Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (40)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (40)
Allah’a kasem ediyorum ki Sahihu İbn Hibban’da, Müsnedu Ahmed’de Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt hakkında nakledilen rivayetler Sahihu Müslim’de geçseydi kesinlikle bu esere "sahih" demezlerdi! Aynı nedenden dolayı Buharî’nin Müslim’den daha sahih olduğunu söylüyorlar.

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla. Hamd Allah'a özgüdür. Salât ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV sizleri selamların en güzeliyle selamlıyoruz. “Utruhetü'l-Mehdeviyye” programının “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun kırkıncı bölümünde sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey.

 

- Hoş bulduk

 

- Siz geçen programda Sahihu Müslim'de geçen bilginlerin zayıf saydığı bir rivayete işaret ettiniz. Acaba örnek olarak elimizde sadece bu rivayet mi var yoksa Ehl-i Sünnet ulemasının reddettiği başka rivayetler de bulunmakta mı?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Öncelikle Sekaleyn hadisinden kısmen uzaklaştığımız için izleyicilerimizden özür diliyorum. Ancak “zaruret halinin kendisine özgü hükümleri vardır” sözü gereğince biz de zorunluluk yüzünden bu konuya geçiş yaptık. Sahihu Müslim ve Sahihu'l-Buharî için belirtilen takdisin büyük bilginler arasında söz konusu olmadığına işaret etmek için bu konuyu ele almaya başladık. Ehl-i Sünnet'in büyük bilginleri diğer hadis mecmualarını nasıl ele almışlarsa Buharî ve Müslim'in hadis mecmualarını da aynı şekilde değerlendirmişlerdir. Herhangi bir rivayeti ele aldıklarında o rivayetin ya sened ve delalet noktasında tam ve sahih olduğunu, ya da sahih olmadığını belirtiyorlar. Önceki programda Sahihu Müslim'de İsrailiyat ürünü olan rivayet/ler/in mevcut olduğunu görmüştük. İbn Baz, yeryüzünün/toprağın yaratılmasını bildiren rivayetin Kabü'l-Ahbar'ın Ebu Hüreyre'yi vesile ederek İslamî literatüre soktuğu İsrailî bir rivayet olduğunu açıkça belirtmektedir. Ebu Hureyre bu rivayeti “Hz. Resûlullah ellerimden tuttu…” diyerek bize nakletmektedir.

 

Ebu Hureyre'nin tedlisleriyle konuyu uzatmak istemiyorum. Müslüman bilginlerin bir bölümü Ebu Hüreyre'nin rivayetlerinde çokça tedlisin bulunduğunu ispat etmiştir. Yani söz konusu rivayet Kabü'l-Ahbar'dan olduğu halde o, bu rivayeti Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) diliyle aktarmaktadır. Ya da Ebu Hureyre rivayeti bir sahabiden duymuş ve rivayette görüldüğü gibi Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) nispet etmiştir. Bu, araştırmamızın sınırlarını aşan ve bağımsız olarak ele alınması gereken bir konudur.

 

Geçen programda bu rivayeti ele almış ve gerekli açıklamalarda bulunmuştuk. Bu ilk rivayettir. Sahihu Müslim'de İsrailiyat ürünü olarak sadece bu rivayet vardır denilemez. Bu rivayet İsrailî kökenli hadislerin bir örneğidir. Ancak söz konusu rivayet Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hadisiymiş gibi Sahihu Müslim'e girmiştir.

 

Ele alacağımız ikinci rivayet Ebu Süfyan'ın faziletiyle ilgilidir. Küfür ve nifak hali üzere ölen bu insanın bayağı bir “faziletlerinin” olduğunu anlaşılıyor! Ebu Süfyan üzerinde detaylı bir şekilde durmayacağım. Bizim için yeryüzünü fesada boğan Muaviye'yi dünyaya getirmesi, sulbünden Hz. İmam Hüseyin'in (a.s.) ve Ehl-i Beyt'in katili Yezid gibi birisinin çıkması yeterlidir. İşte Müslim bu şahsın faziletlerinden söz ediyor.

 

Bana İbn Abbas rivayet ederek dedi ki: “Müslümanlar Ebu Süfyan'a bakmıyor, onunla oturmuyorlardı. Bunun üzerine o, Peygamber'e ‘Ey Allah'ın Peygamberi! Bende şu üç şey var, sana vereyim' dedi. O da ‘Pekâlâ' buyurdu.

 

Ebu Süfyan ‘Bende Arabın en iyisi ve en güzeli Ümmü Habibe bint Ebi Süf­yan var. Onu sana vereyim' dedi.

 

Peygamber (s.a.a.) ‘Peki' buyurdular.

 

Bir de Muaviye var. Onu huzurunda kâtip yaparsın, dedi. Yine ‘Peki' buyurdular.

