Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (45)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (45)
İbn Arabî Futuhatü’l-Mekkiye'de şöyle diyor: "Allah-u Teala O'na (Mehdi'ye) öğretecektir. Hadis-i nebevî 'O benim eserime uyar ve hataya düşmez' buyurmaktadır. O’nun kendisine uyulan ve masum olduğunu öğrendik. Masumiyet ancak hükümde yanlışa düşülmediğinde bir anlama sahiptir.Hz. Resulullah’ın (s.a.a.) verdiği hükümde yanlışlık vardır denilemez."

 

 

- Değerli izleyiciler es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. "Utruhatü'l-Mehdeviyet" programının yeni bir bölümüne hoş geldiniz. Seyyid Haydari Bey sizler de hoş geldiniz. Seyyidim, önceki programda Mehdilik konusu özelinde Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Beyt Okulu arasında görüş ayrılığının gerçekleştiği bazı hususlara değindiniz. Acaba bu konuda başka görüş ayrılıkları var mı?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Geçen programda bu konuda görüş ayrılığının gerçekleştiği iki asıl noktaya değinmiştik. Mehdilik konusu dinî ve akidevî manzumenin zaruriyatından sayılıyor. Bir diğer ifadeyle Mehdilik inancının kabul açısından tartışılabilirliği bulunmamaktadır. İslamî düşüncenin müsellem hakikatlerindendir. Hatta bu inancın bütün semavî-ilahî şeriatlerin hakikatlerinden olduğunu söyleyebiliriz.

 

Geçen programda ele aldığımız ilk nokta, yeryüzünün zulüm ve haksızlıkla dolmasının ardından onu adalet ve hakkaniyetle doldurmak için zuhur edecek olan Mehdi'nin (a.f) vereceği hükümlerin niteliğiydi. O bazen yanılıp bazen de doğruya ulaşan bir müctehid gibi mi hükmedecektir yoksa vereceği hükümler heva ve hevesinden konuşmayan, kelamı mutlak vahiy olup yanılgıya düşmeyen Resulullah'ın (s.a.a.) verdiği hükümlerle özdeş midir? "O heva ve hevesinden konuşmaz" ayetinde geçen "konuşmaz" buyruğunun sadece sözsel ismete delalet etmediğini defalarca belirtmiştik. Ayette sadece masumiyetin konuşma boyutuna yönelik bir tatbik söz konusudur. Ayet aynı şekilde Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) heva ve hevesine dayanarak herhangi bir eylemde bulunmayacağını dolaylı yoldan belirtmektedir. Bundan dolayıdır ki Allah-u Teala "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (3/Al-i İmran/31) buyurmaktadır. Hz. Resulullah'a (s.a.a.) tabi olan Allah tarafından sevilir. Eğer biz Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) bir eylem veya takririnde hataya düştüğünü varsayacak olursak "O'na ittiba etmek vacip değil, hatta hata durumunda bu caiz olmaz" bile diyebiliriz. Allah-u Teala'nın hayasızlık ve kötülükleri yasaklarken hataya uymayı emretmesi mümkün müdür? Bu durum ise mutlak olarak hakka yani Resulullah'a ittibayı ortaya koymaktadır.

 

Biz konuyu Ehl-i Beyt penceresinden ele almıyoruz. Açık şekilde ispat ettiğimiz ve hakkında ittifakın bulunduğunu ortaya koyduğumuz gibi bu imamın ismi Muhammed'dir. Acaba Resulullah'ın (s.a.a.) müjdelediği On İki İmamın ve halifenin sonuncusu Mehdi-i Muntazar'ın verdiği hükümler bazen yanılıp bazen doğruya ulaşan müctehidin hükmü mesabesinde mi yoksa yanılgı taşımayan Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hükmü mesabesinde midir?

 

El-cevap; Ehl-i Beyt Okulunun inancına göre Mehdi-i Muntazar'ın hükmü Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hükmü ile özdeştir. Nasıl ki Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) verdiği hükümlerde hataya yer yoksa İmam Mehdi'nin verdiği hükümlerde de hataya yer yoktur. İbn Arabî (h. 638), bunu Futuhatü'l-Mekkiye adlı eserinde belirtmektedir. O şöyle diyor: "Allah-u Teala O'na öğretecektir… Hadis-i nebevî 'O benim eserime uyar ve hataya düşmez' buyurmaktadır. O'nun kendisine uyulan ve masum olduğunu öğrendik. Masumiyet ancak hükümde yanlışa düşülmediğinde bir anlama sahiptir. Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) verdiği hükümde yanlışlık vardır denilemez. Bu imamın hükmü de Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) verdiği hükümdür. O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahiyden başka bir şey değildir.'(53/en-Necm/3-4)"[1]

 

