Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (3)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (3)
İbn Teymiyye’nin (Minhâcü’s-Sünne adlı eserinde) bu hadisi inkâr etmeye ve yalanlamaya yeltenmesi cidden şaşılacak bir husustur. Nitekim bundan önceki hadis için de aynı tutumu takınmıştır. Allâme Albanî’nin söz konusu ettiği hadis “Ali’den ne istiyorsunuz? O bendendir ben de O’ndanım!” hadisidir.

 

 

Sunucu: Rahman Rahim Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz diyorum. Geçtiğimiz iki programda birçok konuyu ele aldık. Bu akşamki programa geçebilmemiz için önceki programın özetini sizden istiyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bizler önceki programda şu iki hadis metnini ele almıştık.

 

‘‘Ey Ali (a.s.) sen benden sonra bütün mümin ve müminelerin velisisin.'' 

 

‘‘Sen benden sonra bütün müminlere benim halifemsin.''

 

Bu iki nas bir hususiyetten dolayı diğerlerinden ayrılmaktadırlar. Bu hususiyet, hadislerin Resûlullah'tan sonraki hilafet ve veli kavramlarını içermesidir. Bu hadislerin isnad zincirleri de sahih ve makbul ise önemli özellik tamamlanmış oluyor. Eğer hadisin isnad zinciri zayıf ve uydurmaysa bu açıklamaların zaten hiçbir önemi kalmıyor. Zira hadisler “benden sonra” ifadesini içermektedir. Bu durumda veli, velayet ve mevlâ sözcüklerinin sevgi ve meveddet anlamına gelme olasılığı kalmıyor. Şöyle ki Ali'ye (a.s.) sevgi ve meveddet duyulması ve O'na yardım edilmesi Hz. Resûlullah (s.a.a.) hayattayken zaten sabit idi. Bunun ‘‘benden sonra'' ifadesi ile sınırlandırılmasına da ihtiyaç kalmamış oluyor.

 

Bu elfazın hadiste mevcut olup olmadığı önemlidir.

 

“Seyyidim siz önceki programda bu ifadenin hadiste yer almadığını söyleyenlerin bulunduğunu belirttiniz” diye itiraz edilebilir. Biz de bunun hadiste mevcut olup olmadığını araştırmamız gerekiyor diyoruz. “Benden sonra” ifadesinin “benim hayatımdan sonra” anlamına geldiği açıktır.

 

Seyyidim bunun delili nedir, denebilir.

 

İbn Hacer el-Askalânî Fethü'l-Bârî'de şöyle diyor:

 

Bu takdire göre Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Benden sonra 12 halife olacak'' sözünün hakiki zamansallığa yorumlanması evlâdır. Ebû Bekir Sıddık'tan Ömer b. Abdülaziz'e kadar yönetime geçenlerin sayısı 14'tür. [1]

 

Yani ‘‘benden sonra'' ifadesi mekânsal sonralık anlamına gelmiyor. Şöyle ki hadis ‘‘ben Medine'den bir yere yolculuk yapacak olursam yanımda 12 kişi olacaktır'' anlamına gelmiyor. Hadis, Resûlullah'ın bu âlemden göçüşünün sonrasını ifade ediyor.

 

Hadisin bu cümlesi oldukça önemlidir. Dolayısıyla ilmî ve metodik olarak bunu ortaya koymamız gerekiyor. Bu ibarenin ne ifade ettiğinin kanıtı Ahvezî'nin bu lafızların hadiste yer almadığına dair ısrarında gizlidir. O, bu bölümün hadiste mevcut olması halinde Şia'nın iddiasının haklılık kazanacağını söylüyor.

 

Elimizde iki kanıt daha var. Tuhfetü'l-Ahvezî bi-Şerhi't-Tirmizî'yi zikretmiştik.

 

Diğer iki kanıt şudur.

 

İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

“Benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisi de bu şekilde olup Allah Resûlünün (s.a.a.) dilinden uydurulan bir yalandır. O hem hayatında hem de vefat ettikten sonra bütün müminlerin velisidir. Yöneticilik anlamına gelen velayet için veli değil vali sözcüğü kullanılır.[2]

 

Hadisin içeriği düşüncesine zarar vermediğinde İbn Teymiyye hadisi tekzip etmez, sahihtir der. O da biliyor ki bu hadis sened açısından da sahih olacak olursa Ehl-i Beyt Okulunun iddiasını ispat edecek.