 

Bir de beni emir yaparsın. Böylece bir zamanlar Müslümanlarla çarpış­tığım gibi, kâfirlerle de çarpışayım, dedi. Yine ‘Evet' buyurdular,

 

Ebû Zümeyl ‘Eğer bunu Peygamber'den istememiş olsaydı, ona bunu vermezdi. Çünkü O, kendisinden bir şey isteni­lirse mutlaka evet cevabını verirdi' demiştir.” [1]

 

Ebu Süfyan Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) rüşvet vermek istiyor. Resûlullah'ın (s.a.a.) makamı Ehl-i Sünnet'in nazarında işte bu kadar! Bunlar bu rivayetleri aktarıyorlar ve en sahih hadis mecmualarına yerleştiriyorlar. Evet bu rivayet Sahihu Müslim'de geçiyor. Bu hadise kendim not düşüp değerlendirme yapmak istemiyorum. Bu hadisin hakikati hakkında ne tür açıklamalarda bulunduklarını görmek için Ehl-i Sünnet bilginlerinin açıklamalarına müracaat etmek istiyorum.

 

İlk kaynak Muhyiddin en-Nevevî'nin (h. 676) el-Minhac adlı eseridir. Nevevî bu eserinde şöyle der: “İbni Hazm der ki: Bu hadis, ravilerden birinin vehmidir. Çünkü Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile fetihten çok önceleri, kendisi Habeşistan'da, babası da kâfir iken evlendiği hususunda halk arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Yine İbni Hazm'den bir rivaye­te göre o ‘Bu hadis mevzudur' demiştir.”[2]

 

Dikkat ediniz, Sahihu Müslim'de sadece İsrailî rivayet değil uydurma rivayetler ve tarihî gerçekliklere aykırı şeyler bulunmaktadır. Anlayamıyorum Müslim gibi birisi bu hakikatleri nasıl gözden kaçırmış? Bu ilk kaynak.

 

İkinci kaynak İmam Kurtubî'nin -bu yazarı meşhur tefsir sahibi İmam Kurtubî ile karıştırmamak gerekiyor (çev.)- el-Müfhim adlı eseridir. Önceki programda da belirttiğim gibi farklı kaynaklardan değerlendirmeleri okuyorum ki kimse bu rivayeti tek bir Sünnî âlim eleştirmiştir demesin. Bu konuda icma bulunduğunu iddia etmek istemiyorum ama sayı itibariyle azımsanmayacak bir grup bilgin rivayetin sorunlu olduğunu söylemiştir.

 

Yazar şöyle diyor:

 

“İlki sahihtir…

 

Bu hadisin zahirine göre Ebu Süfyan Müslüman olduktan sonra kızını Hz. Peygamber'le nikâhlamıştır. Bu ise tarihçiler nezdindeki kesin bilgilere aykırıdır. Zira tarihçiler Hz. Peygamber'in Ümm-ü Habibe bint Ebu Süfyan ile fetihten ve Ebu Süfyan'ın Müslüman oluşundan önce evlendiği noktasında ittifak etmiştir. Bunun kanıtı şudur, Ebu Süfyan Mekke'nin fethinden önce kendisi ile Hz. Resûlullah arasındaki ahdi yenilemek arzusuyla Medine'ye geldiğinde kızı Ümm-ü Habibe'nin evine gitmişti. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sergisine oturmak isteyince Ümm-ü Habibe O'nun altından sergiyi çekip aldı. Ebu Süfyan ona bazı sözler söyleyince de o da cevaben şöyle dedi: Bu sergi Hz. Resûlullah'ın sergilerindendir. Sen ise müşriksin. Ebu Süfyan da ona ‘Ey kızcağızım, benim evimden ayrıldıktan sonra sana kötülük gelmiş! Sen kötüleşmişsin' dedi…'”[3]

 

İşaret ettiğiniz gibi bu olay tarihin kesin gerçeklerindendir.

 

Bu hakikate işaret eden bilginler çoktur. Ben sadece en önemlilerine işaret etmek istiyorum. Hepsine işaret edecek olursam konu çok uzar.

 

Bir diğer kaynak da İbn Kayyım el-Cevzîyye'nin Zadü'l-Mead adlı eseridir. O rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: “Hadis apaçık bir hatadır. Ebu Muhammed İbn Hazm ‘Bu hadis şüphesiz uydurmadır' diyor.” [4]

 

O rivayetin yanlışlığının kesin olduğunu söylüyor. Bu rivayetin uydurma oluşu güneş gibi ortadadır.  Ebu Süfyan'ın faziletleri bölümünde rivayet edilmiştir.

