Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (42)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (42)
“Bu hadisteki şazlık onlarca şazz örnekten biridir. Bu örnek kör bir taassupla Sahihü’l-Buharî ile Sahih-ü Müslim’in içerdiği tüm rivayetlerin sahih olduğunu söyleyen yeni yetme bazı kimselerin cehaletine delalet etmektedir. Bu grubun karşısında Sahiheyn’in rivayetlerini herhangi bir mihenge vurmayıp sırf akıllarına yatmadı diye reddeden bazı yazarlar bulunmaktadır. Biz hem bunların hem de berikilerin görüşlerini kabul etmiyoruz.”

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla. Hamd Allah'a özgüdür. Salât ve selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine, seçkin sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle selamlıyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. "Utruhetü'l-Mehdeviyye" programının yeni bir bölümünde, "Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi" konusunun kırk ikinci kısmında sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey.

 

- Hoş bulduk.

 

- Programa başlarken önsöz kabilinden belirtmek istediğiniz hususlar var mı acaba?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman ve Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Sahihü'l-Buharî ve Sahihü Müslim adlı iki meşhur hadis mecmuasının üzerinde durmamızın nedeni, Müslümanların bu iki esere, özellikle de Sahihü'l-Buharî'ye kudsiyet izafe etmeleridir. Değerli izleyiciler Buharî'nin eserinin Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en faziletli kitap olduğu yönünde çokça sözler işitmişlerdir.

 

Zihinlere bu ifadeleri kendim uydurduğum şeklinde bir düşünce gelmesin. İşte önümüzde el-Camiü's-Sahih Sahihü'l-Buharî adlı eser.

 

Tacüddin es-Sübkî şöyle diyor: "O'nun el-Camiü's-Sahih adlı eseri Allah'ın Kitabı'ndan sonra İslamî eserlerin en yücesi ve en faziletlisidir… Tasnif açısından en güzeli, telif açısından en sağlamı, en çok doğruyu ve en az hatayı içinde barındıran, yararları en çok içeren, bereket açısından en azametlisi…"[1]

 

Bunun dışında daha nice övgüler. Belki sadece Allah'ın Kitabı hakkında söylenilebilecek övgüler bu eser hakkında söylenmiştir. Onların bu nitelikleri Sahihü'l-Buharî'ye verdiklerini görüyoruz. Bu konuyu uzatmak istemiyorum. Ancak şu noktanın üstünde durmadan geçemeyeceğim: Bizler bu eser Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en faziletli, en sahih ve en dakik eserdir diyorsak onun Allah'ın Kitabıyla uyum içinde olması gerekmektedir. Yani barındırdığı nasslar ve hadisler Allah'ın Kitabı'na aykırı olmamalıdır. Dolayısıyla içerdiği nasslar Kur'an-ı Kerim'de geçen ayetlerle uyum içinde olmalıdır. Değerli izleyicilere Sahihü'l-Buharî'nin açık ve net bir şekilde Kur'an'a aykırı nice rivayet barındırdığını detaylı bir şekilde gösterebilecek vaktimiz bulunmamaktadır. Buharî bu rivayetleri Kur'an'a aykırı olduğu halde hadis mecmuasına almış ve nakletmiştir. Garip olan şudur ki bazıları -herkes demiyorum- Sahihü'l-Buharî hiçbir şekilde hata barındırmıyor diyebilmekteler. Ancak hakikat böyle değildir ve birçok büyük bilgin de Buharî'de hatalı rivayetlerin bulunduğunu belirtmiştir.

 

Buharî'nin Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en sahih kitap olup olmadığını görebilmek için size bir iki rivayet aktaracağım.

 

Rivayet şöyledir: Âişe'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.a.) Mescid'de bir kişinin Kur'an okuduğunu işitti de, Allah şu adama rahmet etsin! O bana şu şu sureden unuttuğum şu şu ayeti hatırlattı, buyurdu." [2]

 

Değerli izleyicilerin dikkatlerini Adil Mürşid'in dipnottaki ifadelerine çekmek istiyorum: “Hadisin orijinalinde geçen "eskattuhunne" ifadesi "nesiytuhunne / unuttuğum ayetler" anlamına gelmektedir.”[3]

 

Âişe'den aktarılan bu nassın açık ifadesi Hz. Resûlullah'ın unuttuğunu, hem de unutulan şeyin Kur'an'ın bazı ayetleri olduğunu söylüyor. Her ne kadar O (s.a.a.) bazı dünyevi şeyleri unutmuştur dense de -ki biz bunu da kabul etmiyoruz- Kur'an'ı unutması bizzat Kur'an'ın kendi açık ifadesine aykırıdır. "Sana (Kur an'ı) okutacağız, sen hiç unutmayacaksın." (87/el-Ala/4) Ancak Buharî surenin birkaç ayetinin Resûlullah tarafından unutulduğunu söylüyor.

 

İkinci örnek; Âişe'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.a.) Mescid'de bir kişinin Kur'an okuduğunu işitti de, Allah şu adama rahmet etsin! O bana şu şu surenin unuttuğum şu şu ayeti hatırlattı, buyurdu."[4]

 

Rivayet açıkça Hz. Resûlullah'ın ayetleri unuttuğunu belirtmektedir.

