Ayetullah Kemal Haydari: İbn Teymiyye’nin Gadir Hadisine bakışı (4)

Ayetullah Kemal Haydari: İbn Teymiyye’nin Gadir Hadisine bakışı (4)
Allame hadisi rivayet eden sahabîlerin isimlerine alfabetik sıraya göre verir. 41. sayfadan başlar ve 144. sayfada sonlandırır. O, hadisi rivayet eden 110. sahabînin ismini şöyle verir: Ebu Merazim Yala İbn Mürre İbn Vehb es-Sakafî. Bu 110 sahabî Gadir hadisini rivayet eden isimlerden bulabildiklerimizdir. Hadisi rivayet edenlerin sayısı muhtemelen bundan daha fazladır.

 

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla. Salat ve selam Efendimiz Muhammed'e ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berakâtuhu. Kum Kevser TV stüdyolarından “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programımızın bu bölümünde sizlere merhaba diyoruz. Programa başlarken Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e merhabalar diyoruz. Saygıdeğer Seyyidim önceki bölümlerde Gadir Hadisini ele aldık. Programa başlarken önceki programların özetini sunmanızı sizden talep etsek?

 

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, Gadir Hadisini isnad zinciri ve içeriği olmak üzere iki bölüm halinde ele alacağımızı belirtmiştik.

 

Gadir Hadisinin isnadının mütevatir olduğu ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) mübarek dillerinden kesin bir şekilde döküldüğü hususunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Gadir Hadisinin isnad zincirini ele almamızın nedeni Şeyh İbn Teymiyye'nin eleştirileri idi. Bu konu ile ilgili etraflıca açıklamalarda bulunmuştuk. O, Gadir Hadisiyle ilgili olarak şöyle diyor: Bu hadis iki bölümü içermektedir. İlk bölüm şöyledir, “Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır.”

 

O bu bölüm hakkında şöyle demektedir: Bu bölümün sahihliği şüphelidir ve eleştiriye uğramıştır.

 

İkinci bölüm ise: “Allah'ım O'na dost olana dost, düşman olana düşman ol” şeklindedir. Bu bölüm de Allah Resulünün (s.a.a.) dilinden uydurulmuş yalan bir hadistir. Alllah-u Teâlâ'ya hamdüsenalar olsun ki ilk bölümün mütevatir olduğunu ve kesin olarak Allah Resulünün dilinden döküldüğünü, ikinci bölümün de isnadının kuvvetli ve sahih bir isnad zincirine sahip olduğunu ortaya koymuştuk.

 

Kimse bize Seyyidim “Bu yargıya nasıl vardınız? Bu bölümleri birbirinden nasıl ayırt edebiliyorsunuz?” diye sormasın. Biz önceki programlarda işaret ettiğimiz ve bu programda da işaret edeceğimiz kural gereği böyle bir açıklamada bulunabiliyoruz. Hatırlama kabilinden bazı kaynakları tekrar söyleyelim.

 

Allame Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha adlı eserinde iki bölüme de işaret ederek şöyle der:

 

“Ben kimin mevlâsı isem İmam Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım O'na dost olana dost, düşman olana düşman ol.” Bu hadisin her iki bölümünü de içeren 20'yi aşkın kanalını zikrettikten sonra şöyle der: Hadisin bunların dışında da pek çok geliş kanalı mevcuttur. Heysemî, Mecmeü'z-Zevâid adlı eserinde bunların bir bölümünü toplamıştır. Ben hadisin isnadlarının sahihliğinin kesin oluşunun görülebilmesi için sadece benim için kolay olan ve üzerinde durabileceğim kadarını buraya aldım. Hadis her iki tarafıyla da sahihtir. İsnad zincirlerini ve geliş kanallarını inceleyen kimsenin de anlayacağı gibi hadisin ilk bölümü Hz. Resulullah'tan mütevatir olarak aktarılmıştır. Biz hadisin geliş kanallarından sadece sahih olduğunu gösterecek yeterli miktarı zikrettik. [i]

 

Pasajdan anlaşılana göre bu hadis zann değil yakîn ifade etmektedir. Yani hadisin Resulullah'tan (s.a.a.) sâdır olduğu kesindir.

 

Allame Albanî bunun ardından da İbn Teymiyye'yi sorguya çekmeye başlar ve onun bu konularda titiz olmadığını söyler.

 

İbn Teymiyye'nin bu hadis hakkındaki tutumu şunu ortaya koymaktadır. Ya bu adam bu tür meselelerde cahildir ki bunun kabul edilmesi mümkün görünmüyor yahut da kasıtlı olarak bu hadisin zayıflığını ortaya koyma çabası içine giriyor. Tabii bu tavır da Emevî yanlısı din anlayışından kaynaklanıyor.

 

İkinci kaynağımız İbn Hacer el-Askalanî'nin el-Metâlibü'l-Aliyye adlı eseridir. Yazar “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” hadisini aktarır. Muhakkik bu hadise şu notu düşer: Bu hadis Peygamber-i Ekrem'den mütevatir olarak rivayet edilmiştir. Hadisin mütevatir olduğu hususunda değerli imamlardan bir bölümünün açık sözleri vardır.[ii]

 

Öyleyse hadisin ilk bölümü mütevatirdir.

 

Bu hadisin isnadı hakkındaki tartışma hadisin mütevatir ve ahad haber olması tartışması değildir. Hadisin mütevatir olduğu o derece kesindir ki büyük bilginlerin bir bölümü bunu açıkça dile getirmişlerdir.