Öyleyse Şeyh İbn Arabî'nin ifadelerinden bu anlam açıkça anlaşılmaktadır. Gerçi "Seyyidim Şeyh İbn Arabî'nin bütün Müslümanlar nezdinde bir makbuliyete sahip olduğunu söylemek imkansızdır" denilebilir. Bu söz doğru olsa da tüm Müslüman bilginlerin ittifakla kabul ettiği bir âlim hemen hemen mevcut değildir zaten. Mesela Vehhabiler ve diğerleri Şeyh İbn Teymiyye hakkında "şeyhülislam" tabirini kullanmaktalar. Acaba İbn Teymiyye tüm İslam uleması nezdinde makbul müdür? Hayır asla! Eşariler ve Mutezile onların bu kabullerini reddetmektedir. İmamiyye de hakeza. Sufiler ve arifler de İbn Teymiyye'yi kabul etmemektedir. Zeydiyye, İbaziyye de reddetmektedir. Öyleyse bütün Müslüman bilginlerin ittifakla kabul ettikleri bir bilgin bulunmamaktadır. Hatta İbn Arabî İbn Teymiyye'ye nazaran tesir ve kabul bakımından daha etkilidir dahi denilebilir.

 

Azizlerim bir noktaya değinecek ve bu konuyu geçeceğim. Şeyh Muhyiddin İbn Arabî Müslümanlar, özellikle Afrikalı Müslümanlar nezdinde büyük bir makbuliyete sahiptir. Bunlar Şeyh İbn Arabî'nin Futuhat ve Fusus'daki kültürüne inanıyorlar. Ben sizlerden İmam Mehdi'nin şahsiyetini İbn Arabî'nin kültüründen ve eserlerinden tanımanızı istirham ediyorum. Tabi ki İbn Arabî ile İbnü'l-Arabî'yi birbirinden ayırt etmek gerekiyor. İlki meşhur mutasavvıf Muhyiddin İbn Arabî'dir. İkincisi ise Kadı Ebubekir İbnü'l-Arabî'dir. Ben konuyu Ehl-i Beyt Okulunun yararlanacağı bir noktaya çekmek istemiyorum. Ben sadece Şeyh İbn Arabî'nin İslam dünyasındaki yüz milyonlarca muhibbinden bu kişinin kitaplarına müracaat etmelerini istirham ediyorum. Bakınız o ne diyor:

 

"Bu ümmetin 12 kutbu vardır. Ümmetin ekseninde bu 12 kişi vardır. Nitekim dünya ve ahirette cismî âlemin ve cismanî âlemin ekseninde 12 burç vardır. Allah-u Teala onları vekil kılmıştır… 12 kutba gelince onlar peygamberlerin kalpleri üzere yaşarlar."[2]

 

- Sunucu: Sufî terminolojiyi kullanıyor.

 

- Bu ifade Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan "Halifeler benden sonra 12 kişidir", "Emirler benden sonra 12 kişidir", "İmamlar benden sonra 12'dir" hadislerinin aynısıdır. İlim ehlinin de belirttiği gibi terminolojinin kullanımı noktasında herhangi bir müşkil yoktur ve isteyen istediği terminolojiyi kullanabilir. Allah katında ayların sayısı on iki tane olduğu gibi imamların sayısı da on ikidir. Pasajda geçen "peygamberlerin kalpleri" ifadesi hakikati ifade eden tasavvufî ve irfanî bir terimdir. Yani bu kutupların her birisinde peygamberlerin sıfatlarından bir sıfat bulunmaktadır. İbn Arabî daha sonra on iki kutbun sonuncusunun derecesini, makam ve faziletini açıklamaya başlar ve şöyle der:

 

"O hüküm bakımından kutupların en kâmilidir. Allah-u Teala zahir ve batın suretlerin arasını kendisi için cem etmiştir.  O zahirde kılıçla kıyam edecek olandır ve Allah-u Teala'nın halifesidir. Ali b. Ebu Talib'in Berae Suresini müşriklere okuma görevinde Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a.) naibi oluşu gibi bu kutub da Hak Teala'nın halifesi olacaktır. Bu kutuplar cemaatinde, kutupluğun gerektirdiği bütün şeyler bulunacak ve kutuplukla çelişen hiçbir şey olmayacaktır… Ben O'nun (Mehdi'nin) kimliğini söyleyemem. Zira bundan nehyolundum. Bu insan Hak Teala'nın naibidir."[3]

 

