Ayetullah Kemal Haydari: Menzile Hadisi (2)

Ayetullah Kemal Haydari: Menzile Hadisi (2)
Devamında şöyle diyor: Eğer Ali’yi (a.s.) emir edinirseniz ki bunu yapacağınızı zannetmiyorum. Bu da Resûlullah’ın mucizelerinden ve gaybî mesajlarındandır. Resûlullah (s.a.a.) emir belirleme hususunda nasıl davranacaklarını biliyordu. Bu hadis Müsnedü Ahmed’de geçiyor.

 

 

Sunucu: Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Allah-u Teâlâ bu faziletli ayda amellerinizi ve oruçlarınızı kabul eylesin.

 

Sizleri “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir bölümünde selâmlıyorum. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Seyyidim doğrudan konuya geçelim. Seyyidim hiçbir sahâbenin ulaşamadığı faziletlere ve menkıbelere İmam Ali'nin sahip olduğuna işaret eden açıklamalar ve değinilere İslam âlimlerinin açıklamalarında rastlanılmakta mıdır? Bu büyük bilginlerin Emirü'l-Müminîn'in menkıbe ve faziletleri hakkında yaptıkları açıklamalardan bize bahsetmeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Azizlerim, Şeyh İbn Teymiyye'nin de aralarında bulunduğu, bir grup âlimin de işaret ettiği ve bizim de açıklamaya çalıştığımız aslî ilkeyi uygulamaya çalışalım. Bu bilginler şöyle derler: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) halifeliğine en müstahak, kudretli ve yeterli olan kimse bütün yönlerden O'na en çok benzeyen, ahlâkı, ilmi ve siretinde O'na en yakın kimsedir.

 

Hatırlatma amacıyla Şeyh İbn Teymiyye'nin Minhâcü's-Sünne adlı eserine bir kez daha bakalım. O bu eserinde şöyle der:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) varlıkların en üstünü olması nedeniyle O'na en çok benzeyen kimse de bu özelliğe sahip olmayan şahıs / şahıslardan daha faziletlidir. Hilafet de nübüvvetin hilafeti olduğuna ve bu da meliklik olmadığına göre Hz. Peygamber'in yerine geçen şahıs O'na en çok benzeyen olmalıdır. O'na daha çok benzeyen ise daha faziletlidir.[1] Bu ifadeleri kullanan yegâne şahıs o değildir. İslam âlimlerinin birçoğu bu hakikate işaret etmektedir.

 

El-İbâne adlı eserin müellifi Ebu'l-Hasan el-Eşârî bunlardandır. O “Resûlullah'tan sonra Ebu Bekir'in imameti vacip olduğuna göre onun Müslümanların en faziletlisi olması da vaciptir” der.[2] Yani her kim Allah Resûlü'nün halifesi olmak istiyorsa Müslümanların en faziletlisi olmak zorundadır.

 

Bundan dolayıdır ki önceki programlarda bunların Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki hilâfeti falanca ve filancaya ait kılabilmek için Hz. Ali'yi gerçek makamından etmeye ve O'nun sahâbenin en faziletlisi olduğu gerçeğini gizlemeye çalıştıklarını belirtmiştik. Zira onlar Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki hilâfet ve yöneticilik için bazı koşullar ileri sürmüşler ve bu koşulların falanca kişide gerçekleştiğini ortaya koymaya çalışmışlardır.

 

Tahkik ve kalem erbabına ve hakikat âşıklarına bir çağrıda bulunmak istiyorum: Allah biliyor ki amacımız falanca şahsın Şiî veya Sünnî olmasını sağlamak değildir. Böyle bir şey programın amacı değildir. Programımızı takip eden ve hakikatlere muttali olmaya çalışan aziz canlar, programımızın amacı düşünsel aktivite sağlamak ve özgür düşünebilme kabiliyeti edinmeye vesile olmaktır. “Niçin falanca ve filanca şeyh ile birlikte program yapmıyorsunuz?” türündeki sorulara şaşırıyorum. Azizlerim, ben sizlere hakikatleri sunuyorum. Sizler de buna göre gerçekleri araştırma ve bunların doğru olup olmadığını görebilme imkânına sahipsiniz.

 

Bu programda ulemadan birinin açıklamalarına özetle değineceğim. Bu açıklamalar ışığında Ehl-i Sünnet âlimlerinin genel yaklaşımıyla İbn Teymiyye'nin tesis ettiği Ümeyyeci dinî zihniyet arasındaki farkı belirgin bir şekilde ortaya koyacağız.

 

Bakınız İbn Hacer el-Askalânî el-İsâbe adlı eserinde ne diyor:

 

Ali b. Ebî Talib b. Abdülmuttalib b. Hişam b. Abdümenaf el-Kureşî el-Haşimî. Künyesi Ebu'l-Hasan'dır. Ehl-i ilmin çoğunluğuna göre ilk Müslüman olan şahıstır.[3]

 

İbn Teymiyye önceki programda gördüğünüz gibi kesin bir ifade tarzıyla İmam Ali'nin Müslüman olduğunda küçük olduğunu, dolayısıyla İslam'ı kabulünün makbul olup olmadığını bilmediğini söylemişti. Ancak Hafız İbn Hacer el-Askalânî “İlim ehlinin geneli nezdinde İmam Ali ilk Müslüman olan kişidir” ifadesini kullanıyor. Bu ifade Hz. Ali'nin çocukluk evresindeki bu Müslümanlığının makbul olduğu anlamına gelmektedir.

 

Sunucu: İlim ehlinin çoğuna göre olduğunu da belirtiyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tamamı. Şia'yı katarak konuşmuyor. Devamında şöyle diyor:

 

Birçok menkıbeye sahiptir. Öyle ki İmam Ahmed “Ali hakkında aktarılan faziletler hiç kimse için nakledilmemiştir. Bunun nedeni Ümeyyeoğullarının O'nun değerini düşürmeye çalışmalarıdır”[4] demektedir.

