Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (63)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (63)
Ebu Karra "Sen rivayetleri yalanlıyor musun?" deyince İmam Rıza (a.s.) "Rivayetler Kur’an ile çeliştiği zaman onları yalanlarım. Müslümanlar şu hususta ittifak etmişlerdir: Allah bilgi bakımından kuşatılamaz, gözler O’nu görmez ve O’nun gibi hiçbir şey yoktur" demiştir.

 

 - Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla... Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler “Es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu”. Programımıza başlarken özelde Ehl-i Beyt Medresesi'nin bağlılarının ve genelde ise bütün Müslümanların Hz. İmam Mehdi'nin (a.f.) babası İmam Hasan-ı Askerî'nin mübarek doğumuna rastlayan bu günlerini kutluyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey, hoş geldiniz. Efendim, “Sekaleyn hadisinin senet ve delaleti” adlı programın 63. bölümündeyiz. Öncelikle bu geceki konu çerçevesinde mukaddime olabilecek bazı açıklamalar yapmanızı istirham etsek…

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli ala Muhammedin ve Âl-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Bizler önceki programda İtret ve Ehl-i Beyt (a.s.) hakkında başka hiçbir hadis olmasaydı dahi bu hadisin (Sekaleyn Hadisi) onlara övünç, şeref, keramet, imamet ve ümmete öncü olmaları noktasında yeterli olduğunu belirtmiştik. Bütün bu hakikatleri inşallah Sekaleyn hadisinin fıkhı ve delaletleriyle ilgili bölümlerde açıklayacağız.

 

Evvela, bu derslere başlarken hem bu programımızda hem de ‘Mutarahatün fi'l-Akide' adlı programımızda ele aldığımız konuların metodu bağlamında ısrarla şu noktaya vurgu yaptık: Biz Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan bir hadise dayanmak istediğimizde söz konusu hadisin şu özellikleri taşımasına özen gösterdik:

 

İlki; senet ve cerh-tadil ilmi açısından hadis sahih olmalı,

 

İkincisi; metin açısından açık olmalı ve hadisin delaleti tezimize delalet etmeli,

 

Üçüncüsü de Müslüman âlimler arasında ortak bir şekilde kabul edilmiş olmalı.

 

Müslüman âlimler sözünden kastımız ‘şaz' ve 'nadir' olanları değildir. Biz önceki incelememizde münker ve aykırı bazı görüşlerin her mezhepte bulunduğunu belirtmiştik. Varsayalım ki Eşariliği ele alıyoruz. Kendilerini Eşariliğe nispet eden bazı kişiler vardır. Ancak ileri sürdükleri görüşler Eşariliğin kurallarıyla uyuşmamaktadır. Mutezile için de aynı durum söz konusudur. Fıkhî mezheplerden örneğin Hanefîlik ve Hanbelîlikte de aynı durum söz konusudur… Hatta İbn Teymiyye ve Vehhabilik mezhebi için de aynı durum söz konusudur. Ehl-i Beyt Medresesi için de aynı şey geçerlidir. Bu kaidenin istisnası bulunmamaktadır.  Ehl-i Beyt Medresesi'nin resmi görüşünü sunuyor diyebileceğimiz sesleri vardır ve bu medrese özelinde aykırı tuhaf sesler de vardır. Önceki programda aslı sabit, dalları gökte olan bu mübarek ağacın çevresinde kuru otların olduğunu da belirtmiştik.

 

Azizlerim, vaktimiz elverdiği ölçüde bir noktaya değinmek istiyorum. Bizler nebevi bir kaideye veya Kur'an'dan bir ayete dayanmak istiyorsak -ki Kur'anî kaidenin sahihliği hususunda hiç kimse ihtilaf etmemektedir- bu nebevi kaidenin şu özellikleri içermesi gerekmektedir:

 

İlk özellik, hadis senet açısından sahih olmalı,

 

İkincisi, iddia edilen görüşe delalet noktasında metin açık olmalı,

 

Üçüncüsü, Müslüman âlimler arasında ittifakla kabul edilen bir hadis olmalıdır. Müslüman âlimler derken kastımız bütün ekollerin resmi görüşüdür.

 

Bu esasa göre, öyle zannediyorum ki, hak ile batılı, sağlıklı ile hasta düşünceyi birbirinden ayırabiliriz. Böylelikle, Kur'an'ın ifadesiyle söyleyecek olursak, “Kelime-i tayyibe”yi “Kelime-i habise”den ayırabiliriz. Bu bir yergi ve sövgü değildir. Hakikatin vasfını söylemektir.

 

Azizlerim Allah-u Teâlâ “Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.” (14/İbrahim/24-5) buyuruyor. Yani bu ağacın semeresini biz her ne kadar bazen göremesek de kesilmeksizin vardır, ağaç meyvesini verir. Nitekim güneş bazen bulut tarafından gölgelense de o ışığını verir. “Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.” (14/İbrahim/26) Yani yabani otlar gibidir. İnsan bazen otların yarım metre boy verdiğini görür ancak otların kökleri yarım santimetreyi geçmez.