 

Yazar daha sonra bu isimlerin bir bölümünü zikreder.

 

Hadisin mütevatir olduğunu açıkça söyleyenlerden biri de el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eserin naklettiği gibi İmam Zehebî'dir. İbn Kesir bu eserinde şöyle der: Şeyhimiz Ebu Abdullah ez-Zehebî bu hadisi irad ettikten sonra şöyle der:

 

Hadisin baş bölümü mütevatirdir. Ben Resulullah'ın bu sözleri söylediğine kesin bir şekilde inanıyorum. “Allah'ım O'na dost olana dost ol…” bölümünün ise isnadı kuvvetlidir.[iii]

 

Damre'nin, Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis ise şöyledir: Ebu Hureyre şöyle demiştir: Hz. Resulullah (s.a.a.), Ali'nin elini tu­tup şöyle dedi:

 

- Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır…

 

Şeyhimiz Hafız Ebu Abdillah ez-Zehebî de bu hadisi naklettikten sonra bunun oldukça münker bir hadis olduğunu ifade etmiştir. Ancak bu hadisin yukarıdaki cümleleri mütevatirdir. Rasulullah'ın (s.a.v.) bunu söylediği kesindir… “Allah'ım O'na dost olana dost ol” ziyadesi ise kuvvetli bir isnad zincirine sahiptir.[iv]

 

Ben metni olduğu gibi okumalıyım. Zira televizyon kanallarına çıkıp da Seyyid'in okuduğu hadis hakkında İbn Kesir “oldukça münker bir hadistir” ifadesini kullanmaktadır diyen birilerini gördüm.

 

Evet Zehebî münker olduğunu söylemektedir. Ancak metnin tamamını okuyunuz. İmam Zehebî ilk cümleden sonra ilk bölümün mütevatir olduğunu söylemektedir.

 

Bu hadis zayıf olabilir. Ancak önceki programlarda tesis ettiğimiz bir kaide vardı. Biz şöyle demiştik: Hadisin zayıf olması bütün bölümlerinin zayıf olması anlamına gelmemektedir. Zayıf hadisin sahih veya mütevatir bölümleri olabilir.

 

Bu esasa göre yukarıda ismi geçen âlimler ilk bölümün mütevatir olduğunu açıkça belirtmektedirler.

 

Soru: Seyyidim işaret ettiğiniz husus sadece bu hadis midir yoksa başka hadisler de bulunmakta mıdır?

 

İşaret etmemiz gereken başka bir husus daha var. Burada söz konusu ettiğimiz tevatür lafzî tevatürdür, manevî tevatür değil. İki tevatür türü arasındaki farka Allame İbnü'l-Useymin Mustalahü'l-Hadis adlı eserinde şöyle işaret eder:

 

Mütevatir, hem lafız, hem mana itibariyle mütevatir ve sadece manasıyla mütevatir olmak üzere iki kısma ayrılır. [v]

 

Lafzi mütevatir, Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan bir lafız hakkında râvilerin ittifak ettikleri hadistir. Kim benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın” buyruğu buna örnektir. Bu hadis lafzen mütevatirdir. Bu hadisi bize Resulullah'tan (s.a.a.) 60'ı aşkın sahabî rivayet etmiştir. Cennetle müjdelendiği söylenen on sahabî de bunlar arasındadır. Bunlardan da pek çok sayıda kişi rivayet etmiştir.

 

Manen mütevatir ise râvilerin genel anlamı itibariyle ittifak ettikleri, fakat her hadisin özel manası ile münferid kaldığı rivayetlerdir. Her iki kısmıyla mütevatir:

 

1- İlim ifade eder. Bu da kendisinden nakledildiği zata nisbetinin sahih olduğunun kat'î (kesin) olması demektir.

 

2- Eğer haber anlamı ihtiva ediyorsa tasdik edilmesinin, eğer istek (emir ve yasak) bildiriyorsa neye delalet ediyorsa gereğince amel edilmesinin zorunluluğunu gösterir.[vi]

 

Yani lafzî tevatürde şöyle bir durum söz konusudur: Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan hadisin nassında râviler tasarrufta bulunmamışlardır. Bize mana ve içerik olarak aynen aktarmışlardır.

 

Pasaja göre mütevatir haber akidevî sahaya ilişkin konulardan ise yakîn ve kesin bilgi ifade eder ve tasdik edilmesi gerekir. Eğer amelî şeylerden ise uygulanması gerekir.

 

Seyyidim Gadir Hadisinin kaç kişi tarafından aktarıldığını niçin ortaya koymadınız? Sizler bize Allame Albanî'nin bu hadisin on sahabî tarafından rivayet edildiği şeklindeki tespitini söylediniz. Beş sahabî tarafından rivayet edilmesi hadisin mütevatir olması için yeterliyse de bu sayının daha fazla olması gerekir.

 

Bu konuda Allame Eminî'nin el-Ğadir adlı eserine işaret etmek istiyorum. Eserin çeşitli baskıları vardır ancak elimizdeki bu baskı diğerlerinden ayrılmaktadır. Eserin önsözünü büyük bilginlerden Allame Seyyid Abdülaziz et-Tabatabaî yapmıştır. Onun bu baskıya düştüğü çok değerli dipnotları vardır. Dolayısıyla el-Ğadir kitabını almak isteyenlere bu baskıyı tavsiye ediyoruz.