 

Konu sevgi konusu değildir ki vefatından önce ve sonra sevgiyi belirtmiş olsun. Hadisin konusu siyasî imamette veli olmaktır. Konu kime uyarlanacağına ilişkindir. Buna göre ilk halifenin veli ve ulu'l-emr olmadığını kabul etmeniz gerekiyor.

 

Diyor ki: Hayır. Kendi zamanında ulu'l-emr, Resûlullah (s.a.a.) idi. Ancak ilk veya ikinci halife döneminde veliyyü'l-emr Ebû Bekir, Ömer ve sonra da Osman idi…

 

İşi hangi noktalara sürüklediğine bakınca şaşırıp kalıyoruz.

 

Soru: İlk üç halife için veli ve veliyyü'l-emr sözcüğü kullanılmıyor mu? Resûlullah (s.a.a.) sözcüğü için veli sözcüğü kullanılmıyor mu? Ayet-i kerime, “İnnemâ veliyyukumullâhu ve Rasûlühü / sizin veliniz ancak Allah ve Resûlüdür” buyurmuyor mu?

 

Sunucu: Kur'ân nassından daha beliğ bir ifade bulunur mu?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bakınız bu şahıs işi hangi boyutlara sürüklüyor:

 

Nitekim cenaze namazında veli ve vali bulunacak olursa birçok bilgine göre vali veliye öncelenir. Veli valiye öncelenir de denmiştir.[3]

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin, hadisin bu nassının sened ve metin açısından tam olduğunda Ehl-i Beyt Mezhebinin iddiasını kanıtladığını fark ettiğini görüyoruz.

 

Bir diğer delil, Allâme Albanî'nin aynı kanalla Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde geçen şu ifadeleridir:

 

Şia'nın bu ve diğer hadislerde zikrettiği Hz. Peygamber'in Ali (a.s.) hakkında “Sen benden sonra benim halifemsin” şeklindeki hadis, çeşitli gerekçelerden dolayı sahih değildir. Hatta bu hadis onların birçok bâtıllarından birisidir. Tarihsel gerçeklikler de bunun yalan olduğuna delalet etmektedir.[4]

 

İmamete delalet etmiyorsa niçin bâtıl şeylerden oluyor? Muhabbete delalet ediyorsa bu Şia'nın mı yoksa Kur'an'ın bâtıllarından mı olur hâşâ? Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir., ‘Ey Ali (a.s.) seni ancak mümin sever. Sana ancak münafık buğzeder.” Bu hadiste geçen “veli” ve “halife” kelimeleri Ehl-i Beyt Okulunun iddialarından birine delalet etmeseydi rivayeti yine Şia'nın bâtıl düşüncelerinden sayacak mıydınız?

 

Allâme, ‘‘halifem'' sözcüğü ile Resûlullah'ın gelecekteki bir olayı haber verdiğini düşünüyor. Hâlbuki Resûlullah (s.a.a.) cümle-i ihbarîsi ile şunu demek istiyor: Ey Müslümanlar bu Ali'nin (a.s.) size halife olması üzerinize vaciptir.

 

Ancak şimdilik bu konuya girmek istemiyorum.

 

Bu ve benzeri kanıtlar İslam âlimlerinin “benden sonra” ifadesinin karinesiyle bu nasların yöneticiliğe, imamete delalet ettiğini anladıklarını ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a.) şahsiyetindeki ikinci boyuta delalet ettiğinin farkındalar.

 

Bu nasların önemi bu rivayetlerin “Sen benim için Harun'un Musa'ya olan konumundasın” hadisi gibi olmamasından kaynaklanmaktadır. Zira Menzile Hadisinin Hz. Peygamber'in hayatıyla sınırlı olduğu söylenmektedir. Yahut da bu hadisler “Ben kimin mevlâsıysam bu Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır” hadisi gibi değildir. Zira Ehl-i Sünnet bilginleri, Gadir Hadisinde geçen “mevlâ” kelimesinin muhabbet, destek ve yardım anlamına geldiğini söyleyerek itiraz etmeye çalışmışlardır. Hâlbuki “min ba`dî” ifadesini içeren bu hadisler Resûl-u Ekrem'in ikinci boyutuna, bir diğer ifadeyle yönetim ve imametine delalet etmektedir.

