Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (74)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (74)
Sevmek farz olduğuna göre onlarla çarpışmanın hükmü nedir acaba? Yezid, Hz. İmam Hüseyin’i (a.s.) şehid etti. Şehid etme eyleminden söz ediyoruz, nefret ve eziyetten değil! Dahası ailesini sürgüne gönderdi. Ancak bazı kalemler -cahil mi, garazkâr mı diyeyim, kapıkulu mu diyeyim bilemiyorum- Yezid’i “emirü’l-müminin” olarak isimlendiriyor.

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla ve Onun yardımıyla. Salat ve Selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kum Kevser TV kanalının Utruhatü'l-Mehdeviyye programının stüdyolarından yeni bir bölümle sizlere merhaba diyoruz.

 

Sekaleyn hadisinin sened ve delaleti konulu programımızın 74. Bölümünde yeniden sizlerleyiz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.

 

- İnşallah sonuna geldik.

 

- Doğrudan konuya geçmek istiyorum. Bu programdaki sorulara geçebilmemiz için önceki programın bir özetini yapmanız mümkün müdür?

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âli Muhammedin ve accil feracehum.

 

Kur'an-ı Kerim ile Itret-i Mutahhara (a.s.) arasındaki ayrılmazlığın en önemli neticelerinden birinin Kur'an'ın sahip olduğu bütün özelliklere Itret'in de sahipliğinin gerekliliği olduğunu belirtmiştik. Eğer Itret bu özelliklere sahip olmazsa Kur'an-ı Kerim ile arasında ayrılık meydana gelecektir ki bu da hakkında O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) ancak vahiydir buyrulan Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan kesin nassa aykırıdır. Sekaleyn hadisinin de Hz. Rasulullah'a (s.a.a.) vahyedilenler cümlesinden olduğunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Zira bu teşri kendisinden sonra yerine geçecek kimselerle ve ümmetin necat ve hidayeti ile bağlantılıdır.

 

Öyleyse Sekaleyn hadisinin temel noktası şudur: Kur'an-ı Kerim için sabit olan tüm özelliklere Itret-i Tahire de sahip olmalıdır. Bunu sadece bizler değil Sekaleyn hadisinin “Allah'ın Kitabı ve Peygamberinizin Sünneti” şeklinde olduğunu kabul edenler de söylemektedir. Onlar Kur'an-ı Kerim için sabit olan bütün özelliklerin Sünnet-i Nebeviyye için de geçerli olduğunu dile getirmektedirler.  Biz bu hususa daha önce işaret etmiş ve etraflıca açıklamalarını sunmuştuk.

 

Ardından ilk vasfı açıklamaya başladık ki bu vasıf “furkan” oluşu idi. “Furkan”dan muradın da hakkın batıldan ayırt edilmesi olduğunu açıklamıştık. Yani hakkı batıldan ayırt etmek isteyen kimse çaresiz Kur'an-ı Kerim'e uymalıdır. Sekaleyn hadisinin nassıyla da Itret-i Mutahhara'ya da uymalıdır. Buna da önceki derste işaret etmiştik.

 

Ancak önceki derste şöyle demiştik: “Elimizde Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu vasfı Ehl-i Beyt'ine verdiğini gösteren rivayetsel kanıtlar bulunuyor mu?” şeklinde bir soru sorulabilir. Bizler istinbat gereği Kur'anî vasfın Itret için de geçerli olduğu sonucuna varmıştık. Rivayetlerden Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) da Itret-i Tahiresini “furkan olarak nitelendirdiğini görmekteyiz. Itret, hak ve batılı ayırt eden ölçüttür. Bu başat noktanın önemi istinbatımızın doğru olup olmadığını görebilmektir.

 

Değerli izleyiciler önceki programda bu hususa işaret ettiğimizi hatırlayacaklar. Şimdi ise önceki programda işaret etmediğim başka bir nükteye değinmek istiyorum. Öncelikle Itret'in kimler olduğunu bilmemiz gerekiyor. Itret'ten ve Ehl-i Beyt'ten muradın Hz. Peygamber (s.a.a.), Ali, Fatıma ve Hasaneyn olduğunu pek çok kez belirttik. Şimdi birileri “Seyyidim diğer imamlar nerede?” diye sorabilir. Biz diyoruz ki şimdiki konumuz bu beş kişidir. Geriye kalan dokuz imam ise ayrı bir konudur. İnşallah ilerde “Emirler benden sonra on iki kişidir” hadisini incelerken bu konuyu ele alırız.