 

Bundan dolayı olsa gerektir ki ‘kelime-i habise' sanki dün yokmuş gibi bir söz seviyesindedir.

 

- Su kabarcıklarıdır...

 

- Aynen öyle. ‘Köpük atılıp gider.' (13/Ra'd/17) Bunların hepsi Kur'anî kaidelerdir.

 

Azizlerim, bu mantığa binaen takribî bir metot tesis edebiliriz, düşüncesindeyim. Takrip (yaklaştırma) eksenli bütün düşüncelere saygı gösteriyoruz. Günümüzde olduğu gibi takribî düşünce siyasi olabilir. Takrip deyince kastımız mezhepler, ekoller ve yönelimler arasındaki takriptir. Bu takrip faydalı siyasi esaslar ya da toplumsal boyutta, yahut da kültürel boyutta olabilir. Bizim belirttiğimiz takrip ise inanç boyutuyla alakalıdır. Bundan dolayı bu mübarek minberden davetimi yapıyorum. Bütün çabalar bu ittifaktan doğsun. İttifaktan kasıt sahih, açık ve hakkında hemfikir olunan kaidelerdir. İşte ancak bunlarla ittifakın, insicamın ve başkalarına saygı göstermenin, onları kabul etmenin, diğerlerini küçük görmemenin ve tekfir etmemenin en üst seviyelerine ulaşabiliriz kanaatindeyim.

 

Ben İmam Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s.) tesis ettiği metodun da bu olduğuna inanıyorum. Hiç kimsenin zihnine biz Ehl-i Beyt Medresesi'nin dışına çıkmaya çalışıyoruz şeklinde bir düşünce gelmesin. Bizler imamımıza ve Ehl-i Beyt Medresesi'nin İmamlarının imamı Emirü'l-Müminin'e tabi oluyoruz. O (a.s.), Nehcü'l-Belağa'da şöyle demektedir:

 

- Diğerlerinin de bağlı bulundukları mezhep ve düşüncelerini terk etmelerini de istemiyoruz.

 

- Elbette. Sıffin Savaşı günlerinde bazı arkadaşlarının Şam halkına küfrettiklerini duyduğu zaman şöyle buyurdu: Küfürbaz kişiler olmanızı kötü görüyor, hoşlanmıyo­rum. Ama onların yaptıklarını anlatsaydınız ve durumlarını hatırlatsaydınız, sözleriniz doğruya daha yakın olur ve özrünüz daha makbul düşerdi. Küfretmek yerine, sözünüz şu olmalıdır: Allah'ım, onların kanlarını da bizim kanlarımızı da koru, onlarla aramızı ıslah et, onları sapıklıklardan kurtarıp hidayete ulaştır da bilmeyen hakkı tanısın, sapıklıkta ve düşmanlıkta direnen vazgeçsin.[i]

 

“Ey muttakilerin imamı, diğerlerini nasıl tanımlayalım?” İmam buyurdu ki, “Onların davranışlarını anlatınız, neye inandıklarını, neyi arzuladıklarını anlatınız.” İşte ben bu düşüncenin değerlendirilmesini değerli izleyicilere ve dinleyicilere bırakıyorum. Tahkik ehli kimin haklı kimin haksız olduğuna kendileri karar verebilirler.

 

- İşte bu programı diğer programlardan ayıran özellik budur. Birinde tanıtma ve diğerinde hakaret ve sövgü var.

 

- Allah aşkına, belirttiğimiz gibi düşünceler arasında öyleleri vardır ki çirkin ve aykırıdır, kuru ot mesabesindedir. Bu tür düşüncelerin hiçbir ilmî dayanağı bulunmamaktadır… İmam'ın (a.s.) sözlerinden, işaret ettiği mantık ile tekfirci mantığı birbirinden ayırabiliyoruz. Evet, takva ehli yüzlerce salih kişiyi bombalarla öldüren tekfirci mantığı anlayabiliyoruz.

 

- Bizler İmamın güven ortamı oluşturmak istediğini görebiliyoruz.

 

Bu programda "Ümmetim sapıklık, hata ve batıl üzere toplanmaz" meselesi üzerinde durmak istiyorum.  Bu rivayet Ehl-i Sünnet âlimlerinin açıklamalarında ve hadislerinde geçmektedir. İmamlarımız da bu kaideye dayanmışlar ve hakkında icma bulunan şeyin hak olduğunu ve hiç kimsenin bundan sapamayacağını söylemişlerdir.

 

Kettani, Nazmü'l-Mütenasir adlı eserinde şöyle der: ‘Ümmetin masumiyeti ve dalalet ve hatada birleşmeyeceği hadisleri' (başlık) İbnü'l-Hümam et-Tahrir adlı eserinde ve başkaca birçok kişi de bu hadislerin manen mütevatir olduğunu söylemişlerdir… İbn Ömer'den, Ebu Basra el-Ğaffarî'den, Ebu Malik el-Eşarî'den, Enes'ten, İbn Abbas'tan ve diğerlerinden tahriç edilmiştir. [ii]

 

Kettani'nin başlık için kullandığı tabir son derece dakiktir. Yani ümmet bir görüş hakkında birleşince masum olur. Yazar bu tür hadislerin lâfzen değil de manen mütevatir olduğunu söylüyor.