 

İşte Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en sahih kaynak olduğunu iddia ettikleri Buharî'nin durumu! Bu eser Hz. Resûlullah'ın Kur'an'ı unuttuğunu söylüyor. Sahihü'l-Buharî ve Sahihü'l-Müslim'de Kur'an'a aykırı olan rivayetlerle ilgili bir veya birkaç program yapmak isterdim. Velhasıl Kur'an ile çatışan rivayet reddedilmelidir. Zira böyle bir rivayet, Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sadır olması mümkün olmayan yaldızlı bir sözdür.

 

Geliniz bu kitapta ne tür hadisler, rivayet ve nasslar varmış görmeye çalışalım.

 

Bir diğer örnek;

 

Bize Nuaym b. Hammad rivayet etti ve dedi ki bize Üşeym, Husayn'dan, o da Amr b. Meymun'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: "Cahiliye döneminde zina yapan bir maymunu recmeden (taşlayan) birçok maymun gördüm. Ben de onlarla birlikte o maymunu recmettim."[5]

 

Bu rivayet de kendisine batılın yaklaşamadığı ve Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en faziletli kaynak olan Buharî'de geçmektedir! Evet, onlar Sahihü'l-Buharî'de geçen her şeyin sahih olduğunu açıkça söylüyorlar. Kimsenin aklına bunu benim uydurduğum düşüncesi gelmesin.

 

Allame Abdurrahman b. Nasır'ın düştüğü şu talike bakınız: "Bu, bilginlerin Buharî'nin eserine aldığı tüm rivayetlerin sahih olduğu şeklindeki hükümlerine de aykırıdır. Bu eserde geçen rivayetlerin şüphesiz olarak Buharî tarafından alındığı ise bilginlerin ittifakıdır." [6]

 

Pasaja göre Buharî'de geçen rivayetlerin Buharî tarafından alınıp alınmadığı noktasında kuşku yoktur. Bu ifadelere sadece tek bir cümle eklemek istiyorum. Bu tür konular ve nasslar İmam Buharî'ye göre sahihtir. Onlar Buharî'yi "imamların imamı" olarak nitelendiriyorlar. Buharî'ye göre Gadir, Sekaleyn ve "Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık kimse buğzeder" hadisleri sahih değildir. Ama maymunların zina eden bir maymunu recmetmek için toplanmaları sahihtir.

 

Buharî'de geçen bütün rivayetlerin sahihliğine iman eden kimselerin şaşkınlık ve hayret içinde kaldıklarını ifade ediyoruz. Acaba bu rivayeti nasıl tevil ediyorlar?

 

Bu rivayetin Fethü'l-Barî'deki şerhine müracaat eden kimse şu ifadeleri görür: Belki de bu maymunlar mesh cezasına çarptırılan kimselerin neslinden idiler ve aralarında bu hüküm kalmıştı.

 

Bazıları da şöyle demiştir: İbn Abdülbirr Amr, İbn Meymun kıssasını kabul etmemiştir. Zira rivayetten mükellef olmayan kimselerin zina yapmamak ve zina yapan hayvanlara haddi uygulamakla yükümlü tutulması gibi bir netice çıkmaktadır. Bu da ehl-i ilim nezdinde münkerdir.

 

Henüz Kur'an inmemişti ki recm cezası sabit olsun. Rivayete göreyse bu ceza Cahiliye döneminde maymunlar tarafından uygulanmıştır. Buna göre Kur'an'ın getirmiş olduğu bu hüküm maymunların hükmüydü.

 

İbn Abdülbirr ise hayvanların yükümlü olmadığından hareketle rivayetin sahihliğini inkâr etmektedir. Hayvanların yükümlü tutulması nasıl mümkün olabilir ki! Ayrıca bu hayvanlar zina edeni zina etmeyenden nasıl ayırt edebiliyorlar acaba? Acaba hayvanlarda da sahih ve sahih olmayan nikâh mı var? Ya da maymunların arasında fıkhî akid mi uygulanmakta? Gerçekten gülünç bir tablo! İşte Ehl-i Sünnet nezdindeki en sahih kitap.

 

Değerli izleyiciler şunu bilsinler ki ben Sahihü'l-Buharî'nin bütünüyle kriterden düştüğünü söylemiyorum. Sadece bu kitaba delilsiz bir şekilde nispet edilen kudsiyeti eleştiriyorum. Çünkü Sahihü'l-Buharî'de zikredilmeyi bile hak etmeyecek rivayetler mevcuttur. Bu kitap da diğer kitaplar gibidir.

 

Bundan dolayı bazıları şöyle demiştir: "Bunu bir tek Ebu Mesud zikretmiştir. Belki de bu rivayet Buharî'nin kitabına eklenen rivayetlerdendir."[7]

 

Rivayet Buharî'nin diğer nüshalarında bulunmamaktadır. Bundan dolayı bazı muhakkikler Buharî'nin onurunu korumak gayesiyle bu rivayetin sonradan Sahih'e eklendiğini söylemişlerdir.