 

Sunucu: Galiba bundan dolayıdır ki meseleyi kökten çözmek için bu rivayetleri tekzip etmeye çalışmışlardır. Ulema bu hadislerin isnad zincirleri hakkında nasıl bir tavır takınmış ve nasıl değerlendirmişlerdir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şimdilik özet olarak sunup detayını sonraki programlara bırakmak istiyorum.

 

Sadece bu iki hadis değil tabii. Ali b. Ebû Tâlib'in (a.s.) fazilet ve menkıbeleri ile ilgili iki türlü yaklaşım vardır.

 

Konuyu genel bir şekilde ele almak istiyorum.

 

İlk yaklaşım: İsnad noktasında bu hadislere muvafakat gösterenler. Tabii bu grubun hadisin içerik ve mazmunu noktasında Şia ile ittifak ettiklerini söylemek istemiyorum. Bu nasların içeriği ve vermek istediği mesajlar ayrı konudur. Özetle bu hadislerin isnadını doğru kabul eden yaklaşım.

 

İslam âlimlerinin çoğu “mevlâsıdır”, “benim halifemsin”, “sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadislerinin isnad zincirinin sahihliğini kabul etmektedir. İnşallah ilerleyen programlarda bu konuyu ele alacağız.

 

İkinci yaklaşım: Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Önceki yıllarda Emevici din anlayışı ile Ehl-i Sünnet'in dinî anlayışlarını birbirinden ayıran bazı ölçütler ortaya koymuştuk.

 

Emevici çizginin en önemli ilke ve uygulamalarından biri şudur: Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'in makam, fazilet ve menkıbelerine delalet eden ne kadar rivayet ve hadis varsa bu grup tarafından zayıf veya uydurma olarak nitelenirler. Yahut da bir şekilde bu makam, fazilet ve menkıbeleri gizlemeye veya isimlerini değiştirmeye çalışırlar. Hz. Ali'nin (a.s.) ismi yerine başka isimler koyarlar.

 

Biz piyasaya çıkan Meâlimü'l-İslâmi'l-Emevî adlı eserimizde ve önceki programlarımızda Emevici din anlayışının, Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'in sadece siyasî hayattan ve makamlardan değil ilmî ve dinî merciiyetten de uzaklaştırılması ve devre dışı bırakılması temelleri üzerine kurulu olduğunu açıklamıştık. Bu anlayış, Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'i Müslümanların düşüncelerinden uzaklaştırmak istemektedirler.

 

İnsan şaşırıp kalıyor! Müsnedü Ahmed'de Ebû Hureyre'den 4.000'e yakın hadis bulunuyorken Ali b. Ebû Tâlib'den (a.s.) 800 dolayında hadis naklediliyor.

 

Problem nerede? ‘‘Ben ilk çocukluk döneminden itibaren Resûlullah (s.a.a.) ile yaşadım, her günüm O'nunla geçti'' diyen bir şahıstan 800 ile 900 arasında hadis naklediliyor. Ancak Resûlullah ile yaşamışlığı üç yılı geçmeyen bir şahıstan Ali'den (a.s.) dört beş katı hadis rivayet ediliyor! Ebû Hureyre ile Ali'nin (a.s.) kıyas edilmesi hiç mümkün müdür? Bu da açıkça Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'in dinî mercilikten tamamen devre dışı bırakılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır.

 

İş burada kalmadı değerli izleyiciler! Ümeyyeci din anlayışı bununla yetinmedi. Hicretin 60. yılına varıldığında Ümeyyeoğulları Ehl-i Beyt'in fiziksel varlığına dahi tahammül gösteremediler; Allah Resûlünün torununu, reyhanını ve cennet ehlinin gençlerinden birini şehid ettiler!

 

Ümeyyeci din anlayışı -bunu defalarca belirttik- sadece Ali b. Ebû Tâlib (a.s.) karşısında değil Peygamber'in zevceleri, müminlerin anneleri karşısında da olumsuz bir tutum içine girmişlerdir. Ben öyle inanıyorum ki Peygamber'in hanımlarının şanlarına uygun düşmeyen birçok rivayet Emevî kökenlidir. İş burada da kalmadı ve daha ileri boyutlara vardı. Resûlullah'ın saygınlığını çiğneyen, makamını küçülten rivayetler de uydurdular. Sahihü'l-Buhârî, Sahihü Müslim, Müsnedü Ahmed ve diğer hadis mecmualarına dikkatlice bakıldığında hedefi Allah Resûlü olan onlarca rivayet görülür. Allah Resûlünün büyülenmesine ilişkin rivayet de bu kabildendir.