 

Bir diğer kaynak İmam İbnü'l-Cevzî'nin Keşfü'l-Müşkil min Hadisi's-Sahiheyn adlı eseridir. O bu eserinde şöyle der: “Hadiste ravilerden birinin yanılgısı bulunmaktadır. Bu konuda herhangi bir kuşku ve tereddüt söz konusu değildir. Rivayette bir yanılgının bulunduğunu belirttik. Zira ehl-i tarih Ümm-ü Habibe'nin daha Habeşistan'dayken Hz. Resûlullah ile evlendiği konusunda icma etmiştir.”[5]

 

Bu meseleye gerektiğinden fazla yer vermek istemiyorum. Ancak bu konu tarihçiler ve muhakkikler nazarında oldukça açıktır.

 

Değineceğimiz diğer bir kaynak İmam İbnü'l-Kayyım'ın Tehzibü's-Sünen adlı eseridir. Yazar rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: “Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiği bu hadisi bir grup hafız bilgin reddetmiş ve onu Sahihu Müslim'deki yanlışlığı açık olan rivayetlerden kabul etmişlerdir. Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî ise Keşfü'l-Müşkil adlı eserinde rivayetin bir yanılgı olduğunu belirtmiştir. Bir grup bilgin ise hadisin sahih sayılması için oldukça zorlama ve fasid yorumlar ortaya koymuştur.” [6]

 

Müslim'i savunmak isteyenler veya Müslim'de ancak sahih rivayetlerin bulunduğunu söyleyenler bu hadisi sahih göstermek için kendilerini oldukça yormuşlardır. Sanki karşımızdaki bir Kur'an ayetiymiş de sahihliği hususunda hiçbir kuşku yokmuş gibi rivayeti kurtarmak adına yorumlar yapmışlar. Bütün bu uğraşları Sahih-ü Müslim'de geçen tek bir rivayeti savunmak içindir.

 

Yazar bu hadisi sahih göstermeye çalışanların yedi tane tevilini zikreder ve şöyle der: “Bu teviller/yorumlar son derece batıl ve temelsizdir. Hadis imamları ve bilginler bu tür tevilleri kabul etmezler. Onlar ravilerin bu tür fasid hatalarını ve soğuk tevilleri sahih olarak görmezler… Hadis, hakkında tereddüt duyulmayacak kadar galattır. Allah en iyisini bilendir.”[7]

 

Bu sözleri söyleyen bilgin mizacı itibariyle Ümeyyeoğullarıyla uyuşan biridir. Sahihu Müslim'de İsrailiyatın bulunduğuna dair bir örnek, uydurma rivayetlerin bulunduğuna dair de başka bir örnek verdik.

 

Bir üçüncü örnek verelim. Ebu Said-i Hudrî'yi şunu söylerken işittim: “Hz. Resûllah (s.a.a.) ‘Şüphesiz ki kıyamet gününde Allah katında konumu en kötü olacak insanlardan birisi, hanımı ile haşir neşir olup da sonra onun sırrını yayandır' buyurdular.”[8]

 

Hadisin sahihliğinde şüphe olduğu noktasında sadece Allame Albanî'nin Adabü'z-Zifaf adlı eserine işaret etmem yeterlidir.

 

Sahih-ü Müslim'de sadece bir iki veya üç dört yerde sorun vardır denilmemesi için aziz dostlara bu hadisi okuyayım. Albanî rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: "Bu rivayet Sahih-ü Müslim'de olmasına rağmen senedi yüzünden zayıftır. Zira isnad zincirinde Ömer b. Hamza el-Umeri bulunmaktadır. Bu şahıs ise et-Takrib'de geçtiği üzere zayıf bir ravidir. Zehebî de el-Mizan'ında onu zayıf ravilerden sayar.

 

Yahya İbn Main ve en-Nesaî de onu zayıf sayarlar. Ahmed ise ‘Onun hadisleri münkerdir' der.

 

Zehebî bu hadisi aktardıktan sonra şöyle diyor: Bu, Ömer'in çirkin kabul edilen rivayetlerindendir.

 

Ben derim ki; bu imamların açıklamalarından hadisin sahih değil zayıf olduğu sonucuna ulaşıyoruz.