 

Hafız İbn Hacer ise bu son iddianın son derece tehlikeli olduğunu belirtir. Zira bu iddia Buharî'deki hangi rivayet kitabın aslından, hangisi değildir tarzında bir kuşkuya yol açar ve dolayısıyla Buharî'nin kriter olma özelliğini düşürür.

 

İbn Hacer şöyle diyor: "Ebu Mesud'un açıklamaları Sahihü'l-Buharî'nin tümüne yönelik güveni ortadan kaldıran temelsiz bir tahayyüldür. Rivayetlerden biri hakkında bu olasılık geçerli olacak olursa aynı şey rivayetlerin hepsi hakkında geçerli olur. Bu durumda da Sahihü'l-Buharî'deki rivayetlere güven kalmaz. Bilginlerin ittifakı ise bu kuşkuya aykırıdır."

 

Yani İbn Hacer diyor ki bu kapı bir açılacak olursa önünü alamayız. Ebu Mesud'un ifadesine usul bilginlerinin diliyle "şüphe-i mısdakî" denilir.

 

Önceki programlarda Buharî'nin ilmî ve dinî emanete ihanet ettiğini ortaya koymuştuk. Yani açık ve net bir şekilde bazı isimler atılmıştı. İşte tam bu noktada "Acaba Sahihü'l-Buharî'deki bütün rivayetlere dayanmak mümkün müdür?" şeklinde bir soru akla takılıyor. Öyleyse Sahihü'l-Buharî hakkında yeni ve ilmî bir kapı açmamız gerekmektedir. Falancanın söylediği her şey hakkında diğer rivayetlere de başvurmamız gerekiyor, ta ki böylece Buharî onun sözlerinde de gizleme yoluna gitmiş mi gitmemiş mi bilebilelim.

 

Önceki programlarda gördüğümüz gibi Buharî Ebu Hüreyre, Semura ve Osman İbn Affan gibi isimleri açık ve net bir şekilde gizlemektedir.

 

Hafız İbn Hacer el-Askalanî'nin işaret ettiği noktaya dayanarak Buharî'deki her bir rivayeti teker teker ele alıp incelemeliyiz. Zira bu rivayetlerin her biri Buharî'nin isimlerle oynadığı veya takdim ve tehir ettiği yerlerden olabilir. Nitekim aziz dostlar muta nikâhıyla ilgili olan rivayetlerden bunu hatırlayacaklardır. Biz onun hadisin bir bölümünü attığını görmüştük. Sizin için bunu kitaplardan, müsnedlerden ve Müslim'den nakilde bulunarak ispat ettik.

 

- İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmek için ehl-i ilme yakışan konuyu tekrar incelemeleridir.

 

- Bizler bu konuyu araştırmacıların ve ilim ehlinin görüşüne bırakıyoruz. Onlar bu tür hakikatlere müracaat etsinler.

 

- Buharî'nin nassların nakli konusunda ilmî emanete ihanet ettiğini ortaya koyan başka kanıtlar bulunmakta mıdır?

 

- Bu programda vaktimizin elverdiği ölçüde üç kanıt daha sunmaya çalışacağız. Gerçi bu hakikati ortaya koyan başka birçok kanıt mevcuttur. Ancak ben bu hakikate işaret etmek için her bir konudan birer örnek seçmeye çalıştım.

 

İşte Sahihü'l-Buharî'de aktarılan hadislerin nakli hususunda Buharî'nin ihanetinin ilk örneği. Ben bu örneğe bir başlık koymayacak ve tanımlamada bulunmayacağım. Nassı okuyunca kimin kastedildiği anlaşılacaktır. Sahihü'l-Buharî'dekinden önce Sahihü Müslim'deki metni sizlere okuyacağım. Rivayeti senediyle birlikte okuyacağım ki Buharî'deki senede tatbik edebilelim.

 

Rivayet şöyledir: “Bize Halid, Ebu Osman'dan naklen haber verdi. O dedi ki: Ziyad'a neseb iddia olunduğu zaman Ebu Bekre'ye rastladım ve kendisine dedim ki: Bu yaptığınız ne­dir? Ben Sa'd b. Ebu Vakkas'ı şöyle derken işittim: Kulaklarım Resû­lullah'ın (s.a.a.) ‘Her kim İslam'da, babası olmadığını bildiği halde babasından başkasını baba olarak iddia ederse ona cennet haramdır' buyurduğunu işitti. Bunun üzerine Ebu Bekre ‘Evet onu ben de Resûlullah'dan (s.a.a.) işittim' dedi.”

 

Haşiyede muhakkik şöyle diyor: “Bu sözün anlamı şudur: Ziyad, bazen Ziyad b. Ebih, bazen Ziyad b. Ümmih diye anılırdı. Kendisine Ziyad b. Ubeyd es-Sekafî de denilirdi. Sonrasında Muaviye onun kendi kardeşi ve Ebu Süfyan'ın gayr-ı meşru çocuğu olduğunu iddia etti. Fakat daha çok Ziyâd b. Ebî Süfyan diye meşhurdur ve Ebû Bekre'nin anne bir kardeşidir.”[8]

 

Yani Muaviye, Ziyad hakkında bir iddiada bulunmuş, onu babası Ebu Süfyan'a nispet etmiş ve dolayısıyla da kendi nesebine katmıştır. Bu rivayet Müslim'in Sa'd b. Ebu Vakkas'tan rivayet ettiği, onun da Hz. Resûlullah'tan bizzat kulaklarıyla işittiği bir hadistir.