 

Bu konu çerçevesinde Ehl-i Sünnet Medresesi'nin görüşü bu şekildedir.

 

Geliniz bu konuyla ilgili olarak Ehl-i Beyt Medresesi'ne bir bakalım.

 

Tabersi el-İhticac adlı eserinde bu konuyla ilgili olarak İmam Hasan-ı Askerî'den bir rivayet aktarır. Ne güzel tevafuk… Bu akşam İmam Hasan-ı Askeri'nin doğum günü... Tabersî şöyle der: Tevhid ve diğer konular çerçevesinde muhalif ve aynı görüşte olanlarla ilgili aktarılanlar.

 

İmam Ebü'l-Hasan Ali İbn Muhammed el-Askerî'nin Ahvaz halkına yazdığı mektup bunlardandır.

 

İmam Ali İbn Muhammed (a.s.) Ahvaz halkının kendisine cebir ve tefviz konularına ilişkin sorularına cevap olarak yazdığı mektupta şöyle buyurmaktadır: "Bütün İslam ümmeti, Kur'an'ın hak olduğu ve onda hiçbir şüphe olmadığı hususunda ittifak etmiştir, aralarında hiçbir ihtilaf yoktur. Bütün İslâm fırkalarında bu böyledir. Onlar bu ortak görüşlerinde isabetlidirler ve Allah'ın indirdiklerini tasdik etmekle Peygamberimizin (s.a.a.) 'Benim ümmetim sapıklıkta birleşmez.' hadisinin işaret ettiği doğru yoldadırlar. Peygamberimiz bu hadisinde ümmetin hep birlikte kabul ettiği, birbirlerine muhalefet etmedikleri görüşün hak olduğunu bildirmiştir." [iii]

 

Allah-u Teâlâ'ya hamdolsun ki Ahvaz halkı ta İmam Askeri döneminden bu yana Şii'dir.

 

- Öyleyse ümmet bir konu hakkında icma etmişse isabet etmiş demektir.

 

- Peki, bu icma kapsamında kimler bulunmaktadır? Ehl-i Beyt İmamlarının icması bulunmaktadır. Ümmet icma etmiş ve Ehl-i Beyt İmamları da bu icmanın içinde varsa bu icma geçerlidir ve bağlayıcıdır.

 

Ben öyle düşünüyorum ki bu metot en önemli metotlardandır. Bir mezhebe özgü olan bir meseleyi kenara bırakmamız için kullanılabilecek önemli bir metottur. Bizim diğerlerinden ayrılan bazı özel inançlarımız olabilir ancak bu inancı başkasına dayatmak bize yaraşır bir davranış değildir. Aynı şekilde diğerleri de inanmadıkları şeylere başkalarının da inanması gerektiğini dayatmamalıdır. Ey kardeşim, senin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) ziyaretini bidat olarak görüp orada-burada ‘bidattir, bidattir' demen tutarlı ve mantıklı bir davranış değildir.

 

İslam'ın mantığı bu değildir. İlim ve hakikatin mantığı bunu gerektirmez. Doğrudur, görüşüne saygı gösterilmelidir ancak bu kadar, ötesi yoktur.

 

İmam Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) buyruklarından, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) ümmetin hata üzere birleşmeyeceğini söylediğini görüyoruz. Pasajın son cümlesiyle ilgili olarak da şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Bu ölçüt hakkın batıldan ayırt edilebilmesi için verilen en önemli ölçütlerdendir. Bazıları bu hadisten siyasi konular çerçevesinde yararlanmaya çalışmışlardır. Ancak ben şimdilik ilk halifenin seçiminde icma gerçekleştiği şeklindeki bir konuya girmek istemiyorum. Ali (a.s.), Ali oğullarının ve Şia'nın da içinde bulunduğu bir topluluk tarafından ilk halifenin icma yoluyla başa geçtiği şeklinde bir istidlalde bulunulmaya çalışılmıştır. Ne var ki, küçük öncülde sorun bulunmaktadır. Zira ilk halifenin seçilmesinde icma gerçekleşmiş değildir. Sahabenin birçoğu bunu kabul etmemiştir.

 

- Anlaşılan icma tanımında sıkıntı söz konusudur.