 

Hanbelîlerin imamı, yani İbn Teymiyye ile Vehhabîlerin imamı böyle diyor. Peki problem nedir? Bilginler, yazarlar, ilim ve tahkik erbabı İmam Ali'nin faziletlerini vurgulamaya ve pekiştirmeye çalışmışlardır. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın nurunu dilleriyle söndürmeye çalışan başka bir grup ve yapı bulunmaktaydı. Konumuz Ali'nin halifeliği değildir ki İslam âlimleri O'nun halifeliği hakkında konuşuyorlar, diyebilelim. Konu Ümeyyeoğullarının ortadan kaldırmaya, yok etmeye çalıştıkları, Ali'nin (a.s.) faziletleri ve menâkıbıdır. Şeyh İbn Teymiyye'nin Ali'nin faziletini küçültmeye ve değersiz göstermeye çalıştığını dokuz programdır ortaya koymaya çalışıyoruz. İbn Hacer'in de aralarında bulunduğu birçok bilgin İbn Teymiyye'nin böyle bir tavra sahip olduğunu açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla Şeyh İbn Teymiyye'nin Ümeyyeci din anlayışına sahip olduğunu söylediğimizde kimsenin aklına onu itham etmeye çalıştığımız gelmesin. Aksine bu söylediklerimizle galiba o ve ashabı iftihar etmekte ve kıvanç duymaktadır.

 

Yazar devamında şöyle diyor:

 

O'nun sahip olduğu faziletlerin bir bölümünü bilip de yaymaya çalışanlar… O'nun nurunu söndürmeye uğraşanlar bu menkıbeleri anlatanları tehdit ettiler. Bu da İmam Ali'nin faziletlerinin yayılmasından başka bir işe yaramadı.[5]

 

Yani İmam Ali'nin nurunu ve faziletlerinin ışığını söndürmeye çalıştılar. Bu ifadeler Hafız İbn Hacer'e aittir. O, Ümeyyeci din anlayışının aslî görevinin Ali'nin (a.s.) nurunu söndürmek olduğunu söylüyor.

 

Evet, bu faziletleri yaymaya çalışanları öldürdüler, sürdüler, ellerinden gelen şeyleri artlarına koymadılar. Buna rağmen ilahî inayet ve ilahî el bu faziletlerin yayılmasını diledi. Emeviler bütün imkân ve güçlerini bu faziletleri ortadan kaldırma yolunda harcadılar. Onlardan birkaç asır sonra gelen İbn Teymiyye de Minhâcü's-Sünne adlı eserinde, İmam Ali'nin faziletiyle ilgili her ayetin sebeb-i nüzûlunu veya her bir rivayeti uydurmadır, yalandır, zayıftır ve vârid olmamıştır diyerek ortadan kaldırmaya çalıştı. Senedi sabit olanların da içeriğini değiştirmeye gayret etti.

 

Sunucu: Bu nakil sahâbenin Emevilerin karşısında durmaya çalıştığını gösteriyor. Sahâbe ile Âl-i Beyt arasında bir dayanışmanın varlığının delili olabilir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Doğrudur. Ama ashabın tamamı değil. Ümeyyeci metoda bağlı olan sahâbeyi ayırt etmemiz gerekiyor.

 

Yazar devamında şöyle diyor: Nesâî sadece Hz. Ali'ye özgü olan hadisleri araştırmıştır.[6]

 

Yani Nesâî sadece Hz. Ali'ye (a.s.) özgü olan ve hiçbir kimsenin bu hususiyetlerde O'na ortak olmadığı hadisleri araştırmış ve bir araya getirerek derlemiştir. İşte bu tavır İbn Teymiyye'nin ve Modern Ümeyyeci Vehhâbîlerin ortaya koyduğu stratejik metodun tam karşıt noktasını oluşturmaktadır. Tabii Vehhâbî deyince kastımız bu hakikatleri bilen ilim erbabı kimselerdir. Yoksa Vehhâbîlerin geneli diğer Müslümanlar gibi Ehl-i Beyt'i severler.

 

Değerli izleyicilere tahkikini ed-Danî İbn Münir Al Zahvî'nin yaptığı Hafız Abdurrahman en-Nesâî'nin Hasâisü Emirü'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib adlı eseri okumalarını öğütlüyorum. Evet, bu eseri okusunlar da Hz. Ali'ye mahsus faziletleri, hususiyet ve menkıbeleri öğrensinler. İmam Nesâî'nin zikrettiği hadisler arasında Menzile Hadisi de bulunmaktadır. Bu hadis de İmam Ali'ye özgü olan hadislerdendir. Allah aşkına, eğer bu hadis bir menkıbe ve fazilete delâlet etmiyorsa Hz. Ali'ye özgü olan şeylerin arasına nasıl girmektedir?

 

İkinci kaynak ise İbn Abdülberr'in el-İstîâb adlı eseridir. Yazar bu eserinde birtakım faziletlere işaret ettikten sonra şöyle diyor: Hz. Ali'nin faziletlerini bir kitap kuşatamaz.[7]

 

Değerli izleyicilerin dikkatini şuraya çekmek istiyorum: Yazarın sözünü ettiği faziletler Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia'nın ortaklaşa rivayet ettiği özelliklerdir. Yoksa sadece bir grubun rivayet ettiği faziletleri bir araya getirmek ve derlemek zordur. Biz Ehl-i Beyt Okulu bağlılarının kaynaklarında zikredilen faziletler diğer Müslümanlar tarafından kabul edilmez. Dolayısıyla bu faziletler konumuzu oluşturan faziletlerin kapsamına girmemektedir. Burada sözü edilenler ortaklaşa kabul edilen faziletlerdir.

