Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (66)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (66)
Ebu Karra ‘Sen rivayetleri yalanlıyor musun’ deyince İmam Rıza (a.s.) ‘Rivayetler Kur’an ile çeliştiği zaman onları yalanlarım. Müslümanlar şu hususta ittifak etmişlerdir: Allah bilgi bakımından kuşatılamaz, gözler O’nu görmez ve O’nun gibi hiçbir şey yoktur’ buyurdu.

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Sekaleyn hadisi senet ve delaletini konu alan programımız 66. bölümüyle devam ediyor.

 

Değerli izleyiciler es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kum Kevser TV kanalında yayımlanmakta olan Utruhatü'l-Mehdeviyye programı stüdyolarından Sekaleyn hadisi senet ve delaleti derslerinin 66. bölümüyle sizlere merhaba diyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey, efendim, programımızın bu bölümüne hoş geldiniz diyorum. Sizlerin ve bütün İranlı kardeşlerin yeni yılını tebrik ediyor, sizlere ve onlara hayır, bereket ve uğur getirmesini diliyoruz.  

 

Seyyidim değerli izleyicilerimizin konuyla bağlantı kurabilmeleri için bu akşam anlatacağınız konu hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz?  

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli ala Muhammedin ve Âl-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Bu programda ve gelecek programlarda Sekaleyn hadisinin ve diğer hadislerin doğru anlaşılması noktasında bilmemiz gereken bazı temel konular ve usule dayalı şeyler üzerinde duracağım.

 

İnşallah bu akşam ele alacağım konular sırasıyla şöyledir;

 

İlk nokta; Ehl-i Beyt Medresesi'nin bir hadisi kabul veya reddederken hangi kaidelere dayandığına dair soruları cevaplamaya çalışacağız. Bu konu önemlidir. Değerli izleyicilerin bir haberin / rivayetin / hadisin kabulü veya reddi noktasında dayandığımız kuralları bilmeleri gerekiyor.

 

Bu nokta çerçevesinde Ehl-i Beyt İmamlarından aktarılan rivayetlerin kabulü veya reddi bağlamında iki önemli ve temel ayırt edici kurala değinmek istiyorum.

 

İlk kural; icmadır. İcmadan kastımız Müslümanlar arasında gerçekleşen icmadır. İslam ümmeti bir hadis üzerinde icma etmişse bu hadis kanıttır, makbuldür ve dayanak olarak alınmalıdır. İcma dediğimiz zaman şurada burada şazz ve aykırı olan görüşlerin kastımızın dışında olduğunu altını çizerek söyleyeyim. İşte ilk asıl ve ölçüt budur.

 

Sekaleyn hadisi çerçevesinde açık ve net bir şekilde bu konuyu ele aldık. Önceki programlarda bu hadisin sadece Şia kanalından aktarılmadığını vurgulamıştık. Dahası Ehl-i Sünnet'in aktardığı kanalların Ehl-i Şia'nın aktardığı kanallardan daha fazla olduğunu belirtmiştik. Hatta bu hadis Zeydiye ve İsmailiye kanalından da aktarılmıştır. Neredeyse bu hadis farklı yönelimlere ve meşreplere sahip bütün kelamî ve fıkhî mezhepler tarafından aktarılmıştır. Bütün Müslümanlar Sekaleyn hadisinin “Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im” şeklindeki varyantı üzerinde icma etmişlerdir.

 

“Seyyidim, ‘ve Sünnetim' şeklindeki rivayet hakkında ne diyorsunuz?”, denilebilir. Bunun şazz rivayetlerden olduğunu belirtmiştik. Ehl-i Sünnet âlimlerinin birçoğu “ve Sünnetim” şeklindeki varyantın zayıf veya şazz ya da meçhul olduğunu ikrar etmiştir. Ancak Sekaleyn hadisinin “ve ıtretim” şeklindeki varyantının senedinin zayıf olduğunu iddia eden hiç kimse yoktur. Daha önceki programlarda Şia ve Ehl-i Sünnet kanallarından gelen rivayetleri okuyup sunduğumuzu değerli izleyiciler hatırlayacaklardır.

 

Bu ilk kuraldır.

 

Ehl-i Beyt İmamlarının bize açıkladığı ve bizim de bu programda etraflıca anlatacağımız ikinci kural rivayetin Allah'ın Kitabına sunulmasıdır. Eğer Kur'an bir rivayeti tasdik ediyorsa o rivayeti alır; Kur'an söz konusu rivayete muhalif ise o rivayete itibar etmez ve reddederiz. “O bizim söylemediğimiz yaldızlı bir sözdür”. Bu iki konunun detaylarını ele alınca inşallah konu aydınlanacaktır.

 

Öyleyse bu ikisi temel ölçüttür.  Rivayet senet açısından sahih dahi olsa içeriği ve delaleti Allah'ın Kitabına aykırı ise o rivayete itibar etmeyiz zira bu, Ehl-i Beyt'in söylemediği yaldızlı bir sözdür.