 

Allame Eminî'nin eserinin ilk cildindeki bilgilere müracaat etmeniz sizin açınızdan yeterlidir. Allame hadisi rivayet eden sahabîlerin isimlerine alfabetik sıraya göre verir. 41. sayfadan başlar ve 144. sayfada sonlandırır. O, hadisi rivayet eden 110. sahabînin ismini şöyle verir: “Ebu Merazim Yala İbn Mürre İbn Vehb es-Sakafî. Bu 110 sahabî Gadir hadisini rivayet eden isimlerden bulabildiklerimizdir. Muhtemelen hadisi rivayet edenlerin sayısı bundan daha fazladır.”[vii]

 

Allame İbnü'l-Useymin “Kim benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisini 60 kişinin rivayet ettiğini söylemektedir.

 

Evet Gadir Hadisini rivayet edenlerin sayısı elbette ki bundan daha fazladır. Ancak hadisin tedvin edilmesi, tarihî gerekçeler ve Ümeyyeoğulları yönetiminin başta olması gibi nedenlerle sayı bu kadarla sınırlanmıştır.

 

İkinci tabaka hadisi nakleden tabiundur. Allame 145 ve 165. sayfalar arasında da tabiundan hadisi rivayet eden 84 kişinin ismini verir. Allame daha sonra (sayfa 166'dan itibaren) Gadir Hadisini rivayet eden âlimlerin isimlerini verir. 166. sayfadan başlıyor 311. sayfada son buluyor. İnsan hayretler içinde kalıyor. Bu bölümü rivayet eden 360 âlimin ismini veriyor. Bu rivayetlerin bir bölümünde “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” bölümüne ek olarak diğer bölümler de yer almaktadır.

 

Soru: Bu kitapları telif edenler kimlerdir peki? Aziz dostlarım bu bölümü hızlı bir şekilde geçeyim. Allame Eminî şöyle diyor: İlk asırda tek bir eser, ikinci asırda iki kitap, dördüncü asırda 10 eser… Allame Eminî, Gadir Hadisi hakkında telif edilen onlarca kitabın ismini veriyor. Bunlar arasında hem Ehl-i Sünnet'in hem de Şia'nın büyük bilginleri bulunmaktadır.

 

Dolayısıyla “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” hadisinin sened açısından kuşku götürmez bir şekilde lafzen ve manen mütevatir olduğunun anlaşıldığı kanaatindeyim.

 

Seyyidim, Gadir Hadisini oluşturan kelimelere geçelim. “Men kuntu mevlâhu fe Aliyyun mevlâhu” hadisinde geçen “mevlâ” ne anlama gelmektedir?

 

“Mevlâ” kelimesinden muradın ne olduğunu açıklamak için uzağa gitmeyelim.

 

Hiç kimse de Seyyidim nasıl uzağa gitmeyelim diye bize itirazda bulunmasın! Çünkü biz önceki programlarda şu aslı ortaya koymuştuk: Hz. Resulullah bir lafzı veya bir ıstılahı tefsir edecek olursa artık mucemlere veya diğer bilginlerinin açıklamalarına itibar edilmez. “Utruhatü'l-Mehdeviyye” programında açıkladığımız gibi Resulullah (s.a.a.) Ehl-i Beyt kavramından kastın beş kişi olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla dil bilginlerinin açıklamalarına veya Kur'an'ın sözcüğü eşlere tatbik edip etmediğini görebilmek için diğer ayetlere müracaat etmemize gerek kalmamaktadır. Allah Resulü Ahzab Suresinin 33. ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramını sadece bu beş kişiye tatbik etmiştir.

 

Burada da aynı durum söz konusudur. Resulullah (s.a.a.) “Men  kuntu mevlâhu fe Aliyyun mevlâhu” buyurmuşsa… Öncelikle şunu belirtelim ki Resulullah (s.a.a.) hadise “Men kuntu” olarak değil “femen kuntu…” olarak yani fa-ı tefriî (ayrıntılandırma fa'sı) ile başlamıştır.

 

Buna göre şöyle sorulmalıdır: Ey Allah'ın Resulü! “Fe men kuntu…” şeklinde başlayan bu hadis hangi cümlenin feridir?

 

Konuyu uzatmayayım. Gadir Hadisinde bulunan tefri konusunu açıklamaya geçmeden önce bir mukaddimeye işaret edecek, sonra da konuya geçiş yapacağım.

 

Yaklaşık olarak bir yıl kadar önce etraflıca ele aldığımız konulardan birisinde şu hususa varmıştık: Kur'an-ı Kerim'de Hz. Resulullah'a (s.a.a.) özgü olan makamlar vardır. Örneğin Hatemü'l-Enbiya ve'l-Mürselin oluş makamı. Bu makama O'nun dışında başka hiç kimse sahip değildir. Bu makam sadece O'na özgüdür.

 

Hz. Peygamber'e (s.a.a.) özgü makamlardan biri de Allah-u Teâlâ'nın O'nun hakkında buyurduğu “Peygamber müminlere kendi nefislerinden daha evlâdır” buyruğudur. Kur'an-ı Kerim bu makamı ister ulu'l-azm peygamberler ister diğerleri olsun hiçbir kişi için kullanmamıştır.

 

Soru: Evleviyetten kasıt nedir?

