi ki; bize Ümeyye b. Halid'in, Şu'be'den, onun da Muhammed b. Ziyad'dan rivayetine göre -bu şahsı aklınızda tutmaya çalışınız; Seyyid Kemal Haydarî- o şöyle demiştir: Muaviye, oğluna biat edilmesini istediğinde Mervan ‘‘Ebû Bekir ve Ömer'in sünnetidir'' demişti. Abdurrahman b. Ebu Bekr ise ‘‘Bu, Heraklius ve Kayser'in sünnetidir'' dedi. Mervan, bu adam Allah-u Teâlâ'nın hakkında ‘‘Anne ve babasına öf sizden... diyen kimse'' ayetini indirdiğidir, dedi. Bu söz Aişe'ye ulaşınca şöyle dedi ‘‘Mervan yalan söylemiş. Allah'a yemin ederim ki ayet onun hakkında nazil olmamıştır. Ayetin, hakkında nazil olduğu kişinin adını belirtmek isteseydim şüphesiz adını söylerdim. Ancak Allah Resûlu (s.a.a.), daha Mervan babasının sulbünde iken Mervan'ın babasına lanet etmiştir ve Mervan Allah'ın lanetinden bir parçadır'' dedi.[17]

 

Bu hadisi Ümmü'l-Müminîn Aişe'nin rivayet ettiğine dikkat çekmek istiyoruz. Dolayısıyla bu hadis hakkında kuşku oluşturmak mümkün değildir.

 

Rivayetin haşiyesinde şöyle geçmektedir:

 

Hadisin orijinalinde geçen ‘‘fadadun'' sözcüğü kıtatün / parça anlamına gelmektedir. Hakem melun olduğuna göre onun bir cüzü olan Mervan da melundur.

 

Bu rivayete işaret eden üçüncü kaynak: İbn Ebî Hayseme'nin (ö. h.279) et-Tarihu'l-Kebir adlı eseri. Rivayet şöyledir:

 

Muhammed b. Ziyad'dan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: Muaviye insanların Yezid'e biatlerini sağlamak üzere Mervan b. Hakem'e mektup yazdı. Abdurrahman b. Ebî Bekir de ‘‘Siz bu işi (halifeliği) Heraklius geleneğine dönüştürdünüz. Kendi oğullarınız için biat mi alacaksınız?'' dedi. Bunun üzerine Mervan ‘‘Yüce Allah'ın hakkında ‘Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken beni (ölümden sonra) dirilmekle mi tehdit ediyorsunuz?' diye buyurduğu kişi işte budur'' dedi. Bunun üzerine Aişe kızarak şöyle dedi: Ayette konu edinilen kimse Abdurrahman değildir. İstesem kimin hakkında indiğinin adını veririm. Fakat şu var ki, Allah sen babanın sulbünde iken ona lanet etmiştir. Sen o bakımdan Allah'ın lanetinden bir parçasın.[18]

 

Rivayetin dipnotunda şöyle geçmektedir:

 

Hadisin orijinalinde geçen ‘‘fadadun'' sözcüğü kıtatün / parça anlamına gelmektedir. Yani o, lanetten bir parçadır.[19]

 

Bu hadis hakkında son değerlendirme olarak Allâme Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde geçen ifadelere değineceğiz. Allâme şöyle der:

 

Bu hadisin isnadı sahihtir. Hafız, el-Feth adlı eserde, Süyûtî ed-Dürrü'l-Mensur adlı eserinde rivayeti Abd b. Humeyd'e dayandırmaktadır. İbn Münzir ve el-Hâkim de hadisi rivayet etmektedir…[20]

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla bu hakikati ispatlayan ve reddedilme olanağı bulunmayan iki kanıtın varlığı ortaya çıktı. Bundan dolayıdır ki İbn Esir, Üsdü'l-Ğabe adlı eserinde bu konuyu, kendisinin nezdinde meselenin açık olduğunu ifade eder bir tarzda sunar. O, şöyle der:

 

Lanet edildiği ve sürüldüğü hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Ancak zikredilmeye gerek bulunmamaktadır. Resûlullah'ın (s.a.a.) hoşlanmadığı halde, hilmine rağmen bu lanette bulunması ve onu sürgüne göndermesi ancak büyük bir şeyden dolayı olabilir.[21]

 

Allame Arnavut ‘‘çıkartma'' ifadesini kullanırken İbn Esir ‘‘sürülme'' demektedir.

 

Ben bu olayın doğruluğunu ve sahihliğini göstermek için iki kanal ve iki tane de şahit zikrettim. Yoksa mesele kesin bir surette sabittir ve nettir.

 

Eğer Hakem'den sadır olan şey basit ve önemsiz olsaydı göz yumulabilirdi. Çünkü Allah-u Teâlâ ‘‘Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi'' (Âl-i İmrân, 159) buyurmaktadır. Resûlullah (s.a.a.) münafıklardan nicelerini ve Abdullah b. Übey gibilerini affetmiştir.  Demek ki Hakem, sürülmeyi hak etmiş bir şey yapmış olmalı ki Resûlullah (s.a.a.) onu sürmüş. Allah-u Teâlâ bu münafık insanın sulbünün gerçekleştireceği şeyleri Resûlullah'a haber vermiştir.