 

“Seyyidim, bu iki kuralın delili nedir?”, denilebilir. İcma kuralına dair önceki programlarda yeterince delil ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Aziz dostlar önceki programlarda işaret ettiğimiz şu konuya müracaat edebilirler; “İmam Ali İbn Muhammed (a.s) Ahvaz halkının kendisine cebir ve tefviz konularına ilişkin sorularına cevap olarak yazdığı mektupta şöyle buyurmaktadır: Kitap bir haberin / hadisin tasdikine ve tahkikine şahadet edecek olur da ümmetten bir grup bu haberi inkâr eder ve uydurma hadislerle o hadise karşı çıkacak olurlarsa o hadisi inkâr etmekle ve bertaraf etmekle kâfirler ve sapıklar olurlar. Haberin en sahih olanı Kitap'tan tahkiki yapılarak ulaşılan haberdir.”[i] Ahvaz halkına selam olsun... İmam Hasan-ı Askerî (a.s.) ta o dönemlerde onlara mektuplar gönderiyormuş...

 

Kur'an-ı Kerim tarafından desteklenen ve teyid edilen bir hadise kimsenin muhalefet etme hakkı bulunmamaktadır. Pasajdan anlaşıldığına göre en sahih haberler sahihliği ve tahkiki Allah'ın Kitabından elde edilen haberlerdir. Bu ölçüt son derece ilginçtir. Bu rivayetin açıklaması budur.

 

Şimdi ilim ehlinden bir kimse şöyle diyebilir: Seyyidim, İhticac adlı eserin sahih bir isnadı bulunmamaktadır. Senet açısından muteber olmayan böyle bir rivayete niçin dayanıyorsunuz?

 

- Başka bir kaynak bu rivayetin sahih olduğunu belirtiyor.

 

- Allah mükâfatınızı versin. İmam Rıza'dan (a.s.) aynı içerikte bir rivayet aktarılmıştır. Rivayet Usul-u Kafî'de geçmektedir. Rivayet Usulu'l-Kafî'nin Tevhid kitabının “Allah'ı Görme İddiasının Batıl Oluşu” babında geçmektedir.

 

Değerli izleyiciler elbette rivayetin sıhhat derecesini sorma hakkına sahiptirler. Allame Meclisî, Miratü'l-Ukul adlı eserinde rivayetin sahih olduğunu belirtmektedir. O şöyle der: ‘İbtalü'r-Rüyet' babı ikinci hadis (yani konumuz olan hadis) sahihtir.[ii]

 

Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) açıklamalarına müracaat ettiğimizde bir rivayetin kabulü için bize iki kural getirdiklerini görmekteyiz.

 

İlk kural; rivayetin Müslümanlar arasında icma edilen bir rivayet olması…

 

İkinci kural; rivayeti Allah'ın Kitabına sunarak tanımamız…

 

Biz ikinci rivayete işaret etmiştik.

 

Geliniz İmam Rıza'nın bu hadiste ne buyurduğunu görelim. Rivayet Allah-u Teâlâ'nın bu maddi gözle görüleceğini dile getiren rivayetlerle bağlantılıdır. Birçok Müslüman âlim Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ'nın maddi gözle görüleceğine inanmaktadır. Bu rivayetlere göre, bu kitabı, şuradaki kalemi gördüğüm gibi,  bu maddi gözle Allah-u Teâlâ'yı da göreceğim. Rivayetin bizi ilgilendiren bölümü şurasıdır: “Ebu Karra ‘Sen rivayetleri yalanlıyor musun' deyince İmam (a.s.) ‘Rivayetler Kur'an ile çeliştiği zaman onları yalanlarım. Müslümanlar şu hususta ittifak etmişlerdir: Allah bilgi bakımından kuşatılamaz, gözler O'nu görmez ve O'nun gibi hiçbir şey yoktur'”[iii] buyurdu.

 

Ebu Karra İmam'a (a.s.), “Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ'nın görüleceğini bildiren kaynaklarda sahih isnat zincirleriyle aktarılan şu rivayetleri yalanlıyor musun?”, diyor. İmam kendisine küllî bir kaide veriyor. Bir rivayet Kur'an'a aykırı ise yalanlanır. Rivayet Kur'an tarafından yalanlanır veya rivayetin sahih sayılması Kur'an'ın yalanlanmasını gerektiriyorsa o rivayet batıldır ve muteber değildir. Zira Kur'an-ı Kerim senet açısından katîdir, delalet açısından ise birçok konuda muhkemdir. Kur'an ayetlerinin bir bölümü muhkem, bir bölümü ise muhkemlere dayandırılması gereken müteşâbihtir.

 

Öyleyse Ehl-i Beyt İmamları şu iki küllî kurala işaret etmiştir: İcma ve Kur'an'a sunma.

 

Bir kişi şöyle diyebilir: Bu iki küllî kural arasındaki fark nedir? Bütün hadislerde bu iki kurala uyma şartı var mıdır?

 

El-cevap; hayır... Allah-u Teâlâ'ya hamdolsun ki bazı hadisler bu iki kuralı birlikte taşımaktadır. Emirü'l-Müminin'in makamlarıyla, hilafetiyle, onu sevmekle ilgili haberler bu türdendir. Menzilet hadisi, Gadîr hadisi, “Seni ancak mümin sever…” hadisi, Sekaleyn hadisi gibi rivayetlerin bütünü hakkında icma bulunan hadislerdir ve herhangi bir problem bulunmamaktadır.