 

Geliniz bir de Sahihü'l-Buharî'ye bakalım. O bu konuda ne diyor.

 

Rivayet şöyledir: “Bize Halid'in Ebu Osman'dan, onun da Sa'd'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Ben Hz. Peygamber'in (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: Her kim nesebini babasından başkasına -babası olmadığını bile bile- nispet ederse o kişiye cennet haramdır.”[9]

 

Ziyad'ın nesep olayı rivayetten atılmış ve böylece Muaviye'nin kusuru örtülmeye çalışılmıştır. Hz. Resûlullah'ın kesin sünnetine muhalif olan bu çirkin eylem gizlenmeye çalışılmıştır. Keşke basit bir fiilin üstünü örtmeye çalışsaydın. Ancak sen hakkında Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Şöyle şöyle yapan kimseye cennet haramdır” dediği bir fiili örtmeye çalışıyorsun. Konuyu uzatmak istemiyorum değerli izleyiciler. Bizler Buharî'nin Ümeyyeci bir anlayışa sahip olduğunu, bu dinî atmosferde yetişip bu anlayışı soluduğunu ve Ümeyyeoğullarını savunduğunu defalarca kez belirtmiştik. Fethü'l-Barî'nin hadisin açıklama bölümünde bu kıssaya değindiğini aziz dostlar bilmektedirler. Çünkü olay meşhur olduğundan üstü örtülecek gibi değildir.

 

Allame İbn Hacer hadisi naklettikten sonra olayı olduğu gibi aktarıyor ve Ziyad İbn Ebih ile bağlantılı olduğunu söylüyor. Muaviye, saltanatını güçlendirmek için onu yakınlarının arasına almıştı. Öyleyse bu ilk örnek Emevilerin cinayetlerini ve çirkin eylemlerini örtmeye yöneliktir. Buradan da bize şöyle bir kapı açılıyor. Bazıları “Bahsetmiş olduğunuz Ümeyyeoğulları cinayetlerinin izlerine Sahihü'l-Buharî'de rastlayamıyoruz” demektedirler. Cevabı işte buradadır. Buharî Ümeyyeci bir din anlayışına ve inancına sahiptir. O, Ümeyyeoğullarına zarar verecek şeyi kitabına nasıl alsın ki? Buhari'nin bu özelliğini bilen bu meşum ve tehlikeli metodun bağlılarının “Evet bir şey Buharî'de geçiyorsa kabul ederiz” dediklerini görürsünüz. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki Buharî Ümeyyeoğullarına düşmanlık kokan bir şeyi yazmaz.

 

Öyleyse Buharî'yi okumak isteyen bir kimse bu kitaptan Ümeyyeoğullarının cinayetleriyle ve Haşimoğullarına yaptıkları katliamlarla ilgili her şeyin atıldığı ve yok edildiği hakikatine dikkat etmelidir.

 

Aksine Muaviye'nin yapmaya çalıştığı şeyleri Buharî'de görebilmekteyiz. Yani Ehl-i Beyt'in faziletlerini içeren ve onların menkıbeleriyle bağlantılı olan hiçbir şeyi eserine almamıştır. Kitapta Sekaleyn ve Gadir hadislerine ve benzer birçok hadise dair hiçbir iz yoktur.

 

İkinci olarak vereceğim bu örneği aziz dostların çok iyi analiz etmelerini istiyorum. Sunulan bu rivayet Sahihü'l-Buharî'nin çeşitli yerlerinde geçmektedir.

 

Rivayet şöyledir: “Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'nin haber verdiğine göre Âişe şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hastalığı ağırlaşıp da ağrısı şiddetlendiğinde benim evimde bakılmak üzere hanımlarından izin istedi. Onlar da izin verdiler. Hz. Peygamber (s.a.a.) bir tarafında Abbâs, diğer tarafında da bir zat olduğu halde ayakları yerde sürünerek çıktı.

 

Ubeydullah der ki; ben bu rivayeti Abdullah b. Abbas'a bildirince o ‘Diğer adamın kim olduğunu biliyor musun?' diye sordu.

 

Ben ‘Hayır' diye karşılık verince ‘O şahıs Ali'dir (a.s.)' dedi.”[10]

 

Buharî'ye kim güvenebilir ki? Önceki programlarda sunulan veriler ışığında olaya bakıldığında insan bu tür hadislerden kuşku duymaktadır. Zira o ateşi bazılarına doğru yaklaştırmaktayken bazılarından da uzaklaştırmaktadır. Âişe, Hz. Resûlullah'ın yürümesine yardımcı olan diğer şahsın, yani Ali b. Ebu Talib'in ismini söylemek istemiyor. Rivayet, Buharî'nin çeşitli yerlerinde geçmektedir.[11]

 

Bu rivayet hakkında Sahihü Müslim ne diyor bir de ona bakalım. Buharî'nin bir bölümünü kesmek suretiyle rivayetle oynayıp oynamadığını görebilmek için Müslim'e bakalım.