 

Özetle değineceğim. Değerli izleyiciler ise ismini vereceğimiz eserlere kendileri müracaat edebilirler. Bir diğer eser İbn İmad el-Hanbelî'nin Şezerâtü'z-Zeheb adlı kitabıdır. O bu eserinde şöyle der:

 

Hz. Ali (a.s.) orta boylu, koyu esmer tenli, iri siyah gözlü olup, sakalları sık ve omuzları genişti. Birçoğuna göre ilk Müslüman olan kimsedir. Menkıbeleri sayılamayacak kadar çoktur.[8]

 

Öyleyse Hz. Ali'ye özgü faziletlerin sayılamayacak kadar çok oluşu İslam âlimleri nezdindeki kesin hakikatlerdendir.

 

İmam Kurtubî el-Müfhim adlı eserinde şöyle demektedir:

 

Bir kitabın hacminin üstünde, hadde hesaba gelmeyen ilim, şecaat, hilim, zühd, vera, güzel ahlak gibi özellikler Hz. Ali'ye özgüdür.[9] Değerlendirme okuyucuya aittir.

 

Bu hakikate işaret edenlerden biri de Tezkiretü'l-Huffâz adlı eserin yazarı İmam ez-Zehebî'dir. O şöyle der: Bu imamın faziletleri çok olup… ciltte topladım.[10]

 

Sözlerimi arzusuna göre konuşmayan, sözleri sadece vahiy olan şahsın kelamında geçen bir hadisle özetlemek istiyorum. Bu hadisin bir bölümü onlar için, tamamı ise bütün Müslümanlar için kanıttır. “Bu nasıl olabilir?” diye bir itiraz gelebilir. Şöyle ki hadisin bir bölümü Ehl-i Sünnet tarafından kabul edilip bizim tarafımızdan reddedilmektedir. Diğer bölümünde ise tüm Müslümanlar ittifak etmiştir. Biz bütün Müslümanlar tarafından hakkında ittifak oluşan hadisin Müslümanların tamamını bağladığını söylemiştik.

 

Hadis, İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde geçmektedir. Ahmed Muhammed Şakir bu hadisin dipnotunda “hadisin isnadı sahihtir” der.

 

Rivayet şöyledir: Ali'den (a.s.) rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir: Ey Allah'ın Resûlü! Senden sonra kim emir olsun? denildi.

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Eğer Ebu Bekir'i emir kılarsanız onu güvenilir, dünyaya karşı zâhid, ahirete rağbet eden bir kişi olarak görürsünüz. Eğer Ömer'i emir yaparsanız onu kuvvetli ve güvenilir, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan birisi olarak görürsünüz.”[11]

 

Hadisin bu bölümleri bizim için kanıt değildir. Çünkü bu bölüm sadece bir grup tarafından kabul edilip rivayet edilmektedir. Nasıl ki Usûlu Kâfî'de geçen bir hadis onlar için kanıt değilse Müsnedü Ahmed'de geçen bir hadis de bizim için kanıt değildir.

 

Devamında şöyle diyor: Eğer Ali'yi (a.s.) emir edinirseniz ki bunu yapacağınızı zannetmiyorum.[12]

 

Bu da Resûlullah'ın mucizelerinden ve gaybî mesajlarındandır. Resûlullah (s.a.a.) emir belirleme hususunda nasıl davranacaklarını biliyordu. Bu hadis Müsnedü Ahmed'de geçiyor. Size Usûlu Kâfî'den, Bihârü'l-Envâr'dan, Nehcü'l-Belağa'dan aktarımda bulunmuyorum. Nehcü'l-Belağa'nın bazı hutbelerinde oynamalar gerçekleşmiş, bazı ekleme çıkarmalar yapılmıştır. Şiî ulemanın Nehcü'l-Belağa'da geçen her şeyi sahih kabul ettiği imajını oluşturmaya çalışıyorlar. Böyle bir iddianın aslı astarı yoktur. Biz Usûlu Kâfî'de geçen bütün rivayetlerin sahih olduğunu da söylemiyoruz. Nerede kaldı ki Nehcü'l-Belağa'da geçen bütün rivayetlerin sahih olduğunu kabul edelim!

 

Neden Ali'yi emir yapmayacaklarının gerekçesi bellidir. Çünkü Ali (a.s.) onların ileri gelenlerini öldürmüştü. Hiç O'nun başa gelmesine müsaade ederler mi?

 

Hadisin devamı şöyledir: Eğer O'nu emir edinirseniz O'nu hidayete erdirici ve hidayete erdirilmiş bulursunuz. O sizi dosdoğru yolda tutar.[13]

 

“Hidayete erdirici ve hidayete erdirilmiş” gibi özelliklerde Ebu Bekir ile Ömer'in de ortak olduğunu görmekteyiz. Ama sırât-ı müstakîm üzere tutma konusu sadece Ali'ye (a.s.) özgüdür.

 

“Bu olaylar gelip geçti, halifelikleri bitti” şeklinde bir itiraz gelebilir. Mesele Ebu Bekir veya Ali'nin (a.s.) halife olması meselesi değildir. Mesele dinî merciiyettir, hidayet, din ve dinin aslıdır. Sırât-ı müstakîm üzere sapasağlam kalabilmek, sapmamaktır.

