Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (46)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (46)
İbn Teymiyye İmam Mehdi'nin sağ olduğu inancına hurafe derken, Mecmuu’l-Fetava adlı eserinde şöyle der: Çünkü Deccal hakkında doğru görüş O’nun Hz. Peygamber döneminde hayatta olduğu, günümüze kadar hayatını sürdürdüğü ve henüz çıkmadığı, şu anda da bir adada yaşadığı şeklindedir.

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla ve O'nun yardımıyla. Hamd Allah'a özgüdür. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Değerli izleyiciler es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. “Utruhatü'l-Mehdeviyet” programının yeni bir bölümüne daha hoş geldiniz. Seyyid Haydari Bey sizler de hoş geldiniz. Programımıza ve konumuza başlayabilmemiz için geçen haftanın özetini sizden istirham etmemiz mümkün mü?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Geçen hafta Mehdilik konusunun önemli ve başat bir hususunu ele aldık. İslam uleması, hatta tüm semavî şeriatlar şu hususu ittifakla kabul etmektedirler: Ahir zamanda Mehdi-i Muntazar zuhur edecektir. Bu kabulün bazı noktalarında görüş ayrılığı gerçekleşmiştir ki geçen programda bunlardan birini irdelemeye çalıştık. Bu ihtilaflı konu Mehdi-i Muntazar'ın (a.f.) şu an hayatta olup olmadığı ve ahir zamanda mı dünyaya geleceğiydi.

 

Bizler Ehl-i Beyt Okulunun İmam Mehdi'nin şu an hayatta olduğuna inandığını belirtmiş, ardından da ilk olarak Ehl-i Beyt'ten olan 11. İmam Hasan-ı Askerî'nin bir oğlunun olup olmadığı sorusunu gündeme getirerek böyle bir çocuğun dünyaya geldiğinin ispatlanması halinde diğer imamlar gibi şehit olup olmadığını incelemeye başlamıştık. Eğer dünyaya gelmişse hayatta olup olmadığını araştırmamız gerekiyor. İmam Askerî'nin (a.s.) hiç çocuğu olmamışsa O'nun hayatta olup olmadığını araştırmanın hiçbir anlamı yoktur. Mehdi-i Muntazar'ın hayatta olduğuna inanan biri şu iki konuyu araştırmalı veya araştırmayı şu iki merhalede gerçekleştirmelidir.

 

İlk olarak İmam Hasan-ı Askerî'nin bir oğlunun olup olmadığı.

 

İkincisi, bir oğlu var ise hayatta olup olmadığı.

 

İlk merhaleyle ilgili olarak diyebiliriz ki nesep ilmi sahasında uzman olan hemen hemen tüm bilginler ittifakla İmam Hasan-ı Askerî'nin bir çocuğunun olduğunu söylüyorlar. Bu konuda uzman olmayan fakihlerin sözü geçerli değildir ve kabul de edilmez. Çünkü onlar nesep sahasının uzmanı değildirler. Dolayısıyla İmam Hasan-ı Askerî'nin Mehdi-i Muntazar veya Muhammedü'l-Mehdi adında bir oğlunun dünyaya gelip gelmediğini öğrenebilmek için o sahanın uzmanlarına müracaat edilmelidir. Ayrıca muhakkik tarihçilerin de ifadelerine müracaat etmeliyiz ki İmam Askerî'nin (a.s.) bir oğlunun olup olmadığını görebilelim.

 

Önceki programda değerli izleyicilerin İmam Askerî'nin çocuğunun varlığının güneş gibi açık bir hakikat olduğunu anlamaları için bazı nesep ve tarih bilginlerinin ifadelerine işaret etmiştik.

 

Ebu'l-Fida İmadüddin'in (h. 732) Tarihü Ebi'l-Fida adlı eserine bir bakalım.

 

Yazar şöyle diyor: “İmam Hasan-ı Askerî hicri 230 yılında dünyaya geldi. 260 yılının Rebiü'l-evvel ayında da vefat etmiş, babası Ali ez-Zeki'nin yanına defnedilmiştir. Hasan-ı Askerî, Muhammed el-Muntazar'ın babasıdır.[1]” Yani olay tartışılmayacak ve inceleme gerektirmeyecek kadar açıktır.

 

İkinci kaynak Hafız İbn Hacer el-Askalanî'nin Lisanü'l-Mizan adlı eseridir. Yazar şöyle diyor: “Cafer b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Musa b. Cafer… İbn Ali b. Ebu Talib Askerî lakabıyla nam salan Hasan'ın kardeşidir. İmamiyye'nin 11. İmamıdır ve Sirdab sahibi Muhammed'in babasıdır.”[2]

 

Bu bilgin de O'nun dünyaya geldiğini söylüyor.

 

Bir diğer kaynak İbn İmad el-Hanbelî'nin Şezeratü'z-Zeheb adlı eseridir.