 

Hz. Peygamber'e (s.a.a.) gelince O hak ve batılı ayırt etmek şeklindeki bir özellikle nitelenmiştir. Bu konuda herhangi farklı bir görüş olacağını düşünemiyorum. Bu Kur'anî vasıf Hz. Rasulullah (s.a.a.) için de geçerlidir. Bu hakikat çerçevesinde farklı bir görüş yoktur. Görüş ayrılığına neden olan husus geriye kalan dört kişinin -Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn (a.s)- bu özelliklere sahip olup olmadığıdır. Öyleyse geliniz Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) ders halkasına oturalım ve O'nun nebevî sözlerine kulak verelim. O'nun hizmetinde olduğumuzu varsayarak kendisine şu soruyu yöneltelim: Ey Allah'ın Rasulü! Bizler Sekaleyn hadisinden Kur'an'ın sahip olduğu furkan niteliğine Itret'in de sahip olduğu çıkarsamasında bulunuyoruz. Acaba bizim bu içtihadımızı ve algılayışımızı onaylıyor musunuz?

 

Aziz dostlardan özür diliyorum. Bu programda bu dört şahsı birer birer ele alacağım. Yani Hz. Rasulullah (s.a.a.); Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn (a.s.) hakkında neler buyurdu? Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) onlara bu vasfı verip vermediğini görmeye çalışalım.

 

- Soruya geçelim. Kur'an-ı Kerim'in mizan ve hak ile batılı birbirinden ayıran furkan olma özelliğine sahiptir. Acaba Itret'in de bu özelliğe sahip olduğunu gösteren muteber nasslar bulunuyor mu?

 

- Soru oldukça önemlidir. İlk olarak Hz. Ali b. Ebu Talib'i ele alalım. Önceki programda -tekrar etmeyeceğim- Ali (a.s.) hakkında Hz. Rasulullah'tan (s.a.a.) aktarılan iki nassa işaret etmiştik.

 

İlk nass “Allah'ım O'na dost olana dost, düşman olana ise düşman ol” buyruğudur. Sarih ve açık nasslar buna işaret etmektedir. Öyleyse ilk nass bize Hz. Ali'yi dost edinen kimsenin hak ve hidayet üzere, O'na düşman olan kimsenin ise sapık ve rüsva olduğunu açıklamaktadır. Demek ki O mizandır.

 

Bu hadis sahih, sarih/açık ve hakkında ittifakın gerçekleştiği rivayetler zümresindendir.

 

İkinci nassı Sahihu Müslim'den aktarmıştık. Bu hadis Ali'nin iman ile nifakın mizanı olduğunu ortaya koymaktaydı. “Ey Ali, seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder'. Bu hadise göre Ali (a.s.) iman ile nifakın mizanıdır. Yani, ey Allah'ın Rasulü (s.a.a.), bir kişinin münafık veya mümin olduğunu öğrenebilmek için ne yapalım? diyoruz ve O da cevaben “Hz. Ali mizanına bakınız. Eğer Ali'yi (a.s.) seviyor ise mümin, O'na (a.s) buğzediyor ise münafıktır' buyuruyorlar. Peki, bu kişi namaz kılıp oruç tutsa da mı diye sorunca O (s.a.a.) “Bu kişi cehennemin en alt tabakasındadır” buyuruyor. Rasulullah (s.a.a.) fark gözetmiyor. Namaz da kılsa oruç da tutsa, Safa ile Merve arasında sa'y etse, Rükün ile Makam arasında 1.000 yıl namaz da kılsa Hz. Ali'ye buğzediyorsa Allahu Teâla onu cehennem ateşine sürükleyecektir. Çünkü ayet gereğince münafıklar cehennemin en alt tabakasındadır.

 

Demek ki O furkandır. Bu esasa göre sizler de kabul edersiniz ki İmam Ali (a.s.) cennet ve cehenneme girişin mizanıdır. Bu nedenle “Ey Ali, sen cennet ve cehennemin taksim edicisisin” şeklindeki sahih ve açık nassların doğruluğunu uzak göremiyoruz. Cennet ve cehennemi taksim etmenin anlamı O'na duyulan sevginin cennete, buğzun ise cehenneme götürdüğüdür. Ulema bu anlamı açıkça dile getirmiştir.