 

Daha da ötesi! Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, tevhid akidesinde tecsim ve teşbihe delalet eden rivayetlerin menşeinin de Emevici dinî anlayış olduğunu görmüştük. Bu dinî anlayışının nevi şahsına münhasır bir çizgisi vardır. Bunların yapısı sadece hilafeti ısırıcı bir melikliğe dönüştüren siyasî boyutlu bir yapı değildir. Ehl-i Sünnet'in hadis mecmualarında “Benden sonra hilafet otuz yıldır. Sonra ısırıcı bir melikliğe dönüşecektir” şeklinde sahih hadis mevcuttur. Melikliği saltanata dönüştürdüler. Saltanat şu anda da hâkimdir.  

 

Sunucu: Veliyyü'l-emr kendisinden önceki veliyyü'l-emre vâris olur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Boynunu vursa dahi ona karşı çıkman caiz değildir! Ben öyle inanıyorum ki bunların tümü fikrî, akidevî, siyasî ve ibadî konularda Ümeyyeci din anlayışının uydurmalarındandır.  Muaviye'nin İslam düşüncesinde ve İslamî maarifte gerçekleştirdiği değişiklikleri inceleyebilmemiz için Allah-u Teâlâ'dan tevfik ve inayet istiyorum. Esasında ‘‘Muaviye Müslüman olmuş mudur, olmamış mıdır? İslam dini üzere vefat etmiş midir?'' gibi konuları inşallah ele alabiliriz.

 

Ümeyyeoğullarının düşüncesinin ekseninde ‘‘Ali'ye (a.s.) bir makam ve hususiyet veren nasların karşısında durmak'' vardır.

 

Bunun menşei nedir, diye bir soru gelebilir.

 

Bunun kökeninde onların İslam'a gerçekten girmemiş olmaları yatar. “De ki: Siz iman etmediniz, ama boyun eğdik, deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.” Bunlar esasında iman etmemiş, iman kalplerini bayındır hale getirmemişti. “Ey Ali (a.s.)! Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık kimse buğzeder” hadisi de bunun delilidir. En güzel kanıtı bunların Ali b. Ebû Tâlib'e (a.s.) küfretmeleridir. Ben diyorum ki münafıklıklarını ortaya koyan husus onların Ali'ye (a.s.) lanet etmeleri, sövmeleri ve O'nu öldürmeleridir.

 

Emevi saltanatının sona ermesiyle bu düşüncenin de bittiğini düşünmeyiniz. Başını Muaviye'nin çektiği Ümeyyeoğullarının tesis ettiği bu bâtıl uygulamalar ve bidatler Abbasî Devletinden sonra da devam etmiştir. Bunlar maslahatlarını, Alevîlere karşı durmakta bulmuşlardır. Hatta bu bidatlerin ve uygulamaların bir bölümü günümüze kadar da devam etmiştir.

 

Sunucu: Seyyidim İslam âlimlerinin nezdinde bu rivayetlerin sıhhat durumuna işaret etmediniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu konu inşallah ileride gelecektir. Şimdilik biz iki yaklaşıma işaret ettik.

 

Sunucu: İbn Teymiyye ve bağlılarının bu hadise yaklaşımı nasıl?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Oldukça önemli bir soru. Konumuz sadece bu iki hadis değil. Bir metodolojiden bahsediyoruz. “Ey Ali (a.s.) sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” veya “Sen benden sonra bütün müminlere halifemsin” hadislerini ele almıyoruz. Ali'nin (a.s.) makam ve menkıbelerine delalet eden hadislere ilişkin İbn Teymiyye'nin genel yaklaşımını inceliyoruz. Acaba onun bu yaklaşımı İslam âlimlerinin genelinin görüşlerine mi yoksa Ümeyyeoğullarının mı daha yakınlık arz etmektedir?