 

Yazar şöyle diyor: “İmam Muhammed b. Hasan el-Askerî.”[3] Bütün yazarlar bu imamların masum olup olmadıklarını göz önüne almaksızın dinî ilimlerin imamları olduklarını itiraf etmektedirler. Maalesef vaktimiz İbn Teymiyye'nin İmam Askerî, İmam Hadî ve İmam Cevad hakkındaki açıklamalarını size aktarmaya elvermiyor. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki ona göre ismi geçen imamlar ilmi olmayan basit ve sıradan insanlardır. İbn Teymiyye'nin bu imamlara ilişkin değerlendirmeleri programımızla ve konumuzla ilgili değildir. İnşallah bu konuyu ilerde inceleyeceğiz. Eserlerinden alıntıda bulunduğumuz şahıslar Ehl-i Sünnet'in büyük tarihçi bilginleridir.

 

Yazar şöyle devam ediyor: “İmam Muhammed İbn el-Hasan el-Askerî İbn Ali el-Hadî İbn Muhammed el-Cevad İbn Ali er-Rıza İbn Musa el-Kazım İbn Cafer es-Sadık. Rafızîler O'na halef ve hüccet lakabını takmışlardır… İmam Muhammed İbn Hasan el-Askerî.”[4]

 

Halef lakabı Rafızîlerin lakaplarındandır. Ancak bu sözcükten önceki “imam” sözcüğünü yazar Muhammed İbn Hasan hakkında kullanmaktadır.

 

Önceki programda şu ibareyi okuduk. Ancak bugün bazı notlar düşmek için bunu tekrar okumak istiyorum. Pasaj Şerif Şerif Enes el-Kütübî el-Hasenî'nin el-Usul fi Zürriyeti'l-Bidati'l-Betul adlı eserinden alınmadır. Yazar hayattadır.

 

Yazar şöyle diyor: “Muhammed İbn Hasan el-Askerî… Kimi tarihçiler Askerî'nin oğlunun olmadığını söylemeye çalışmışlardır. Bu görüşü kayda almamak gerekir. Hasanü'l-Askerî İbn Ali el-Hadî'nin Muhammed adında bir oğlunun varlığı kesin hakikatlerdendir. Mütekaddimun ve müteahhirun ehl-i ilim nazarında O'ndan haber alınamadığı, kabrinin ve yerinin bilinmediği kesin hakikatlerdendir. Ancak Şia-i İmamiyye şöyle der…”[5]

 

Yazara göre İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlunun olmadığı görüşü üstünde hiç durulmaması gereken bir görüştür.

 

- Öyleyse Müslüman bilginler bu konuda ittifak etmektedirler.

 

- Yazar İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed el-Mehdi adında bir oğlunun mevcudiyetinin tarihçiler, nesep bilginleri ve muhakkikler nezdinde müsellem bir hakikat olduğunu söylüyor. Bir de geliniz Ümeyyeci din anlayışının sahibi İbn Teymiyye'nin bu konudaki görüşüne bir bakalım, ne diyor?

 

O, Minhacü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor: “Rafızî (Allame Hıllî) der ki O'nun oğlu Mevlamız el-Mehdi Muhammed'dir…

 

Denilmiştir ki; Muhammed İbn Cerir et-Taberî ve Abdülbaki İbn Kanî ile bu ikisinin dışındaki nesep ve tarih bilginleri Hasan İbn Ali el-Askerî'nin (a.s.) bir oğlunun ve neslinin olmadığını belirtmektedirler. İmamiyye ise O'nun bir oğlunun olduğunu sanmaktadır.”[6]

 

İbn Teymiyye'nin iddiasından yola çıkacak olursak İmam Askerî'nin oğlunun olduğunu belirten herkes İmamî olmuş olur.

 

İbarelere dikkatlice bakmanızı istirham ediyorum. Biz ibarelerini ölçüp tartarak dakik cümleler kullandığı iddia edilen ve “şeyhülislam” olarak isimlendirilen bir şahıstan bahsediyoruz. “Nesep bilginleri şöyle şöyle diyor…” Hâlbuki Şerif Enes el-Ketebî, İbn Teymiyye'nin sahip olduğu görüşü itina edilemeyecek bir fikir olarak nitelendirmektedir. Yani İbn Teymiyye itina edilemeyecek bir görüşe sahiptir. Bir konu Ehl-i Beyt Okulu veya İslam'ın hakikatlerinden biri ile ilgili olmaya görsün o mevzu bu şahıs tarafından hemen tersyüz edilmekte ve ilim ehline göre şöyle şöyledir diyerek meseleyi tamamen çarpıtmaktadır. Sadece bu konuda değil birçok noktada aynı tutum ve tavrı sergilemektedir. Ehl-i Sünnet ile ilgili tavrında da aynı şey görülür. Bir konu hakkında Ehl-i Sünnet ile aynı görüşte değilse Ehl-i Sünnet şöyle şöyle diyor diyerek sahip olduğu bakışı Ehl-i Sünnet'inmiş gibi lanse etmeye çalışır. Bu konuda da önemsenmemesi gereken görüşü asıl ve doğru olan görüş mertebesine yükseltmeye çalışmaktadır. Bu ilk noktadır.