12. kutub Mehdi-i Muntazar'dır. Batın, o esnada batın olup ilerde ortaya çıkacak olan şeydir. Pasajda dikkat çeken diğer bir nokta İbn Arabi'nin "halifetullah" tabirini kullanmasıdır. Bu O'nun ümmet tarafından şurayla veya ehl-i hal ve'l-akd tarafından seçilmeyeceği anlamına geliyor. Değerli izleyiciler "el-Mutarahatün fi'l-Akide" programının önceki bölümünde de bu hakikate işaret etmiştik. Kutupluğun gerektirdiği tüm şeyler onlarda mevcuttur. Bütün peygamberlerin hilmini izhar ediş, adaleti ikame etme, yeryüzünü adaletle ve hakkaniyetle doldurmayı gerçekleştirme görevi O'na verilmiştir. Peygamberler bu görevi belirli bir yerde ve mekanda gerçekleştirmiştir. İbn Arabî, İmam Mehdi'nin ismini açıklama noktasında kendisine bir yasağın konulduğunu belirtiyor. Bizim nasslarımızda da bazı koşullarda O'nun ismini zikretmenin yasak olduğu geçiyor. Önceki programda İmam Mehdi'nin Allah-u Teala'nın -Resulullah'ın değil- halifesi olduğunu ifade eden sahih rivayetleri okuduk. Tabii ki bu İmam Mehdi'nin Hz. Resulullah'ın halifesi olmadığı anlamına gelmiyor. Sadece konumunun yüceliğini belirtmek için Allah'ın halifesi ifadesi kullanılmıştır.

 

İbn Arabî'nin kültüründe ve eserlerinde İmam Mehdi'nin büyük bir önemi vardır. Allah-u Teala bize tevfik ihsan ederse Futuhat'ta geçen "Hz. Resulullah (s.a.a.) tarafından müjdelenen ve Ehl-i Beyt'ten olup ahir zamanda zuhur edecek olan İmam Mehdi'nin vezirlerinin konumunun tanınması hakkında bir bölüm" başlığıyla ilgili olarak müstakil bir program yapabiliriz.[4] Bu programda Mehdi'nin ve vezirlerinin kimler olup hangi özelliklere sahip olduklarını vb. incelemeye çalışırız.

 

Azizler bu açıklamalara göre İmam Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hükmüyle hükmedecektir. Nasıl ki Hz. Resulullah (s.a.a.) hüküm verirken hataya düşmeyecekse O da hükmünde hata etmeyecektir.

 

İkinci husus ise bu akşamki programımızın konusu olan İmam Mehdi-i Muntazar'ın hayatı meselesidir. O'nun hayatta olup olmadığı hakkında şiddetli görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Sizler de biliyorsunuz ki Ehl-i Beyt Okulu Hz. Mehdi'nin Allah-u Teala kendisine zuhur etme izni verinceye kadar yaşayacağına ve rızıklandırılacağına inanmaktadır. Bu yönelimin karşısında da O'nun yaşamadığına, henüz dünyaya gelmediğine, şu an mevcut olmayıp ilerde dünyaya gelerek zuhur edeceğine inananlar vardır. Kanaatimce bu husus çerçevesinde incelenmesi gereken iki husus var. Genellikle bunlar birbirine karıştırılmakta ve bu konular gözden kaçırılmaktadır.

 

İlk incelenecek nokta Ehl-i Beyt Okulunun inancına göre 11. İmam olarak kabul edilen İmam Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) Muhammed Mehdi isminde bir oğlunun olup olmadığı konusudur.

 

İkincisi, eğer böyle bir oğlu var idiyse bu kişi şu an yaşıyor mu yoksa vefat mı etmiştir?

 

Genellikle bu iki nokta birbirinden ayırt edilmemektedir. Bu iki konuyu ayrı ayrı ele almamız gerekiyor.

 

Öyleyse kanaatimce bu iki konuyu çok iyi incelememiz gerekiyor. Acaba İmam Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) herhangi bir oğlu var mıydı? Eğer O bir oğla sahip idiyse bu oğul şu an diri midir?

 

- Sunucu: Tabiatıyla burada şu soru kendiliğinden ortaya çıkıyor. Acaba İmam Hasan-ı Askerî'nin herhangi bir oğlunun olduğuna dair elimizde tarihi bir vesika var mıdır, Müslümanların kültüründe bu hususu onaylayan ve ispat eden veriler mevcut mudur?

 

- Azizler, bazı kanallarda, internet siteleri ve kaynaklarda yapılan garazkar çalışmalar ile Şia'nın imamların sonuncusu İmam Mehdi'nin İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlu olduğu şeklindeki inancının bir yanılgı olduğu ispatlanmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmaların amacı İmam Hasan-ı Askerî'nin Mehdi olabilecek bir oğlunun olmadığını ispatlamaktır. Esasında Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) oğlu yok ki O'nun hayatta olup olmadığından bahsedelim diyorlar. Bunlar ikinci konuya ulaşmanın vesilesi olan ilk noktayı temelden inkar etmekteler. Biz O'nun oğlunun mevcut olup olmadığını inceleyeceğimizi belirttik.

 

- Sunucu: Öyleyse mesele en baştan ele alınmalıdır.