 

Öyleyse bazı hadisler bu şekildedir. Yani ilk kural -ki icmadır- noktasında herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. İkinci kurala geçelim.

 

Azizlerim, ikinci kuraldan nerelerde yararlanmaktayız? İkinci kuraldan özel hadislerde yararlanmaktayız. Şöyle ki,  Sahihü'l-Buharî, Sahih-ü Müslim, Müsned-ü Ahmed gibi rivayetlerden ve hadis mecmualarından bahseden kitaplar bir rivayetin kabulü için sahih olma şartını sağlamayı yeterli görürler ve bu şekildeki rivayetleri bünyelerinde barındırırlar. Bu ve benzeri hadis mecmuaları ikinci şart olarak söylediğimiz Kur'an'a sunma hususunu dikkate almamaktadırlar. Ne var ki, bir rivayetin muteber kabul edilmesini iki şarta bağladığımızda bu mecmualarda yer alan bu tür rivayetlerin senet açısından sahih olmaları yeterli gelmez. Bunların Allah-u Teâlâ'nın kitabına da arz edilmeleri gerekir.

 

Bir örnek verelim: Tevhid konusunda birçok hadis bulunmaktadır. Bunların bir bölümünün zahirinden tecsim (cisimleştirme) veya teşbih (benzetme) akidesi anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle, bunlardan Allah-u Teâlâ'nın bir suretinin olduğu veya arş üzerinde oturduğu sonucu çıkmaktadır. Nitekim biz tevhidi ele aldığımız incelemelerinizde sahih isnat zincirine sahip bu rivayetleri detaylıca ele almıştık. Sahih isnat zincirine sahip bu rivayetler delalet açısından makbul müdür yoksa makbul değil midir? Bunu anlamak için bu rivayetleri Allah'ın Kitabına arz ederiz. Şöyle ki; Kur'an-ı Kerim “Leyse kemislihi şeyün/ O'nun benzeri hiçbir şey yoktur buyurmaktadır. Öyleyse bu rivayetler her ne kadar senet açısından muteber de olsalar hiçbir kıymetleri yoktur.

 

Konuyla ilgili birçok rivayet bulunduğundan, Allah-u Teâlâ'ya muvaffak olabilmek için dua ederek, Sahiheyn'den, yani Sahihü'l-Buharî ve Sahih-u Müslim'den bir örnek getireceğim. Bu iki kaynak Resulullah'tan (s.a.a.) neyi rivayet etmektedirler? Bu rivayetler Resulullah (s.a.a.)  hakkında neler söylemektedirler? Sınırlandırmayacağım. Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber'in (s.a.a.) tuvalet ihtiyacını ayakta giderdiği geçmektedir.

 

- İçki hediye ettiğini…

 

- Tam isabet... Hadislerin bir bölümü bu türdendir. Bazısı ise meleklerin Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) utanmadıklarını ancak sahabelerden birisinden utandıklarını anlatmaktadır… Şimdilik detaylara girmek istemiyorum. Bu rivayetler senet açısından sahih olsalar dahi Allah'ın Kitabına sunulmalıdırlar. Eğer Allah'ın Kitabına uygun ise alırız. Ancak bu tür rivayetlerin Allah'ın Kitabına uygun olmadıklarını görmekteyiz. Allah-u Teâlâ “Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” buyurmaktadır. Peygamberlerin ve Rasullerin Efendisi hakkında çizilen tabloya bakınız... Allah aşkına! Böyle bir şahsın ahlakı böyle mi olmalıdır? Bu tür bir davranış peygamberlerin ve resullerin efendisine yaraşır mı?  Yüce ahlak sahibi olan bir zat yüzünü ekşitir ve geri döner mi? Böyle bir ahlaka sahip olan birisinin mal sahibi kodamanları yoksul ve fakirlere tercih etmesi hiç düşünülebilir mi? Akıl hiç böyle bir düşünceyi tasvip eder mi?

 

Öyleyse kural oldukça önemlidir.

 

Daha açık bir örnek vereyim: Birçok Ehl-i Sünnet âlimi sahabenin hepsini adil saymaktadır. Bu içerikteki rivayetleri Allah'ın Kitabına sunmamız gerekmektedir. Eğer Kur'an sahabenin adil olduğu nazariyesine uygun ise kabul ederiz, değilse reddederiz. Ancak bu rivayetler Kur'an'ın nassına aykırı ise ve sahabe içerisinde fasık bir birey varsa “Size bir fasık haber getirecek olursa…”

 

- Ki bu şahıs sahabedendir.