 

İkinci nokta nesep ve tarih bilginlerinin hemen hemen tamamına tek bir görüşü nispet etmesidir. En azından ilmî emanet bilinciyle hareket edip “Bu konu hakkında iki görüş vardır” demesi gerekirdi.

 

Üçüncü nokta ki en önemlisidir okuyucuyu aldatmasıdır. “Muhammed İbn Cerir et-Taberî ve Abdülbaki İbn Kanî ile bu ikisinin dışındaki nesep ve tarih bilginleri Hasan İbn Ali el-Askerî'nin bir oğlunun ve neslinin olmadığını belirtmektedirler” ibaresine bakınız. Konunun nesep bilginleri ve tarihçilerin sahasına girdiğini bilmektedir. Fakat yalan söyleyerek onların İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlunun olmadığını söylediklerini belirtmektedir. Hâlbuki biz İmam Askerî'nin bir oğlunun olduğunu belirten en az 15 tarih ve nesep bilgininin ismini verdik. Hatta bu bilginlere göre konu müsellem hakikatlerdendir. Ey tahkik erbabı size Allah adına kasem ediyorum ki bu şahıs ele aldığı konuların neredeyse yüzde doksanında, sadece Şia'ya da değil tüm muhaliflere karşı aynı tutum ve tavrı sergilemektedir. Gerçi Şiilere karşı olan bu tutumu daha belirgin olmakla birlikte Sufî, Eşarî ve Zeydîlere karşı da aynı tutumu sergiler. İnandığı şeyi okuyucuya Ehl-i Sünnet'in görüşüymüş gibi sunmaya çalışır.

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin eserlerine müracaat eden tahkik ehli bu hususa dikkat etmelidir. Mecmuu'l-Fetava, Minhacü's-Sünnet gibi asli eserlerine müracaat edildiğinde bu nokta gözden ırak tutulmamalıdır.

 

Azizlerim geliniz okumaya devam edelim. Şöyle diyor: “Şaşılacak şey doğrusu, akıllılar İmamiyye'nin bu görüşle iflas ettiğini nasıl da anlayamadılar? Zira İmam Hasan-ı Askerî'nin ne nesli sürmüş ne de bir çocuğu dünyaya gelmiştir.”[7]

 

- Oğlunun olduğunu söyleyenler sanki akıllı insanlar değilmiş gibi bir anlam çıkıyor.

 

- Sadece akılsız değil aynı zamanda ne bilgin ne de tarihçidirler! “Muhammed İbn Cerir et-Taberî ve Abdülbaki İbn Kanî ile bu ikisinin dışındaki nesep ve tarih bilginleri” demek suretiyle aynı aldatmayı burada da yapmaya çalışıyor.

 

Öyleyse azizler, ilk noktanın yani İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed el-Mehdi adında bir oğlunun olduğu gerçeğinin gün gibi ortaya çıktığını düşünüyorum.

 

İkinci husus şudur: Nasıl ki hayat ve doğum bir delile ihtiyaç duyuyorsa ölüm de aynı şekilde bir delile ihtiyaç duyuyor. Yani İmam Askeri'nin oğlunun öldüğünü söyleyen kimse delil ortaya koymalıdır. Nasıl ki doğduğuna dair bizden delil istediniz ve biz de delil getirdiysek biz de öldüğünü söyleyenlerden bunun delilini istiyoruz. Örneğin falanca şahıs dünyaya gelmiştir, dediğimizde bu dünyaya geliş sizin de bildiğiniz gibi tanıklığa ihtiyaç duymaktadır. Biz de O'nun öldüğüne dair tanıklığa ihtiyaç duymaktayız. Çünkü bir şahsın dünyaya gelişi kesin bir şekilde ispatlanmış ve ölümü de ispatlanmamışsa o şahıs hayattadır. Diyebileceğiniz yegâne şey şudur: bir şahıs 50, 100, 200 yıl yaşayabilir ancak 500 yıl yaşaması uzak bir ihtimaldir. Bu durumda bu türden uzunca bir hayat yaşayabilmenin mümkün veya imkânsız olduğunu gösteren kanıtları ortaya koymalıyız. İmam Muntazar'ın (a.f.) hayatta oluşuyla ilgili olan bu temel noktaya dikkat ediniz. Kim İmam Muhammed el-Mehdi'nin öldüğünü ve bu dünyadan göç ettiğini iddia ediyorsa vefatına ilişkin delil ortaya koymalıdır. Öldüğüne dair delil ortaya koyulmadığı müddetçe hayatta olduğu kabul edilmelidir. Geriye tek bir soru kalıyor. Bu kadar uzun bir müddet hayat sürmek nasıl mümkün olabilir?