 

Eğer onun bu rivayetleri sened yönünden sahih saydığını görürsek ‘‘Ehl-i Sünnet'in metoduna yakındır'' deriz. Ama bu rivayetlere karşı kalbinin daraldığını ve bunları devre dışı bırakıp içeriklerini boşaltmaya çalıştığını görürsek karşıt noktada durduğunu söyleyebiliriz. O, az önce de işaret ettiğimiz gibi ya rivayeti yalan sayarak ‘‘bu Allah Resûlünün dilinden söylenmiş bir yalandır'' der ya da hadisin Hz. Ali (a.s.) hakkında vârid olduğunu kabul etmekle birlikte beri taraftan içeriğini boşaltmaya çalışır. Son çare olarak da faziletin sadece Ali'ye (a.s.) özgü olmadığını, diğer sahâbîlerin de bu fazileti paylaştıklarını söyler.

 

Sunucu: Yahut da hadisin anlamının bu olmadığını söyler.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tam isabet!

 

Bu meseleye ilişkin kişisel görüşümü söylemeyeceğim. Ben hatta kimi Ümeyyeci din anlayışına yakın olan Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinden bazılarının birtakım açıklamalarıyla yetineceğim. Bakınız bunlar Şeyh İbn Teymiyye hakkında neler diyorlar? Yani bu şahıs Ali b. Ebû Tâlib'in (a.s.) faziletlerini aktaran bu naslar karşısında olumlu bir tavır mı takınıyor olumsuz mu?

 

Seyyid Kemal Haydarî: İbn Hacer ile başlıyoruz. Onun mizaç olarak İbn Teymiyye'ye yakın olduğunu bilmektesiniz.

 

İbn Hacer el-Askalânî Lisânü'l-Mizân adlı önemli eserinde İbnü'l-Mutahhar el-Hıllî er-“Rafızî”'nin tercüme-i hâlinde şöyle diyor:

 

O kendi döneminde Şia'nın reisi idi. Aklî ilimlerde bilgiliydi. İbnü'l-Hacib'in Muhtasar'ını iyi sayılabilecek bir şekilde şerh etmiştir. O bu eserde geçen kelimelerdeki problemleri çözmüş ve metnini güzelce açıklamıştır.

 

O, Hz. Ali'nin (a.s.) faziletleri hakkında bir eser telif etmiştir. Şeyh Takiyüddin İbn Teymiyye büyük kitabında (Minhâcü's-Sünne'de; çev.) bunu tetkike tâbi tutmuştur. Ben ismi geçen eseri (Minhâcü's-Sünne'yi) mütalaa ettim. Tacüddin es-Sübkî'nin de dediği gibi eseri yerli yerinde gördüm. Ancak İbn Teymiyye'nin, İbn Mutahhar el-Hıllî'nin ileri sürdüğü hadisleri reddederken birçok hususta çok ileri düzeye varacak bir şekilde zulmettiğini gördüm. Ancak İbn Teymiyye'nin el-Hıllî'ye reddinden birçok ceyyid / sahih isnad zincirine sahip hadis de nasibini almıştır ve onun bu tutumu reddedilmiştir. Belki de tasnif ederken zanlarına dayanmıştır. Çünkü o muazzam bir hafıza kabiliyetine sahip idi. Belleğindeki malumata dayanmaktaydı. Ancak insan unutkan bir yapıdadır.

 

Onun Rafızî'nin sözünü reddetmek için ortaya koyduğu bu aşırılığı, Hz. Ali'nin makamının küçük gösterilmesine neden olmuştur.[5]

 

Şunu hemen söyleyelim. Şiî bilginler ilmî konulara yöneldikleri zaman makul ve menkulü (aklî ve naklî ilimleri) kendilerinde toplayabiliyorlardı. Dolayısıyla ‘‘aklî ilimlerde bilgiliydi'' ifadeleri övgü cümlesidir.

 

Pasajda görüldüğü gibi İbn Hacer, İbn Teymiyye hakkında tehamül / zulüm sözcüğünü kullanmaktadır. Allah aşkına, şimdi bu tehamül sözcüğü İbn Teymiyye'nin adalet ve insafına mı delalet etmektedir yoksa başka bir hususa mı?

 

Pasaj onun Ali'nin (a.s.) makamını zedelemeye ve Ali'yi (a.s.) itham etmeye kadar vardığını söylemektedir.

 

Sunucu: O İmam Ali (a.s.) ki sevgisi emredilmiştir!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Resûl O'na düşmanlığın nifak alameti olduğunu açıkça söylemiştir. Değerlendirmeyi izleyicilere bırakıyoruz. Şeyh İbn Teymiyye'nin Nâsıbî (Ehl-i Beyt düşmanı) olduğu veya bundan pay aldığı ya da uyuştuğuna yönelik değerlendirmelerimizin gerekçesini görmektesiniz. Kimse bize “Bu sözleri nereden getirdiniz?” şeklinde bir itirazda bulunmasın. Azizlerim! O'nun kullandığı ibareler Ali'nin (a.s.) faziletlerini ortadan kaldırmaya yöneliktir.