 

- Tam isabet. Allah mükâfatınızı versin. İmam devamında şöyle buyurmaktadır: Cahillerin tevil ettiği, inatçıların karşı çıkışları gibi değil…

 

Öyleyse iki ekol bunu kabul etmektedir. Hatta dahası var. Biz Usul-u Kafî adlı eserde İmam Rıza'nın (a.s.) bu konu çerçevesinde bazı ifadelerine rastlıyoruz. Usul-u Kafî bizim en önemli hadis mecmualarındandır. En önemli dayanaklarımızdandır. Gerçi bizler Buharî ve Müslim hakkında denildiği gibi Usul-u Kafî'de geçen bütün rivayetlerin sahih olduğu şeklindeki bir görüşü kabul etmiyoruz. Söz konusu İmam Rıza'dan aktarılan bu rivayet uzundur, isnat açısından da sahihtir. Allame Meclisî, Miratü'l-Ukul adlı eserinde rivayeti aktardıktan sonra sahih olduğunu söyler.[iv]

 

Rivayet şöyledir: Muhaddis Ebu Karra, kendisini Ebu'l-Hasan er-Rıza'nın (a.s.) huzuruna götürmemi istedi. Ben de onun için izin istedim. İmam (a.s.) bana izin verdi. Ebu Karra İmam'ın huzuruna girdi, O'na helal, haram ve çeşitli hükümlerle ilgili bir takım sorular sordu. Derken sorular tevhitle ilgili olmaya başladı.

 

Ebu Karra dedi ki; biz, Allah'ın görünmesini ve konuşmasını peygamberler arasında taksim ettiğini, konuşmayı Musa'ya (a.s.) ve görünmeyi de Hz. Muhammed'e (s.a.a.) ayırdığını rivayet ediyoruz.

 

Ebü'l-Hasan (a.s.) buyurdu ki;  “Gözler O'nu göremez... diye Allah adına insanlara ve cinlere duyuran kimdir? Muhammed değil midir”?[v]

 

İmam Ali er-Rıza (a.s.) daha sonra Ebu Karra'nın söylediği sözün Resulullah'a (s.a.a.) nispet edilmesinin mümkün olmadığını ispatlar.

 

Rivayetin sonlarına doğru İmam Rıza (a.s.) ile Ebu Karra arasında şu diyalog geçer.

 

Ebu Karra "Sen rivayetleri yalanlıyor musun?" deyince İmam (a.s.) "Rivayetler Kur'an ile çeliştiği zaman onları yalanlarım. Müslümanlar şu hususta ittifak etmişlerdir: Allah bilgi bakımından kuşatılamaz, gözler O'nu görmez ve O'nun gibi hiçbir şey yoktur."[vi] demiştir.

 

Zira Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Rabbini bir genç suretinde ve benzeri şekillerde gördüğünü ifade eden rivayetler bulunmaktadır.

 

"Sözlerimizi Rabbimizin Kitabına sununuz. Eğer sözümüze ilişkin Kur'an'dan bir veya iki şahid görebilirseniz onu alınız. Aksi takdirde bu söz bir süstür ve onu biz söylememişizdir."

 

Azizlerim, bir konuda Müslümanlar icma etmişse bu icma kanıttır.

 

Gücümüz yettiğince bu metoda bu programlarda ve hakkında konuştuğumuz bütün hadislerde uymaya çalıştık. Bu özellikleri bütün hadislere uygulamaya çalıştık.

 

Sonraki programlarda bu aslı Sekaleyn hadisine uygulamak istiyoruz. Yani bugüne kadar işlediğimiz ve detaylı olarak ele aldığımız programlarda Ehl-i Sünnet âlimlerinin ‘Sekaleyn hadisi senet açısından mütevatirdir' dediklerini ortaya koyduk…

 

- Üç şeye işaret edilmiştir…

 

- Bütün bu zikrettiklerimiz Ehl-i Sünnet ile ilgilidir. Bir kimse şöyle diyebilir: Bu hadis sizin rivayetlerinizde de açık, sahih ve ittifak edilmiş bir halde mevcut mudur? Evet, inşallah bu ve bundan sonraki programlarda üzerinde durmak istediğimiz konu da budur.

 

- İnşallah icmanın gerçekleşip gerçekleşmediğini görebilmek için bu hadise Ehl-i Beyt Okulu'nun penceresinden bakacağız.

 

- İcmanın gerçekleştiğini görebilmek için hadise senet ve delalet açısından Ehl-i Beyt (a.s.) perspektifinden bakacağız. Çünkü her iki ekolün de eserlerinde "Ümmetim dalalet ve hata üzere birleşmez" şeklinde bir rivayet bulunmaktadır. Öyleyse hak ve hakikati araştırmak istiyorsak buna uymalıyız. Benim bu hitabım, ilim ehlinin seçkinlerine, kalem ehline, ümmet arasında insicam arayanlara, aziz İslam ümmetinin bireylerine, Kur'an ve Muhammed (s.a.a.) sevdalılarına yöneliktir. Müslümanların tümünün Ehl-i Beyt İmamlarını sevdiklerinde hiçbir kuşku bulunmamaktadır.

 

- Ancak Nasıbiler hariç!

 

- Tam isabet. Ben buna Ümeyyeci din anlayışı diyorum…

 

- Yani (ağacın dibindeki) otlar…

 

- Ben bu sözü söyleyince kimsenin zihnine bu hitabın sadece bir kesime yönelik olduğu şeklinde bir düşünce gelmesin. Bu hitabım hem Ehl-i Sünnet kardeşlerimize hem de Ehl-i Beyt Medresesi'nin muhiplerine yöneliktir.