 

Rivayet şöyledir: “Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud haber verdi ki, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımı Âişe şöyle demiştir: ‘Resûlullah'ın hastalığı ağırlaşıp elemi şiddetlenince benim evimde bakılmak için zevcelerinden izin istedi. Onlar da kendisine izin verdiler. Sonra Resûlullah iki kişi arasında yani Abbâs b. Abdülmuttalib ile başka birinin arasın­da, ayakları yerde sürünerek çıktı.

 

Ubeydullah demiş ki; Âişe'nin söylediklerini Abdullah'a haber ver­dim, Abdullah b. Abbâs bana ‘Âişe'nin ismini söylemediği diğer zatın kim olduğunu biliyor musun?' dedi. ‘Hayır' dedim. İbn Abbas ‘O Ali'ydi' dedi.”[12]

 

Herhangi bir fazlalık bulunmamaktadır. Yani Buharî ve Müslim'in bu hadiste ittifak ettiğini görüyoruz.

 

Geliniz bir de Müsnedü'l-İmam Ahmed'e (c. 40, s. 67) bir bakalım.

 

Rivayet şöyledir: “Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud kanalıyla Âişe'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) Meymune'nin evinde hasta oldu. Benim evimde bakılmak için zevcelerinden izin istedi. Onlar da kendisine izin verdiler. Sonra Resûlullah, Abbâs b. Abdülmuttalib ile başka birinin arasın­da, ayakları yerde sürünerek çıktı.

 

Ubeydullah demiş ki; Âişe'nin söylediklerini Abdullah'a haber ver­dim, Abdullah b. Abbâs bana ‘Âişe'nin ismini söylemediği diğer zatın kim olduğunu biliyor musun' dedi. ‘Hayır' dedim. İbn Abbas ‘O Ali'ydi' dedi.”[13]

 

Gerçekten bir izleyici şöyle söyleyebilir: Âişe neden Abbas'ın ismini zikrediyor da Ali'ninkini (a.s.) anmıyor. Buraya kadar olan bölümde İmam Ahmed'in Müsned'i Buharî ve Müslim ile ittifak halindedir. Ancak bir fazlalık var. Değerli izleyiciler Şuayb el-Arnavut'un değerlendirmesi ile bu fazlalığa dikkat etsinler:

 

Bu hadisin isnadı Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. “Fakat Âişe, Ali'den hoşnut değildi.”[14]

 

Ben bu konuya girmek istemiyorum. Fakat Müsnedü'l-İmam Ahmed'in sarih ifadesine göre Âişe Ali'yi (a.s.) sevmezdi. Allame Arnavut bu rivayetin Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylüyor. Ey Buharî ve ey Müslim sizin kitaplarınız Allah'ın Kitabı'ndan sonra en sahih iki kitap değil midir? Niçin hakikatleri gizliyor ve açıklamıyorsunuz?

 

Aynı rivayet Müsned'in bir başka yerinde de geçmektedir. Rivayetin son bölümünde şöyle diyor “Fakat Âişe, Ali'den hoşnut değildi.” Bu rivayetin isnadı Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.[15]

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla Buharî ve Müslim'in bu hadis bağlamında ilmî emanet bilincine aykırı hareket ettiği anlaşılmaktadır.

 

Geliniz Müsnedü'l-İmam Ahmed'e bir bakalım, ilmî emanet bilinciyle mi hareket etmiş ve hadisin tetimmesini tam olarak aktarabilmiş midir? İnsan tarihin derinliklerine daldığında kültürümüzdeki hakikatlerle yapılan oynamaları görebiliyor. Bütün bu oynamalara rağmen Müslümanlardan kitaplarınızdaki her şeye güvenmelerini istiyorsunuz.

 

Değerli izleyiciler bakınız ne diyor: “Bize Abdürrezzak'ın Mamer'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Zühri dedi ki; bana haber verdi…”[16]

 

İsnad zincirinde Abdürrezzak ismiyle kastedilen el-Musannef sahibi ve İmam Ahmed'in şeyhi Abdürrezzak es-Sananî'dir (h. 211).

 

Geliniz bir de rivayeti el-Musannef'ten okuyalım.