 

İkinci kaynak İbn Hacer el-Askalânî'nin Fethü'l-Bârî adlı eseridir. O burada şöyle demektedir:

 

İbn Teymiyye, İbnü'l-Mutahhar er-Rafızî'ye yazdığı reddiyede muhacirler ile ensar arasında yapılan muahat (kardeşlik) antlaşmasını reddetmiştir. Özellikle de Hz. Peygamber'in Ali (a.s.) ile kardeşliğini. O şöyle demektedir: Muahata gelince ise kalplerini birbirleriyle ısındırmak, aralarında şefkat oluşturmak için teşri edilmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber'in herhangi birisiyle kardeş olmasının anlamı olmadığı gibi muhacirler arasında kardeşliğin de hiçbir gerekçesi yoktur.

 

İbn Teymiyye'nin bu yorumu, nassı kıyas kanalıyla reddetmek ve muahat anlaşmasının hikmetini gözden kaçırmaktır.[6]

 

Yani İbn Teymiyye Ali'nin (a.s.) faziletine tahammül edemeyen birisidir! “Müşrikler Allah'ın ismi anıldığı zaman kalplerini sıkıntı basar.” Bunların yanında da Ali (a.s.) anıldığı zaman sıkıntıya duçar olurlar. Çünkü müptela oldukları bâtınî nifak bu tür faziletleri kabul etmelerine engeldir.

 

Yani yaptığı gerçekte nass-ı nebevî karşısında ictihâddır.

 

İbn Teymiyye'nin bu tutumu iman ve Ali (a.s.) sevgisine mi delalet ediyor? Resûlullah'ın (s.a.a.) “Ben kimin mevlâsı isem işte bu Ali de onun mevlâsıdır” dediğini sizler söylemiyor musunuz? Burada geçen “mevlâ” lafzının muhabbet anlamına geldiğini siz dile getirmiyor musunuz? Öyleyse bu hadise karşı nasıl bir tutum takınıyorsunuz? Bu tavır bâtınî nifaka delalet etmiyor mu? Defalarca belirttik, İbn Teymiyye ve Muaviye ile arasındaki fark Muaviye'nin açıkça buğzetmesi ve hakaretlerde bulunması, İbn Teymiyye'nin ise sevgi izharında bulunup düşmanlığını gizlemeye çalışmasıdır. İşte onun ve onu takip eden Muhammed b. Abdülvehhâb ve bağlılarının metodu. Bu metodu kullanarak bu hakikatleri karartmak istiyorlar.

 

Üçüncü kaynak ise Nureddin es-Semhudî'nin (h. 911) Vefâü'l-Vefâ adlı eseridir.

 

O bu eserinde şöyle der: İbn Teymiyye inkâr etmiştir…[7]

 

Yani ulema nezdinde bu şahsın Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini inkârı açıktır.

 

Bu hakikate işaret edenlerden birisi de el-Leknevî'dir. O el-Ecvibetü'l-Fadıle adlı eserinde şöyle der:

 

Bunlardan birisi de İbn Teymiyye'dir. Çünkü o bazı hasen hadisleri zayıf saymıştır. Zayıf hadislerden birçoğunu ise uydurma kabul etmiştir.[8]

 

Yani muteber ve dayanak olarak alınabilecek hasen hadisleri zayıf saymıştır. Bunun örneklerinden biri de bu hadistir. O bu hadisi ele alırken “kesinlikle yalan ve uydurmadır” der.

 

Zayıf ile mevzu hadis arasında büyük bir fark mevcuttur. Çünkü mevzu hadis uydurmadır,  zayıf hadis ise uydurma değildir.

 

Konu ile ilgili iki kaynağa daha işaret etmek istiyorum.

 

Allame Albânî'nin Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha adlı eseri. O bu kitapta bazı hadisleri aktardıktan sonra şöyle der:

 

Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye'nin (Minhâcü's-Sünne adlı eserinde) bu hadisi inkâr etmeye ve yalanlamaya yeltenmesi cidden şaşılacak bir husustur. Nitekim bundan önceki hadis için de aynı tutumu takınmıştır.[9]

 

Allâme Albanî'nin söz konusu ettiği hadis “Ali'den ne istiyorsunuz? O bendendir ben de O'ndanım!” hadisidir. Mesele Ali b. Ebû Tâlib (a.s.) olunca İbn Teymiyye çıldıracak gibi oluyor!