 

Bu programda işaret edeceğimiz nasslara geçelim.

 

Üçüncü nass; Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: Hz. Ali'ye eziyet eden kimse kuşkusuz bana eziyet etmiş olur, bana eziyet eden kimse ise Allah'a eziyet etmiştir. Allah-u Teâla'ya eziyet eden kimseyi Allah-u Teâla burnu üzere cehenneme sürükler.

 

İşte Muhammed Nasırüddin Albani'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseri: “Kim Ali'ye eziyet ederse, bana eziyet etmiştir.” Özetle hadis, bütün kanallarıyla sahihtir.[i] Kur'an-ı Kerim'in Hz. Peygamber'e eziyet eden kimseye büyük bir azabın hazırlanmış olduğunu bildirdiğini ispat etmek için başka bir şeye ihtiyaç duymuyoruz. Bu husus Kur'anî konuların kesin hakikatlerindendir.

 

İkinci yer yine Muhammed Nasırüddin Albani'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseridir. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Kim Ali'yi severse beni sevmiştir, beni seven kimseyi de Allah-u Teâla sever. Kim Ali'yi öfkelendirirse beni öfkelendirmiş olur. Beni öfkelendiren kimse Allah-u Teâla'yı öfkelendirmiş olur… Hadis Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.[ii]

 

Dördüncü konuya geçelim.

 

İlk konu Hz. Ali'yi dost edinmek, ikinci konu O'na eziyet etmek, üçüncüsüyse O'na sevgi beslemektir.

 

Dördüncü konu Allame Şuayb el-Arnavut'un tahkik ettiği Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'inde geçmektedir. “Kim Ali'ye küfrederse bana küfretmiştir.” Bu hadisin isnadı sahihtir.[iii]

 

Yani ey Müslümanlar, benim sahip olduğum her şeye -nübüvvet hariç- Hz. Ali (a.s.) de sahiptir! “Kim Ali'yi severse beni sevmiştir”, “Ali'ye küfrederse bana küfretmiştir”, “Ali'yi öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur”, “‘Kim Ali'ye eziyet ederse, bana eziyet etmiştir”, “Ali'ye itaat eden bana itaat etmiş olur”. Bir kişi Ali'ye muhalefet ettiği halde nasıl mümin olabilir?

 

Bütün bunlar İmam Ali (a.s.) konusu çerçevesindedir. Bu dört veya beş konuyla yetiniyorum; muhabbet-buğz, dostluk-düşmanlık, rıza-gazap, sövgü ve eziyet.

 

Geliniz şimdi de âlemlerin kadınlarının hanımefendisine geçelim. Bu mevzunun “el-Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programının konularından olduğunu düşünüyorum. Konuyu tamamlamak için zikrediyorum burada sadece. Ehl-i Beyt'in (a.s.) kadın ferdine geçelim. Itret içinde Zehra'dan başka hiçbir hanım bulunmamaktadır.

 

Önümüzde Buharî'nin el-Camiü's-Sahih adlı eseri bulunmaktadır. Buharî, bu eserinde şöyle diyor: Hz. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır, O'nu gazaplandıran beni gazaplandırmış olur.[iv]

 

Az önce yukarıda okuduk. Peygamberi (s.a.a.) öfkelendiren kimse Allah-u Teâla'yı öfkelendirmiştir. “Ona eziyet eden bana eziyet etmiştir. Bana eziyet eden ise Allah-u Teâla'ya eziyet etmiştir. Ona sevgi besleyen beni sevmiştir. Beni seven Allah'ı sevmiştir.” Hz. Rasulullah (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine sevgi duymayı ve öfkelendirmeyi mizan olarak belirlemiş, bizzat Allah-u Teâla da bu ölçütü onaylamıştır. Elimizden ne gelir. Dolayısıyla bu meselede elimizde başka seçenek yoktur.

 

Bu rivayete eserin ilerleyen bölümlerinde de işaret etmiştir.