 

Anlayamıyorum rivayetin kendisi kendisinin zayıf olduğunu göstermesine rağmen hasen hadis hükmünde olduğu nasıl söylenebilir? Rivayetin sahih hadisin heybetini almış olmasından kaynaklanabilir bu. Şu ana kadar bu hadisi kuvvetlendirebilecek hiçbir olguya da rastlayabilmiş değilim." [9]

 

Pasajın son cümlelerine dikkat ediniz. İnsanlar Sahihu Müslim dedikleri zaman ona bir kudsiyet atfediyorlar. Gerçek olmayan bu vehmi insanlar Sahihu Müslim hakkında uydurmuşlardır. Allah'a kasem ediyorum ki Sahihu İbn Hibban'da, Müsnedu Ahmed'de Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt hakkında nakledilen rivayetler Sahihu Müslim'de geçseydi kesinlikle bu esere "sahih" demezlerdi! Aynı nedenden dolayı Buharî'nin Müslim'den daha sahih olduğunu söylüyorlar. Örneğin Buharî, kisa hadisini, "Beni ancak mümin sever, bana ancak münafık buğz eder" hadisini, Sekaleyn hadisini aktarmadığından dolayı Müslim'den daha sahih olmuştur! Öyleyse sahih hadis mecmuaları ve müsnedlerin sahihlik mertebelerini Ali ve Ehl-i Beyt'in faziletlerini ve menkıbelerini nakledip etmemeleri belirlemektedir. Bir muhaddis Ümeyyeci din anlayışına yaklaştığı müddetçe en yüksek payelere erişiyor.

 

Kural budur. Aziz dostlardan, özellikle de ilim ve tahkik erbabından bu hakikati araştırmalarını istirham ediyorum. Falanca eser filanca eserden daha sahihtir veya falanca eser filanca eserden zayıftır şeklindeki yargıların nedenini araştırdıklarında ölçütün belirttiğimiz husus olduğunu görürler. Gerçi bunu ilan etmezler. Ancak Ebu Hureyre'den aktarılan hadislerin çok olduğunu gördüğünde o hadis mecmuasının daha sahih sayıldığını, Hz. Ali'den ve evladından nakledilmiş hadislerin daha fazla olduğunu gördüğünde ise o kitabın daha zayıf sayıldığını fark edersin. Buharî hadis mecmualarının en sahihi payesini bu şekilde elde etmiştir. Zira Buharî Ebu Hureyre'den rivayet etmektedir. Biz onun ilk yalancı olduğunu söyleyemesek de ilk müdellis olduğuna işaret etmiştik. Ebu Hureyre'den 446 haber aktardığına göre Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en sahih kitap sayılacaktır tabi ki! Allame Albanî Sahihu Müslim'de geçen söz konusu rivayeti kuvvetlendirebilecek hiçbir kanıta rastlayamadığını da belirtmektedir.

 

Tahkik erbabı Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi'd-Daifa ve'l-Mevdua adlı eserine müracaat etsinler. Allame Albanî, Sahihu Müslim'de geçen bu rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: "Hadis zayıftır."[10] Hadisin zayıf oluş gerekçesini aktardıktan sonraysa şöyle yazar: Bazılarının bana sen icmaya aykırı davranıyorsun şeklindeki söylediklerine gelince… Albanî'nin icmaa muhalefet edişine gelince o ümmetin Müslim'de geçen hadislerin sahihliği ve -ufak ve belli birkaç nokta dışında- bu rivayetlerin ilm-i nazarî ifade ettiği noktasındaki ittifaklarına muhalefet etmiştir. Birkaç noktada da sahih oldukları halde ilim ifade etmezler. Yazarın -yani Albanî'yi eleştiren şahsın- bu ifadeleri kişisel düşünceleridir.[11] Yani Allame Albanî kendisine eleştiri yönelten kimseyi alaya alarak ele aldığı rivayetlerin zayıflığının kesinliğini ortaya koyuyor.

 

Bir dördüncü rivayet Allame Albanî'nin İrvaü'l-Galil adlı eserinde geçiyor. Eserde Sahihu Müslim'de geçen şu rivayet aktarılır. Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Yılını doldurmuş hayvandan başkasını kesmeyin. Ancak size böylesini bul­mak güç gelirse o başka! Bu takdirde koyundan bir kuzu kesiverin” buyurdular. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu iki rivayette de Ebu'z-Zübeyr bulunmaktadır. Bu şahıs tedlisle tanınan müdellis bir ravidir.[12]

 

Sahihu Müslim'de rivayeti tedlisli bir şekilde aktaran müdellislerin rivayetlerinin olduğu anlaşılıyor.

 

Yazar daha sonra şöyle diyor: "Müslim'in bu rivayeti Sahih'inde aktarmış olması nedeniyle bir müddet bu hadisin sahih olduğunu zannederek aldandım. Daha sonra hadisin illetli olduğunun farkına vardım. Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaifa adlı eserde bu rivayetin illetli oluşuna dikkat çektim."[13] Albanî gibi bir bilgin dahi Müslim'in "kudsiyetinden" etkilenerek yanılgıya düştüğünü itiraf ediyor.

 

Son kaynak yine aynı eserden bir başka örnek.

 

İbn Abbas şöyle demiştir: Hz. Resûlullah güneş tutulduğu zaman se­kiz rükû' ile dört secdelik (iki rekât) namaz kıldırdı. Bu hadisi Ahmed, Müslim, Ebu Davud ve Nesaî rivayet etmiştir.