 

Aziz dostlarım, usûl âlimlerinin kabul ettikleri bir kural vardır: Cümlede mütaallakın (nesne) hazf edilmesi (belirtilmemesi) cümlenin kapsamlılığına ve genişliğine delalet eder. Yani Kur'an-ı Kerim “Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle şöyle meselelerde müminlere kendi nefislerinden daha evladır” buyurmamaktadır. Mutlak olarak Peygamber (s.a.a.) daha evlâdır, demiştir. Maksat Peygamber'in (s.a.a.) bazı işlerde evleviyeti olmuş olsaydı Kitab'ın bunu açıklaması gerekirdi. Kitab-ı Kerim bunu açıklamadığına göre Hz. Peygamber (s.a.a.) dinleri ve dünyaları da dâhil olmak üzere bütün işlerde müminlere kendi nefislerinden daha evlâdır. Bu ayet-i kerimede hiçbir sınır bulunmamaktadır.

 

Büyük âlimler ve muhakkiklerden bir grup bu anlamı dile getirmişlerdir. Ben sadece onlardan birisine işaret edeceğim.

 

Ebu Cafer et-Taberî, tefsirinde şöyle demektedir: Allah-u Teâlâ'nın Hz. Peygamber'in müminlere kendilerinden daha evlâ oluşunu bildirmesinin anlamı şudur: O müminler hakkında dilediği hükmü vermekle müminlere kendi nefislerinden daha çok hak sahibidir.[viii]

 

İster genel ister özel olsun, ister dinî meselelerde ister siyasî veya toplumsal ya da bireysel meselelerde olsun Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bir mümin hakkında verdiği hüküm yürürlüğe girer. Yani Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hükmüyle bizim hükmümüz çatışacak olursa O'nun hükmü öncelenir. Nitekim “İnsanlar malları hususunda tam otoritedirler” hadisinde de aynı anlam söz konusudur.

 

Soru: Allah-u Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'e (s.a.a) özgü kıldığı bu makam acaba O'ndan sonra başka bir kimseye verilmiş midir?

 

Soru oldukça önemlidir. Değerli izleyicilerimiz tarih, tefsir ve hadis kitaplarını okusunlar ki Hz. Peygamber'e ait olan bu evleviyet makamını görsünler. Bizler Hz. Ali'nin (a.s.), “Ali'ye söven bana sövmüş olur. O'nu seven beni sevmiş olur” hadisinde ifadesini bulan makamını önceki programlarda ele almıştık. O, Allah Resulünün nefsi mesabesindedir. O, menzilet makamına sahiptir.

 

Soru: Allah Resulünün (s.a.a.) müminlere kendi nefislerinden daha evlâ olduğu anlamındaki evleviyet makamına O'nun vefatından sonra Ali (a.s.) de sahip midir? Çünkü Allah Resulü hayatta olduğu müddetçe O'nun dışındaki başka birisinin müminlere kendi nefislerinden daha evla oluşu makamına sahip olmasının hiçbir anlamı yoktur. Bu durum Allah Resulünün vefatından sonrasıyla alakalıdır. Bu Kur'anî evleviyet makamı O'nun dışında başka birine verilmiş midir?

 

Aziz dostlarım önümüzde Allame Arnavut'un tahkikini yaptığı İmam Ahmed'in el-Müsned'i var.

 

Rivayet şöyledir: Bize Fıtr'ın Ebu't-Tufeyl'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Hz. Ali (a.s.) insanları Rahbe'de topladı ve şöyle dedi: “Allah aşkına, her kim Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Gadir-i Hum günü, benimle ilgili söylediği sözleri duyduysa ayağa kalksın, gözüyle görüp kulağıyla duymayan ise kalkmasın...” Otuz kişi ayağa kalkar.

 

Ebu Nuaym ise şöyle yazar: Birçok kişi kalktı ve şu şehadette bulundular: Resulullah  (s.a.a.) O'nun elini kaldırdığı zaman dedi ki: “Benim müminlerin nefisleri üzerinde kendilerinden daha fazla velayetim olduğunu biliyor musunuz?” “Evet” dediler. Resulullah  (s.a.a) şöyle devam eder: “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır... Allah'ım O'nu veli kabul edenin velisi ol, O'na düşmanlık edene da düşman ol...”

 

Ebu Tufeyl hadisinin sonunda şöyle der: “Oradan ayrılırken içimden bazı şeyler geçiriyordum. Yolda Zeyd b. Erkam'a rastladım ve ona olanları anlattım. O ise dedi ki: Niçin şüphe ediyorsun? Ben de Resulullah'ın Hz. Ali'ye böyle dediğini duydum.”[ix]

 

“Benim müminlerin nefisleri üzerinde kendilerinden daha fazla velayetim olduğunu biliyorsunuz” ve “Allah'ım O'nu veli kabul edenin velisi ol, O'na düşmanlık edene de düşman ol...” bölümleri hakkında İbn Teymiyye'nin “uydurmadır” ve “İslam'a esastan aykırıdır” şeklindeki sözleri önceki programlarda geçmişti.

 

Rivayet el-Müsned'de geçiyor. Hadisin isnadı hakkında Allame Arnavut şöyle diyor: Hadisin isnadı sahihtir. İsnad zincirini oluşturan şahıslar da sika kişilerdir ve Fıtr dışındakiler Buharî ve Müslim'in râvileridir. Fıtr ise Sünen-i Erbaa'nın râvisidir. Buharî'nin de karinelerle Fıtr'dan rivayeti vardır ve bu şahıs sikadır.[x]

 

İkinci rivayet de yine Müsned'de geçmektedir. Rivayet şöyledir: Ey Büreyde! Ben müminlere kendi nefislerinden daha evlâ değil miyim?

 

Büreyde der ki: Evet öylesin, dedim.