 

İkinci kaynak Sahihü Müslim'dir. Rivayet şöyledir: Hz. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır, O'nu inciten beni incitmiş olur! [v] Ne muazzam bir cümle! Öfkelendirmemek yeterli değil, O'nu incitmeyiniz de! Bu kullanım öfkelendirme kullanımından daha geniştir. O'nun öfkelenmesi ve bir şey söylemesi bir yana incitilmesinden dahi sakınınız! İnşallah “el-Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programda Hz. Fatıma'ya (a.s.) eziyet etmenin ne anlama geldiğini açıklayacağım. O'na eziyet eden her şey Hz. Rasulullah'ı (s.a.a.) da incitmektedir. Hz. Rasulullah'a eziyet eden her şey Allah-u Teâlâ'ya da eziyet etmektedir. Allah-u Teâla'ya gazaplandıran kimseyi ise O burnu üzere cehennem ateşine atacaktır.

 

Geliniz bir de konuyu İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s.) ile ilgili olarak ele alalım. Bu bize Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan inançsal ve düşünsel manzumenin açık ve net olduğunu göstermektedir. Ancak maalesef bu hususu Müslümanlardan gizleyip ortadan kaldırmaya çalıştılar, İslam Ümmetinin düşüncesinden ve kültüründen attılar. İşte Ümeyyeoğullarının açık ve net bir şekilde yerine getirdikleri işlev budur.

 

- Akidevî bir yapı var ve bu yapının bölümleri bulunmaktadır.

 

- Sindî'nin (h. 1138) şerhiyle birlikte basılan Sünenü İbn Mace'ye bir bakalım. Değerli izleyiciler tuhaf olan nokta şurasıdır ki bu nasslar ve lafızların tamamı birbirine yakındır. Hadislerde eziyet etmek, sevmek, ya da buğz etmek gibi lafızlar kullanılmaktadır. Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'de (a.s.) bu kelimelerin hiçbiri değişmemektedir.

 

Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyuruyor: “Hasan ve Hüseyin'i seven kimse şüphesiz beni sevmiş olur. Ve onlara buğzeden şüphesiz bana buğzetmiş olur.” “Hasan ve Hüseyin'i seven” ifadesi Rasulullah (s.a.a) ile torunları arasındaki ittihad ve bütünlüğü ifade eder.[vi]

 

Babaları ve anneleri hakkında kullanmış olduğu ifadenin aynısını Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s.) için de kullanmıştır. Çünkü bunların hepsi aynı evin bireyleridir. Rasulullah (s.a.a.) onları kisa altında tesadüfen toplamış değildir.

 

Esasında Allah Rasulü (s.a.a.) ile Hasan ve Hüseyin arasında bir ittihad bulunmaktadır. Sizler de biliyorsunuz ki aklî ve felsefî meselelerde zikredildiği üzere ittihad eden iki şeyin hükmü birdir. Eğer iki olgu bütün hükümlerde ihtilaf etseydi ittihad etmemiş olurlardı. İttihad edildiği varsayıldığına göre -küllî olumlu yönüyle ittihad vardır demiyoruz- ancak cüzî olumlu yönüyle ittihad vardır.

 

Sindî devamında şöyle demektedir: (Bu hadis) Hasan ve Hüseyin ile Rasulullah (s.a.a.) arasında cüzî-küllî sebeb yönüyle mevcut olan ittihadı açıklamak içindir.[vii]

 

Yani diyor ki kök Hz. Rasulullah'dır (s.a.a.); Hasan ve Hüseyin ise bu kökün dallarıdır. Bundan dolayı Sindî, Hz. Rasulullah'ı (s.a.a.) asıl, Hasan ve Hüseyin'i ise cüz olarak ifade etti. Bu mübarek ağacın kökü sabittir ve dalları da işte bunlardır.

 

Devamında şöyle diyor: Hasan ve Hüse­yin'i sevmenin farz olduğunu, onsuz imanın tamamlanmadığını be­lirtiyor. Çünkü Peygamber'i sevmenin hükmü budur. Peygamber'i sevmek de onları sevmekle kayıtlanmıştır. Kişi, onları sevmedikçe Peygamber'i sevmiş sayılamaz.[viii]

 

- Sevmek farz olduğuna göre onlarla çarpışmanın hükmü nedir acaba?