 

“Falanca şahıs bu hadisi zayıf saymıştır” diyecek olursan ben derim ki bu bir konuda görüş ayrılığına düşmektir. Büyük muhakkiklerin bir bölümü de bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

 

Sunucu: Hidayet, Kur'an-ı Kerim'in sıfatıdır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Günlük namazlarda Hamd sûresinde geçen “Bizi doğru yola eriştir” ayetini defalarca tekrarlarız. Resûlullah (s.a.a.) doğru yolda kalmak istiyorsanız İmam Ali'ye sımsıkı tutunun, buyuruyor. “Evlere kapılarından girin” ayeti de buna işarettir. Resûlullah (s.a.a.) “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır” buyurmaktadır. Yani Resûlullah'ı talep eden Ali'ye (a.s.) varmalıdır. Menzile hadisinde de bu durum söz konusudur. İnşallah bundan sonra hadisleri de Kur'an ayetlerine arz edeceğiz. Hz. Musa ile Hz. Harun'un hakikatlerinin ne olduklarını görebilmek için Kur'ân-ı Kerim'e müracaat edeceğiz.

 

Sunucu: Emirü'l-Müminîn Hz. Ali'nin Ehl-i Sünnet kaynaklarında da sahâbenin en faziletlisi olduğu konusunu ele almıştık. Menzile hadisi bu faziletlerin neresinde yer almaktadır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aziz dostlarım Hz. Ali'nin fazilet ve menkıbeleri, dereceleri hakkında vârid olan hadisler derecelere göre tasnif edilmelidir. Bunların bir bölümü birinci dereceden, bir bölümü ikinci, bir bölümü ise üçüncü dereceden faziletlerdir.

 

“Birinci dereceli fazilet ne demektir?” şeklinde bir soruya şöyle cevap veririz: Bu tür faziletler O'nun yüce makamlarına işaret eden hadislerdir. O'nun Resûlullah'ın (s.a.a.) nefsi olduğunu bildiren ayet bu kategoriye girmektedir. Şu hususa oldukça şaşırıyorum. İlk halife için “Hani O arkadaşına üzülme diyordu” ayetindeki kişiden kastın Ebu Bekir olduğunu kabul ettik diyelim, sizler oturup kalkıp Kur'an-ı Kerim'in Ebu Bekir'e Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbîsi unvanıyla işaret ettiğini söylüyorsunuz. Allah aşkına Kur'an-ı Kerim Hz. Ali için Allah Resûlü'nün nefsi diyor! Siz bunu inkâr etmeye çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir mantıktır! Haydi sizinle şu noktada anlaşalım ve rivayetlere gitmeyelim. Kişiye arkadaşı / sahâbîsi mi daha yakındır yoksa nefsi diye tanıtılan kimse mi? Sohbet / sahâbîlik ile kastedilen iki kişidir. Nefis ile, delille istisna edilen hariç kastedilen vahdettir.

 

Sizler Tevbe Sûresinde geçen ayeti ilk Halife'nin faziletine dair bir delil olarak kabul ediyorsunuz. Peki Resûlullah'ın nefsi olduğunu söyleyen başka bir ayet var, ona niye bakmıyorsunuz?

 

Sahâbîden (mağara arkadaşı) muradın kim olduğunu bilebilmemiz için araştırma yapmamız gerekmektedir, zira ayette Ebu Bekir'in ismi de geçmiyor. Ancak sizler bizden İmam Ali'nin ismini istiyorsunuz. İsmin zikredilmeyişi faziletli olmamaya delil ise Ebu Bekir'in ismi de Kur'an'da geçmiyor. Niçin aynı ölçütü kullanmıyorsunuz?

 

İlk derecedeki faziletler denilince kastedilen Ali'ye (a.s.) özgü olan özelliklerdir. Bu faziletler başka hiçbir kimsede bulunmamaktadır. Bundan dolayıdır ki en-Nesâî Hasâisü Emiri'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib demektedir. Yani bu faziletler sadece Hz. Ali'ye aittir demeye çalışıyor. Hz. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a.) diğer peygamberlerle karşılaştırılıp ortak özelliklerin alınması ve O'nu diğer peygamberlerden ayırt eden diğer hususiyetlerin belirlenmesi gibi. Mesela O'nun son peygamber olması diğer peygamberlerde olmayan bir özelliktir.

 

Evvelen, birinci dereceden faziletler denildiğinde O'na özgü olan faziletler kastedilir. İkinci olarak da bunlar yüce bir menkıbeye işaret etmektedirler. Gerçi bazı özel faziletler de vardır ancak bunlar herhangi bir kıymete sahip değildirler.

 

İkinci ve üçüncü kısım ise ayrı bir konu olduğundan uzatmak istemiyorum.

 

Soru; Menzile hadisi ilk dereceden faziletlerden midir?

 

Kanaatimce ve Ehl-i Beyt Okulu ulemasının tamamının ve Ehl-i Sünnet ulemâsının birçoğunun kanaatine göre Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek dillerinden dökülen bu Menzile hadisi Ali'nin (a.s.) en önemli, açık, dakik ve en derin faziletlerindendir.

 

“Seyyidim İbn Teymiyye'nin belirttiği problemler hakkında ne diyorsun?” diye soracak olursan konuyu sırayla ele alıyoruz derim.

 

İbn Abdülberr'in el-İstîâb adlı eserine bakalım. Yazar hadisi naklettikten sonra şöyle diyor:

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali (a.s.) hakkında “Senin bana olan konumun Harun'un Musa'ya olan konumu gibidir, ancak benden sonra peygamber yoktur!” buyurmuştur…. Bu hadisi sahâbeden bir grup rivayet etmiştir. Bu hadis rivayetlerin en sahih ve en sağlamlarındandır. Hadis Sa'd'a ulaşan birçok kanaldan rivayet edilmiştir. Bu rivayeti İbn Ebu Hayseme ve diğerleri zikretmişlerdir. İbn Abbas, Ebu Said el-Hudrî, Ümmü Seleme, Esma bint Umeys, Cabir b. Abdullah ve uzun sayılacak bir liste nakletmiştir.[14]

 

Demek ki bu hadis birinci dereceli faziletlerdendir ve sahihliği noktasında herhangi bir tartışma yoktur.