 

O “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” buyurdular. Bu hadisin isnadı Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.[xi]

 

Bir diğer kaynak Allame Albanî'nin tahkikini yaptığı Sahihü Süneni İbn Mâce'dir. Rivayet şöyledir: Berâ İbn Azib'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Biz Resulullah'ın (s.a.a.) ifa etmiş olduğu hac seferinde O'nunla beraber yola çıkmıştık. O, yolun bir semtinde konaklayarak cemaatle namaz kılma emri verdi. Daha sonra Hz. Ali'nin elini tuttu ve ashabına: “Ben müminlere kendi nefislerinden evlâ değil miyim?” dedi.

 

Orada bulunan sahabiler: “Ey Allah'ın Resulü! Evet, evlâsın” dediler.

 

Hz. Resulullah (s.a.a.): “Ey ashabım! Ben her mümine, kendi nefsinden evlâ değil miyim?” dedi.

 

Ashab: “Evet, evlâsın ey Allah'ın Resulü!” dedi. Bunun ardından elini tuttuğu Hz. Ali'yi işaret ederek: “İşte bu Ali, benim mevlâsı olduğum herkesin mevlâsıdır. Allah'ım, O'nu seven kimseleri sev. O'na buğzedenlere sen de buğzet” dedi. Hadis sahih li ğayrihidir.[xii]

 

Hadisin Ali (a.s.) ile ilgili olan bölümünde -“fe haza veliyyun men ene mevlahu”- fa-i tefriiye geçiyor. Hadiste geçen ‘fa-i tefriiyet” (“ayrıntılandırma fa”sı) edatı evleviyete ilişkin bir ayrıntılandırmadır. Yani: Ben kime kendi nefsinden daha evlâ isem işte bu da ona kendi nefsinden daha evlâdır.

 

Bir diğer kaynak Tahavî'nin Şerhü Müşkili'l-Âsâr adlı eseridir. Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:

 

Hz. Resulullah Veda Haccından dönerken Gadir-i Hum denen bir vadide mola verdi. Hutbe irad ederken kendisi için güneşin hararetinden korunması amacıyla semûr ağacının üzerine bir örtü gerilerek göl­gelik yapıldı. Hutbesinde bize şöyle dedi: “Zannederim ki yakında ben Rabbimin huzuruna davet edileceğim. Ben de bu davete icabet edeceğim. Ben size biri diğerinden daha büyük olan iki ağır emanet bıraktım.  Allah'ın kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im. Benden sonra bana nasıl halef olacağınıza bir bakın. Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır.”

 

Sonrasında Gadir-i Hum'daki hutbesinde şöyle buyurdu: Doğrusu Allah benim mevlâmdır. Ben de bütün müminlerin velisiyim. Sonra Ali'nin elinden tutarak “Ben kimin velisi isem, bu (Ali) da onun velisidir. Allah'ım O'nun dostuna dost, düşmanına düşman ol”  buyurdu.

 

İsnad zincirinde bulunan râviler Buharî ve Müslim'in ricâlinden oluşmaktadır. [xiii]

 

Hadiste de görüldüğü gibi Hz. Resulullah (s.a.a.) kendi hayatı sonrası için konuşmaktadır.

 

Bir diğer kaynak İmam Acurî'nin Kitabü'ş-Şeriat adlı eseridir:

 

Resulullah (s.a.a.) başını kaldırarak şöyle buyurdular: Ben müminlere kendi nefislerinden daha evlâ değil miyim?

 

Râvi der ki: ben de evet dedim.

 

O: Öyleyse ben kimin mevlâsı isem...[xiv]

 

Bu rivayette de Hz. Resulullah (s.a.a.) için sabit evleviyetin fer'ini ifade eden fa-i tefriiyet kullanılmıştır.

 

Bir diğer kaynak Şihabüddin el-Busayri'nin İthafü'l-Heyereti'l-Meheret adlı eseridir.

 

Hz. Ali'den (a.s.) rivayet edildiğine göre O şöyle buyurmaktadır:

 

Resulullah “Allah ve Resulünün size nefislerinizden daha evlâ olduğuna şehadet etmiyor musunuz?” diye sorunca onlar “Şehadet ederiz” dediler. Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a.)  “Allah-u Teâlâ ve Resulü kimin mevlâsı ise işte bu da onun mevlâsıdır. Size, onlara sarıldığınız takdirde dalalete düşmeyeceğiniz şey(ler) bırakıyorum bunlar: Allah'ın kitabı -ki Kitabın bir ucu O'nun diğer ucu da sizin elinizdedir- ve Ehl-i Beyt'imdir” buyurdu.

 

Diyor ki: Bu haberi İshak sahih bir senedle rivayet etti.[xv]

 

Sadece bazı kaynakları sıraladık. Yoksa “mevlâ” kelimesinin “evlâ” kelimesinin tefrii olduğunu gösteren onlarca başka kaynak bulunmaktadır.

 

Soru: Acaba hadisin baş bölümüyle bu tefri arasında bir bağ bulunmakta mıdır? Eğer herhangi bir bağ bulunmadığını söylüyorsak hadisin baş bölümü lağvolmuş olur. Bu tefriî (ayrıntılandırma) eğer evleviyete delalet etmiyorsa hadisin başında neden bu kadar şeyler zikrediliyor? Neden daha sonra Hz. Resulullah (s.a.a.) “Öyleyse ben kime kendi nefsinden daha evlâ isem bu Ali de onun mevlâsıdır” buyuruyor? Dolayısıyla ilk kanıt budur: hadisin baş bölümü mevlâ kelimesinin ne anlama geldiğini göstermektedir.