 

- Ben öyle zannediyorum ki, bu akşam sözlerinizin çoğunluğu Ehl-i Beyt Medresesi'nin bağlılarına yöneliktir.

 

- Başkasına saygı gösterme, diğerini kabul etme usulünü izleyelim. Ey kardeşler, bizler en azından kendimizin Hz. Ali ve evlatlarına bağlı olduğumuzu iddia ediyoruz.  Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) "Ama onların yaptıklarını anlatsaydınız ve durumlarını hatırlatsaydınız, sözleriniz doğruya daha yakın olur ve özrünüz daha makbul düşerdi" buyurmuyor mu? Azizlerim, araştırma konumuz siyasi, kültürel ve düşünsel değildir. Ele aldığımız konu itikadidir. Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) İslam'ın ilk yıllarında vatandaşlık haklarını tesis etmiyor mu? Malik-i Eşter'i Mısır'a vali olarak atadığında, kendisine gönderdiği mektubunda "Ya senin dinde kardeşindir veya yaratılışta senin benzerindir" buyurmuyor mu? O (a.s.) Müslümanların tamamını ‘onlar sizin dinde kardeşinizdir' şeklinde tanımlamıyor mu? Azizlerim bu metodu tarihi metoda, rivayet metoduna, inanç metoduna uygularsak emin olunuz ‘diğerini kabul edip ona saygı gösterme'de yüce noktalara ulaşırız. Ben bu minberden Şiiler Sünniler için inançlarından vazgeçsinler, Sünniler de Şiiler için akidelerinden ve tarihlerinden vazgeçsinler şeklinde bir davette asla bulunmadım. Ancak Şiiler diğerinin kültürünü ve kabulünü tanısın ve kabul etsin, Sünniler de Şiilerin kabullerini ve inançlarını tanısın. Geliniz bu çıkmaz sokaktan çıkalım. İşte şu taraftakiler bizim için kafirdir, Yahudi'dir, Siyonist'tir, Sebiyyeci'dir derken, bizimkiler de bunlar Nasıbi'dir… derler. Hayır, azizlerim, bu mantık tutarlı değildir.

 

Tabi birisi çıkıp da Seyyidim “Sen kendin ‘Ümeyyeci din anlayışı' diye bir tabir ürettin”, diyebilir. Ben diyorum ki, evet bu tabiri ben ürettim. Ancak bu sözcük ‘kelime-i habise'yi ifade etmektedir. Aslı ve kökeni bulunmayan bu düşünceyi yeryüzünden söküp atmamız gerekiyor. Zaten bu düşünce ot ve kütüktür. Çirkin seslerdir.

 

- Tabi benzer düşünceler ve sesler Ehl-i Beyt Medresesi'ne tabi olduklarını söyleyen bazılarında da mevcuttur.

 

- Elbette, fark yok.

 

- Seyyidim, şimdi Ehl-i Beyt'in (a.s.) Sekaleyn hadisine bakışını sunalım. Çünkü ara ara “Acaba Ehl-i Beyt bu hadise önem vermiş midir, dini merciliklerine ve siyasi imametlerine ilişkin bu hadisle istidlal etmiş midir?” gibi sorular geliyor.

 

- Allah mükâfatınızı versin... Çünkü bazıları Ehl-i Beyt İmamları tathir ayetiyle, Sekaleyn hadisiyle, menzilet ve Gadir hadisleriyle istidlal etmemişlerdir, demeye çalışmaktadırlar.

 

- Mübahele ayetiyle…

 

- Onlar diyor ki: Üçüncü ve dördüncü asırda bazı tabiler veya kimi kelam bilginleri bazı eserler telif etmişler, bir medrese oluşturmuşlar ve bu mezhebin adına ‘Şia-i İmamiyye-i İsna Aşeriyye' demişlerdir. Yoksa Ehl-i Beyt (a.s.) asla böyle bir şey yapmış değildir.

 

- Bu adla anılan bir mezhep bulunmamaktaydı, diyorlar.

 

- "Onlar ancak seçkin ve bilge bir grup bilgin idiler. Onların metotları ve görüşleri Ehl-i Sünnet'e uygun idi. Bu tesis dördüncü asrın sonlarında ve beşinci asırda oluştu" diyorlar. Maalesef bu taraftan veya diğer taraftan bazı kalemler bu darboğaza düştüler.

 

Bundan dolayı olsa gerek, son dönemlerde, “Sizler bizim yanımızda hadis kaynaklarının, temel eserlerin bulunduğunu söylemektesiniz. Bu kaynakların asıllardan ve mezhebin marifetlerinin manzumesinden bahsettiğini dile getirmektesiniz. Öyleyse neden sadece Ehl-i Sünnet kaynaklarına dayanmaktasınız?” şeklinde bir düşünceyi dile getirmeye başladıklarını görmektesiniz.