 

(Allame Albanî) Dedi ki; bu rivayet zayıftır. Bu hadiste başka bir illet vardır ki o da rivayetin şazz oluşudur.[14]

 

Buraya kadar alıntılananlarla Müslim'in İsrailî, uydurma, tarih ehlinin icma ettiği şeylere aykırı ve şazz rivayetleri ve ayrıca tanınmış müdellis ravilerin rivayetlerini naklettiği ortaya çıkmaktadır. Bu rivayetlerin hepsi zayıftır.

 

Öyleyse aziz dostlarım Sahihu Müslim'de bulunan bütün rivayetler sahihtir şeklindeki kuralın Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinin açıklamalarıyla batıl olduğunun anlaşıldığı kanaatindeyim. Sahihu Müslim'de geçen rivayetler herhangi bir hadis mecmuasında geçen bir rivayet gibi alınıp değerlendirilmelidir.

 

- Sunucu: Tahkik erbabının,  ulemanın adalet ve insaf sahibi olanlarının kabulüne göre Sahihu Müslim'in rivayetleri de senetsel ölçütlere göre değerlendirilmelidir.

 

- Elbette, Müslim de senetsel ve içeriksel ölçütlere göre değerlendirilmelidir. Bir rivayet isnad zinciri sahih olduğu halde Allah'ın Kitabı'na arz edildiğinde sıhhatini kaybedebilir, içeriği Kitab'a uygun düşmeyebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda o rivayet reddedilir. Yahut da içerik şazz olabilir. Bunların hepsi rivayetin kanıtlılık özelliğini yitirmesine neden olan hususlardır.

 

Özellikle tahkik erbabının, tek başına bir rivayetin Sahihu Müslim'de geçiyor olmasının o rivayet için bir ayrıcalık olmadığına dikkat etmeleri gerekiyor.

 

- Ancak başka bir sorun var. Sahihu'l-Buharî Müslümanların çoğunluğunun nezdinde Sahihu Müslim'den daha sahih kabul ediliyor. Peki Buharî, Sahih'inde naklettiği nasslar konusunda güvenilir midir yoksa Müslim hakkında geçerli olan ölçütler onun için de söz konusu mudur?

 

- Galiba en fazla 20 dakikamız var. Bu programda öncekinde başlamış olduğum konuyu bitirip Sekaleyn hadisine dönmek istiyorum.

 

Ben üç tane rivayete işaret edip Allah'ın Kitabı'ndan sonra en sahih kitap kabul edilen bu hadis mecmuasının hakikatinin aralanacağını umuyorum. Buharî nassları aktarırken ilmî ölçütlere, ilmî sorumluluk duygusuna riayet etmiş ve dinî emaneti gözetmiş midir gözetmemiş midir, bu rivayetlerle bunu anlamaya çalışacağız. Bu konuda ben bir şey söylemek istemiyorum, değerlendirmeyi bütünüyle insaf sahibi değerli izleyicilere bırakıyorum.

 

Aziz dostlara Müslim'den bir rivayet aktaracağım.

 

Rivayet şöyledir: Tavus'dan, o da İbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: "Ömer, Semura (İbn Cündeb)'in şarap sattığını duydu da şu­nu söyledi: Allah Semura'nın belasını versin! Hz. Resûlullah'ın ‘Allah Yahudilere lanet etsin, kendilerine iç yağlar haram kılındı da onları eriterek sattılar' buyurduğunu bilmiyor mu?" [15]

 

Sizler de biliyorsunuz ki Semura sahabedendir. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bazılarının mantığına göre sahabenin tümünün adil olduğunu görmüştük. Bu sahabi ise içki satıyor! Şimdi adaletin yeni bir anlamını daha öğrendik. Yani sahabenin hepsinin adil olduğunu söylediklerine göre bunlar nezdinde içki satışı yapmak adaleti düşürmüyor! Bunların "Allah Semura'nın belasını versin!" cümlesini nasıl değerlendireceklerini, bunu nasıl devre dışı bırakacaklarını bilemiyorum. Önemli olan bir sahabinin başka bir sahabiye yönelik ağır ifadeleridir. Bir diğer ifadeyle, ikinci halife Semura'nın eyleminin Yahudilerin fiillerinin kapsamına girdiğini, dolayısıyla da Allah Resûlu tarafından lanetlediğini söylemek istiyor.

 

Bu rivayet ayrıca Müsnedu Ahmed'de de nakledilmektedir.

 

Rivayet şöyledir: Ömer'e Semura'nın içki sattığı haberi ulaşınca şöyle dedi: Allah Semura'nın belasını versin! Hz. Resûlullah ‘Allah yahudilere lanet etsin, kendilerine iç yağlar haram kılındı da onları eriterek sattılar' buyurdular.