 

Dolayısıyla sağlamlığından dolayı İbn Teymiyye'nin hadisin senedinde münakaşa ettiğini göremiyoruz. Eğer o bu sağlamlığa rağmen hadisin isnâd zinciri üzerinde tartışsaydı en kötü ve yalancı insanlar kategorisine girecek ve doğruluğu tartışılır bir hal alacaktı. Allah'a yemin ediyorum ki bu hadisi inkâr etme imkânı bulsaydı hiç duraklamazdı.

 

Senedde herhangi bir sorun bulamayınca hemen ikinci merhaleye geçiyor ve hadisin içerik ve anlamına yönelik çalışmalara başlıyor. Biz Teymiyye'nin hadisin içeriği noktasında üç adımlık bir strateji uyguladığını belirtmiştik. İlk iki adıma işaret etmiş ve geriye üçüncü adımın ele alınması kalmıştı. Üçüncü adımda şöyle der: “Haydi bu hadiste Hz. Ali'ye ait bir faziletin ve menkıbenin bulunduğunu kabul ettik diyelim. Bunda herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer'de bundan daha üstün faziletler vardır.”

 

Bunca ısrar nedendir? Çünkü İmam Ali'nin en faziletli kişi olduğu sabit olursa Resûlullah'a (s.a.a.) en yakın ve en çok benzeyen kimse olmuş olacaktır. Öyleyse ne şekilde olursa olsun Ali (a.s.) gerçek konumundan uzaklaştırılmalıdır.

 

İbn Teymiyye Mecmûu'l-Fetâvâ adlı eserinde şöyle der:

 

Sahih hadisle sabit olmuştur ki Hz. Peygamber (s.a.a.) Bedir esirleri hakkında ashabıyla istişare etti. Ebu Bekir onlardan fidye alınarak salıverilmeleri görüşünü ileri sürdü. Ömer ise onların boyunlarının vurulmasını önerdi. Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Şüphesiz Allah bir kısım insanların kalplerini öyle yumuşatır ki ipekten daha yumuşak hale gelir. Bazılarının kalbine de öyle sertlik verir ki taştan daha katı olur. Ey Ebu Bekir, senin misalin ‘Artık kim bana uyarsa, o bendendir ve kim de bana karşı gelirse, şüphesiz Sen Ğafur Rahimsin' diyen Hz. İbrahim'e ve Hz. İsa b. Meryem'e benzer. Ey Ömer senin misalin de ‘Ya Rabbi! Yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bile bırakma.' (Nûh, 26) diyen Hz. Nuh'a ve Hz. Musa'ya benzer.[15]

 

Demek ki Bedir esirleri hakkında Ebu Bekir ve Ömer görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Rivayete göre Ebu Bekir yumuşak kalpli, Ömer ise çok şiddetli biridir.

 

Ebu Bekir muvahhidlerin piri Hz. İbrahim el-Halil'e ve Hz. İsa'ya benzetiliyor. Yani bir peygamber yetmiyor, iki peygambere benzetiliyor. Benzetilen iki peygamber de ulu'l-azm peygamberlerinden…

 

Bir de bu konuyla ilgili olarak onun Minhâcü's-Sünne adlı eserine bir bakalım. O burada söz konusu hadisi tamamlamak üzere şöyle der:

 

Sahihayn'da sabit olduğunu görmüyor musun? Hz. Resûlullah'ın Ebu Bekir'e “Senin meselin İbrahim ve İsa gibidir” ve Ömer'e “senin misalin Nuh ve Musa (a.s.) gibidir” şeklindeki sözleri Hz. Ali'ye (a.s.) “Senin bana olan konumun Harun'un Musa'ya olan konumu gibidir; ancak benden sonra peygamber yoktur” diye dediklerinden daha azametlidir. Çünkü Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa (a.s.) gibi peygamberler Hz. Harun'dan daha büyüktür.[16]

 

Sahihayn'dan kasıt Sahihü'l-Buharî ve Sahihü Müslim'dir. Önceki kaynakta geçen sahih ifadesi ise sahih hadis anlamına gelmektedir.

 

Bu esasa göre şöyle demeye çalışıyor: Ali (a.s.) için böyle bir fazileti kabul etsek dahi Ebu Bekir ve Ömer'de bundan daha yücesi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ikisi Ali'den (a.s.) daha uludur. Ulu'l-azm peygamberler nerede Harun (a.s.) nerede! Kıyas dahi kabul etmezler…

 

İşte onun kullandığı üç adım. Şeyh İbn Teymiyye'nin lisan-ı haliyle konuşalım. Bu açıklamalar ışığında Rafızîlerin istidlal etmek istedikleri bu rivayette İmam Ali b. Ebî Tâlib'e verilmek istenen faziletin batıl olduğu anlaşılıyor.

 

Sunucu: Bir dinleyici gibi değerlendirmeye çalışalım. İbn Teymiyye bu hadis hakkında bir neticeye varmıyor. O sadece olasılıkları sayıyor ve meseleyi bir belirsizliğe sürüklüyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Zaten bu durum ona yeterli gelmektedir. Bu hadisin bir hususiyet verme noktasında açık ve sarih olmadığını söylemeye çalışıyor. Asıl varmak istediği nokta ise olasılıkların fazlalaşmasını sağlayarak hadisin belirsizlik ifade ettiği algısını okuyucunun zihnine yerleştirmektir.