 

Sunucu: Bu kötülük sadece Ali b. Ebû Tâlib'e (a.s.) yapılmış bir kötülük değildir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah'a ve Resûlüne yapılmış bir kötülüktür. Çünkü nass-ı nebevî “Seni seven beni sevmiştir. Beni seven Allah-u Teâlâ'yı sevmiştir. Sana buğzeden bana buğzetmiştir. Bana buğzeden ise Allah-u Teâlâ'ya buğzetmiştir. Sana hakaret eden Allah-u Teâlâ'ya hakaret etmiştir.” buyurmaktadır.

 

Ancak bu şahıs Ali (a.s.)'nin faziletini duyduğunda kalbi daralmaktadır.

 

Allâme aynı eserin bir başka yerinde şöyle der:

 

Bunu bildiğine göre beni bu hadisi ele almaya ve sıhhatini açıklamaya iten neden Şeyh İbn Teymiyye'nin Minhâcü's-Sünne adlı eserinde gördüğüm hadisin ilk bölümünün zayıf, ikinci bölümünün ise uydurma oluşuna ilişkin değerlendirmesidir. Böyle bir değerlendirme onun mübalağalarındandır. Hadislerin geliş kanallarını bir araya getirip de değerlendirme yapmadan bu rivayetleri zayıf saymakla acele etmiştir.[10]

 

Allâme'nin bu değerlendirmesi “Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır. Allah'ım O'na dost olan dost, düşman olana düşman ol” hadisi hakkındadır.

 

Allâme Albanî, İbn Teymiyye'nin değerlendirmesini mübalağa olarak değerlendirse de aslında bu bir mübalağa değil, düpedüz düşmanlıktır. Onun varlığını Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'e duyduğu düşmanlık ve kin doldurmuştur.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında şunu söyleyebiliriz: İbn Teymiyye, Ehl-i Beyt'in karşısındaki Ümeyyeci din anlayışını tesis eden en önemli simalardan birisidir. Onun Ümeyyeci bir din anlayışını benimsediğinde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.

 

Sunucu: Suudî Arabistan'dan İbrahim kardeşimiz hatta, buyurunuz.

 

İbrahim: Es-selâmu aleykum. Seyyid “Ali (a.s.) benden sonra halifemdir” hadisinin hasr / özgülük ifade ettiğini söyledi. Hâlbuki fasih Arapçada bu cümle hasrı ifade etmemektedir. Çünkü haber elif-lam takısıyla gelmemiştir. Veya “Aliyyün huve'l-halifetü ba`dî” şeklinde söylenmemiştir. Hadis bu şekilde olsaydı ancak hasrı ifade edebilirdi.

 

Sunucu: Değerli üstad Şeyh Hasan Ferhan el-Maliki hatta, buyurunuz.

 

Hasan Ferhan: Es-selâmu aleykum. İki hususa değinmek istiyorum. İbn Teymiyye hakkındaki araştırmalara dayanarak söylemek istiyorum. Öyle görünüyor ki o daha çok özel olarak İmam Ali (a.s.) ve İmam Hüseyin'e karşı düşmanlık besliyor ve bu hususlarda mutaassıp bir şekilde davranıyordu. Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ'ya karşı ise bir dereceye kadar düşmanlık besliyordu. İmam Hasan'ı ise Ümeyyeoğullarının safında göstermeye çalışıyordu. Onunla İmam Ali'nin (a.s.) metodunun birbiriyle çatıştığını dile getirmeye çalışıyordu. Seyyid Haydarî'nin de belirttiği gibi isnad zinciri sahih olan hadislerin ise metinlerinin ve muhtevasının içini boşaltmak istiyordu. Örneğin Menzile Hadisi bu türdendir. O bu hadis hakkında şöyle diyor: Bu hadis Ali'nin sadece Medine'ye valiliği için söz konusudur. Hz. Resûlullah (s.a.a.) daha öncesinde İbn Ümm-ü Mektum'u atamıştı. Ali'yi (a.s.) ise sadece en zayıf insanların başına atamıştı.