 

- Bizler On İkinci İmamın Muhammed b. Hasan-ı Askerî olduğuna inanmaktayız. “Seyyidim İmam Hasan-ı Askerî'nin herhangi bir oğlu olduğuna dair deliliniz nedir?” diye sorulabilir. Bu soruyu sadece Ehl-i Sünnet Müslüman kardeşlerimizin değil Şiilerin de sorma hakkı vardır. İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed adında bir oğlunun olduğuna dair deliliniz nedir? Kimi Vehhabiler veya bazı internet siteleri bu noktayı eksene alarak Ehl-i Beyt Okulunun inançlarında kuşku oluşturmaya çalışıyorlar. Yeterli düzeyde bilgi sahibi olmayan kimseler de oluşturulmaya çalışılan bu kuşkulardan etkilenmektedir.

 

Ben, O'nun bir çocuğu var idiyse nasıl dünyaya geldi veya O'nu biri gördü mü şeklindeki bir konu çerçevesinde konuşmuyorum. Konumuz İmam Hasan-ı Askerî'nin (a.s.) herhangi bir oğlunun olup olmadığıyla alakalıdır. Örnek olması kabilinden şu anda elimizde Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) nasıl dünyaya geldiğine dair tarihi bir vesikanın olmadığını varsayalım. Böyle bir tarihi vesika olmasa dahi Hz. Resulullah (s.a.a.) mevcut muydu değil miydi türünde bir soru ortaya konulsa kesin tarihi belgeler ismi Muhammed olan Allah'ın Resulünün mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Ayrıca niteliğini bilmesek dahi ismi Musa (a.s.) ve İsa (a.s.) olan kişilerin varlığını ortaya koymaktadır. Böyle bir açıklamada bulunmamın gerekçesi şudur: Kimileri veladetin niteliğine ilişkin sahih ve muteber rivayetlerin bulunmamasından hareketle böyle bir doğumun ve böyle bir çocuğun gerçekleşmediği sonucuna ulaşmaya çalışmışlardır. Hâlbuki iki olgu arasında bir zorunluluk bulunmamaktadır. Açıklamalarımın kimlere yönelik olduğunu ehl-i ilim ve iyice düşünenler çok iyi anlamışlardır. Azizlerim, nasıl doğduğunu bilme ve O'nunla görüşenleri tanıma zorunluluğumuz yoktur. Bizler böyle bir şahsın varlığına dair elimizde tarihî veya nesebî bir kanıt olup olmadığını araştırıyoruz. Çünkü her birinin özel bir uzmanlık alanı vardır. Yani benim İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlunun olup olmadığını öğrenmek için gidip bunu tefsircilere sormam anlamsızdır. Ehl-i tefsirin kişilerin nesebini bilme zorunlulukları yoktur. Onların işleri bu değildir. Tarih ve tarihçiler, nesep bilginleri ve nesepler hakkında tahkik erbabı olanların ise bu konu özelinde görüşlerini belirtmeleri gerekmektedir.

 

Bu programda uzman tarihçiler ve nesep bilginlerinin hatta muhakkiklerin İmam Hasan-ı Askerî'nin bir oğlunun olduğu sonucuna ulaşmamızı sağlayan bazı ortak kaynaklarına işaret edeceğiz. Dünyaya gelen bu çocuğun İmam Mehdi olup olmadığını, şu an yaşıyor olup olmadığını, sirdaba (bodruma) girip oradan çıkıp çıkmadığını vs. şimdilik bir kenara bırakıyorum. Bu hususlar şu anki konumuzu da teşkil etmemektedir. Konumuz İmam Hasan-ı Askerî'nin Ehl-i Beyt Dairesini tamamlayan Muhammed adında bir oğlunun olup olmadığı meselesidir. Bu hususu ispatlarken Şia kitaplarına müracaat etmeyeceğim. Zira Şia kitapları bu inanç noktasında mütevatir bilgiler sunmaktadır. Biz konuyu sadece Müslüman bilginler nezdinde makbul olan ve bunu itiraf eden Ehl-i Sünnet kaynaklarından araştıracağız.

 

- Sunucu: Değerli izleyiciler Ehl-i Beyt Okulunun bu inançta olduğunu göz önüne alsınlar. Onlar bir delile dayanarak bu inanca sahiptirler.

 

- İlk kaynağımız neseb bilgini Allame Seyyid Muhammed İbn Hüseyin es-Semerkandî'nin (h. 996) Tuhfetü't-Talib adlı eseridir.

 

Yazar şöyle der: "İmam Muhammed Mehdi

 

İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlu Muhammed'e gelince o Muhammedü'l-Mehdi İbn el-Hasenü'l-Askerî İbn Ali el-Hadî İbn Muhammedü'l-Cevad, İbn Ali er-Rıza İbn Musa el-Kazım İbn Caferü's-Sadık İbn Muhammedü'l-Bakır İbn Zeyni'l-Abidin İbn el-Huseyn İbn Ali İbn Ebu Talib'dir. İmamların on ikincisidir. 255 yılının Şaban ayının ortasında Cuma günü dünyaya gelmiştir. Künyesi Ebü'l-Kasım, lakabları el-Hüccet, el-Halefü's-Salih, el-Kaim, el-Muntazar'dır. Narin burunlu, güzel ve parlak yüzlü, alnı açık bir gençtir. Babası vefat ettiğinde beş yaşında idi. Şiiler O'nun sirdaba girdiğini kabul etmektedirler.”[5]

 

Yani Hz. Resulullah'ın müjdelediği imamların on ikincisidir. Sirdaba girmesi olayı Müslüman bilginler arasında ihtilaf konusudur. Allame es-Semerkandî İmam Askerî'nin bir oğlu olduğuna işaret etmektedir.