 

- Niçin kendi kaynaklarınızdan bahsetmiyorsunuz?

 

- “Niçin kaynaklarınızdan ve mercilerinizden bahsetmiyorsunuz? Bu da gösteriyor ki, sizin elinizde hiçbir şey bulunmamaktadır. Yoksa elinizde yeteri kadar kaynak ve deliliniz olsaydı Sahihü'l-Buharî'ye, Sahih-ü Müslim'e ve Müsnedü'l-İmam Ahmed'e başvurmazdınız” diyorlar.

 

- Tabi bu bir demagoji.

 

- Tartışmalarda her şeye başvurduklarını biliyorsunuz. Bu tutumları ya bilgisizliklerinden -ki genellikle böyledir- ya da insanları demagoji yoluyla kandırma arzularından kaynaklanmaktadır.

 

Programın başında da belirttiğimiz gibi bu akşam elimizden geldiği ölçüde İmamların Sekaleyn hadisi bağlamında neler dediğini görebilmemiz için Ehl-i Beyt Medresesi kültürüne giriş yapacağız.

 

“Hangi tür hadislere istinat edeceksiniz?” şeklinde bir soru gelecek olursa, cevaben deriz ki bize göre sahih olan hadislere müracaat edeceğiz. Belki dayandığımız bu hadisler diğer Müslümanların yanında makbul olmayabilir ama önemli değil. Nitekim biz her ne kadar bizim nazarımızda sahih olmasa da onların nazarında sahih olan hadislere de dayandık.

 

Bu akşamki program sadece Ehl-i Sünnet'e ve diğer mezheplerin bağlılarına değil, hadislerin kabulü bağlamında hangi hususlara tabi olduğumuzu görebilmeleri için Ehl-i Beyt Medresesi'nin bağlılarına da yöneliktir. Çünkü bazı internet sitelerinde ve televizyon kanallarında ‘Seyyid Kemal Haydarî Ehl-i Beyt Medresesi'nde senet açısından ve rical ilmi bağlamında hadislerin kabulünün metodunu bize açıklamıyor. Bu tür konularda dayandığı ricalî metodu söylemiyor' şeklinde sözler işittik.

 

Aziz izleyicilerimiz el-İhticac adlı eserde İmam Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) ‘iddia'sını okuyalım. Şimdilik İmam'ın buyruğuna ‘iddia' diyelim. Bu sözlerin doğru olup olmadığını göz önüne alarak şimdilik sadece ‘iddia' olarak isimlendirelim. İmam el-Askerî (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Kitab bir haberin tasdikine ve tahkikine şahadet edecek olur da ümmetten bir grup bu haberi inkâr eder ve uydurma hadislerle o hadise (habere) karşı çıkacak olurlarsa o hadisi inkâr etmekle ve bertaraf etmekle kâfirler ve sapıklar olurlar.”[vii] Çünkü Kur'an-ı Kerim'in kabul etmediği bir şey din dışı olur.

 

Öyleyse İmam (a.s.) temel bir konuyla ilgili bir açıklama yapmak istiyor ve Sekaleyn hadisinde iki özelliğin bulunduğunu söylüyor.

 

İlk özellik; bu hadis, hakkında icma bulunan bir rivayettir. İmam Hasan-ı Askerî (a.s.) hicri ikinci ve üçüncü asırda Sekaleyn hadisinin hakkında icma bulunduğunu söylüyor. İkinci olarak da Sekaleyn hadisini Allah'ın Kitabına arz edin diyor. Eğer bu hadis Kur'an'a uygun ise kanıttır. Başka bir hadisle muaraza etmesi mümkün değildir. Çünkü diğer hadis uydurulmuştur. Allah'ın Kitabına aykırıdır.

 

- Önümüze icma ve Kur'an adına iki önemli ve bağımsız kriter koyuyor.

 

- Tam isabet. İmam (a.s.) devamında şöyle buyurmaktadır: Haberin en sahih olanı Kitap'tan tahkik edilerek bilinen haberdir. Bu haber, Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) icma edilerek aktarılan haber gibidir. Nitekim O (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Aranızda iki halife bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve İtret'im. Bu ikisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapıtmazsınız. Bunlar Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır[viii]

 

İmam Askerî (a.s.) diyor ki Kur'an'a mutabık olduğu bilinenler ile ümmet arasında hakkında icma bulunduğu bilinen haberler en önemli haberlerdendir. İmam (a.s.) ayrıca bu şekilde olan bir hadise örnek de vermektedir. Ey hidayet önderleri selam sizlere!

 

İmam (a.s.) iki kritere baktı. İlk kriter, hakkında ittifak bulunmasıdır. İkinci kriter hakkında ise “Onu Rabbimizin Kitabına sunun” buyurdu. Kur'an-ı Kerim'in kendisi Kur'an ve Ehl-i Beyt hakkında “Ona batıl gelemez”, “Ey Peygamberin ev halkı, Allah sizin üzerinizden her türlü çirkinliği ve kirliliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” buyurmaktadır.  Ben artık bu beyanın senedini araştırmaya ihtiyaç duymuyorum.