 

Peki, Mervan ve Abdülmelik b. Mervan'ın ve soyunun İslam Ümmetinde gerçekleştirmiş olduğu bu büyük olay neyin nesidir? Delile ihtiyaç yoktur. Ancak Allah-u Teâlâ'nın gözlerini ve basiretlerini bağladığı kimseler bunu göremezler. Bunlar da zaten bu tür rivayetleri aktarmazlar. Nitekim bizler önceki programlarda İbn Teymiyye'den ve öğrencisi ve mukallidi Muhammed b. Abdulvehhab'dan, Allah Resûlünün lanetlediği Mervan ve soyunu ululayan, onları İslam'ın izzeti ve gücü, 12 halifenin birer ferdi olarak niteleyen pasajlar okumuştuk. Bunlara göre Mervan ve soyu, İsmail'in (a.s.) müjdelediği kimselerdir. İşte Emevîci din anlayışı budur! Bu mantığa göre Resûlullah'ın lanetine uğrayan bu kimseler İslam'ın izzeti oluyorlar! Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Bunlar Allah'ın rahmetinden uzak kimselerdir'' derken, bu mantık ise onları sahâbî ve adil birer kişi olarak kabul etmektedir! Buraya kadar yaptığımız açıklamalarla Hakem'in ve onun sülbünden olan kimselerin lanet edildiğine delalet eden sahih isnad zincirleriyle aktarılan rivayetlerin mevcudiyetini görmüş olduk. Değerli izleyicilerden ve hakikat taliplerinden Emevîci din anlayışını, kadim ve modern dönem âlimlerini araştırıp tanımalarını istirham ediyoruz.

 

Sunucu: Onlar ‘‘Sizler bunların şecere-i melune olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Resûlullah (s.a.a.) ne zaman onlara lanet etmiştir?'' diyorlar.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tam isabet. Bu da Kur'ân'da geçen “şecere-i melune” (lanetlenmiş ağaç) rivayetlerinin sahih olduğuna dair güzel bir kanıttır.  Şecere-i melune'nin kimlerden oluştuğuna dair bizler rivayetlere ihtiyaç duymuyoruz. Şecere-i melune; Hakem, Mervan, Abdülmelik b. Mervan ve Abdülmelik'in oğullarıdır. Bu konuda Aişe, Abdullah b. Zübeyr ve diğer sahâbîlerden Zehebî, Albanî ve Arnavut'un sahih kabul ettiği hadisler rivayet edilmiştir.

 

Sunucu: Teşekkürler Seyyid Kemal Haydarî Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[1] Hafız Cemalüddin el-Mizzî, Tehzibü'l-Kemâl, c. 5, s. 579, talik ve tahkik: Beşşar Avvad Maruf.

[2] A.g.e., c. 5, s. 575.

[3] A.g.e., a.g.y.

[4] İmam Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 11, s. 515, 140 no.lu tercüme-i hâl, Müessesetü'r-Risâle.

[5] Tehzibü'l-Kemâl, c. 5, s. 575.

[6] Hafız Şemsüddin b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 10, s. 92, Müessesetü'r-Risâle.

[7] A.g.e., a.g.y.

[8] Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel, c. 11, s. 71-2, hadis no: 6520, thk: Allame Şuayb el-Arnavut.

[9] A.g.e., a.g.y.

[10] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha, c. 7, s. 720, hadis no: 3240.

[11] A.g.e., a.g.y.

[12] A.g.e., a.g.y.

[13] A.g.e., c. 7, s. 720.

[14] A.g.e., a.g.y.

[15] Hafız Zehebî, Tarihu'l-İslâm ve Vefeyâtü'l-Meşâhiri ve'l-Alam, c. 2, s. 200, tahkik ve talik: Doktor Beşşar Avvad Maruf, Darü'l-Ğarbi'l-İslâmî, 1. baskı, 2003.

[16] Hafız İmaddüdin Ebü'l-Fida b. Kesir ed-Dımaşki, Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azîm, c. 13, s. 19, tahkik: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed Seyyid Reşad, Muhammed Fazıl Acmavi, Ali Ahmed Abdülbaki, Hasan Abbas Kutub, 1. baskı, 1425, Suudi Arabistan.

[17] Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali en-Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, c. 3, s. 1826, hadis no:11427, takdim ve tahric: Ebû Enes Cadullah b. Hasan el-Heddaş, Mektebetü'r-Rüşd, Amman.

[18] İbn Ebî Hayseme Ahmed b. Züheyr b. Harb, et-Tarihü'l-Kebir, thk: Ebu Abdurrahman Adil b.  Sa'd ve Ebu Enes Eymen b. Şa'ban, 1. baskı, 1425, Kuveyt.

[19] A.g.e., a.g.y.

[20] Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha, c. 7, s. 722.

[21] Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed İzzüddin b. el-Esir, Üsdü'l-Ğabe fi Marifeti's-Sahâbe, c. 1, s. 514-5.