 

- Veya biatini bozan ya da değiştirip Resulullah'tan (s.a.a.) sonra bidat ihdas eden veya “Acı kendisine galebe çalmıştır” diyerek Resulullah'ı (s.a.a.) itham eden kimseler varsa…

 

- Ya da Resulullah'ın kovduğu şahıslar varsa…

 

- Allah aşkına! Acaba bunlar Kur'an'ın nassıyla uyum göstermekte midir? Aziz dostlar şu hususa işaret etmek istiyorum. Kimsenin aklına ben bu açıklamalarımı sadece Ehl-i Sünnet rivayetleri için dile getiriyorum tarzında bir düşünce gelmesin. Aynı durum bizim rivayetlerimiz için de geçerlidir. Çünkü İmamlar (a.s.) “Size bizden bir hadis gelecek olursa o hadisi Allah'ın Kitabına sunun. Eğer Kur'an'dan bir veya iki şahid görebilirseniz o hadisi biz söylemişiz. Eğer şahid bulamaz iseniz o sözü biz söylemiş değiliz” buyurmaktadırlar.

 

Bu açıklamalar ışığında bu küllî kuralın oldukça önemli olduğunu görebilmekteyiz. Bu kuralın meyvesini özel rivayetlerde müşahede etmekteyiz. Yani eğer sizler bizim muvafakat göstermediğimiz rivayetleri aktardığınızda, bu tür rivayetleri kabul veya reddetmenin deliline dair ölçü Allah'ın Kitabına sunmadır. Bizler de sizin muvafakat göstermediğiniz rivayetleri aktardığımızda bizim bu rivayetlerimizi kabul edebilmenizin ölçütü Allah'ın Kitabına sunmadır. Diğer bir ifadeyle rivayetleri Rabbimizin Kitabına sunacağız.

 

- Hakem budur.

 

- Öyleyse üzerinde durmak istediğimiz ilk nokta açığa çıktı; Bir hadisin kabulünde iki ölçüt vardır. İcma ve Allah'ın Kitabına sunma…

 

Ele almak istediğimiz ikinci nokta ise, Sekaleyn hadisinin bu iki küllî kriteri birlikte içerip içermediği hususudur. Bizler Sekaleyn hadisi hakkında icmanın bulunduğunu önceki programlarda aydınlığa kavuşturmuştuk. Geriye Sekaleyn hadisinin Allah'ın Kitabına arzı konusu kalmıştı. İnşallah bundan sonraki programlarda Kur'an'ın, “Allah'ın Kitabı ve ıtretim” şeklindeki rivayeti destekleyip desteklemediğini ele alacağız.

 

- Sadece rivayeti mi yoksa içeriği de mi inceleyeceğiz?

 

- Kastımız Sekaleyn hadisinin delaletidir. Çünkü Sekaleyn hadisinin delaleti şöyledir: “Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im. Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.” Kur'an'ın bu içeriği kabul edip etmediğini öğrenmek istiyoruz. Zira Kur'an'ın bu hakikati kabul ettiği ortaya konulabilirse bu sahada birçok faydaya ulaşacağız.

 

Üzerinde durmak istediğimiz üçüncü nokta şudur: Arz rivayetleri Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt Medreselerinde makbul müdür? Bu konudaki delillerin içeriklerine işaret etmek istiyorum. İnşallah önümüzdeki programlarda bu konuyu ele alacağız.

 

- Bu akşam bu konuyu bitirebilmek için izleyicilerle telefon bağlantısı yapmayacağız. Efendim, Ehl-i Sünnet ulemasının, Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) bir hadisin kabulü veya reddi için onu Allah'ın Kitabına sunma emrini içeren rivayetlere yaklaşımı nasıldır?

 

- Meseleyi sadece fetva yönüyle ele alacağız. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan “Hadisimi Allah'ın Kitabına sunun” şeklindeki rivayetler hakkında Ehl-i Sünnet âlimlerinin nezdinde meşhur görüş şöyledir: Bu rivayetler, ya senet açısından zayıftır, ya meçhuldür veya senet açısından mevzudur/ uydurmadır.

 

- Bu anlama işaret eden hadislerin hükmü mü böyledir?

 

- Sonuç olarak bu noktaya varmaktadır. Aziz dostlar için konu çerçevesinde bazı pasajlar okuyacağım. Ehli Sünnet âlimleri,  “Esasında bu rivayetlerin hiçbir kıymeti bulunmamaktadır” demektedirler. Yani ikinci kuralın Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun nezdinde geçerliliği bulunmamaktadır.

 

Şimdi bunun sonucu nelerdir? İnşallah bu konu da aydınlığa kavuşacaktır. Bu konu önemli ve hayatîdir.

 

- Böylelikle vahiy ile sünnet arasındaki bağ kopmaktadır.

 

- Konuları sırasıyla ele alalım. Şimdilik sadece bu hadislerin anlaşılmasını istiyoruz. “Bu rivayetlerin sonuçları nelerdir?” şeklindeki sorunun cevabını bundan sonra ele alacağız. Ehl-i Beyt Medresesi'nin Ehl-i Sünnet Medresesi âlimlerinden ayrıldığı en önemli konulardan birisi de budur. Ehl-i Beyt Medresesi'nin bu rivayetleri kabul etmesinin nedeni ilerde açığa çıkacaktır. Bu konu da ilerde gelecektir.

 

Ehl-i Sünnet âlimlerine gelince, onlar rivayetlerin Kitab'a arz edilmesi hakkında ne diyorlar? Büyük ve azametli âlimlerden bazılarının görüşlerini ele almaya çalışacağım.