 

İkinci kaynak Cemalüddin Ahmed İbn Anbe'nin (h. 828) Umdetü't-Talib adlı eseridir. Yazar İmam Hasan-ı Askerî'yi anlattıktan sonra şöyle der: “Ali el-Hadî'ye gelince lakabı Samerra'da ikamet ettiğinden ötürü el-Askerî'dir. Vefat edinceye kadar Asker'de (garnizon bölgesi) ikamet etmiştir. Geriye nesli devam eden iki çocuk bırakmıştır. Bunlardan biri İmam Ebu Muhammed el-Hasenü'l-Askerî'dir. İmam Askerî büyük bir zühde ve ilme haizdi… O İmam Muhammed el-Mehdi'nin babasıdır. İmam Muhammed Mehdi İmamiyye'ye göre 12. İmam ve Kaimü'l-Muntazar'dır.”[6]

 

İmam Askerî'nin böyle bir çocuğunun olduğuna Umdetü't-Talib de işaret etmektedir. Son iki cümle Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Şia arasında ihtilaflı konulardandır. Bizi ilgilendiren nokta doğumunun kesinliğidir.

 

Ben özellikle neseple ilgili en önemli eserleri toplamaya çalıştım. Yoksa onlarca kaynak mevcuttur. Üçüncü kaynak Damin İbn Şedkam el-Huseynî'nin Muhtasarü Tuhfeti'l-Ezhar adlı eseridir.

 

Eserde soy ağaçları bulunmaktadır:

 

Muhammedü'l-Cevad İbn Ali İbn er-Rıza İbn Musa el-Kazım'ın nesli

 

Muhammedü'l-Cevad Ebü'l-Hasan, oğlu Ebu Muhammed el-Hasenü'l-Askerî, O'nun da oğlu Ebü'l-Kasım Muhammed.[7]

 

Bu bilgiler müsellem hakikatlerdendir. “İsmi ismime uygundur.” Rivayet “Babasının ismi babamın ismidir” diyor, dolayısıyla ismi Muhammed İbn el-Hasan değil Muhammed İbn Abdullah'tır, denilebilir. Bu konuyu inşallah ilerde inceleyecek ve “Babasının ismi babamın ismidir” şeklindeki rivayetlerin sahih olup olmadığını ortaya koyacağız.

 

Dördüncü kaynak Selahüddin es-Safdi'nin el-Vafi bi'l-Vefeyat adlı eseridir.

 

“Askerî, İmam Muntazar'ın babasıdır.”[8] Bu husus müsellem hakikatlerdendir. Araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Biri kalkıp “Hayır Rafızîlerin muntazarıdır” diyebilir. Bu tür itirazların hepsi ikinci konuyla ilgilidir. Şimdiki konumuz ise İmam Askerî'nin böyle bir oğlunun olup olmadığıdır.

 

Bir diğer önemli kaynak İslam tarihçisi İmam Şemsüddin ez-Zehebî'nin Tarihü'l-İslam adlı eseridir.

 

Yazar şöyle diyor: “el-Hasan İbn Ali İbn Muhammed, Şia'nın masum kabul ettiği imamlardan birisidir. Kendisine Samerra'da oturduğundan dolayı el-Hasenü'l-Askerî de denilmiştir. Rafızîlerin Muntazar'ının babasıdır.”[9]

 

Şu anki konumuz el-Muntazar değildir. Yazar da diğerleri gibi İmam Hasan Askerî'nin oğlunun olduğunu söylüyor, oğlu yoktur demiyor.

 

Yazar devamında şöyle diyor: “Oğlu Muhammed İbn el-Hasan'a gelince Rafızîler O'nu el-Kaim ve el-Halef olarak isimlendirmektedirler.”

 

Yazar, İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlu olduğunu bu pasajda açıkça dile getirmektedir. “Hicretin 56 veya 58.[10] yılında (doğrusu 256 veya 258) dünyaya geldi. Babasından sonra 60 yıl yaşadı ve vefat etti. Nasıl öldüğü bilinmemektedir. Nasıl öldüğüne dair bir delil bulunmamaktadır.”[11] Vefat ettiğini nereden çıkardı bilemiyoruz. Aslında bu O'nun hayatta olduğuna ve ölmediğine dair bir delil olarak kabul edilebilir. Ben ilim ehlinin ve tahkik erbabının dikkatlerini şu hususa çekmek istiyorum: İmam Mehdi'nin (a.f.) doğduğuna ve hayat sahibi olduğuna dair kesin delil bulunmaktadır.