 

Sunucu: İbn Teymiyye'nin Menzile hadisinin delâletinin eleştirisi noktasında üç adımda ortaya koyduğu şeyler ve açıklamalar doğru mudur?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu programda bütün bu meselelere cevap vermeye çalışacağız. Son adımdan başlayalım. O son adımda “Bu hadiste Hz. Ali için bir faziletin olduğunu kabul ettik diyelim. Bu fazilet Hz. Musa nazarındaki Hz. Harun'un (a.s.) konumunu ortaya koymaktadır” demeye çalışıyor. Yani ille de bir kıyas yapmak istiyorsak, Hz. Harun'un özel bir konumu mevcuttur. Daha açık bir ifadeyle Hz. Harun'un (a.s.) Hz. Musa'nın kavminin en faziletli şahsı olduğunda herhangi bir kuşku yoktur. Hz. Musa'nın kavminin içinde Hz. Harun'dan daha faziletli biri var mıydı?

 

Sunucu: O bir peygamberdi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Nübüvvet konusuna girmeyelim. Hz. Harun (a.s.) Musa'nın vasisi idi. O, Hz. Musa'nın kavmi içinde mevcut en faziletli kişiydi. Buna göre bu hadis Hz. Ali'nin Allah Resûlü'nün ashabının en faziletlisi olduğunu 2+2=4 kesinliğinde ortaya koymaktadır.

 

Soru: Peki o ne yaptı? Hz. Ali, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) nezdinde Musa'nın nezdindeki Harun konumuna sahip ise Harun'dan daha çok azamet sahibi olan Hz. İbrahim var, dedi.

 

Geliniz Şeyh İbn Teymiyye'nin iki iddiasını görelim.

 

İlk olarak Sahihayn'da yani Sahihü'l-Buharî ve Sahihü Müslim'de geçtiğini iddia etmektedir. Azizlerim elimin altında bütün muhakkiklerin bu hadise ilişkin değerlendirmeleri bulunmaktadır. Sahihayn'da geçiyor demesine rağmen hadisin bu eserlerde bulunmaması makûl mudur? Bu iddiamın kanıtları var.

 

Bu kitabın yani Minhacü's-Sünnet adlı eserin bizzat kendisi benim kanıtımdır. Bu eserin tahkikini Doktor Muhammed Reşâd Sâlim yapmıştır. O bu hadisi naklettikten sonra şu dipnotu düşmektedir:

 

Hadis lafız farklılıklarına rağmen el-Müstedrek'te Abdullah b. Mesud'dan rivayet edilmiştir… Hadis Müsned'de geçmektedir… Tirmizî bu hadisi Camiî'ne almıştır…[17]

 

Ama muhakkik Buharî ve Müslim'e işaret etmez.

 

Öyleyse bu kişinin ilk yaptığı aldatma ve dalaveredir. Ali (a.s.) ile ilgili hadisleri zayıf göstermeye ve sağlamlarını sahihlikten düşürmeye çalışır. Ama diğerleriyle bağlantılı olan zayıf veya hiç bulunmayan hadisleri ise sahih göstermeye çalışır. Kaynaklarda geçmeyen hadisleri dahi sahih kılmaya çalışır.

 

“Seyyidim niçin bu tür sözler sarf ediyorsunuz? Bu adam Mecmûu'l-Fetâvâ adlı eserinde sahih hadisle sabit olmuştur, demektedir. Maksadı bu hadisin sened açısından sahih olduğudur. Sahihayn'da geçmiyor olabilir ama sahihtir. Başka bir şey demek istemiyor ki!” şeklinde bir itiraz gelebilir.

 

Öyleyse ortaya şöyle bir soru çıkıyor: Bu rivayet sahih midir?

 

Geliniz rivayetin sahih olup olmadığını dört-beş çağdaş araştırmacıya bakıp birlikte görmeye çalışalım.

 

İlk kaynağımız Ahmed b. Hanbel'in Fazâilü's-Sahâbe adlı eseridir. Eserin muhakkiki bu hadisi naklettikten sonra şöyle der: Bu hadisin isnadı zayıftır.[18] Demek ki ilk araştırmacımız hadisin zayıf olduğunu söylüyor.

 

İmam Beyhakî'nin es-Sünenü'l-Kübrâ adlı eserinin muhakkikine geçelim. O bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: Hadis zayıftır.[19]

 

Üçüncü kaynak Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel ve muhakkiki Allame Arnavut'tur. Allame Şuayb el-Arnavut hadisi naklettikten sonra “Bu hadis munkati oluşundan dolayı zayıftır” der.[20]

 

Bir diğer eser el-Bidâye ve'n-Nihâye ve muhakkiki Abdülmuhsin et-Türkî'dir. Bu araştırmacı rivayet hakkında “Bu hadisin isnadı zayıftır” diyor.[21]

 

Buna göre İbn Teymiyye'nin bahsettiği rivayet Sahihayn'da geçmediği gibi sahih de değildir.

 

Gerçi geriye ellerinde bir iddia kalıyor. O da Hâkim en-Nisâbûrî'nin el-Müstedrek adlı eserinde bu rivayeti sahih olarak kabul etmesidir. Zaten Minhâcü's-Sünne'nin muhakkiki Doktor Muhammed Reşâd Sâlim de zorunlu olarak el-Müstedrek'e dayanıyor. Bu hadisin dipnotunda Hâkim'in bu hadisle ilgili şu değerlendirmelerini veriyor: Hâkim dedi ki bu hadisin isnad zinciri sahihtir. Ancak Buharî ve Müslim tahric etmemişlerdir.[22]

 

Okuyucunun İbn Teymiyye bu hadisi sahih olarak kabul ederken Hâkim en-Nisâbûrî'nin el-Müstedrek adlı eserine dayandığı düşüncesine kapılması arzulanmaktadır. Tamam, bunu kabul edelim. Eğer İbn Teymiyye Hâkim en-Nisâbûrî'nin sahih olarak kabul etmesine güveniyorsa biz de kabul edelim, bizim için bunda bir problem yoktur. Ancak o, Mecmûu Fetava adlı eserinde şöyle diyor:

 

Mutemir b. Süleyman'ın babasından naklettiği hadise gelince, öncelikle şu bilinmelidir ki Hâkim'in rivayeti tek başına sahih ve sika olarak kabul etmesi güven için yeterli bir durum değildir.[23]

 

Yani Hâkim'in tek başına sahih sayması dayanak alınamaz.