 

İlk kaynak; İmam Şafiî'nin (ö. h. 204) el-Ümm adlı eseri… O şöyle der; “Bana ulaştığına göre Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: ‘Size benden bir şey gelirse onu Kur'an'a sunun. Eğer Kur'an'a uygun ise onu ben söylemişimdir. Eğer Kur'an'a aykırı ise ben söylememişimdir' Bu hadis bizim nezdimizde Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılmış olarak maruf değildir. Resulullah'tan aktarılan rivayet bunun aksini göstermektedir.”[iv]

 

İmam Şafiî arz rivayetini naklediyor, sonra da hadis hakkında değerlendirmesini yapıyor. Bu hadisi kabul edemeyiz, diyor. Dolayısıyla bu hadisin herhangi bir kıymeti bulunmamaktadır, şeklinde değerlendirmede bulunuyor.

 

İkinci kaynak; İmam Şafiî'nin er-Risale adlı eseri... Bu eser İmam Şafiî'nin el-Ümm adlı eserinin ilk cildidir. El-Ümm adlı eserin ilk cildi er-Risale diye bilinir. Azizlerim, bu kitap onların nezdinde bağımsız bir eserdir. El-Ümm adlı eserin ilk cildi olarak kabul edilir. Şafiî bu eserinde şöyle demektedir: “Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: ‘Size benden bir şey gelirse onu Kur'an'a sunun. Eğer Kur'an'a uygun ise onu ben söylemişimdir. Eğer Kur'an'a aykırı ise ben söylememişimdir.' Herhangi bir konuda hadisi sahih olan hiçbir kimse bu haberi rivayet etmemiştir.” [v]

 

Yani İmam Şafiî bu hadisi rivayet eden şahsın sika olmadığını söylemektedir. Önemli olmayan bir konuda dahi sika olmayan bir kişinin rivayeti sıkıntılı iken böyle bir konuda bu tür bir hadise nasıl dayanılabilir, demek istemektedir.

 

Üçüncü kaynak; İbn Abdülberrin (h. 336) Camiü'l-Beyani'l-İlm ve Fadlihi adlı eseri. İmam İbn Abdülberr bu eserinde şöyle der: “Abdurrahman İbn Mehdî zındıklar ve Haricilerin bu hadisi uydurduklarını söylemiştir.”[vi]

 

- Hadisten yüz çevrilmiştir.

 

- “Esasında bu hadis sadece senedi zayıf değil, hatta zındıklar ve Hariciler tarafından uydurulmuş bir hadistir. Kim bu hadisi söylerse o zındıktır. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: ‘Size benden bir şey gelirse onu Kur'an'a sunun. Eğer Kur'an-ı Kerim'e uygun ise onu ben söylemişimdir. Eğer Kur'an-ı Kerim'e aykırı ise ben söylememişimdir. Allah-u Teala beni bu Kitap ile hidayete erdirdiği halde ben ona nasıl muhalefet edebilirim ki?'”[vii]

 

Bu da üçüncü kaynak idi.

 

Dördüncü kaynak; İmam Beyhakî'nin (h. 458) Delailü'n-Nübüvvet adlı eseridir. İmam bu eserinde şöyle der: “Şeyh dedi ki; ‘Hadisin Kur'an-ı Kerim'e arzı konusunda rivayet edilen hadis sahih olmayıp batıldır.'”[viii]

 

- Saygıdeğer Efendim aktarmış olduğunuz âlimlerin hiçbiri hadisi incelemiyorlar.

 

- Hadisi niçin tahkik etmedikleri birazdan açığa çıkar. Şimdilik tek bir cümleyle cevabını vereyim ve geçeyim. Onlar şöyle demektedirler: “Zira bu hadis, kendisinin de Allah'ın Kitabına sunulması gerektiğini söylemektedir. Bizler bu hadisi Allah'ın Kitabına sunduğumuzda rivayetin Allah'ın Kitabının hiçbir yerinde olmadığını görmekteyiz. Çünkü Allah-u Teâlâ bize demiyor ki ‘Size Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) bir hadis geldiğinde onu Allah'ın Kitabına arz edin' Öyleyse bu hadisin kendisi Allah'ın Kitabına muhaliftir. Dolayısıyla bu hadis itibardan düşmüştür.”

 

Hadise itibar etmeyenlerin delilleri budur. Sonda söyleyeceğimi başta söylemek istemediğim için bu kadarıyla yetiniyorum.

 

Beyhakî devamında şöyle demektedir: “Hadisin kendisinden batıllık yansıyor. Kur'an'da hadisin Kitab'a arzına delalet eden hiçbir unsur bulunmamaktadır.”[ix] Buna göre bu hadisin kendisini Allah'ın Kitabına sunduğumuzda sahih olmadığını görmekteyiz.

 

Ancak bunlar elimizde başka bir ölçütün -ki bu da icmadır- olduğunu unutmaktadırlar. Ehl-i Beyt İmamlarından birazdan okuyacağım rivayetlerde bu hadisler çerçevesinde icma bulunduğu görülecektir.

 

Bu konuya işaret eden büyük âlimlere geçelim.