 

Ancak buna rağmen Sekaleyn hadisi hakkında icma bulunup bulunmadığını görebilmek için kaideyi uygulamaya çalışacağız.

 

Geliniz Ehl-i Sünnet Medresesi'ne göre hadise bakalım. İbn Hacer el-Heytemî (h. 973) es-Savaiku'l-Muhrika adlı eserinde şöyle demektedir: Bil ki temessük/tutunma/sımsıkı sarılma hadisinin geliş kanalları çoktur. Yirmi küsur sahabeden aktarılmıştır.”[ix]

 

Aslında bu hadis Sekaleyn hadisi olarak bilinmemektedir. El-Heytemî, hadisi temessük hadisi olarak isimlendirmektedir. Programa katılanlar bize “Vallahi bizler Ehl-i Beyt'i seviyoruz” demesinler. Bu sapasağlam kulpa sımsıkı tutunmak gerekmektedir. Bundan dolayıdır el-Heytemî hadisi temessük/ tutunma hadisi olarak isimlendirmiştir.

 

- Yirmiyi aşkın sahabe tarafından…

 

- Ehl-i Sünnet bir hadisin sahih bir kanalla beş sahabe tarafından rivayet edilmesi halinde bu hadis için mütevatir tabirini kullanmaktadırlar. Öyleyse Sekaleyn hadisinin içinde dört tane mütevatir vardır. O tariklerden bazısında Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bu hadisi Veda Haccı'nı yaparken Arafat'ta, bazısında Medine-i Münevvere'de hasta olup hücresi sahabe cemaatiyle dolu iken, bazısında ise ‘Gadir-i Hum' mevkiinde, diğer bazısında bu eserimizde geçtiği üzere Taif'ten dönüp hutbe okurken buyurmuş, diye rivayet edilmiştir.”[x]

 

Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Sekaleyn hadisine bu kadar önem vermesinin nedenini tek bir cümleyle dile getirebiliriz: Çünkü O (s.a.a.), inancın asıllarından, dini ve marifete dair manzumelerin mihverlerinden birisini somutlaştırmak istiyordu. Yoksa neden bu kadar çok tekrar etsin ki? İbn Hacer el-Heytemî devamında şöyle diyor: “Bunda herhangi bir aykırılık bulunmamaktadır. Ancak Kur'an-ı Kerim ile Ehl-i Beyt-i Tahiresinin yüce şanlarına halkça önem veril­mesi için Resûl-u Ekrem (s.a.a.) Efendimiz, adları geçen müteaddit mevkilerde ve daha başka yerlerde halka tekrarla bu hadisi şeriflerini buyurduğu ihtimaline bir engel bulunmadığından bu konuda rivayet edilen muhtelif manalardaki hadislerin aralarında çelişki yoktur.”[xi] İşte asıl olanlar İtret'tir, Ehl-i Beyt'tir. Ancak ilerleyen programlarda hadisin anlaşılması noktasında büyük olanın Kur'an küçük olanın ise İtret olduğunu açıklayacağız.

 

Devamında ise şöyle diyor: “Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına temessük edecek kimselerin kıyamete kadar devam edip sonu gelmeyeceğine, Peygamber'in (s.a.a.) Ehl-i Bey­t'inden temessük edilmeye ehil olan kimselerin kıyamete kadar mevcut olacaklarına dair, Ehl-i Beyt'e temessük etmeye teşvik eden hadislerde işaret vardır.”[xii] Öyleyse Ehl-i Beyt içinde her zamanda tutunulacak bir kişi vardır. İnsana vacip olan da budur. “Boynunda bir imamın biatı bulunmaksızın ölen kimse…”

 

- Onların saydıkları 12 kişinin de doğru olmadığı anlaşılıyor…

 

- Diğer bir kaynağa geçelim. Hafız Sehavî (h. 902) İsticlab-ü İrtikai'l-Ğuraf adlı eserinde rivayeti aktardıktan sonra hadisi aktaran sahabelerin isimlerini birer birer sayar: Cabir el-Ensari, Huzeyfe İbn Üseyd, Huzeyme İbn Sabit, Zeyd İbn Sabit, Sehl İbn Sa'd, Ümeyre, Amir İbn Leyla, Abdurrahman İbn Avf, Abdullah İbn Abbas, Abdullah İbn Ömer, Adiyy İbn Hatem, Ukbe İbn Amir, Ali İbn Ebu Talib (a.s), Ebu Zerr, Ebu Rafii, Ebu Şureyh el-Huzai, Ebu Kudame el-Ensari, Ebu Hüreyre, Ebü'l-Heysem İbn et-Teyyihan, Ümm-ü Seleme, Ümm-ü Hani bint Ebu Talib.[xiii]

 

Detaylı bir şekilde üzerinde durduğumuz bu rivayetler Ehl-i Sünnet kanalındandır.