 

- Bu konunun değerlendirilmesini izleyicilere bırakıyorum. Yezid, Hz. İmam Hüseyin'i (a.s.) şehid etti. Şehid etme eyleminden söz ediyoruz, nefret ve eziyetten değil! Dahası ailesini sürgüne gönderdi. Ancak bazı kalemler -cahil mi, garazkâr mı diyeyim, kapıkulu mu diyeyim bilemiyorum- Yezid'i “emirü'l-müminin” olarak isimlendiriyorlar.

 

Devamında şöyle diyor: “Zevaid'de hadisin senedinin sahih ve ravilerinin sika olduğu belirtilmiştir. Öyleyse rivayet sahihtir.”

 

İkinci kaynak Allame Şuayb el-Arnavut'un tahkikini yaptığı Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'dir.

 

Rivayet şöyledir: Ebu Hureyre şöyle dedi: Hz. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Hasan ve Hüseyin'i seven kimse şüphesiz beni sevmiş olur. Ve onlara buğzeden şüphesiz bana buğzetmiş olur.”

 

Hadisin isnadı kuvvetli ve Ebü'l-Cehhaf dışındaki ricâli de sikadır.[ix]

 

Geriye kimse kaldı mı? Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s.) hakkındaki bu nassları sunduk. Ancak Rasulullah (s.a.a.) bununla yetinmeyerek ne yaptı?

 

- Onları topladı.

 

- Ve hepsine aynı hükmü verdi. Yani tek tek ve topluca aynı hükme şamil kıldı. Bunlar diyorlar ki, eğer Hz. Rasulullah (s.a.a.) onların kendisinden sonra halife olduklarını ve onlara itaatin farz olduğunu söylemek isteseydi kuşkusuz bunu yapardı. Yani açıklamak için ne diyor? Geliniz diğer konuya, konuların en önemlisine geçelim. Niçin konuların en önemlisi dediğimi açıklayacağım.

 

Geliniz Sahihu İbn Hibban'a bir bakalım. Rivayet Ebu Said el-Hudrî'dendir. ‘Ehl-i Beyt-i Mustafa'ya buğzeden kimsenin cehennem ateşinde ebedi kalacağının zikri babı' [x]

 

Dikkatinizi istirham ediyorum, cehennem ateşine girmekten değil, ebedi kalmaktan bahsediyor.

 

- Yani İblis gibi…

 

- Hiç tartışılabilecek bir alan yok. “Sana da ancak münafık buğzeder.” Ehl-i Beyt'in hepsini sevmek imana delildir. Onlara öfke ve hınç duymak ise münafıklık göstergesidir. İbn Hibban duhul / giriş kelimesi yerine hulud / ebedi kalış sözcüğünü kullanıyor. Yani bu yüzden girilen cehennem ateşinden kurtuluş söz konusu değildir.

 

Ebu Said el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Hz. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Nefsimi kudret elinde bulunduran Zat'a yemin olsun ki biz Ehl-i Beyt'e hınç ve öfke duyan kimseyi Allah-u Teâla cehennem ateşine koyar.

 

Hadisin isnadı Hişam İbn Ammar'dan dolayı hasendir. Bu rivayeti Hâkim ve Bezzar tahriç etmiştir.[xi]

 

İbn Hibban hadiste geçen duhul / giriş sözcüğünden huludu / ebedi kalışı anlamıştır.

 

İkinci kaynak Muhammed Nasıruddin Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseridir. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Nefsim kudret elinde bulunduran Zata yemin olsun ki biz Ehl-i Beyt'e hınç ve öfke duyan kimseyi Allah-u Teâla cehennem ateşine koyar.

 

Hadis Müslim'in şartlarına göre sahihtir.[xii]

 

- Buğz kalpte olur ve bazen de ortaya çıkmaz.

 

- Cehennem ateşine girmek için bu kadarı yeterlidir, isterse aksi yönde davranan bir münafık olsun. Peki bu hadislerin vermek istediği mesajlar neler?

 

Bu hadisler şu iki hususa işaret etmektedir.

 

Bizler değerli izleyicilere sahih-açık ve hakkında ittifak gerçekleşmiş olma şartlarını taşıyan hadisleri sunacağımıza dair söz verdik. “Seyyidim sen bize Ehl-i Beyt Okulunun ulemasının eserlerinden hiçbir pasaj okumadın” denebilir. Vaktin sınırlı oluşu yüzünden sadece tek bir rivayet okuyacağım.