 

Zühri dedi ki Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ilk hastalığı HzMeymûne'nin evinde oldu… Abdullah b. Abbâs bana “Âişe'nin ismini söylemediği diğer zatın kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedim. İbn Abbas “O, Ali b. Ebu Talib idi. Âişe, Ali'nin bir hayırdan nasibi olmasından hoşnut olmazdı” dedi. [17]

 

Rivayet son kelimesine kadar Müsnedü'l-Ahmed'inki ile aynıdır. Aynı rivayetin sonundaki “Âişe, Ali'nin bir hayra sahip olmasını istemezdi” ifadeleri ise Müsned'de bulunmamaktadır. Ali'nin (a.s.) bu zor ve çetin günde Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) yanı başında bulunuşu O'na ait bir hayırdır. Bu hayır birinci ve ikinci halifede veya başkasında mevcut değildir ve başka hiçbir hayır bununla boy ölçüşemez. Öyleyse bu hayır nasıl Ali'ye ait olabilir? Bundan dolayıdır ki Buharî ve Müslim “Âişe, Ali'nin bir hayırdan nasibi olmasından hoşnut olmazdı” cümlesini atmışlardır. Çünkü bu geçiştirilemeyecek türden bir ayıp ve eksikliktir. Allah için eğer bu cümle Osman veya başka birisi hakkında söylenmiş olsaydı hemen bu durum bir sahabi hakkında kusur sayılır derlerdi. Ancak bu ifade Ali (a.s) hakkında söylenince nasıl cevap verebileceklerini bilemediklerinden en güzel (!) çare olarak ifadeyi atma yöntemine başvurmuşlardır. Buharî ve onun yapısında olanların Ümeyyeci din anlayışına uyduklarını defalarca belirttik. Bu da ikinci örnektir.

 

Gelelim üçüncü örneğe. Bu hadis gerçekten son derece tuhaftır.  Aziz dostlardan bunu anlayan biri varsa gelsin bize de açıklasın.

 

Zirr b. Hubeyş'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Übeyy İbn Ka'b'a sorup dedim ki: Ey Ebu Münzir, kardeşin Abdullah İbn Mes'ud şöyle ve şöyle diyor. O dedi ki: Ben, bunu (şöyle şöyleyi) Resûlullah'a sorduğumda buyurdu ki: Bana de dendi, ben de dedim. Biz de Resûlullah'ın dediği gibi deriz.” [18]

 

Allah aşkına bu problemi ve metni kim çözebilir? İbn Mesud ne diyor, belli değil! Übeyy de Resûlullah'tan “şöyle şöyle” hakkında soru soruyor, bunlar nasıl ifadeler? Bir çağrıda bulunuyorum. Sahihü'l-Buharî'de nerede “falanca ve filanca”, “şöyle şöyle” ifadeleri geçiyorsa bilin ki bu cümleler birbiriyle bağlantılı değildir ve orada bir oynama, ifadenin yarıda kesilip atılması, metnin bir bölümün zikredilmemesi söz konusudur. Bunu gerçekleştiren de bizzat, Ehl-i Sünnet nazarında “imamların imamı” sayılan Buharî'dir. Allah'ın Kitabı'ndan sonra en sahih kitap olarak kabul edilen Buharî'deki bir alay konusu değil midir bu? “Kavmini küçük gördü onlar da ona itaat ettiler.” Bu insanlar Müslümanları küçük gördüler ve Müslümanlar da onların kendilerini küçük görmelerine rıza gösterdiler.

 

Bir kişi şöyle diyebilir: Efendim, sonuçta bu bir tılsımdır. Bu tılsım nasıl çözülecek?

 

El-cevap: bu tılsım Buharî'nin şeyhlerinden İmam Humeydî'nin (h. 219) müsnedinde çözülmektedir.

 

Rivayet şöyledir: “Abede İbn Ebu Lübâbe ve Asım b. Behzele'den nakledilir ki bunlar Zirr İbn Hubeyş'in şöyle dediğini işitmişler: Ben Übeyy İbn Ka'b'a Muavvizeteyn'i (felak-nas sureleri) sorup dedim ki: Ey Ebu Münzir, kardeşin Abdullah İbn Mesud bu iki sureyi mushaftan siliyordu. O dedi ki: Ben, bunu Resûlullah'a sorduğumda, o şöyle dedi: Bana ‘De ki' denildi ben de dedim. Biz Resûlullah'ın buyurduğu gibi deriz.”[19]

 

Bu rivayet delalet ve anlam bakımından son derece açıktır ve Buharî'deki belirsizlikleri ortadan kaldırmaktadır. Buharî'de geçen “şöyle şöyle” ifadelerinden kastın “Muavvizeteyn” olduğunu anlıyoruz. “İbn Mesud şöyle şöyle diyor”dan kasıt ise İbn Mesud'un Muavvizeteyn Surelerini mushaftan silmesidir. Resûlullah'ın “Bana, de ki…” ifadelerin anlaşılan da hadise göre muavvizeteyn surelerinin Kur'an'dan olduğuna dair vahyin bulunuşudur. “De ki” ifadesinden kasıt da “Kul euzu bi Rabbinnas”dır.

 

Değerli izleyiciler konuyla ilgili olarak şu rivayeti de bilsinler.

 

“Zirr'den nakletti ki o şöyle demiş: Abdullah İbn Mesud'a Muavvizeteyn'i sorduğumda dedi ki: Ben, Resûlullah'a (s.a.a.) bu iki sureyi sordum da O şöyle dedi: Bana böyle denildi, ben de size öyle dedim, binâenaleyh siz de bunları söyleyin. Übeyy b. Kâ'b'a ‘Kardeşin bunu mushaftan siliyordu' dedim.”[20] Görüldüğü gibi rivayet açıktır.