 

Buna göre Ebu Bekir ve Ömer'de daha üstün faziletlerin olduğu yargısının ispatı için dayanak alınan rivayet, Ehl-i Sünnet ulemasının nezdinde dahi sabit değildir.

 

Sunucu: İşte bizim de ara ara söylediğimiz “Falanca veya filanca şeyhle yetinmeyiniz, kaynaklarınıza bakınız. Bu şahıs hakkında neler söyleniyor? Şu rivayet hakkında neler deniliyor?” sözlerimizin arka planında tam da bu yatmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii, bu sadece Ehl-i Sünnet Müslümanlarına yönelik bir açıklama değildir, Ehl-i Beyt Mezhebinin bağlıları için de geçerlidir. Tahkik erbabından isek iyice araştırmak zorundayız. 

 

Sunucu: Suudî Arabistan'dan İbrahim kardeş hatta, buyurunuz.

 

İbrahim: Es-selâmu aleykum. Ben Seyyid'den Ali İbn Ebu Talib'in Nehcü'l-Belâğa'da geçen hutbelerini soracağım. Sizler bu eserin bir bölümünün sahih olmadığını ikrar ettiniz. Sen İbn Teymiyye'yi tedlis / aldatıcılıkla suçlamaktasın. Ali'den (a.s.) tedlis ve yalan üzere rivayet eden ulemânızı da bu şekilde suçluyor musunuz?

 

Sunucu: İsveç'ten Hüssam kardeş hatta, buyurun.

 

Hüssam: Es-selâmu aleykum. Bir sorum var. İbn Teymiyye, İmam Ali'nin Kâbe'de doğumunu inkâr mı ediyor?

 

Sunucu: Sorulan sorulara dönelim. Şeyh İbrahim ile başlayalım.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Nehcü'l-Belağa ile ilgili soruyu cevaplandıralım. Eserin müellifi Şerif er-Razi de Hz. Ali'den aktardığı hadisler hususunda müdellis midir? Bir diğer ifadeyle er-Razî sahih olarak kabul etmediği birtakım hadisleri Ali'den (a.s.) aktarmakla müdellis / aldatıcı konumuna mı düşmüştür?

 

El-cevap; “tedlis” bir rivayetin ulemâ nezdinde sahih olup başka birisinin bunu uydurma göstermeye çalışması durumunda olur. Yahut da bir rivayet ulemâ nezdinde zayıftır, ancak başka biri gelir o rivayeti sahih göstermeye çalışır. Şerif er-Razî'nin böyle bir davranışı bulunmamaktadır. Bize sahih bir kanalla aktarıldığı sabit olan ancak Şerif er-Razî tarafından yalan olarak kabul edilen bir rivayet veya bir hutbe gösterilemez. Tersi de söz konusu. Bize zayıf bir kanalla aktarıldığı sabit ancak Şerif er-Razî tarafından sahih kabul edilen bir rivayet veya bir hutbe gösterilemez. Yani Şerif er-Razî ilmî asıllara riayet etmiştir. O senede bakmaksızın Nehcü'l-Belâğa'yı derleyip toparlamaya çalışmıştır.

 

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'de yaptığı gibi derleyip toparlamaya çalışmıştır.

 

Gerçi sizler Sahihü'l-Buharî ve Sahihü Müslim'in tamamının sahih olduğunu kabul etmektesiniz. Ancak Buharî ve Müslim'in bütününün sahih olmadığını da delillerle ortaya koymuştuk. Nehcü'l-Belâğa'ya gelince genelde bütün dünya Müslümanlarına özelde ise Şiîlere bu kitabın Usûlu Kâfî seviyesinde bir kitap olmadığını hatırlatmak istiyorum. Usûlu Kâfî seviyesinde bir eser olsa dahi Kâfî'deki bütün rivayetler sahih kabul edilmediğine göre Nehcü'l-Belağa'daki rivayetlerin hepsi de sahih sayılmaz. Sened ve metin incelemesinden geçmesi gerekiyor. Bazen sened sahih olduğu halde metin sahih olmayabiliyor. Bu ilk husustur.

 

İkinci olarak Şerif er-Razî'nin kendisi açıkça “Hz. Ali'nin hutbelerinden seçmeler” ibaresi kullanıyor. Bu ifade Nehcü'l-Belâğa'nın Hz. Ali'nin tüm sözlerinin bir araya getirilmediği anlamına gelmektedir. Ali b. Ebu Tâlib'in birinci ve ikinci halife, sahâbîler, Ridde Savaşları, hilâfet konularındaki tutumlarını öğrenmek isteyen İmam Ali'nin bütün sözlerini bir araya getirmelidir. Seçmece yapmamalı. İstenen hutbeleri alıp “Bakınız Ali (a.s.) ne diyor?” türünde bir tavır sağlıklı değildir. Zira Hz. Ali'nin (a.s.) kendisi başka bir hutbede başka şeyler buyuruyor. Tabresî'nin el-İhticâc adlı eserinde İmam Ali'nin farklı açıklamalarda bulunduğunu görüyoruz.