 

İşte önümüzde Tertibü'l-Emalî adlı eser bulunmaktadır. Bu kitap Şeyh Saduk, Şeyh Müfid ve Şeyh Tusî'nin Emali'lerinin tertibidir.

 

24. meclis, dördüncü hadis: İmam Sadık, babaları kanalıyla Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) Ali'ye (a.s.) şöyle buyurduğunu aktarmaktadır: Ey Ali, sen bendensin ben de sendenim. Senin dostun benim dostumdur, benim dostum da Allah'ın dostudur. Senin düşmanın benim düşmanımdır, benim düşmanım da Allah-u Teâla'nın düşmanıdır.[xiii] Allah'ım O'na dost olana dost, düşman olana da düşman ol.

 

- Yani O'nunla çarpışan herkes.

 

- Devamında Hz. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Ey Ali! Ben seninle savaşan kimseyle savaşırım, seninle barış yapan kimseyle barış halindeyim. Ey Ali, sen cennet ve cehenneme gidenleri ayırt edecek kimsesin. Ey Ali, cennete ancak seni tanıyan ve senin tanıdığın kimse girebilir. Cehennem ateşine ancak seni inkâr eden ve senin de kendisini inkâr ettiğin kimse girer.[xiv]

 

Tanımak ne demektir, boyunun uzunluğunu, teninin rengini bilmek mi? Yani O'nu tanımaktan kasıt nedir? O'nu tanımak demek O'na itaatin farz, sevilmesinin zorunlu oluşunu, düşmanlık beslenilmemesi ve minberlerde O'na hakaretler yağdırılmaması gerektiğini bilmektir. O'na yardım etmenin, destek çıkmanın ve savunmanın gerekliliğine inanmaktır.

 

Hz. Ali'yi inkâr etmenin anlamı O'nu tanımamak demek değildir. O'nu inkâr, O'nunla savaşmak, düşmanlık beslemek, sövmek ve O'nu incitmek demektir.

 

Devamında şöyle diyor: Ey Ali, sen ve senin neslinden imamlar kıyamet gününde Araf üzerinde bulunacaklar. Ey Ali, sen olmasaydın benden sonra müminler tanınmazdı.[xv]

 

Bu son cümle O'nun ölçüt, kıstas olduğunu göstermektedir.

 

- Bu husus sahihlerde varid olan hadislerle de uyum da göstermektedir.

 

- Hepsi değişik varyantlarla aktarılmaktadır. O olmasaydı Hz. Rasulullah'tan (s.a.a.) sonra müminler niçin tanınmayacaktı? Çünkü O, iman ile nifakın ölçütüdür. “Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder.”

 

Soru: Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinden ve bizim kanallarımızdan aktarılan bu hadislerden ne gibi sonuçlar elde edebiliriz?

 

El-cevap, tüm bu nakillerden iki önemli ve hayati sonuç doğmaktadır.

 

İlk sonuç; bu hadislerden Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu öğrenebiliyoruz. Ehl-i Beyt, ismi geçen beş kişidir. Eğer başka bir şahıs da Ehl-i Beytten olmuş olsaydı Hz. Rasulullah (s.a.a.) onlar için de “Kim onları severse kuşkusuz beni sevmiş olur, onlara buğzeden bana buğzeder” derdi. Meydan okuyoruz. Bize böyle bir hadis gösterin.

 

- Amcaları için mesela…

 

-Tam isabet. Yakınlarım, amcaoğullarım vs…

 

- Abbasoğullarının böyle bir iddiası vardı.

 

- Elbette. Tek bir rivayet gösteriniz. Abbas hakkında; akrabaları, hanımları hatta hanımlarından sadece biri hakkında. Hatta Hz. Hatice'ye varıncaya kadar bakın, Hz. Hatice hakkında bile böyle bir rivayet yoktur elimizde. Hz. Hatice'yi sevmenin iman, ona buğzetmenin nifak olduğuna dair bir rivayet bulunmamaktadır. Doğrudur, yüce makamlara sahiptir ve biz bunlara işaret de ettik. Ancak hak ve batılın ölçütü, iman ile küfrü ayırt etme özelliği gibi bir haslete sahip değildir. Hakkında savaş ile barışın ölçütü olma gibi bir haslet rivayet edilmiş değildir. Bütün bu özellikler beş kişi için gelmiştir. Bu bize ilk olarak Ehl-i Beyt'in (a.s.) kimler olduğunu, bu beş kişinin dışında hiç kimsenin Ehl-i Beyt kapsamına girmediğini göstermektedir. İkinci olarak da onların hak ile batıl arasındaki ölçüt olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Bizler Ehl-i Beyt'e tabi olmaya çalıştığımızdan bizi “Sebeiyye oldular” diyerek kınıyorlar. Allah aşkına bizler Ehl-i Beyt'e, Kur'an-ı Kerim'e ve Rasul'e (s.a.a.) mi uyuyoruz yoksa Sebeiyyeye mi? Allah-u Teâla bizlere “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının” (59 / el-Haşr / 7) buyuruyor.