 

Bir diğer önemli kaynak Seyyid Yusuf İbn Abdullah'ın eş-Şeceretü'z-Zekiyye adlı eseridir. Eserin sonunda soy ağaçları bulunmaktadır. Eserin bu bölümünde sayfa numaraları kullanılmış değildir.

 

“24. Tablo: İmam Cafer es-Sadık İbn Muhammed el-Bakır'ın nesli. Cafer-i Sadık'ın oğlu Musa el-Kazım'ın oğlu Ali er-Rıza'nın oğlu, Muhammed el-Cevad'ın oğlu Ali el-Hadî'nin oğlu Hasan-ı Askerî'nin oğlu Muhammed el-Mehdi (a.s).”[12]

 

Yazar Muhammed el-Mehdi'den sonrasını zikretmez. Bu da gösteriyor ki İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed adındaki oğlunun neslinin sürmediği tarihçiler, muhakkikler ve nesep bilginleri arasındaki kesin hakikatlerdendir. Bundan dolayıdır ki kendisini Muhammed İbn Hasan el-Askerî'ye nispet edenler hakkında bütün nesep bilginleri bu gerçekliği olmayan bir iddiadır derler. Çünkü Muhammed İbn Hasan'ın evladı yoktur.

 

- Sunucu: Benim bir sorum var. Acaba İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed el-Mehdi adında oğlu olduğunu belirten tüm bu yazarlar O'nun biyografisini yazarken Mehdi'nin vefat ettiğini söylüyorlar mı?

 

- Hiçbir kimse İmam Mehdi'nin öldüğünü söylemiyor. Buna inşallah ilerde değineceğiz.

 

- Peki İmam Mehdi (a.f.) nasıl imam olmuştur?

 

- Bu ayrı bir konu ve o konulara dalmak istemiyorum. Müslüman nesep bilginleri İmam Hasan-ı Askerî'nin Muhammed el-Mehdi adında oğlu olduğunu belirtiyorlar. Dikkatinizi istirham ediyorum, bu çocuğu nasıl olmuş da Mehdi olarak isimlendirmişler? Demek ki bu sadece Şia'nın isimlendirmesi değildir.

 

- Altmış yıl yaşadığını sonra de vefat ettiğini söylüyorlar.

 

- Nasıl öldüğünü bilemiyoruz diyorlar. Bu konuyu inşallah ilerde açıklayacağız. Bu yazarların hepsi farklı farklı görüşlere, yönelim ve ilgilere sahiptir.

 

Bu hakikate işaret edenlerden birisi de Ahmed İbn Yusuf es-Sinanüddin el-Karamanî'nin Ahbarü'd-Düvel ve Asarü'l-Üvel fi't-Tarih adlı eseridir.

 

Yazar şöyle diyor: “Ebü'l-Kasım Muhammed el-Hüccet el-Halefü's-Salih'in zikri hakkında bir bölüm

 

Babası vefat ettiğinde kendisi beş yaşındaydı. Allah-u Teâlâ çocuk yaşta Hz. Yahya'ya (a.s.) hikmet verdiği gibi O'na da hikmet verdi. Yakışıklı, endamı yerinde, parlak yüzlü, ince burunlu, alnı açıktı. Şia'nın iddiasına göre…”[13]

 

Pasaj hakkında değerlendirmeyi okuyuculara bırakıyorum. Pasajın son cümlesine kadar Şia ile Ehl-i Sünnet ittifak halindedir. Son cümleye kadarki olan bölümün sadece Şia'nın iddiası olduğunu kimse söyleyemez. Sonuç itibariyle bu eser de İmam'ın dünyaya geldiğini belirtiyor.

 

Bu hakikate işaret edenlerden bir diğeri de Abdülmelik İbn Huseyn eş-Şafii'nin (h. 1111) Semtü'n-Nucumi'l-Avali fi Enbai'l-Evaili ve't-Tevali adlı eseridir. Abdülmelik eş-Şafii Mekkelidir, tarihçidir ve bir çok eseri vardır.[14]

 

Yazar şöyle demektedir: İmam Hasan-ı Askerî'nin lakapları el-Halis ve es-Serrac'dır. En meşhuru ise el-Askerî'dir. Mutemed'in hilafetinin ilk dönemlerinde Cuma günü zehirletilerek şehid edilmiştir… Geriye Muhammed adında bir oğul bırakmıştır. Bu zat İmam Muhammed el-Mehdi İbn el-Hasenü'l-Askerî'dir. Lakapları el-Huccet, el-Halefü's-Salih, el-Kaim, el-Muntazar, Sahibü'z-Zaman ve el-Mehdi'dir ki en meşhur lakabı budur.[15]

 

Yapılan açıklamalarla şu noktaya vardık: Bu doğan çocuğun ismi Muhammed el-Mehdi'dir. Farklı zamanlarda yaşayan yaklaşık ona yakın kaynak zikrettik ve bunların tümü böyle bir çocuğun varlığı hususunda ittifak halindedir.