 

İmam Şatibî'nin (h.790) el-Muvafakat adlı eseri... İmam Şatibî bu eserinde şöyle demektedir: “Burada, hadise ancak Allah'ın Kitabına uygun düşmesi halinde itibar edileceğini ifade eden bir hadis de zikretmiş olabilirler. Buna göre güya Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: ‘Benden size ulaşan hadisleri Allah'ın Kitabına vurunuz; eğer Allah'ın Kita­bına uygun düşerse onu ben söylemişimdir, eğer Allah'ın Kitabına uygun düşmezse, onu ben söylememişimdir. Allah beni Kitap ile hidayete ulaştırmış iken, ben nasıl olur da ona muhalefet edebilirim?' Abdurrahman İbn el-Mehdî, bu hadisi zındıkla­rın ve Haricîlerin uydurmuş olduğunu söylemiştir. Bazıları şöyle demişlerdir: ‘Nakledilen haberlerin sağlamlarını sakatlarından ayırmada mahir olan ilim erbabınca bu sözlerin Hz. Peygamber'den sadır olması mümkün olamaz.'” [x]

 

İmam Şatibî'nin açıklamaları bu yöndedir.

 

Bu hadisin zayıflığına ve batıllığına işaret eden birisi de çağdaş bilgin Allame Albanî'dir. O, Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaifa ve'l-Mevdua adlı eserinde şöyle der: “‘Benden sonra hadisler yayılacaktır. Size Kur'an'a uygun olarak gelen hadisler bendendir. Kur'an'a muhalif olarak gelen hadisler ise bana ait değildir.' Bu hadis zayıftır.” [xi]

 

Yani benden sonra hadisler çoğalacaktır. Vallahi, eğer bunlar bu tür hadisler etrafında biraz düşünecek olsalardı arz hadislerinin sahihliğini anlarlardı. Çünkü Resulullah (s.a.a.) adına hadis rivayet eden yalancı raviler çoğalacaktır. Allah aşkına! Ben ve sen Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) 1400 yıl sonra gelmişiz. Gerçi bunlar Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan bir hadisin Kur'an'a muhalif olamayacağını tasavvur etmişlerdir. Doğrudur, aykırı bir hadis sadır olmaz. Bizler de aynı görüşü paylaşıyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.a.) O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. ayetinin içeriğiyle de masum bir zattır. Ancak Allah Resulü (s.a.a.) adına hadis uyduranlar hakkında nasıl davranacağız? Özellikle de hâkim otoriteler Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra en az doksan yıl hadis yazımını yasaklamışlarsa…

 

- Tam bir asır...

 

- Hicretin 11. yılından Ömer İbn Abdülaziz'in hadis yazımı yasağını kaldırdığı 100. yıla kadar… Öte yandan, hadis yazımı yasağının kaldırılması insanların yasak kalktığı andan itibaren hadis yazmaya başlamaları anlamına gelmemektedir. Zira esasında muhaddislerin geleneğinde ve alışkanlıklarında hadis yazımı bulunmamaktadır. Bundan dolayı hadis müsnet ve mecmualarının hicretin üçüncü ve dördüncü asırda yazıldıklarını görebilmekteyiz.

 

- Bundan daha acısı tedvin etmeyi yasaklayanlar uydurma hadisi yasaklamamışlardır.

 

- Doğrudur... Bundan dolayıdır ki İmam Ahmed İbn Hanbel şöyle diyor: “Ben el-Müsned'imi 750.000 hadis arasından seçip derledim.” Elimizdeki yegane kriter sadece senet midir? Asla… Tek başına senet bir yarar sağlamaz çünkü isnat zincirinde incelenmesi gereken birçok şey vardır. Hadis uydurmak isteyen insan pek ala hem içerik hem de isnat zincirini hazırlayıp hadis uydurabilir.  Bunu diğerinden nasıl ayırt edebileceğiz?

 

Şimdi bilgi ve teknoloji çağındayız. Her şey zapt altında. Buna rağmen hadislerle oynanıyor. Önümüzde dilediği gibi oynanan bilgiler bulunmaktadır. Günümüz için durum böyleyse o dönemlerin vaziyetini varın siz düşünün! Öyleyse Resulullah'ın (s.a.a.) Müslümanlar için özellikle de ilim ve tahkik erbabı için bir ölçüt koyması doğaldır. O şöyle diyor; Benden sadır olan hadisi benden sadır olmayan hadisten ayırt etmek istiyorsanız şu ölçüte uyunuz.

 

Resulullah (s.a.a.) Kur'an'a aykırı bir şey söylemez. Ancak onun adına yalan söyleyenler çoğalmıştır. “Benim adıma yalan söyleyenler çoğalmıştır” Nitekim sahih hadisler arasında “Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisini okuyacağız.

 

Allame Albanî söz konusu rivayetin zayıf olduğunu söylemektedir.