 

- Sunucu: İmam Mehdi'ye ilişkin aktardığınız şeylerin hepsi gerçekten tuhaf noktalar barındırıyor. Şöyle ki onlar Mehdi'nin dünyaya geldiğini ikrar ediyor, ancak vefat tarihini belirtmiyorlar.

 

- Evet, hiçbiri ölüm tarihini belirtmemiştir. Ben de meydan okuyorum. O'nun 255 yılında doğduğunu söyledikleri gibi ölüm tarihine ilişkin de bir delil getirsinler.

 

- Bir insanın biyografisinde falanca yılda dünyaya gelmiş ve filanca zamanda da vefat etmiştir şeklinde geçer.

 

- "Kadim ve son dönem ehl-i ilim nazarında haberinin kesildiği, kabrinin ve mekânının bilinmediği kesin hakikatlerdendir. Ancak Şia-i İmamiyye şöyle der…"[8] Yazarın da belirttiği gibi O'ndan artık haber alınamamaktadır. Vefatına ilişkin herhangi bir delil bulunmamaktadır.

 

- Hayatta oluşu meselesine geçelim. İmam Mehdi'nin uzun bir hayata sahip oluşu ve şu anda yaşıyor oluşundan önce uzun ömür sürebilme konusuna geçelim. Acaba Ehl-i Sünnet uleması arasında uzun ömrün imkânını belirten şahsiyetler var mıdır?

 

- Programımız İmam Mehdi'nin ömrünün uzunluğunun ispatlanmasıyla ilgili değildir. Ben sadece değerli izleyicilerden İslam inanç sistemindeki 2000 veya 3000 yıldır bizimle birlikte yaşayan şahısların mevcudiyeti şeklindeki sahih inancı ve hakikati araştırmalarını istiyorum. Aslında bu hakikatin Müslümanların inançlarının bir parçası olup olmadığını incelemeye çalışacağız. Ömürleri en azından 2000 veya 3000 yıl olan hayat sahibi insanların varlığına inanmanın Müslümanların inançlarının bir cüzü olup olmadığını ele alacağız. Mehdi'nin uzun bir ömre sahibi olduğu konusunu şimdilik bir kenara bırakalım. Uzun ömür İmam Mehdi'nin (a.f.) dışında başka kişiler için açıkça dile getirilmiş ve uzak görülmemişken O'nun için imkânsız sayılmaktadır bazıları tarafından.

 

Sizleri uzaklara götürmeyeceğim. Ben sizleri İbn Teymiyye'ye götüreceğim. O İmam Mehdi meselesini ele alırken bu inancı bir vehim, hurafe, masal ve akıllı birisinin kabul edemeyeceği bir inanç olarak nitelendirmişken başka bazı kimselerin uzun ömürlülük konusunu nasıl değerlendirdiğini ele alalım.

 

Şeyhülislam İbn Teymiyye Mecmuu'l-Fetava adlı eserinde şöyle der: Çünkü Deccal hakkında doğru görüş O'nun Hz. Peygamber döneminde hayatta olduğu, günümüze kadar hayatını sürdürdüğü ve henüz çıkmadığı, şu anda da bir adada yaşadığı şeklindedir.[9]

 

Konu Deccal'ın ahir zamandaki zuhurudur. O, İmam Mehdi (a.f.) ile birlikte zuhur edecektir. Buna göre Deccal, İmam Mehdi'den yaklaşık olarak 250 yıl önce mevcuttu.

 

Size ibareyi ikinci defa okuyayım. Cessase de bu şekildedir.[10] Deccal'ın kendisi için casusluk görevini yerine getiren bir de casusu vardır. Deccal için casusluk yapan bir varlıktır. Bunlar hurafe ve masal olmuyor ve akıl bunları kabul ediyor da İmam Mehdi'nin uzun ömürlülüğü hurafe ve masal oluyor ve akıl tarafından da kabul edilemiyor!

 

Soru; eğer hicretin başlangıcında doğduğunu kabul edecek olursak günümüze kadar yaşadığına göre kaç yaşında olmuş oluyor? Eğer hicretten önce yaşadığını varsayacak olursak varın siz düşünün.

 

- 1420 ve 1430 yaşında.