 

Seyyidim, hadiste geçen “mevlâ” kelimesi ne anlama gelmektedir? diye soracak olursanız ben Hz. Resulullah (s.a.a.) “mevlâ”nın anlamını açıklamıştır derim. O, “mevlâ” kelimesini “evlâ” anlamında kullanmıştır. Resulullah (s.a.a.) sözcüğü açıklıyor. Resulullah (s.a.a.) ilk önce kendi evleviyetini zikrediyor ardından da İmam Ali'yi de bu mevleviyete ortak kılıyor.

 

Kimse bize lügat bilginlerinin “mevlâ” kelimesine ilişkin açıklamaları nelerdir demesin.

 

Eğer Allah Resulü (s.a.a.) böyle bir açıklama yapmamış olsaydı diğer rivayetlere, hadislere ve dilcilerin açıklamalarına müracaat ederdik. Ama Allah Resulü kelimenin anlamını açıkladığına göre artık O'nun karşısında başka birisinin söz söyleme hakkı kalmamaktadır.

 

Konuyla ilgili olarak son bir mülahazam bulunmaktadır. Bu mülahazayı da aktarıp konuyu sonlandırıyorum.

 

İbn Teymiyye İmam Ali'nin evleviyeti meselesiyle ilgili olarak şöyle diyor: “Sen bütün müminler ve mümineler için evlâsın” sözü de böyle olup yalandır.[xvi]

 

Varsayalım ki elimizde bu içerikte başka hiçbir hadis bulunmasın. Gadir Hadisi, İmam Ali'nin mevleviyetinin Hz. Peygamber-i Ekrem için sabit olan evleviyetin tefriî olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

Allah mükâfatınızı versin. Allah Resulü “mevlâ” kelimesinin “evlâ” olarak tefsir ettiğini ortaya koydunuz. Peki elimizde “mevlâ” kelimesinin “evlâ” anlamına geldiğine dair Kur'anî bir delil bulunmakta mıdır?

 

Bu soruyu cevap vermemiz gerekiyor. Çünkü kimi müfessirler “mevlâ” kelimesinin “evlâ” anlamına gelmediğini, bazı nasslarda “mevlâ” “evlâ” anlamına gelse de buna dair elimizde Kuranî bir kanıt olmadığını söylemektedirler.

 

Değerli izleyicilerimiz hatırlayacaklardır, bizler defalarca şunu belirttik: Okuduğumuz bir pasajı veya rivayeti Rabbimizin Kitabına sunacağız. Eğer tasdik eden bir kanıt bulabilirsek hadisin içeriğinin kuvvetli ve sahih olduğunu söyleyebiliriz.

 

Geliniz Kur'an-ı Kerim'e müracaat edelim.

 

Hadid Suresinde Allah-u Teâlâ -“Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir. Size yaraşan odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!”- (Hadid/15) ateşin kâfirlerin mevlâsı olduğunu söylemektedir.

 

Soru: Sürekli bir şekilde Kur'an-ı Kerim'in mevlâ kelimesini ancak yardım ve sevgi anlamında kullandığını haykıranlar! Bu ayette geçen mevlâ kelimesi “sizi seviyor ve sizlere yardım ediyor” anlamına mı geliyor? Bu ayette geçen “mevlâkumu'n-nâr” (ateş sizin mevlânızdır) ifadesi hangi anlamdadır?

 

İmkân elverdiğince büyük tefsir bilginlerinin bu ayete ne şekilde yorum getirdiklerini ortaya koymaya çalışacağım.

 

İlk kaynağımız Buharî'nin Câmiü's-Sahih'idir. Buharî ayette geçen “mevlâ” kelimesini “evla bikum” (size evlâdır) olarak tefsir etmektedir. Yani “hıye mevlâkum: cehennem, küfrünüze karşılık size her menzilden daha layıktır.”[xvii]

 

Yani sizler en çok ateşe müstahaksınız.

 

Buna göre mütevatir Gadir Hadisi, müminlere kendi nefislerinden daha evlâ olan İmam Ali'nin mevlâlığını dile getirmektedir.

 

İkinci kaynak Taberî'nin (h. 310) tefsiridir. İmam Taberî ayeti şöyle tefsir etmektedir: mevlakum: en-nâru evlâ bikum: Ateş size daha çok layıktır.[xviii]

 

Aynı anlamı dile getiriyor.

 

Büyük müfessirlerin geneli bunu diyor.

 

Üçüncü kaynağımız Ebu Muhammed Mekkî'nin (h.437) el-Hidâye ilâ Buluği'n-Nihâye adlı eseridir.

 

O bu eserinde şöyle der: “Hiye mevlâkum; ey en-nâru evlâ bikum.” (yani ateş size her menzilden daha lâyık olandır.)[xix]

 

Dördüncü kaynağımız İmam Semmanî'nin (h.489) Tefsirü'l-Kur'an'ıdır. O bu eserinde şöyle der: “Hiye mevlâkum; ey en-nâru evlâ bikum.” (yani ateş size her menzilden daha lâyıktır.)[xx]

 

Beşinci kaynağımız İmam Beğavî'nin (h.516) Tefsirü'l-Beğavî'si. Beğavî bu eserinde “mevlâ” kelimesini şöyle tefsir eder: “Hiye mevlâkum; yani cehennem ateşi sahibiniz ve işlemiş olduğunuz günahlardan dolayı size en layık olandır.”[xxi]

 

Altıncı kaynak İbnü'l-Cevzî'nin (h.597) Zâdü'l-Mesir adlı tefsiridir. Yazar bu ayetin tefsirinde şöyle der: Hiye mevlâkum. Ebu Ubeyde şöyle der: Yani ateş size her menzilden daha lâyık olandır.