 

Tabii o, Menzile Hadisinin birçok kanaldan geldiğini ve birçok münasebetle söylendiğini belirtmiyor. Bu münasebetlerden birisi Tebük Gazvesidir. Bu hadisi sahih bir isnad zinciriyle Esma bint Umeys rivayet etmiştir. Özetle o metnini iptal etmeye çalışıyor, hattâ bazen metni Resûlullah'ın vermek istediği mesajın tam karşıt noktasına çekiyor.

 

Ben İbn Teymiyye'ye ilişkin tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki ona nasıl davranacağımız hususunda iki seçenek bulunmaktadır. Ya Ümeyyeci din anlayışını benimsemeli ya da bu düşünceden kendimizi kurtarmalıyız. Ben kendim bu düşünceden kurtuluncaya kadar çok yoruldum, pek çok mantıkî argüman geliştirdim.

 

Ancak modern dönemlerin Sünni Müslümanlarının ilim, sükûnet, inceleme dışında bundan kurtuluşu mümkün olmuyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İbrahim kardeşin sorduğu ilk soru oldukça güzeldi. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Sen benden sonra bütün müminlere halifemsin” sözü hasra delalet etmekte midir? Ey kardeş fazilet ehlinden olduğun anlaşılıyor. Dikkat etmek ve ilme dayalı eleştirilerde bulunmak elbette ki senin hakkındır. Azizim, bizler Resûlullah'ın hilafeti Ali'ye (a.s.) özgü kılıp kılmadığını araştırmıyoruz ki bana hasrın delilini sorasın! Bizler Resûlullah'ın (s.a.a.) kendisinden hemen sonrası için halife tayin edip etmediği konusunu ele alıyoruz. Resûlullah'tan sonraki halifelerin Ali (a.s.) ile sınırlı olmadığı noktasında sizinle aynı kanaatteyim. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) başka bir hadiste “Halifeler benden sonra on iki kişidir” demiştir. Ancak bu konu hakkında detaylı ve etraflı bir araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu 12 halife kimdir? Bunlar ilk üç halife, Ali b. Ebû Tâlib (a.s.), Muaviye, Yezid, Mervan, Abdülmelik b. Mervan ve evlatları mıdır? Yoksa başkaları mı?

 

Ancak bizler hasrın olup olmayışını değil ‘‘Resûlullah'tan sonrası'' kısmını ele almaktayız. Bundan dolayıdır ki İbn Hacer açık seçik bir şekilde “halifetî min ba`dî (benden sonraki halifem)” ifadelerini Resûlullah'tan (s.a.a.) hemen sonrası (fasılasız) olarak anlamaktadır.

 

İlk ve temel sorumuz: “min ba`dî / benden sonrası” ifadesi fasılasız bir şekilde Ali'nin (a.s.) halifeliğine mi delalet etmektedir? Ulema kesintisizliğe delalet ettiğini söylüyor ki Ahvezî de bunu açıkça dile getirmektedir.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e ve sizlere teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak



[1] İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'l-Bârî bi-Şerhi Sahihi'l-Buhârî, c. 17, s. 72, talikat: Abdurrahman el-Berrak, Dârü Taybe.

[2] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 299, tahkik: Muhammed Reşad Salim, Dârü'l-Fazilet.

[3] A.g.e., a.g.y.

[4] Allâme Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 4, s. 344.

[5] İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü'l-Mizân, c. 8, s. 551, tahkik: Allâme Abdülfettah Ebu Ğudde, Dârü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, 1. basım, 1423.

[6] İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'l-Bârî bi-Şerhi Sahihi'l-Buhârî, c.  8, s. 734, talikat: Abdurrahman el-Berrak, Dârü Taybe.

[7] Nureddin es-Semhudî, Vefâü'l-Vefâ bi-Ahbâri Dâri'l-Mustafâ, c. 1, tahriç ve tahkik: Muhammed Nizamüddin el-Futeyh, Dârü'z-Zeman.

[8] İmam Ebü'l-Hasenat Muhammed İbn Abdülhayy el-Leknevî el-Hindî, Müellefâtü'l-İmâmi'l-Leknevî, el-Ecvibetü'l-Fadıletü li'l-Esileti'l-Aşereti'l-Kâmile, s. 174, Abdülfettah Ebu Gudde'nin kalemiyle.

[9] Allâme Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha, c. 5, s. 263.

[10] Age, c. 4, s. 344