 

Galiba bu hakikate işaret eden en önemli kaynaklardan biri çağdaş yazar Şerif Enes el-Kütübi el-Haseni'nin el-Usul fi Zürriyeti'l-Bidati'l-Betul adlı eseridir.

 

Yazar şöyle diyor: Muhammed İbn Hasan el-Askerî… künyesi Ebü'l-Kasım. Babası vefat ettiğinde kendisi beş yaşındaydı. İmam Mehdi hicretin 255. yılında Şaban ayının 15'inde Samerra'da dünyaya geldi. Babası Cuma günü vefat etmiştir. Kimi tarihçiler Askerî'nin oğlunun olmadığını söylemeye çalışmıştır. Bu görüş kayda değmez. [16]

 

Evet bazıları televizyon kanallarına çıkıp İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlunun olmadığını söylemeye çalışmaktadırlar.

 

- İmam Hasan-ı Askerî'nin oğlunun olduğu kesin hakikatlerdendir.

 

- Nasıl ki bir kişinin güneşin varlığını inkar etmesi halinde sözüne itina edilmezse bu konuyu reddedenin görüşüne de güvenilemez.

 

Devamla şöyle der: Hasanü'l-Askerî İbn Ali el-Hadî'nin Muhammed adında bir oğlunun olduğu kesin hakikatlerdendir. Mütekaddimun ve müteahhirun ehl-i ilim nazarında haberinin kesildiği, kabrinin ve yerinin bilinmediği kesin hakikatlerdendir. Ancak Şia-i İmamiyye şöyle der…[17]

 

Meydan okuyoruz şimdi. İmam Mehdi'nin dünyaya geldiği ve doğduğu sabittir, müsellem hakikatlerdendir. Sizler de O'nun öldüğüne dair bir delil getiriniz. Şu an İmam Mehdi'nin sağ olmadığını söyleyen kimse O'nun ölümünü ispatlamalıdır. Öldüğünü ispat edemeyen kimseye O'nun günümüze kadar yaşıyor olmasını uzak görmekten başka çıkış yolu da kalmıyor. Bu ayrı bir konu.

 

Değerli izleyicilerin nezdinde bu şahsın dünyaya geldiğine dair tarihçiler ve nesep bilginlerinin arasında görüş birliği bulunduğu, bunun kuşku duyulmaz bir hakikat olduğu vuzuha kavuşmuştur. Bu hakikatten kalbi hastalıklı veya cahil kimse yüz çevirir.

 

- Ölümüne dair delil bulunmamaktadır.

 

- Bunlar Muhammed b. Hasan bu dünyadan göç etmiştir, vefat etmiştir, diyorlarsa bir delil getirsinler. Hz. Resulullah'ın (s.a.a.), Ali b. Ebu Talib'in, 1. ve 2. halifenin bu dünyadan irtihal ettiklerine dair elimizde delil vardır. Mehdi'nin de bu dünyadan göç ettiğini söyleyen delil getirsin "De ki; doğru sözlülerden iseniz kanıtınızı getirin."

 

- Irak'tan Muhammed kardeş hatta...

 

- Muhammed: Selamun aleyküm, bazıları, özellikle de Vehhabiler İmam Mehdi'nin bir insan olduğunu ve bu insanın da uzun ömrünün…

 

- Azizlerim, değerli izleyicilerin zihinleri uzun ömürle ilgili sorularla ve kuşkularla doludur. Şimdi ele aldığımız konu uzun ömürle alakalı değildir. Sizin soracağınız soru şu olmalıydı: Ey Ehl-i Beyt'in (a.s.) Şiileri, sizler On İkinci İmamın İmam Askerî'nin oğlu olduğunu iddia ediyorsunuz. Hasan-ı Askerî'nin oğlunun mevcudiyetine dair deliliniz nedir? Bizler de bu soruya Ehl-i Sünnet'in çeşitli kaynaklarından cevap verdik ve İmam'ın bir oğlu olduğunu ispatladık. İnsan ömrünün uzun oluşu ayrı bir konudur.

 

- Sunucu: Özetle ben söyleyeyim. Kur'an-ı Kerim Hz. Nuh'un (a.s.) kavmi arasında 950 yıl yaşadığını söylüyor. Hz. İsa'nın göğe yükseltildiğini belirtiyor.

 

- Ben olayı başka bir boyuta çekmek istiyorum. Hz. Nuh (a.s.) kavmi arasında 1000 veya 2000 yıl yaşamıştır. Peki Mehdi'nin bu kadar yaşadığına dair deliliniz nedir? "Mümkünlük kavramı gerçekleşmek kavramından daha geneldir" denilir. Bu meseleler örneklerle çözülecek gibi değildir. Başka bir delile ihtiyaç vardır.

 

- Sorun halledilemeyecek türden değildir.