 

Yedinci kaynak İmam Kurtubî'nin el-Câmi li Ahkâmi'l-Kur'an'ı. Allame bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Hiye mevlâkum; ey evlâ bikum. (yani ateş size her menzilden daha lâyık olandır.) Mevlâ, insanın işlerini görmeyi üstlenen kişiye denir.” [xxii]

 

Öyleyse “…Ali de onun mevlâsıdır” hadisindeki “mevlâ”, insanların maslahatını üstlenen kimse anlamına gelmektedir. Yani sevgi ve yardım anlamıyla bağı yoktur.

 

Allame Kurtubî devamında şöyle diyor: Daha sonra bir şeyin yanından ayrılmayan, onun yakasını bırakmayan şey hakkında kullanılır olmuştur. Ateş onların işlerinin sahibi olacaktır. Yani yüce Allah ateşe hayat ve akıl verecek ve o da kâfirlere öfkesinden adeta onlardan ayrılmayacaktır. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ'nın şu buyruğunda belirtildiği gibi: "O günde Biz cehenneme: Doldun mu? diye soracağız. O da: Daha var mı? Diyecek” (Kaf/30) cehenneme hitap edilecektir. “O ne kötü dönüş yeridir!” Dö­nüş ve varış yeri olarak o çok kötüdür.[xxiii]

 

Allame ayete işaret ettiğimiz evleviyet manasını vermektedir. Ateşin kâfirler üzerindeki mevlâlığı, onların işlerine sahip olması, uhdesine alması demektir. Bu anlam siyasî imamet ve siyasî velayet değil midir?

 

Bir diğer kaynak da İbn Kesir'in Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim adlı eseridir. O bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Sizin mevlânız O'dur.” Kâfir olmanız, şüpheye düşmeniz yüzünden size her menzilden daha çok yaraşan durak orasıdır. “Ve o, ne kötü bir dönüş yeridir.”[xxiv]

 

Bir diğer kaynak Allame Halebî'nin ed-Dürrü'l-Masun adlı eseridir. Yazar bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: “Hiye mevlâkum.” Mevlâ kelimesinin masdar olması mümkündür. Yani velayetinizin kaynağı, velayet sahibiniz odur. İsm-i mekân olması da uygundur. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: Yani cehennem ateşi velayetinizin mekânıdır ki size evlâ olan orasıdır. [xxv]

 

Buna göre de mevlâ kelimesi evlâ anlamına gelmektedir.

 

İbn Hacer el-Askalanî de Fethü'l-Bârî adlı eserinde kelimenin evlâ anlamına geldiğini söyler. O şöyle der: Buharî'nin “mevlâkum, evla bikum” şeklindeki sözleri hakkında Ferra şöyle der: Me'vakumu'n-nâr, hiye mevlâkum: Yani evlâ bikum (yani size en layık olan). Ebu Ubeyde de aynı açıklamayı yapmıştır.[xxvi]

 

Elimizden geldiğince farklı yönelişlere sahip âlimlerin açıklamalarından nakle çalışıyorum.

 

İmam Şevkanî (h. 1250), Fethü'l-Kadir adlı eserinde şöyle diyor: (hiye mevlâkum) ev hiye evlâ bikum (yani o size en layık olandır). Mevlâ insanın işlerini görmeyi üstlenen kişiye denir. [xxvii]

 

Dolayısıyla mevlâ kelimesi esasta sevgi ve yardım anlamına gelmemektedir. Bu konu inşallah ilerde gelecektir. “Mevlâ” kelimesinin evlâ anlamına geldiğini göz ardı etsek dahi bu kelimenin Kur'an'da, hadislerde ve Gadir rivayetinde ne anlama geldiğini sormalıyız. Mevlâ kelimesi yardım ve sevgi anlamına mı gelmektedir yoksa insanların işlerini üstlenme mi?

 

Muhammed b. Abdülvehhab'ın ekolüne mensup olan bir grup bilgin tarafından kaleme alınan et-Tefsirü'l-Müyesser adlı esere bakalım. Bu ayetin tefsirinde şu açıklamalar geçmektedir: Ey münafıklar ve ey Allah'ı ve Resulünü inkâr edenler! O gün Allah'ın azabından kurtulmak için vereceğiniz fidye hiçbirinizden kabul edilmeyecektir. Hepinizin varacağı yer cehennem ateşidir. O, size en layık, en yaraşan (evlâ bikum)  yerdir.[xxviii]

 

Gördüğümüz üzere mevlâ kelimesi evlâ anlamına gelmektedir.

 

En son kaynak Ebubekir el-Cezairi'nin Eyserü't-Tefâsir'idir:

 

“Me'vakumu'n-nâr, hiye mevlâkum: Yani yerleşeceğiniz ve barınacağınız yer cehennem ateşidir. Ateş nefislerinizin çirkinliğinden dolayı size daha layıktır. (evlâ bikum)”[xxix]

 

Seyyidim buraya kadar yaptığınız açıklamaları bir özetleseniz.

 

İlk nokta; “Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) da onun mevlâsıdır” hadisi sadece sahih bir isnad zincirine sahip değildir, üstelik mütevatirdir de.