 

Bizler Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetiyle amel ederek onların izinden gidiyoruz. Onlara tutunmak ve sımsıkı sarılmakla dünya ve ahirette kurtuluşa ermeyi Allah-u Teâla'dan niyaz ediyoruz.

 

Şaşılacak olan nokta şu ki bu delillerle birinci ve ikinci halifeye itaat etmenin vacipliğini ispat etmeye çalışmışlar. Yani onlara birinci ve ikinci halifeye itaat etmenin vacipliğini ortaya koyan deliliniz nedir diye soracak olursak bize şöyle istidlalde bulunuyorlar: “Allah-u Teâla bizlere “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının” (59/ el-Haşr / 7) buyurmaktadır. Hz. Rasulullah'a (s.a.a.) müracaat ettiğimizde de bize ilk iki halifeye uymayı emrettiğini görüyoruz.

 

Allame Alusî'nin Ruhu'l-Meânî adlı tefsirinden bir pasaj okuyacağım:

 

“Ben Şafiî'nin şöyle dediğini duydum: Bana istediğiniz her konuyu sorun. Ben de size yüce Allah'ın Kitabından ve Peygamberimizin sünnetinden cevap vereyim. Ravi dedi ki: Ben ona şunu sordum: İhramlıyken eşek arı­sı öldüren kişi hakkındaki görüşün nedir? Dedi ki: Rahman ve Ra­him Allah'ın adı ile. Yüce Allah buyurdu ki: ‘Peygamber size ne ver­di ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının.' Bize Süfyan b. Uyeyne nakletti. O Abdülmelik b. Umeyr'den, o Rib'i b. Hiraş'dan ve o da Huzeyfe b. el-Yeman'dan aktardı: Hz. Rasulullah (s.a.a.) buyurmuştur: ‘Benden sonraki iki kişiye, Ebu Bekir ve Ömer'e uyun.' Bize Süfyan b. Uyeyne aktardı. Onun Mis'ar b. Kidam'dan, onun Kays İbn Müslim'den, onun Tarık İbn Şihab'dan ve onun da Ömer b. el-Hattab'tan rivayet ettiğine göre Ömer eşek arısının öldürülmesini emretmiş­tir.”[xvi]

 

Şafiî'nin iddiası oldukça büyük bir iddiadır.

 

Onun bu delillendirmesine göre Kur'an'dan eşek arısının öldürülmesinin caiz olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Çünkü Ömer böyle demiştir.

 

Soru; sizler sahabenin masum olmadığını söylemiyor musunuz? Belki de Ömer ictihad etmiş ama yanılgıya düşmüştür. Bunun Allah'ın hükmü olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?

 

- Belki sünnet değişmiştir.

 

- Hz. Rasulullah'tan sonra masum zat olmadığı nazariyesinden hareket ederek bu çıkarsamada bulunuyoruz. Ancak fikri ve inançsal olarak onlar masumiyetten daha fazlasını diyorlar. “Benden sonraki iki kişiye, Ebu Bekir ve Ömer'e uyun.”

 

Geliniz hadisler hususunda ileri sürdüğümüz şartlar çerçevesinde bu hadise bakalım. Hadis sahih ve açık olsa da hakkında icma gerçekleşmiş değildir. Bizler bu hadis özelinde onlarla uyuşamıyoruz. Hadis aynı zamanda açık da değildir. Ömer'in bu içtihadında yanılmış olması mümkündür. Onun Hz. Rasulullah'a muhalefet edip bunu açıkça dile getirdiği birçok yer bulunmaktadır. Hadisin sahih olup olmadığına bir bakalım. Bunun için de Allame Vadıî'nin Ehadisü Mualle adlı eserine bakalım.