 

Hadisin orijinalinde geçen "cemeluha" sözcüğü içyağları eritip ondan yağ elde ettiler anlamına gelmektedir.

 

Bu rivayetin isnadı Şeyheyn'in şartına göre sahihtir. Bu haberi Şafiî, Abdürreezzak, İbn Ebu Şeybe, ed-Darimî, Buharî, Müslim, Yakub İbn Şeybe, İbn Mace, Bezzar, Neseî, Ebu Ya'la, İbn el-Carud, İbn Hibban,el-Beyhakî, el-Beğavî… tahric etmişlerdir.[16]

 

Buna göre Semura İbn Cundeb'in içki satışı kesin bir olaydır. Geliniz bu olayı, bu rivayeti aktarırken ilmî ölçütlere riayet edip etmediğini görebilmek için bir de Buharî'ye bakalım.

 

Ehl-i ilmin sözlerimi incelemelerini ve bundan sonra da kaynaklara müracaat etmelerini istiyorum.

 

Rivayet şöyledir: Bize el-Humeydî -bu şahıs Müsnedü'l-Humeydî'nin yazarı ve Buharî'nin üstadıdır- rivayet etti ve dedi ki bize Süfyan rivayet etti ve dedi ki bize Ömer b. Dinar rivayet etti ve dedi ki; bana Tavus'un haber verdiğine göre kendisi İbn Abbas'ın şöyle dediğini işitmiştir: Ömer'e falancanın içki sattığı haberi ulaştı. Allah, falancayı kahretsin. Allah Resûlu'nün şöyle buyurduğunu bilmiyor mu? Allah Yahudilere lanet etsin, onlara iç yağları haram kılınmıştı da onu eritip sattılar' dedi. [17]

 

Görüldüğü gibi Buharî, “falanca” demekle sahabinin, yani Semura'nin ismini zikretmemektedir. İsim belirtilmeyince de daha sonra gelen hadis şarihleri arasında kim olduğu noktasında görüş ayrılığı çıkıyor ve böylece mesele kaybolup gidiyor. Bu gibi kimselerin kullandığı en tehlikeli metotlardan biridir bu. Bu tür müellifler hadisleri yazdıkları esnada bir kelimeyi değiştirirler, bazen de bir ismi söylemezler ki yorum noktasında görüş ayrılığı doğsun ve bu konuda icma gerçekleşmesin. Bu metot İslamî kültürümüzün en önemli sorunlarındandır. Buharî rivayetten Semura'nın ismini kasıtlı olarak iki kez atıyor.

 

Buharî bu rivayeti şeyhi İmam Humeydî'den naklediyor.

 

Geliniz bir de rivayete Müsnedü'l-Humeydî'den bakalım. O içki satışı yapan sahabiyi falanca diyerek geçiştirmiş mi yoksa ismini açıkça belirtmiş mi? Böylece öğrenci Buharî'nin üstadının kelâmını naklederken güvenilir mi yoksa hain bir kişilik mi sergilediğini görelim. Değerlendirmeyi tahkik erbabına ve insaf sahiplerine bırakıyorum.

 

Buharî'nin üstadı, şeyhi ve imamı Humeydî'nin (h. 219) eserine bakalım.

 

Rivayet şöyledir: Bize Humeydî Süfyan'dan, o Ömer b. Dinar'dan rivayet etti ve dedi ki bana Tavus'un haber verdiğine göre kendisi İbn Abbas'ın şöyle dediğini işitmiştir: Ömer'e Semura'nin içki sattığı haberi ulaştı. Allah, Semura'yı kahretsin, dedi.[18]

 

Ravi, Müsned'i telif eden ve Buharî'nin kendisinden rivayet ettiği üstadı Humeydî'den naklediyor. Rivayette görüldüğü gibi falanca yerine açık isim olarak Semura geçiyor. Her iki rivayetin de isnad zinciri ve rivayet kipleri aynıdır.

 

Tahkik erbabına şu soruyu soruyorum: Ey bilginler, ey tahkik erbabı, ey akademisyenler! Hadisleri naklederken Buharî'nin isimleri gizlemediği veya isimleri başka bazı isimlerle değiştirmediği noktasında kim bize güvence verebilir?  Bu eser acaba niçin Allah'ın Kitabı'ndan sonraki en sahih eser olmuştur? Elbette bu tür ihanetlerden dolayı. En sahih eser olmanın ölçütü budur.