 

Hâlbuki değerli izleyiciler önceki programlardan İbn Teymiyye'nin hadisin bu bölümünün ihtilaflı olduğunu ve eleştiriye uğradığını söylediğini hatırlayacaklardır. O, Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor: “Ben kimin mevlâsı isem Ali de O'nun mevlâsıdır” hadisi sahihlerde geçmiyor. Ancak kimi ulema bu bölümü rivayet etmiştir. Bilginler de bu konuda nizaa düşmüşlerdir. Buharî'den nakledildiğine göre ilim ehlinden bir grup hadisin bu bölümüne ta'n etmiştir. [xxx]

 

Onun bu açıklaması sahih bir temelden yoksundur. İlmî emanet duygusuna sahip olmadığını yahut da özel bir amaçla hareket ettiğini ihsas ettirmektedir.

 

İkinci nokta: Hadiste geçen “Mevla” kelimesinden kasıt evleviyettir. Zira hadisin başındaki -“femen kuntu”- fa, fa-i tefriiyedir (“ayrıntılandfırma fa”sı). Yani hadisin baş bölümünde yer alan Hz. Peygamber'e ait olan evleviyet makamının tefriidir.

 

Üçüncü nokta: Elimizde, mevlâ kelimesinin evlâ anlamında kullanıldığını gösteren Kur'anî bir kanıt da bulunmaktadır.

 

Allah mükâfatınızı versin. Programımızı izleyen değerli izleyicilerimize de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sonraki programlarda görüşmek üzere, sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakâtuh.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net

 



[i] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 4, s. 330-344, Riyad.

[ii] İbn Hacer el-Askalanî, Metâlibü'l-Aliyye, c. 16, s. 94-96, Tahkik: Abdullah b. Zafir b. Abdillah eş-Şehrî, Hadis No: 3929.

[iii] İbn Kesir, el-Bidâyetü ve'n-Nihâye, c. 7, s. 681.

[iv] Age, agy.

[v] Muhammed b. Salih el-Useymin, Mustalahü'l-Hadis, s. 10-11, Darü İbn Cevzi.

[vi] Age, s. 11.

[vii] Allame Eminî, el-Ğadir fi'l-Kitabi ve's-Sünnet, c. 1, s. 41-144, Tahkik: Merkezü'l-Ğadir li'd-Dirasati'l-İslamiyye.

[viii] Ebu Cafer et-Taberî, Tefsirü't-Taberî, c. 19, s.14, Tahkik: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî.

[ix] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 32, s. 56, Hadis No: 19302, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut,  Müessesetü'r-Risale.

[x] Age, agy.

[xi] Age, c. 38, s. 32.

[xii] Sahihü Süneni İbn Mace, c. 1, s. 56, Hadis No: 94.

[xiii] Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame et-Tahavî, Şerhü Müşkili'l-Âsâr, c. 5, s.18, Hadis No: 1756 Tahkik, Tahric ve Talik: Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale, 1427, Beyrut, 2. Basım.   

[xiv] Ebubekir Muhammed b. el-Hüseyn el-Acuri, c. 4, s. 2044, Kitabü'ş-Şeriat, Tahkik: Doktor Abdullah ed-Demici, Darü'l-Vatan.

[xv] Şihabüddin Ahmed el-Busayrî, İthafü'l-Heyereti'l-Mühret bi-Zevâdi'l-Mesânidi'l-Aşere, c. 7, s. 210, “Ben kimin mevlâsıysam Ali de onun mevlâsıdır” Babı,  Takdim: Şeyh Doktor Ahmed Mabed, Tahkik: Darü'l-Müşkat, Darü'l-Vatan, 1. Basım, 1420, Riyad.

[xvi] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 256, Tahkik: Muhammed Reşad Salim.

[xvii] Muhammed b. İsmail el-Buharî, el-Câmiü's-Sahih, c. 3, s. 717, Kitabü't-Tefsir, Suretü'l-Hadid, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut.

[xviii] Câmiü'l-Beyân, c. 22, s. 408.

[xix] Ebu Muhammed Mekkî el-Kaysî, el-Hidâye ilâ Buluği'n-Nihâye, c. 11, s. 7320.

[xx] İmam Semanî, Tefsirü'l-Kur'ân, c. 5, s. 371.

[xxi] İmam Beğavî, Tefsirü'l-Beğavî, c. 4, s. 326, Darü Taybe.

[xxii] Allame Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi'l-Kur'ân, c. 20, s. 251, Tahkik: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî.

[xxiii] Age, agy.

[xxiv] İbn Kesir ed-Dımaşkî, Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azim, c. 13, s. 421, Darü Alemi'l-Kütüb.

[xxv]  Allame Halebî, ed-Dürrü'l-Masun fi Ulumi'l-Kitâbi'l-Meknun, c. 10, s. Tahkik: Doktor Ahmed Muhammed el-Harrat, Darü'l-Kalem, Dımaşk.

[xxvi] İbn Hacer el-Askalanî, Fethü'l-Barî bi Şerhi Sahihi'l-Buharî, c. 10, s. 673, Tahkik: Abdurrahman b. Nasır el-Berrak

[xxvii] İmam Şevkanî, Fethü'l-Kadir, c. 5, s. 227.

[xxviii] et-Tefsirü'l-Müyesser, s. 539, Suudi Arabistan.

[xxix] Ebubekir Cabir el-Cezairi, Eyserü't-Tefâsir li Kelâmi'l-Aliyyi'l-Kebir, c. 5, s. 266, Mektebetü'l-Ulum ve'l-Hikem, Medinetü'l-Münevvere.

[xxx] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 256.