 

- Hıristiyan olan şahıs (Temim-i Darî) Deccal'ı Müslüman olmadan önce görmüştür. Hıristiyan'ın Müslüman oluşu Deccal'ı görüşünden çok sonradır. Kaç yaşında olduğunu bilemiyoruz. Bu meselenin dayanağı sadece tek bir hadistir. İbn Teymiyye tek bir kişiden değil iki kişiden bahsetmektedir, Cessase ve Deccal. Bu rivayet çok uzundur. Ancak konunun anlaşılabilmesi için okumak zorundayım. 

 

İmam Müslim, Sahih'inde şöyle rivayet etmektedir: “Amir İbn Şurahbil'in rivayet ettiğine göre kendisi Dahhak İbn Kays'ın kız kardeşi ve ilk muhacirlerden olan Fatıma bint Kays'a sormuştur. Bana, başkasına isnat etmeyeceğin doğrudan Resûlullah'tan (s.a.a.)  duyduğun bir hadisi zikret, dedim. Fatıma binti Kays (r) ‘Sen istersen ben bunu yaparım' dedi.

 

Ben de ‘Evet, yap' dedim. Fatıma binti Kays (r) şöyle anlattı: Kureyş gençlerinin hayırlılarından Mugire'nin oğlu beni nikâhladı… Resûlullah'ın münadisinin sesini işittim ‘Haydin toplayıcı olan namaza' diyordu. Hemen mescide çıktım ve Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte namaza durdum. Cemaatin arkalarına gelen kadın safındaydım. Resûlullah (s.a.a.) namazı bitirince gülerek minbere oturdu. Herkes namaz kıldığı yerde kalsın! buyurdu. Sonra ‘Sizi neden topladığımı biliyor musunuz?' diye sordu.

 

Cemaat ‘Allah ve Resulü daha iyi bilir' dediler.

 

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu ‘Allah'a yemin olsun ki sizi bir sevinç yahut bir korkudan dolayı toplamadım, ancak Temim ed-Darî, Hıristiyan idi, geldi biat edip Müslüman oldu. Benim size Mesih-i Deccal hakkında anlattıklarıma uygun bir olay anlattı. Temim Ed-Darî şöyle anlattı: Ben, Lahım ve Cuzam kabilelerinden otuz kişiyle deniz yolculuğuna çıkmıştım. Dalgalar bir ay boyunca bizimle oynadı. Sonra güneş batımına yakın bir zamanda gemi denizde bir adaya yanaştı. Geminin kayıklarına binerek adaya çıktık. Derken karşımıza çok saçlı, kıllı bir hayvan çıktı. Kılının çokluğundan önü neresi, arkası neresi anlayamadık.

 

Ona ‘Vay sana! Sen de kimsin?' diye sorduk.

 

O ‘Ben Cessase'yim' dedi.

 

‘Cessase nedir?' diye sorduk.

 

O yaratık ‘Ey kavim! Şu manastırdaki adama gidin! O sizin haberinizi şevkle beklemektedir' dedi. Temim diyor ki: Bize adamı söyleyince onun şeytan olmasından korktuk. Hızlıca ona gittik, manastıra girince bir de baktık ki, cüsse bakımından en büyük insan, elleri birleştirilmiş vaziyette boynuna sıkıca bağlı, diz kapağı ile topukları arasında demirler vardı. Ona: ‘Vay sana! Sen de kimsin?' diye sorduk.

 

O ‘Siz benim haberimi aldınız. Söyleyin siz kimsiniz?' dedi.

 

BizlerBiz Araplarız, bir deniz yolculuğuna çıkmıştık' dedik.

 

O ‘Ümmilerin Nebisinden haber verin, ne yaptı?' diye sordu. Biz ‘Mekke'den çıktı, Yesrib'e yerleşti' dedik.

 

O ‘Araplar O'nunla savaştı mı?' diye sordu.

 

Biz ‘Evet' dedik.

 

O ‘Onlara ne oldu?' diye sordu.

 

Biz, kendisine karşı gelen Araplara üstün olduğunu ve O'na itaat ettiklerini haber verdik.'

 

O ‘Öyle mi oldu?' dedi. Biz ‘Evet' dedik.

 

O ‘O'na itaat etmeleri kendileri için hayırlı olur. Ben size kendimden haber vereyim: Ben Mesih-ü Deccal'im, bana çıkmam için izin verilmesi yakındır' dedi." [11]

 

Haşiyede şöyle geçiyor: “Cessase olarak isimlendirilmesinin nedeni Deccal için casusluk amaçlı olarak haberleri araştırmasıdır. Abdullah İbn Amr İbn el-As'dan rivayet edildiğine göre Cessase, Kur'an'da adı geçen Dabbetü'l-Arzdır.”[12]

 