 

Bu hadislerin senet kritiğini detaylı bir şekilde yapan çağdaş bilginlerden birisi el-Muvafakat adlı eserin haşiyesini yapan Ebu Ubeyde Meşhur İbn Hasan Âl-i Selman'dır. Haşiyede Ebu Ubeyde Al-i Selman şöyle demektedir: “Bu hadis Ebu Hüreyre, Sevban, İbn Ömer, Ali, Cübeyr İbn Mutim gibi sahabelerin de aralarında bulunduğu bir grup sahabe tarafından rivayet edilmiştir… Bu hadislerin hiçbirisi sahih değildir. Bu rivayetlerin hepsi ya yalancı, ya suçlanan, ya metruk veya meçhul ravileri barındırmaktadır. Nitekim bu durum el-Leali'l-Masnua adlı eserde de görülmektedir.”[xii]

 

Öyleyse bu hadislerin isnatları ya zayıftır, ya meçhuldür, ya uydurmadır veya metruktür. Bu durumda, kriter olarak alınma özelliğinden yoksundur.

 

Bundan dolayıdır ki bu anlama işaret eden bir grup pasaj aktarılmaktadır. Değerli izleyicilerin konuyla ilgili bu esere müracaat etmelerini istirham ediyorum.

 

Vaktimiz azaldı galiba yeni konuya geçmemiz mümkün görünmüyor.

 

- Programı kapatacağız.

 

- Netice olarak, Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinin nazarında hadislerin Kitab'a arzını ifade eden rivayetlerin senet açısından zayıf veya meçhul yahut da metruk veya mevzu kabul edildiğini söyleyebiliriz. Onlara göre bu rivayetleri zındıklar ve Hariciler uydurmuştur.

 

- Bu konuya terettüp eden sonuçlar nelerdir?

 

- Bu görüşte olan âlimler şöyle derler: Herhangi bir rivayet senet açısından sahih ise, içeriği Allah'ın Kitabına aykırı olsa bile kabul edilmelidir.

 

- Büyük bir sorun... Böylesi bir kabul Kitab ile Sünnet arasındaki bağı koparmaktadır.

 

- Sadece bağı koparmamakta… Kur'anî marifetleri yerle yeksan etmektedir. Çünkü hadis uydurucuları ve İslam'ı yıkmaya çalışanlar güçleri yettiği oranda Kur'an ayetleriyle oynamaya çalışmışlardır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in özel bir konumu bulunmaktadır. Zındıklar ona hiçbir şey ekleyemez veya ondan hiçbir şey eksiltemezler. Ancak hadisler için böyle bir koruma bulunmamaktadır. Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) söylemiş olduğu nice hadisler vardır ki siyasi otoriteler O'nun vefatından sonra hadis tedvinini men ettiklerinden dolayı zayi olup gitmiştir. Resulullah'ın (s.a.a.) hakkında Kuran-ı Kerim O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. ve “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.” buyurmaktadır. Bu yüce peygamberin bizzat kendisi Kureyş'in yazmaktan engellemeye çalıştığı bir şahsa “Yaz! Vallahi, benim ağzımdan haktan başka hiçbir şey çıkmaz” buyurmuştur. Resulullah'ın (s.a.a.) Sünnetinin ve İslam kültürünün ve marifetlerinin emin kimseleri onun vefatından sonra yüz yıl kadar hadis yazımını yasaklamışlardır.

 

Hülasa, Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hadisinin zaptını men etmelerinin ilk neticesi O'ndan doğrudan nakleden kimsenin olmamasıdır. Yani hadis dinleyen sahabelerin hepsi vefat etmiştir. Bu bir kuşak demektir. Hadisi sahabeden işiten bütün Tabiiler de –çok azı hariç- göçüp gitmişlerdir. Geriye sadece Tebe-i Tabiin kalmıştır. Anlaşılacağı üzere, yasağın kaldırıldığı dönemde Resulullah'tan hadis dinleyen, onu gören, hayatını bilen ve onunla muaşeret eden kimselerin hiçbiri hayatta değildir.

 

Ümeyyeoğullarının neler yaptıklarını ilerleyen programlarda göreceğiz. Mutarahatün fi'l-Akide adlı programda yapılacak izahatla Ümeyyeci din anlayışının bütün dini marifetler manzumesinde ne tür yıkımlar gerçekleştirdiği anlaşılacaktır.

 

Bu, -inşallah önümüzdeki hafta ele alacağımız gibi- hadis uyduranların ve kıssacıların çoğaldığı anlamına gelmektedir.

 

Bir sonraki programda hadis vaz' etmenin (uydurmanın), hadisi manen nakletmenin, hadisi bölmenin ve onlarca şeyin zahirini ortaya koyacağız. Eğer bunu reddedecek olursak bir hadisin sıhhat derecesinin bilinebilmesi için herhangi bir küllî kural da kalmamaktadır. Çünkü bunlar esasî bir kriteri yani rivayetlerin Kitaba arzını devre dışı bıraktılar.

 

- Bunlar Ehl-i Beyt'i ve Kur'an-ı Kerim'i devre dışı bıraktılar. Peki, merci kimdir, nedir?