 

Bakınız Kur'an “Onlar Kur'ân-ı Kerim'i paramparça ettiler” buyurmaktadır. Yani Kur'ân'ın bir bölümünü alıp diğer bölümünü terk ettiler. Nehcü'l-Belâğa'da da aynı tavrı göstermek elbette ki yanlıştır. Birkaç satır alacaksınız sonra da işte Ali b. Ebu Tâlib'in (a.s.) reyi diyeceksiniz. Cımbızlayarak aldığınız sözlerle delillendirmeye gitmeniz oldukça zayıftır. Zira sizler beri taraftan Ehl-i Beyt İmamlarının sözlerinin toplamına göz yummaktasınız. Çünkü bunların hepsi birdir.

 

Dahası İmam Ali'ye nispet edilen bu sözleri Kur'ân-ı Kerim'e arz etmeyi de bırakacaksınız. Çünkü İmamlarımız kelâmımızı Rabbimizin kitabına arz edin buyurmuşlardır. Eğer Kitabullah'a uygun ise alın, yok eğer aykırı ise o yaldızlı bir sözdür.

 

İnşallah münasip bir zamanda Nehcü'l-Belağa'yı ve İmam Ali'nin ilk üç halifeye karşı tutumunu ele alırız.

 

Sunucu: Peki, Hz. Resûlullah'ın birinci ve ikinci halife için böyle dediğini varsayalım. Aradaki fark nedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hayır, ilk önce söyleyip söylemediği ortaya konmalıdır. Yoksa herhangi bir kıymeti yoktur. Niçin rivayetin içeriğini anlama hususunda biz kendimizi yoralım? Sened tam ise rivayetin içeriğine bakarız. Muhakkikler de rivayetin zayıf ve munkati (kesik) olduğunu belirtmişlerdir.

 

Sunucu: İmam Ali'nin Kâbe'de doğması meselesine geçelim.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Sadece bu da değil. Azizlerim! O bütün faziletler hakkında ileri geri konuşmaya çalışıyor. Diyor ki “Hz. Ali hakkında nazil olan bir ayetin varlığı hususunda sahih bir nakil yoktur!” Hâlbuki Müslümanlar İmam Ali (a.s.) hakkında onlarca ayetin nazil olduğu noktasında görüş birliği içindedirler. Meveddet ayeti Hz. Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt hakkında nazil olmuştur. Bütün İslam âlimleri meveddet ayetinin Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i (a.s.) kapsadığını kabul etmektedir. O bu ayet hakkında bu sure Mekkîdir ve İmam Ali ile alakası yoktur, diyor. İbn Teymiyye'nin tesis ettiği Ümeyyeci din anlayışı ile ilgili İbn Hacer'in tespitlerini okumuştuk.

 

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkür ediyoruz. Değerli izleyicilerimize de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 



[1] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 513 Tahkik: Doktor Muhammed Reşad Salim, Dârü'l-Fazilet.

[2] Ebü'l-Hasan el-Eşarî, el-İbâne an Usûli'd-Diyâne, s. 616, Dârü'l-Fazilet, 1432, Suudî Arabistan, 1. Baskı.

[3] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe, c. 7, s. 275, 5714 no.lu tercüme-i hal, Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî.

[4] A.g.e., a.g.y.

[5] A.g.e., a.g.y.

[6] A.g.e., a.g.y.

[7] Ebu Amr Yusuf İbn Abdilberr, el-İstîâb fi-Marifeti'l-Ashâb, c. 3 s. 1115, Tahkik: Ali Muhammed el-Fecavî, Dârü'l-Cîl, Beyrut, 1. Baskı, 1412.

[8] İmam Şihabüddin Ebü'l-Felah Abdülhay İbn İmad el-Hanbelî, Şezeratü'z-Zeheb fi-Ahbâri Men Zeheb, c. 1, s. 224, Tahkik: Abdülkadir Arnavut, Dârü İbn Kesir, Dımeşk-Beyrut.

[9] Ebu'l-Abbâs Ahmed İbn Ömer İbn İbrahim el-Kurtubî, el-Müfhimü limâ Eşkele min Talhisi Kitabi Müslim, c. 6, s. 270, Dârü İbn Kesir, Dımeşk, 1429. Dördüncü Basım.

[10] Hâfız ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, c.1, s. 10.

[11] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 537, Hadis No: 859, Tahkik, şerh ve fihrist: Ahmed Muhammed Şakir, Dârü'l-Hadis, Kahire.

[12] A.g.e., a.g.y.

[13] A.g.e., a.g.y.

[14] Ebu Amr Yusuf İbn Abdülberr, el-İstîâb fi-Marifet'l-Ashâb, c. 3 s. 1097, Tahkik: Ali Muhammed el-Fecavî, Darü'l-Cîl, Beyrut, 1. Basım, 1412.

[15] İbn Teymiyye, Mecmûu'l-Fetâvâ, c. 4, s. 455, Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn.

[16] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 262 Tahkik: Doktor Muhammed Reşâd Sâlim, Dârü'l-Fazilet.

[17] Minhâcü's-Sünne, c. 3, s. 597.

[18] Ahmed b. Hanbel, Fazâilü's-Sahâbe, c.1 s. 221, Hadis No: 186, Tahkik: Vasiyullah b. Muhammed Abbas, Dârü İbni'l-Cevzî.

[19] İmam Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, c. 6, s. 610, Hadis No: 12844, Tahkik: İslam Mansur Abdülhamid, Dârü'l-Hadis, Kahire.

[20] Müsnedü İmam Ahmed İbn Hanbel, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut, c. 6, Hadis No: 3332, Müessesetü'r-Risale.

[21] Hafız İmadüddin Ebu'1-Fida İsmail İbn Ömer İbn Kesir, el-Bidâyetü ve'n-Nihâye, c. 5, s. 1633, Tahkik: Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, Dârü'l-Âlemi'l-Kütüb.

[22] Minhacü's-Sünne, c. 3, s. 597.

[23] Mecmûu Fetâvâ, İbn Teymiyye, c. 22, s. 426.