Öyle anlaşılıyor ki İbn Teymiyye bu rivayetin sahihliğine inanıyor. Müslüman olan bu Hıristiyan'ın kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz. Olay hicretten kaç yıl önce gerçekleşmişse bunu da Cessase'nin ömrüne eklemek gerekiyor. Hadiste Mesih-i Deccal kavramı geçiyor. Mesih-i Hak ve Mesih-i Deccal adında iki Mesih bulunmaktadır. Rivayetten anlaşıldığına göre Temim ve arkadaşları bir ay boyunca dalgaların arasında kalmışlar. Nihayet bu dalga kendilerini bir adaya sürüklemiş. Temim manastırda büyük ve uzun boylu bir adama rastladıklarını belirtiyor fakat boyu ne kadar kestiremiyoruz, 20-30 metre uzunluğunda ya da ne kadarsa bilemiyoruz! Bu büyüklükte bir adamı nasıl bağlayıp çözebilmişler anlamadım. Ama rivayette bu insanın şiddetli bir şekilde bağlanmış olduğu belirtiliyor. Temim ve arkadaşları bu dev insana başlarından geçenleri anlatmışlar. Rivayetten öyle anlaşılıyor ki söz konusu şahıs peygamberler hakkında da bilgi sahibidir. Gayb ilmine sahip olduğunu da çıkartabiliyoruz. Çünkü Arapların Hz. Resûlullah ile savaşmasından bahsediyor. Ayrıca rivayetten zuhur etmeyi beklediğini anlayabiliyoruz. İbn Teymiyye de bu hadise dayanarak zuhur etmeyi beklediğini söylüyor. Hem de bu rivayet Müslim gibi, kimilerince en sahih hadis mecmuası kabul edilen bir kaynakta geçiyor.

 

- Yaklaşık olarak bin yaşında.

 

- 1400 yıl.

 

Rivayete devam edelim: Bana çıkmam için izin verilmesi yakındır. Çıkarım ve yeryüzünde dolaşırım. Kırk gecede girmediğim hiçbir belde bırakmam. Ancak Mekke ve Taybe hariç! O iki belde bana haramdır, dedi.[13]

 

Bu hadisin kaynaklarına ulaşmak isteyen aziz dostlar için söyleyeyim. Hadisin Sahihü Müslim'de geçiyor olması yeterlidir. Çünkü Sahihü Müslim Ehl-i Sünnet nezdinde Buharî ile birlikte en sahih kaynaklardandır.

 

Hangi kaynaklarda geçtiği Müsnedü'l-İmam Ahmed'de belirtilmektedir.

 

Allame Arnavut hadisin geçtiği kaynakları şöyle sıralar: Bu rivayet sahihtir. Taberanî, İbn Ebu Şeybe, Ebu Davud, Acuri, Müslim, İbn Mende, Ebu Amr ed-Danî, Tayalisî vd…[14]  hadisi nakleden onlarca kaynak arasındadır.

 

Bazı dostlar elimizde bir tek bu örnek vardır, diyebilir. Hayır dostlar! Bunlar Hz. Hızır'ın ve Hz. İsa'nın (a.s.) da hayatta olduklarına ve Hz. İsa'nın asılmadığını inanmaktadırlar. Seyyidim bu nerede geçiyor diyebilirsiniz. Onlarca kaynakta geçiyor.

 

İbn Teymiyye şöyle diyor: 

 

Soru; acaba Hz. Hızır (a.s.) peygamber midir ve hala hayatta mıdır? Cevap: Hz. Hızır hayattadır.

 

Soru; Allah'ın Peygamberi Hz. İsa'nın durumu hakkında tartışan iki kişi hakkında…

 

El-cevap: Sahih hadiste geçtiği üzere O içinizdedir ve hayattadır…[15]

 

Dahası var. İbn Kayyım el-Cevziyye, Hidayetü'l-Heyara fi Ecvibeti'l-Yehudi ve Nesara adlı eserinde şöyle diyor: Allah-u Teala O'nu kendi katına müeyyed ve mansur olarak yükseltmiştir. Düşmanlar O'na silahlarıyla zarar veremedikleri gibi elleriyle de kendisine eziyette bulunamayacaklardır. O (c.c.) İsa'yı (a.s.) kendi katına yükseltmiştir. İlerde Mesih-i Deccal ve bağlılarından intikam almak için O'nu yeryüzüne geri gönderecektir.[16]

 

İmam Nevevî ise Şerhü'n-Nevevi adlı eserinde şöyle demektedir: Hz. Hızır'ın Faziletlerinden Bir Bölüm

 

Ekser ulemaya göre Hz. Hızır (a.s.) hayattadır ve aramızdadır. Sufiler, salah ve marifet ehli ise bu konuda ittifak etmişlerdir. Görüldüğüne dair rivayetler, O'nunla bir araya gelip kendisine soru sordukları, sorularına cevapları aldıkları, mukaddes yerlerde bulunduğuna dair haberler sayılamayacak kadar çoktur, gizlenilemeyecek kadar şöhret kazanmıştır.