 

Sözlerimi Buharî'nin kendi itirafıyla sonlandırmak istiyorum. Bu kitaptaki rivayetler olduğu gibi Resûlullah'ın sözleri midir yoksa rivayetlerde oynama var mıdır? Sunulan bilgiler ve yapılan açıklamalar ışığında Sahihü'l-Buharî'nin tümünün Resûlullah'ın (s.a.a.) sözlerinden oluşmadığı, bazı oynamaların olduğu ve bazı ifadelerin de atıldığı anlaşılmıştır.

 

İkinci olarak acaba bu rivayetler bize Resûlullah'tan aktarıldığı gibi mi gelmiştir yoksa takdim ve tehiri, sözlerin bir bölümü kesilerek mi aktarılmıştır?

 

İmam Buharî'nin tercüme-i halini geliniz İmam Zehebî'nin Siyer-ü Alami'n-Nübelası'ndan okuyalım:

 

“Buhara Valisi Ahyed b. Ebu Cafer der ki Muhammed b. İsmail el-Buharî bir gün şöyle dedi: Basra'da duyduğum halde Şam'da yazdığım nice hadisler vardır. Şam'da duyduğum halde Mısır'da yazdığım nice hadisler vardır. Kendisine ‘Ey Eba Abdullah, eksiksiz bir şekilde mi yazdınız?' diye sorulduğunda sustu, cevap vermedi.”[21]

 

Yani hadisleri dinledikten uzunca bir müddet sonra kaleme almış, eksiksiz bir şekilde yazmamıştır. Eğer eksiksiz bir şekilde yazmış olsaydı kuşkusuz bunu dile getirir ve tam yazdığını söylerdi. Buharî'yi rivayet sahasının kriteri yapmak isteyenler “O hiçbir şeyi unutmayan müthiş bir bellek sahibiydi” derler. Zira onlar biliyorlar ki bunu demedikleri takdirde Buharî'nin bazı rivayetleri unuttuğu, bazılarında değişiklik meydana geldiği ihtimali akla gelecektir. Bunun da birçok kanıtı vardır.

 

Allame Arnavut, bu rivayetin dipnotunda şöyle diyor: “Bu ifadeler Buharî'nin mana ile rivayeti caiz gördüğü anlamına gelmektedir.”[22] Buharî'nin Sahih'inde rivayet ettiği hadisler ve haberler Resûlullah'ın (s.a.a.) lafızları değildir. İşte Selefî bilginlerden biri Buharî'nin mana ile rivayetin caiz olduğuna inandığını söylemektedir. Öyleyse Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ebubekir, Âişe, Ömer, Osman ve falanca sahabi hakkında şöyle şöyle demiştir diye karşımıza çıkmayınız. Zira Buharî'nin anladığı Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kastettiği şey olmayabilir. Buharî'nin anladığı onun içtihadıdır ve bu anlam Resûlullah'ın (s.a.a.) doğrudan buyruğu değildir. Bu hakikate dikkat ediniz ey Müslümanlar!

 

Buharî'de geçen bütün rivayetlerin doğrudan Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) elfâzı ve nassları olmadığına dair dikkat çekmek istediğim hakikat anlaşılmış bulunuyor. Kur'an-ı Kerim ise o Hatemü'l-Enbiya'nın diliyle gelen ilahî nasstır. Ama bu eserde geçenler Buharî'nin içtihadıdır, isabet de edebilir, yanılabilir de. Ancak Buharî'nin masum olduğu iddiasındaysanız o başka. Bu da bırakalım bir âlimi her akıllı insanın dahi söylemekten çekineceği bir sözdür.

 

- Sunucu: Nahiv ulemasının hadis-i nebevî ile kanıtlandırma yapmaktan niçin yüz çevirdiğini şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Zira onlar hadislerin çoğunun mana ile rivayet edildiğini söylüyorlar. Irak'tan Samir kardeş hatta, buyurun.

 

- Samir: Selamun aleyküm, iki sorum var. İlki, acaba Sekaleyn hadisinin muhkem hadislerden olduğunu söyleyebilir miyiz? Zira bu hadis Ehl-i Beyt ve Kur'an kanalı dışından gelen tüm teori, ilke ve kabulleri yerle yeksan etmektedir.

 

İkinci sorum, Sekaleyn hadisinin sahih olduğunu ve eleştirilebilecek hiçbir yönünün olmadığını söyleyebiliyorsak eğer, diğerleri neden bu kesin yola tümden karşı durmaktalar? Bizi helaktan ve azaptan kurtaracak şeyleri niçin bir kenara bırakıyoruz?

 

- İlk sorunun cevabı, evet Sekaleyn hadisi Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) muhkem hadislerindendir. İçerik olarak da müteşabih değildir.