 

- Tam isabet... Ümeyyeoğulları ve Muaviye'nin kıssacıları dinde merci oldular. Sultanlar için rivayet uyduranların uydurdukları şeyler merci oldu. İşte bu neticeleri görmekteyiz. Bizim konumuz Sekaleyn hadisi... Sekaleyn hadisi de iki ana kaynağa işaret etmektedir. İlki Kitap idi ve onlar Kitabı devre dışı bıraktılar. Onu ölçüt olarak ittihaz etmediler. İkincisi; ıtret. Itreti de devre dışı bıraktılar. Itret ile diğerleri arasında bir farkın bulunmadığını söylediler. Hâlbuki bu Sekaleyn hadisinin açık ifadelerine aykırı bir çıkarımdır.

 

Netice olarak, onlara göre, sika bir kişiden bir hadis aktarılır ve bu da sahih olursa hiç kimsenin “Bu hadis Allah'ın Kitabının neresinde geçmektedir?” şeklinde bir soru sormaya hakkı yoktur. Böyle bir hadis eleştirilemez. Hatta içlerinden bazıları haddi aşan tehlikeli sözler söylemişlerdir: Bir kimse herhangi bir hadis hakkında “Bu Allah'ın Kitabının neresinde geçiyor?” derse onun zındık olduğunu söyleyiniz ki kimse böyle bir şeye teşebbüs etmesin.

 

- Zaten hadisi Kur'an'a arz etmeye dair rivayetlerin zındıkların ve Haricilerin rivayetlerinden olduğunu da söylediler.

 

- Şimdilik sadece tek bir kaynağa işaret edeceğim. İmam Berbehari'nin Şerhü's-Sünne adlı eserinden bir pasaj aktaracağım. O şöyle demektedir: Bir adamın bir hadisi naklettiğini ve bununla kastının hadis değil Kur'an-ı Kerim olduğunu görürsen o şahsın inancının zındıklık içerdiğinden kuşku duyma ve hemen yanından kalk ve ayrıl.[xiii]

 

Programa katılan birçok kişiye Sahihü'l-Buhari, Sahih-ü Müslim, Müsned-ü Ahmed veya herhangi bir müsnedden aktardığımda “Bu Allah'ın Kitabında nerede geçmektedir?” diye sormaktadırlar.

 

- Allah'ın Kitabı bize yeter.

 

- Hayır, hayır, sizin dayanaklarınıza göre bu söz zındık olmayı gerektirmektedir. Bundan dolayıdır ki İbn Hazm ez-Zahirî şöyle demektedir: Bir kişi biz ancak Kur'an'da geçen şeyleri kabul eder ve temel olarak alırız derse kuşkusuz ümmetin icmaı ile kâfir olur. Bir kişi biz ancak ümmetin icma ettiği şeyleri kabul eder ve temel olarak alırız derse kuşkusuz ümmetin icmaı ile fasık olur.[xiv]

 

- Özür diliyorum efendim vakit sona erdi. Sizlere teşekkür ediyoruz Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlerden de özür diliyoruz değerli izleyiciler. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz, es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. 

 

 



[i] Tabersî, el-İhticac, c. 2, s. 252.

[ii] Allame Meclisi, Miratü'l-Ukul, c. 1, s. 328.

[iii] Küleynî, Usulu'l-Kafî, c. 1, s. 240, Tahkik Kısm-u İhyai't-Türas.

[iv] Muhammed İbn İdris eş-Şafiî, el-Ümm, c. 8, s. 35, hadis no: 2998, tahkik ve tahriç Dr. Ref'et Fevzî Abdülmuttalib, Darü'l-Vefa, 1426, 3. Basım.

[v] Muhammed İbn İdris eş-Şafiî, er-Risale, c. 1, s. 98, Darü'l-Vefa.

[vi]Cemalüddin Yusuf İbn Abdülberr el-Kurtubî, Camiü'l-Beyani'l-İlm ve Fadlihi, c. 2, s. 330, hadis no: 2347, tahkik Ebü'l-Eşbal ez-Züheyrî,  Dar-ü İbni'l-Cevzî, 1427, Suudî Arabistan.

[vii] Age, agy.

[viii] Ebubekir Ahmed İbn Hüseyn Beyhakî, Delailü'n-Nübüvvet ve Marifeti Ehvali Sahibi'ş-Şeriat, c. 1, s. 27, tevsik eden Dr. Abdülmuti Kal'acî, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[ix] Age, agy.

[x] Ebu İshak İbrahim İbn Musa İbn Muhammed eş-Şatibî, el-Muvafakat, c. 4, s. 320, takdim Allame Bekr İbn Abdullah Ebu Zeyd, zabt ve tahkik Ebu Ubeyde Meşhur İbn Hasan Âl-i Selman, Dar-ü İbni'l-Kayyım ve Dar-ü İbn Affan, 3. Basım, 1430.

[xi] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaifa ve'l-Mevdua, c. 3, s. 209, 1088 no.lu madde. Mektebetü't-Tearüf.

[xii] El-Muvafakat, c. 4, s. 320-1.

[xiii] İmam Berbeharî, Şerhü's-Sünnet, s. 119, tahkik ve talik Abdurrahman İbn Ahmed el-Cemili, Mektebetü Dari'l-Minhac.

[xiv] Hafız Muhammed İbn Hazm el-Endülüsî ez-Zahirî, el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam, c. 2, s. 80, tahkik Ahmed Muhammed Şakir, Mektebetü'l-Buharî.

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

www.medyasafak.net