 

- Doğrudur, sorun halledilebilecek türdendir. Ancak bunun delili Hz. Nuh'un bin yıl ömür sürmesi değildir.

 

- Cezayir'den Kemal kardeş hatta, buyurun.

 

- Kemal: Benim bir sorum var. Ben Sünni bir Müslümanım. Ancak programınızın müdavimiyim. İlmi bir soru ortaya atmak istiyorum. İmamet niçin İmam Hasan'ın soyundan değil de İmam Hüseyin'in (a.s.) soyundan devam etmiştir?

 

- Bu soruya cevap vereyim. Nakzî bir cevap vermek istiyorum. Nübüvvet niçin Hz. İbrahim'in ailesine verildi? Niçin başkalarının soyuna verilmedi? Bu meselelerin cevabı "Allah risaletini nereye has kılacağını bilir" ayeti bağlamındadır. Bu tür meseleleri ben ve sen bilemeyiz. İmametin niçin İmam Hasan'ın değil de İmam Hüseyin'in (a.s.) soyuna tahsis edildiği sorusu Allah-u Teala'ya yöneltilecek bir sorudur. Zira bu seçim ilahîdir, ihtiyarî değildir ki biz "Siz niçin şunu seçtiniz? Biz de bunu seçerdik" densin.

 

Allah-u Teala niçin Kureyş'ten Haşimoğullarını seçti? Resulullah (s.a.a.) "Allah-u Teala Kureyş'ten Haşimoğullarını seçti. Beni de Haşimoğullarından seçti" diyor. Ben sana yüzlerce soru sorabilirim.

 

- Teşekkürler Seyyid Kemal Haydari Bey, sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh.

 

Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır.

 

 

 

 



[1] Muhyiddin İbn Arabî, Futuhatü'l-Mekkiyye, c. 6, s. 62, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye

[2] Age, c. 7, s. 115-6

[3] Age, agy.

[4] Futuhatü'l-Mekkiye, c. 6, s. 62, 366. Bab

[5] Allame es-Seyyid Muhammed İbn Hüseyn İbn Abdullah el-Hasenî es-Semerkandî, el-Medenî, Tuhfetü't-Talib bi Marifeti Men Yentesibu ila Abdillah ve Ebi Talib, s. 54, Tahkik Enes el-Kütübi el-Hüseyni

[6] Cemalüddin Ahmed İbn Anbe, Umdetü't-Talib fi Nesebi Al-i Ebi Talib, s. 347, Mektebetü Cellü'l-Marife ve Mektebetü't-Tevbe, 2.  Basım 1429, Rıyad.

[7] Damın İbn Şedkam el-Huseyni el-Medenî, Muhtasar-ü Tuhfeti'l-Ezhar ve Zulali'l-Enhar fi Nesebi Ebnai'l-Eimmeti'l-Ethar, s. 575, Mektebetü Cellü'l-Marife ve Mektebetü't-Tevbe, 1. Basım 1429, Rıyad.  

[8] Selahüddin es-Safdî, el-Vafî bi'l-Vefeyat, c. 12, s.70 Tahkik ve Edit Ahmed el-Arnavut, Dar-ü İhyai't-Türas, Beyrut, 3352 no.lu tercüme

[9] Hafız Şemsüddin Ebu Abdullah ez-Zehebî, Tarihü'l-İslam ve Vefiyyati'l-Meşahiri ve'l-Alam, c. 6, s. 69, 162 no.lu tercüme-i hal, Darü'l-Garbi'l-İslamiy, 1. Basım 1424

[10] Bir yanlışlık olsa gerek. Doğrusu hicretin 56 veya 58. yılları değil hicretin 256 veya 258. yılıdır.

[11] Age, agy.

[12] El-Livaü'r-Rükun Seyyid Yusuf İbn Abdullah Cemelü'l-Leyl, eş-Şeceretü'z-Zekiyye fi'l-Ensab ve Siyer Al-i Beyti'n-Nübüvve, Mektebetü Cellü'l-Marife ve Mektebetü't-Tevbe, 2. Basım 1423, Rıyad.  

[13] Ahmed İbn Yusuf es-Sinanüddin el-Karamanî, Ahbarü'd-Düvel ve Asarü'l-Üvel fi't-Tarih, c. 1, s. 353, Dirase ve Tahkik  Doktor Fehmi Sa'd ve Doktor Ahmed Hatiyt, Alemü'l-Kutub

[14] Hayrüddin ez-Ziriklî, El-Alam, c. 4, s. 157

[15] Abdülmelik İbn Huseyn İbn Abdülmelik eş-Şafiî el-Isamî el-Mekkî, Semtü'n-Nucumi'l-Avali fi Enbai'l-Evaili ve't-Tevali, c. 4,  

[16] Şerif Enes el-Kütübî el-Hasenî, el-Usul fi Zürriyeti'l-Bidati'l-Betul, s. 98.

[17] Age, agy.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net