 

İkinci soruya gelince. Ehl-i Beyt'in faziletlerini reddetmeye odaklanmış Ümeyyeci din anlayışının tavrı budur. Şayet Ehl-i Beyt (a.s.) ümmetin mihveri ve odağı olmuş olsaydı Muaviye, Yezid, Abdülmelik ve yeryüzünde ve insanlar arasında fesadı yayan günümüze kadarki yöneticiler ümmetin başına geçemezlerdi. Bunlar “Devlet başkanı senin malını da çalsa boynunu da vursa karşı gelemezsin. Çünkü o ulu'l-emrdir” şeklindeki nazariyeyi tesis etmişlerdir. Ümmetin bugünkü içler acısı durumunun baş müsebbibi onlardır.  İslam ümmetinin bu uğursuz nazariyenin kriterlik özelliğine sahip olmadığını anladığı için Allah'a şükrediyoruz. “Fasid yöneticilere karşı gelmek caiz değildir” şeklindeki nazariyeyi kim savunuyorsa sözümüz onlaradır. Sözlerim sadece Ehl-i Sünnet için değil Ehl-i Şia için de geçerlidir. Kim zalim veya fasid ise ya da ümmete ihanet içindeyse ümmetin şerî bir yükümlülük olarak zalim ve fasidleri hükümetten el çektirmesi gerekmektedir.

 

Açıklamalarımı Allame Albanî'nin sözleriyle sonlandırmak istiyorum. O, Buharî'den bir hadis aktardıktan ve bu hadisin şazz olduğunu söyledikten sonra şöyle diyor:

 

“Bu hadisteki şazlık onlarca şazz örnekten biridir. Bu örnek kör bir taassupla Sahihü'l-Buharî ile Sahih-ü Müslim'in içerdiği tüm rivayetlerin sahih olduğunu söyleyen yeni yetme bazı kimselerin cehaletine delalet etmektedir. Bu grubun karşısında Sahiheyn'in rivayetlerini herhangi bir mihenge vurmayıp sırf akıllarına yatmadı diye reddeden bazı yazarlar bulunmaktadır. Biz hem bunların hem de berikilerin görüşlerini kabul etmiyoruz.”[23]

 

- Teşekkürler Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey, sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh. 

 

 

 

 



[1] Ebu Abdullah Muhammed İbn İsmail İbn İbrahim İbn el-Muğire el-Cufi el-Buharî, el-Camiü's-Sahih (Sahihü'l-Buharî), c.1, s. 23, Basıma Sunan Muhammed Züheyr İbn Nasır en-Nasır, Darü'l-Minhac

[2] Sahihü'l-Buharî, c. 2, s. 451, Kitabü'ş-Şehadat, Hadis No: 2655, er-Risaletü'l-Alemiyye, Tahkik Şuayb el-Arnavut

[3] Age, agy.

[4] Age, Kitabü Fezaili'l-Kur'an, Kur'an'ın Unutulması Babı

[5] Sahihü'l-Buharî, c.3, s.215, Babu Menakıbı'l-Ensar, 27. Bab, 3849 no.lu hadis, er-Risaletü'l-Alemiyye

[6] İbn Hacer el-Askalanî, Fethü'l-Barî bi Şerhi Sahihi'l-Buharî, c.8, s. 562, Talik Allame Abdurrahman İbn Nasır el-Berrak, Dar-u Taybe

[7] Age, agy.

[8] Sahihü Müslim, c.1, s. 93, Kitabü'l-İman, Bile Bile Babasını İnkâr Eden Kimsenin İman Halini Beyan Babı, Hadis No: 63 Tahkik Müslim İbn Mahmud İbn Osman es-Selefî el-Eserî, Darü'l-Hayr,

[9] Sahihü'l-Buharî, c. 4, Kitabü'l-Feraiz, 29. Bab, Babasından Başkasına İntisap Babı. Hadis No.6766, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, er-Risaletü'l-Alemiyye

[10] Sahihü'l-Buharî, c. 1, s. 94, Kitabü'l-Vudu, Babü'l-Gusul ve'l-Vudu bi'l-Mihdeb ve'l-Kadehi ve'l-Haşebi ve'l-Hicaret

[11] Sahihü'l-Buharî, c. 1, s. 271 Hadis No: 665; c. 1, s. 280, Hadis No: 687; c. 2, s. 422-3 Hadis No: 2588; c. 3, s. 446 Hadis No: 4442; c. 4, s. 277, Hadis No: 5741

[12] Sahihü Müslim, c. 1, s. 379, 21. Bab, Hadis No: 414, İmam'ın Kendisinde Meydana Gelen Bir Özürden Dolayı Yerine Birini İstihlaf Etmesi Babı

[13] Müsnedü'l-İmam Ahmed, c. 40, s. 67-8, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale

[14] Age, agy.

[15] Age, c.43, s.86

[16] Age, agy.

[17] Abdurrezzak es-Sananî, El-Musannef, c. 5, s. 529

[18] Sahihü'l-Buharî, c. 3, s. 779, Kitabü't-Tefsir, 114. Bab. 

[19] Ebubekir el-Humeydî, Müsnedü'l-İmam Humeydî, c. 1, s. 367, Tahkik Hüseyin Selim Esed ed-Daranî, Darü'l-Memun li't-Türas

[20] Müsnedü'l-İmam Ahmed, c. 35, s.111, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut.

[21] Hafız Şemsüddin ez-Zehebî, Siyerü Alami'n-Nübela, c. 12, s. 411

[22] Age, agy.

[23] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 6, s. 93

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net