  

Sizce en sahih oluşun ölçütü bu ise İslam'a da aktarmış olduğunuz hadise de selam olsun! Ehl-i Beyt Medresesinin ve bilginlerinin Sahihu'l-Buharî ve Sahihu Müslim'de geçen rivayetleri ele aldıklarında “Bir rivayeti sadece bu eserlerden biri nakletmişse bu kabul etmemiz için yeterli değildir” şeklindeki görüşlerinin arka planını da anlamış oluyorsunuz. Zira Ehl-i Beyt Medresesinin bilginleri “Biz kesinlikle biliyoruz ki bunlar İsrailiyatı ve uydurma hadisleri nakletmişler, isimlerle oynamışlar, belleği kötü ve yeterli olmayan ravilerden aktarımlarda bulunmuşlar” diyorlar.

 

Bundan dolayı muhakkik bu olaya dipnotta dikkat çekerek şöyle demektedir: “Bu hadisi Buharî, Kitabu'l-Buyu'da rivayet etmiş ancak Semura'nın ismini açıkça vermek yerine falanca diyerek geçiştirmiştir. Bu hadisin isnadı sahihtir. Hadis de müttefekun fihtir.”[19]

 

Sahihü'l-Buharî'den ilk örnek budur. Bu eser hakkında Allah'ın Kitabından sonraki en sahih kitap ismi terimsel olarak kullanılmaktadır. Bu rivayet bir sahabinin içki sattığını, ikinci halifenin bu sahabiyi eleştirdiğini, ona hakaretlerde bulunduğunu bildirmektedir. Ümeyyeci din anlayışından öyle anlaşılıyor ki bunlar bu tür işlere o kadar önem vermiyorlar, bırakın içki satsın, bunda ne gibi bir sakınca vardır, diyorlar.

 

Muhammed b. Salih el-Useymin'in Şerhü'l-Akideti'l-Vasıtiyye adlı eserine bir bakalım. Yazar eserde şöyle diyor: “Sahabenin bir bölümünden hırsızlık, içki içme, zina iftirası, evli ve evli olmayan kadınla zina gibi çirkin davranışlar sadır olmuştur. Ancak bu sayılan günahların hepsi sahabenin faziletleri ve iyilikleri karşısında yok olmuştur.”[20]

 

Yazar hepsi de şerî haddi gerektiren beş büyük günah sayıyor. Bizler kimi sahabenin zinakâr olduğunu isim vermeksizin zikrettiğimizdeyse dünya ayağa kalkıyor ve yer yerinden oynuyor. Hâlbuki yazarın kendisi bu günahları açıkça belirtiyor ve bazı sahabelerin bu günahı işlediğini söylüyor. Ümeyyeci din anlayışının mantığı budur. Tarihe bakıp şerî bir had veya recmi gerektiren bir suç işleyen bir sahabiyi ele aldığımızda, önde gelenlerden ise seni diğer taraf ilgilendirmez, oraları karıştırma diyoruz. Evet, yoksullara ve mustazaflara hadd uygulanıyor, ama sahabi toplumun üst tabakasındaysa oraları karıştırma deniyor. Ümeyyeci din anlayışı böyle işliyor.

 

Soru; Buharî'nin eserine aldığı bu hadiste ihanet, ilmî emanet duygusundan yoksun oluş gibi hususlar göze çarpmaktadır. Zira bizler rivayette geçen falanca şahsın kim olduğunu öğrenmek istediğimizde bakıyoruz ki söz konusu şahıs adil olarak kabul gören bir kişidir. Bu şahıs adil mi yoksa içki satıcısı mı peki? Yahudilerin fiilini işlediğinden dolayı ikinci halifenin lanetine uğrayan bir şahıs. Dolayısıyla Buharî'de ilmî emanet duygusunu ve ilmî ölçütlere riayeti göremiyoruz.

 

Soru; senedinden de anlaşıldığı gibi Ömer “Allah falancayı kahretsin” diyor. Falanca Semura'dır. “Allah falancayı kahretsin” ifadelerini nereye koyuyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ifade en asgari düzeyde “ta'n” ifade etmektedir. Kimse “kahretsin” sözünün övgü manasında olduğunu söyleyemez.

 

İbn Teymiyye'nin es-Sarimü'l-Meslul adlı eserine bir bakalım. Eserin kapağına bir kılıç yerleştirilmiş. Yani bunların mantığı kılıç ve terör mantığıdır. Yazar eserde şöyle diyor: “Cimrilik, korkaklık, az bilgi sahibi olmak veya zahid olmamak gibi sözlerden biriyle onlara sövecek olan kimse tedip edilir ve tazir cezasına çarptırılır.”[21]

 

Anlayamıyorum “kahretsin” sözü adalete engel midir değil midir, varsayalım ki engel değildir. Ömer'in “kahretsin” sözü Semura'nin ne adaletine ne de dinine zarar verir. Pasaja göre bir sahabiye cimri, korkak veya ilminin az olduğunu söyleyecek olursan edeplendirilmen ve tazir cezasına çarptırılman gerekir.