 

O şöyle der: Hz. Rasulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Benden sonraki iki kişiye, Ebu Bekir ve Ömer'e uyun.”

 

Ebu Abdurrahman ve Hilal dedi ki: Ribî'nin mevlası meçhuldür. Ondan sadece Abdülmelik b. Umeyr rivayet etmiştir. Muteber hiçbir kimse onu sika saymaz. İbn Hacer, Ebu Hatem'in onu illetli saydığını söyler. Ayrıca Ribî, Huzeyfe'den hadis işitmiş de değildir… Bu hadise kanıt olarak sunulmaya çalışılan İbn Mesud ile Enes'in zikredilen hadisi delil olarak kullanılmaya elverişli değildir. Çünkü hadis munkatidir ve her iki hadis de oldukça zayıftır.[xvii]

 

Geliniz kanıt olarak dayanmak istediğiniz hadisi değerlendirelim. Bu hadis ne sahihtir, ne açıktır ve ne de hakkında icma vardır. Ancak size naklettiğimiz hadisler sahih ve açık oldukları gibi üzerlerinde icma da mevcuttur. Diğerleri Hz. Ali'nin, Hasan, Hüseyin ve Ehl-i Beyt (a.s.) İmamlarının açık, sahih ve haklarında icmaya varılmış hadislerine uymamaktadırlar.

 

- Kararı izleyici verecektir. Geriye açıklık getirilmesi gereken bazı hususlar kaldı.

 

- Hedef ümmeti sevgi ve buğz noktasında belirli bir dairede toplamaya çalışmaktır.

 

Ehl-i Beyt İmamlarının sevgisi üzere toplanmak mümkündür. Ben onların masum ve imam olup olmadığı konusuna girmek istemiyorum.  İslam minberlerinde, Mescid-i Haram'ın ve Mescid-i Nebevi'nin minberlerinde bu rivayetlerin okunduğunu işittiniz mi hiç acaba? Mescid-i Haram'da yüz küsur devletten milyonlarca insan toplanıyor. Biri de minbere çıkarak Ehl-i Beyt'in muhabbetini ifade eden rivayetleri okuyor mu? Niçin bunları nakletmiyorlar? İmametten ve masumiyetten bahsetmiyorum. Sadece Ehl-i Beyt (a.s.) sevgisinden söz ediyorum.

 

Sadr-ı İslam'daki tarihi olayları kavramadığımızda günümüzde karşılaştığımız hadiseleri anlamamız da mümkün gözükmüyor. Sadr-ı İslam'a baktığımızda terörist hareketlerin köklerini oralarda görebiliyoruz. Müslümanları öldürmekle Allah-u Teâla'ya yaklaşacağını düşünenleri görüyoruz.

 

- Teşekkürlerimizi sunuyoruz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizleri de Allah'a emanet ediyoruz değerli seyirciler. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. 

     

 



[i] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 5, s. 373, hadis no: 2295.

[ii] A.g.e., c. 3, s. 287, hadis no:1299. 

[iii] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 44, s. 329, tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut.

[iv] el-Camiü's-Sahih, c. 7, s.174, hadis no: 3714, tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut.

[v] Sahihü Müslim, c. 4, s. 253, tahkik: Şeyh Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefi el-Eseri.

[vi] Sünenü İbn Mace, c. 1, s.96, Darü'l-Marifet, Beyrut.

[vii] A.g.e, a.g.y.

[viii] A.g.e, a.g.y.

[ix] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 13, s. 260, hadis no: 7867, tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut.

[x] Sahihü İbn Hibban, c. 15, s. 435, tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut, hadis no: 6978, Müessesetü'r-Risale.

[xi] A.g.e, a.g.y.

[xii] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 5, s. 643, hadis no: 2488

[xiii] Muhammed Cevad el-Muhammedî, Tertibü'l-Emalî, c. 4, s.1854, Mearifü'l-İslamiyye.

[xiv] A.g.e, a.g.y.

[xv] A.g.e, a.g.y.

[xvi] Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusî, Ruhu'l-Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, c.14, s. 264.

[xvii] Allame Ebu Abdurrahman Mukbil İbn Hadî el-Vadıî, Ehadisü Mualletün Zahiruha's-Sıhhatü, s.118, Darü'l-Asar.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net