 

Şeyh Ebu Amr ise şöyle der: O cumhur-u ulemanın, salihlerin nezdinde hayat sahibidir ve şu anda da yaşamaktadır. İnsanlar da bu konuda onlar gibi düşünmektedirler. Şu an hayatta olmadığını söyleyen görüş ise şazdır.[17]

 

Hz. İsa (a.s.) göktedir ve hiçbir kimse O'nu göremezken, Hızır ile bir araya gelinebilmekte ve kendisiye görüşülebilmektedir.

 

Fetava el-Lecnetü'd-Daime adlı eserde ise şöyle demektedir: Soru; O'nun hayatta oluşu bir inanç ilkesi midir değil midir? Kitap ve Sünnet'ten elde edilen çeşitli deliller Hz. İsa'nın öldürülmediğine ve asılmadığına delalet etmektedir.[18]

 

- Uzun yıllar ömür süren başka şahıslar hakkında konuşuyorlar. Acaba bu bir akide midir?

 

- İzleyicilerden birisi şöyle soruyor: Mesih konusunda Müslüman'ın taşıması gereken vacip inanç nedir?

 

El-cevap; Hz. İsa hakkındaki sahih inanç selefin O'nun öldürülmediği, asılmadığı ve vefat etmediği şeklindeki akidesidir.[19]

 

Biliyorsunuz bize doğrudan şu soru yöneltiliyor: Eğer İmam Mehdi (a.s.) hayattaysa ve aramızda ise bunun yararı ve hikmeti nedir? Varlığıyla elde edilecek faydalar nelerdir? Ne bir hüküm veriyor, ne sorulara cevap veriyor ne de herhangi bir problemi çözebiliyor diyorlar. Bizler şimdilik bu soruya cevap vermiyor ve şöyle diyoruz: Mehdi konusunu bir kenara bırakınız. Deccal'in sağ ve bağlı olmasının yararı nedir? İsa'nın (a.s.) gökte bulunuyor oluşunun yararı nedir? Hz. Hızır'ın varlığının faydası nedir? Bize cevap veriniz. Bu konuda bize vereceğiniz cevap Mehdi (a.f.) hakkında size vereceğimiz cevabın aynısıdır. Bu konunun taabbüdî olduğunu söylerseniz biz de Mehdi'nin uzun bir ömre sahip olmasının taabbüdi olduğunu söyleriz.

 

- Sunucu: Bizler gece gündüz O'nun zuhur etmesi için dua ediyoruz.

 

- "Niçin hala hayattadır?" diyorlar. Size tek bir cümleyle cevap veriyoruz: Bilmiyoruz! Daha doğrusu cevabını biliyor ve elimizde delillerimiz varsa da şimdi sizinle bu konuyu tartışmıyoruz. Deccal'ın, İsa Mesih'in, Hızır'ın günümüze kadar hayatta oluşu hakkında bize vereceğiniz cevap neyse bizim de size vereceğimiz cevap odur. Eğer bize Hz. Hızır (a.s.) bilginlerle bir araya geliyor, onların sorularına cevap veriyor derseniz biz de size aynı cevabı verebiliriz. Bu konuların taabbüdî olduğunu söylerseniz biz de İmam Mehdi'nin (a.f.) uzun ömrü konusunun taabbüdî olduğunu söyleriz. Mehdi'nin uzun ömrünün hikmeti nedir derseniz, hikmetini Allah biliyor deriz. Allah-u Teala'nın hikmeti bunu gerektiriyorsa "İşittik ve itaat ettik" deriz. Nitekim İbn Teymiyye Deccal ve Cessase'nin hala yaşıyor oluşu konusunda aynı tutumu sergilemiştir.

 

Öyleyse ben size Hüccet'in varlığının delili budur demek istemiyorum. Nitekim bilginlerimiz "Bu görüş aslı astarı olmayan bir şeydir, uzak bir olasılıktır" gibi sözlerin önünü kesmek için böyle cevap vermişlerdir.

 

Tarihte geçen bir kişinin katıldığı bir savaşta 40 kişiyi öldürmesi hakkında "Uzak bir olasılıktır" dersin. Ancak bu olay senin gözünün önünde gerçekleşse ve özel bir güce sahip olan bir kişi 40 kişiyi gözünün önünde öldürse  "Bu uzak bir ihtimal değildir. Çünkü ben kendi gözlerimle gördüm" dersin.