 

Küleynî, el-Usul mine'l-Kafî adlı eserinde şöyle diyor:

 

Ebu Basir şöyle rivayet etmektedir: “Ebu Abdullah'a (a.s.) Allah-u Teâlâ'nın ‘Allah'a itaat edin, Resul ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin' (4/en-Nisa/59) ayetini sordum. O  (a.s.) cevaben şöyle buyurdu: Bu ayet Ali İbn Ebu Talib, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında nazil oldu.

 

Ben de O'na dedim ki; insanlar diyorlar ki; niçin Ali'nin ve Ehl-i Beytinin (a.s.) adı Allah-u Teâlâ'nın Kitabında geçmiyor?

 

İmam (a.s.) şöyle buyurdular: Onlara deyiniz ki: Resulullah'a (s.a.a.) namaz kılmaya ilişkin emir de inmiştir, ancak Allah-u Teâlâ bu namazların üç rekât mı dört rekât mı olduğunu açıklamamıştır.  Namazların rekât sayısını Hz. Resulullah (s.a.a.) açıklamıştır. Ona zekâta dair emir de inmiştir, fakat insanlara bunun miktarının kırk dirhemde bir dirhem vermek olduğunu belirtmemiştir. Hz. Resulullah (s.a.a.) bunu açıklamıştır. Hac ile ilgili emri indirmiştir; ama Kâbe'nin çevresinde yedi defa tavaf edin şeklinde bir açıklama getirmemiştir. Bu açıklamayı Hz. Resulullah (s.a.a.) yapmıştır.

 

‘Allah'a itaat edin, Resul ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin' (4/en-Nisa/59) ayeti de Hz. Ali (a.s.) Hasan ve Hüseyin (a.s.) hakkında inmiştir.

 

Peygamberimiz (s.a.a.)  Ali ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.

 

Bir keresinde de şöyle buyurmuştur: Size Allah'ın Kitabını ve Ehl-i Beyt'imi tavsiye ediyorum. Çünkü ben Allah azze ve celleden Havuz başında bana dönünceye kadar bu ikisini birbirinden ayırmamasını istedim, O da bu isteğimi kabul buyurdu.

 

Bir keresinde de şöyle buyurmuştur: Ehl-i Beyt'ime bir şey öğretmeye kalkışmayın, onlar sizden daha iyi bilirler.

 

Bir seferinde de şöyle buyurdular: Onlar sizi hidayet kapısından çıkarmazlar ve sizi sapıklık kapısından içeri sokmazlar.[xiv]

 

Allame Meclisî bu rivayetin sahih olduğunu söyler.[xv] Öyleyse ben de sahih rivayetleri aktarıyorum. Ben kendi kaynaklarımızdan sahih rivayetler dışında başka bir rivayeti aktarmayacağıma dair söz vermiştim.

 

Demek ki Hz. Ali'nin ve Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) ismi niçin Kur'an-ı Kerim'de geçmiyor şeklindeki bir soru kadim dönemlerden bu yana soruluyormuş.

 

- Teşekkürler Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz aziz izleyicilerimiz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu… 

  

 

 



[i] Seyyid Şerif er-Razî, Nehcü'l-Belağa, 205. Hutbe, s. 349, Şerh ve Tahkik Şeyh Muhammed Abduh.

[ii] Muhammed İbn Cafer İbn İdris İbn Muhammed el-Fasi el-Kettani, Nazmü'l-Mütenasir mine'l-Hadisi'l-Mütevatir, s. 104, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut.

[iii] Ahmed İbn Ali et-Tabersi, el-İhticac alâ Ehli'l-Lücac, c. 2, s. 250-1.

[iv] Allame Meclisi, Miratü'l-Ukul, c. 1, s. 328.

[v] Usul-u Kafî, c. 1, s. 238, Tahkik Merkezi Buhus-i Dari'l-Hadis.

[vi] Age, agy.

[vii] Tabersi, el-İhticac, c. 2, s. 252

[viii] Age, agy.

[ix] İbn Hacer-el-Heytemî, Es-Savaikü'l-Muhrika alâ Ehli'r-Rafdi'd-Dalal ve'z-Zındıka, c. 2, s. 440, Müessesetü'r-Risale.

[x] Age, agy.

[xi] Age, agy.

[xii] Age, s. 442.

[xiii] Hafız Şemsüddin Muhammed İbn Abdurrahman es-Sehavi, İsticlabü İrtikai'l-Ğuraf bi-Hubbi Akribai'r-Rasul ve Ehli'ş-Şeraf, c. 1, s. 346, Tahkik Halid İbn Ahmed Babteyn, Darü'l-Beşairi'l-İslamiyye.

[xiv] Sikatü'l-İslam Küleynî, el-Usul mine'l-Kafî, c. 2, ‘Bab-ü ma nassallahu azze ve celle ve Resulühü alâ'l-Eimmeti Vahidan fe Vahiden', Hadis no: 759, Merkez-i Buhusi Dari'l-Hadis.

[xv] Allame Meclisi, Miratü'l-Ukul, c. 3,  s. 212.

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

www.medyasafak.net