 

Soru; bir sahabiye ilmin az dediğimizde şerî hâkim ve veliyy-i emir tarafından tazir cezası görmemiz gerekir. Peki, Ömer “Allah Semura'yı kahretsin” dediğinde bu acaba tedib ve taziri gerektirmez mi? Bir çıkmaza düştünüz. Ya Buharî'nin Ömer'e iftira attığını ya da cezayı hak ettiğini söyleyeceksiniz? Bunun bir üçüncü yolu yok. Ya bu rivayetin batıl olduğunu ve Ömer'in bir sahabiye hakaret etmeyecek kadar yüce bir sahabi olduğunu söyleyeceksiniz ya da Sahihu'l-Buharî'de geçen bu rivayeti kabul edecek ve ikinci halifenin tazir cezasını gerektiren bir eylem işlediğini kabul edeceksiniz.

 

Bizler bu programda sadece tek bir rivayete işaret edebildik. İnşallah programımızın önümüzdeki bölümünde Buharî'nin ilmî ölçütlere uyup uymadığını, ilmî sorumluluk duygusuyla hareket edip etmediğini görebilmek için Sahihü'l-Buharî'deki birkaç rivayete işaret ettikten sonra Sekaleyn hadisi incelememize geri döneceğiz.

 

- Teşekkürlerimizi sunuyoruz Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler, görüşmek üzere. Es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

www.medyasafak.net

 

 

 

 



[1] Ebu'l-Huseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî en-Nisaburî, Sahihu Müslim, c. 4, s. 305, Tahkik Müslim b. Osman es-Selefî el-Eserî

[2] Muhyiddin en-Nevevî, el-Minhac Şerh-ü Sahihi Müslim İbn el-Haccac, c. 15, s. 280

[3] Ebu'l-Abbâs Ahmed b. Ömer b. İbrahim el-Kurtubî, el-Müfhimü li-ma Eşkele Min Talhisi Kitab-ü Müslim, c. 3, s. 454

[4] İbn Kayyım el-Cevziyye, Zadü'l-Mead fi Hedyi Hayri'l-İbad, c. 1, s. 106-7, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, Abdülkadir el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale.

[5] İmam Ebü'l-Ferec Abdurrahman İbnü'l-Cevzî, Keşfü'l-Müşkil min Hadisi's-Sahiheyn, c. 2, s. 463, Tahkik Doktor Ali Hüseyin el-Bevvab, Darü'l-Vatan

[6] Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyub b. Sa'd İbni'l-Kayyım, Tehzibü's-Sünen, c. 2, s. 768-772, Tahkik Doktor İsmail b. Gazi Merhaba, Mektebetü'l-Mearif, 1. Basım, Riyad, 1428, Suudi Arabistan.

[7] Age, agy.

[8] Sahihu Müslim, c. 2, s. 589, 1437 numaralı hadis.

[9] Muhammed Nasırüddin Albanî, Adabü'z-Zifaf fi's-Sünneti'l-Mutahharati, s. 142, Mektebetü'l-Mearif, Riyad.

[10] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaife ve'l-Mevdua, c. 12, 2. Kısım s.708-716,  5825 no.lu hadis.

[11] Age, agy.

[12] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, İrvaü'l-Ğalil fi Tahrici Ehadisi Menari's-Sebil, c. 4, s. 358, 1145 no.lu hadis.

[13] Age, s. 359

[14] Age, c. 3, s. 129

[15] Sahihu Müslim, c. 3, s. 75, Kitabü'l-Müsakat ve'l-Müzaraa, 13. Bab, Hadis No: 1582, Şarap, Laşe, Domuz ve Putları Satmanın Haram Kılınması Babı, Darü'l-Hayr

[16] Müsnedü Ahmed, c. 1, s. 305, Hadis No:170

[17] Hafız Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhari, el-Camiü's-Sahih, c. 2, s. 263, Tahkik Şuayb el-Arnavut ve Adil Mürşid, Darü'r-Risalet, Hadis No: 2223

[18] Müsnedü'l-İmam Ebibekr İbn Abdillah İbn ez-Zubeyr el-Kureşi el-Humeydî, c.1, s.154, Tahkik ve tahriç Hüseyn Selim Esed ed-Daranî, Darü'l-Memun, Hadis No:13

[19] Age agy.

[20] Muhammed b. Salih el-Useymin, Şerhü'l-Akideti'l-Vasıtiyye, s. 623, Darü's-Süreyya

[21] Şeyhülislam Ebü'l-Abbas Takiyüddin Ahmed b. Abdülhalim b. Abdüsselam İbn Teymiyye, es-Sarimü'l-Meslul Ela Şatimi'r-Resul, s. 1110, Darü'l-Meali, 1428, ed-Demmam,