 

Azizler hakikatin kavranabilmesi için somut örnek vermek ve bir olaya işaret etmek istiyorum. İbn Teymiyye ahad habere dayanarak Deccal'ın hayatta olduğunu kabul ediyor. Ancak konu İmam Mehdi olduğunda -ki konu hakkında birçok rivayet bulunmaktadır- "Bu akıllı insanların kabul edebileceği bir şey değildir, bu bir hurafedir, aklınızı peynir ekmekle mi yediniz?" diyor. Anlayamıyorum, televizyon kanallarına çıkan birçok kişi "Gelin aklın hakemliğine baş vuralım, aklınızı peynir ekmekle mi yediniz?" diye Şiilere tavsiyede bulunuyor. Biz mi akla dayanıyoruz yoksa Allah'ın Kitabı'ndan sonra en sahih sayılan iki kitaptan birisinde geçen bir rivayete dayanarak bir yaratığa inanan sizler mi akla dayanıyorsunuz? Sizler bu tür şeylere iman ediyorsunuz. Ancak bizler delillerle kesinleşmiş Ehl-i Beyt'in On İkinci İmamının hayatta olduğuna inandığımızda bizi hurafelere ve masallara uymakla itham ediyorsunuz.

 

- Irak'tan Muhammed kardeş hatta buyurunuz.

 

- Ebu Muhammed: Selamun aleykum, Seyyid Kemal Haydari Bey'e iki sorum var. İlk soru İmam Mehdi'nin (a.s.) uzun ömrüyle alakalıdır. Acaba Allah-u Teala insana binlerce yıl ömür vermeye kadir midir? Eğer buna kadir ise şöyle bir soru ortaya çıkıyor. Allah-u Teala'nın bu uzun ömrü Hz. İmam Mehdi'ye değil de Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) vermesi gerekmez miydi?

 

- Bu konuya henüz geçmedik. Ben şu an İmam Mehdi'nin (a.f.) uzun ömrünü ele alıyor değilim ki niçin bu uzun ömür Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) verilmedi şeklinde varsayımsal bir soruyla karşı karşıya kalayım ve bu soruya cevap yetiştirmeye çalışayım. Bu varsayımsal sorunun cevabı bilemiyorum. Ancak delil bu görüşü kabul etmemizi zorunlu kılıyor.

 

- Ayrıca karşımızda nass da bulunmaktadır.

 

- Hz. Nuh (a.s.) 950 yıl ömür sürdü. Hz. Nuh (a.s.) niçin bu kadar yaşadı? Bunlar farazî sorulardır.

 

- Sizlere teşekkürlerimizi sunuyoruz Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler. Yarın akşamki "el-Mutarahatün fi'l-Akide" programında buluşmak ümidiyle. Sizleri Allah-u Teala'ya emanet ediyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu. Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır.

 

  

 



[1] İsmail bin Ali bin Mahmud el-Malik el-Muayyed İmadüddin, Tarihü Ebi'l-Fida el-Muhtasar fi Ahbari'l-Beşer, c. 1, s. 361, Talik Mahmud Eyyub.

[2] Hafız Şihabüddin Ahmed bin Ali bin Muhammed el-Askalanî, Lisanü'l-Mizan, c. 2, s. 460, Edisyon Allame Abdülfettah Ebü'l-Gudde, Darü'l-Beşairi'l-İslamiyye.

[3] İmam Şihabüddin Ebü'l-Felah Abdülhay İbn İmad el-Hanbelî, Şezeratü'z-Zeheb fi Ahbari Men Zeheb, c.3, s.282, Tahkik Abdülkadir Arnavut, Darü İbn Kesir, Dımeşk-Beyrut.

[4] Age, agy.

[5] Şerif Enes el-Kütübî el-Hasenî, el-Usul fi Zürriyeti'l-Bidati'l-Betul, s. 98.

[6] Takiyüddin Ahmed İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye fi Nakzi Kelami'ş-Şia, c. 2, s. 576, Tahkik Muhammed Reşad Salim, Darü'l-Fazilet,

[7] Age, c.1, s.76

[8] Age, agy.

[9] Ahmed İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava, Hadimü'l-Haremeyn basımı, c. 4, s. 338

[10] Age, agy

[11] Ebü'l-Huseyn Müslim İbn Haccac el-Kuşeyrî en-Nisaburî, Sahihü Müslim, c. 4, Kitabü'l-Fiten ve Eşrati's-Saat, 24. Bab, Cessase Kıssası Babı, Hadis No: 2942 Tahkik Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefî el-Eserî, Darü'l-Hayr

[12] Age, agy.

[13] Age, agy.

[14] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 45, s. 59 Tahkik Şuayb el-Arnavut,

[15] Mecmuu'l-Fetava, c. 4, s. 332

[16] İbn Kayyım el-Cevziyye, Hidayetü'l-Heyara fi Ecvibeti'l-Yehudi ve Nesara, s. 384

[17] Muhyiddin İbn Nevevî, Şerhü'n-Nevevî ala Sahihi Müslim, c. 15, s. 133

[18] Fetava el-lecnetü'd-Daime li'l-buhusi'l-İlmiyye ve'l-İfta, c. 3

[19] Age, c. 3, s. 330, 6236 no.lu fetva.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net