Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (37)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (37)
İbn Teymiyye’nin Tahavî ile probleminin ardında Gadir-i Hum hadislerini aktarması ve tathir ayetinin bu beş kişiye özgü olduğunu söylemesi yatıyor. Tahavî tathir ayetinin tefsirinde şöyle diyor: “Tilavet edilen bu ayette Ehl-i Beyt’ten murad sadece ve sadece Hz. Resûlullah, Hz. Ali, Fatıma ve Hasaneyn’dir. Kavram bunların dışındaki kimseyi içermemektedir.”

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla. Hamd Allah'a özgüdür. Salât ve selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine, değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle selamlıyoruz. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. “Utruhetü'l-Mehdeviyye” programının yeni bir bölümünde “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun otuz yedinci kısmında sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey, seyyidim çok yaşayınız. Önceki programın kısa bir özetini rica etsek sizden…

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli alâ Muhammed ve âli Muhammed ve accil feracehum.

 

Konuyla ilgili birkaç soru var. Sekaleyn hadisinin Sahih-ü Müslim'de geçen varyantında niçin bu kadar ısrar ediliyor? Diğer naklin iptali için neden bu kadar çaba gösteriliyor ve Resûlullah'tan aktarılan metnin doğru olanının Müslim'deki metin olduğu konusunda bunca ısrar nedendir? İlerde de okuyacağımız gibi Ehl-i Sünnet bilginleri Sahih-ü Müslim'de geçen metin üzerinde ısrar etmemektedirler. Ancak İbn Teymiyye ve çağdaş Vehhabilik Sekaleyn hadisinin yegâne sahih ve muteber metninin Sahih-ü Müslim'de geçen bu rivayet olduğu noktasında ısrar ediyorlar. Doğrudan şöyle bir soru çıkıyor: Diğer varyantları devre dışı bırakıp da bu varyant hakkında İbn Teymiyye ve Vehhabilerin bunca ısrarı nedendir?

 

Cevap şudur; çünkü onlar Sahih-ü Müslim'de geçen bu metnin Ali ve Ehl-i Beyt'e hiçbir meziyet vermediğini söylemektedirler.

 

Diğer bir ifadeyle onlar sahih olan metnin Sahih-ü Müslim'de geçen metin olduğunda ısrar etmektedirler. Zira Sekaleyn hadisinin bu sahih metninde Ali ve Ehl-i Beyt'e ait hiçbir meziyet söz konusu değildir. Tabi buradan hareketle çok rahat bir şekilde Sekaleyn hadisinin akidevî, fıkhî ve şerî yönlerden içini boşaltabilmektedirler.

 

İbn Teymiyye bunu açıkça dile getirmektedir. O, bu hadisi naklettikten sonra şöyle demektedir: Sekaleyn hadisinin bu nakli Kur'an ve Ehl-i Beyt hakkında bildiğimiz genel durumlar dışında bize yeni bir şerî yükümlülük getirmemektedir.

 

Bakınız o Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinde ne diyor: “Müslim'de rivayet edilen hadisteki yegâne şey Allah'ın Kitab'ına uymayı vasiyet etmektir. Bu da Veda Haccından önce geçmişti. O, İtret'e uymayı emretmedi. Ancak ‘Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum' buyurdu. Ümmete onları hatırlatmak da bundan önce onlara bağışlanan hakları ve onlara zulmedilmesinin yasaklanması şeklinde daha önce geçen şeyleri hatırlatmayı gerektirmektedir. Bu emirler de Gadir-i Hum'dan önce açıklanmıştı. Demek ki Gadir-i Hum'da hiçbir şey teşri edilmemiştir. Çünkü ne Ali, ne başka bir kimse hakkında, ne de imamet konusunda, ne de başka bir konuda bir şey teşri edilmiştir.”[1]

 

Görüldüğü gibi İbn Teymiyye Gadir-i Hum'un içini boşaltıyor. Yeni bir şeyin olmadığını, daha önce Peygamber (s.a.a.) tarafından dile getirilmiş genel şeylerden bahsedildiğini söylüyor.

 

Öyleyse Şeyh İbn Teymiyye'nin “Biz sadece bu varyantı kabul ederiz” şeklindeki ısrarının arka planını anlayabiliyoruz. Çünkü bu varyant yeni hiçbir şey barındırmadığından ve dolayısıyla da içi boşaltılmaya uygun olduğundan onun akidesine uygundur.

 

Sunucu: Sanki Müslim bu rivayetle kendilerine bir hediye vermiş gibi.

 

- Ağzınıza sağlık. Bundan dolayıdır ki Şeyh İbn Teymiyye ve bağlıları -Şuayb el-Arnavut bunlardan birisidir- bu metodu kullanmada ısrar eder. Şeyh Şuayb el-Arnavut Müslim'deki rivayete işaret ettikten sonra şöyle der: “Rivayet şunu göstermektedir: Onların gözetilmeleri, sevilmeleri, onları üzecek şeylerden kaçınma ve onlara eziyet verecek şeylerden kaçınmak vaciptir.”[2] O bu yargıya varırken Müslim'de geçen Zeyd b. Erkam'ın rivayetini delil olarak kullanmaktadır. Daha sonra “Benden sonra tutunduğunuz müddetçe asla sapmayacağınız… Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im” rivayetiyle ilgili olarak şöyle der: Müslim'in rivayetinin de tanıklığıyla bu rivayetin anlamı “Eğer Ehl-i Beyt'e uyarsanız asla sapmayacaksınız” değildir. Zira söz konusu bölümde geçen “ve itreti Ehl-i Beyti / itretim olan Ehl-i Beyt'im” ifadesi mahzuf bir fiilin[3] mefuludur. Bu mahzuf fiil uzekkirukum / sizlere hatırlatıyorum, ibarenin takdiri ise “uzekkirukumullahe Ehl-i Beyti / Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum”dur.

 

Sunucu:  Yani Kitab'a tutunuz ve Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum…

 

- Ağzınıza sağlık. Kitab'a tutunuz, sapıtmayacaksınız. Ehl-i Beyt'im hakkında da sizlere Allah'ı hatırlatıyorum. Görüldüğü gibi Allame Arnavut Sahih-ü Müslim'deki rivayete dayanıyor. Bakınız ne diyor: “‘Size tutunduğunuz müddetçe asla sapmayacağınız şey/ler/i bıraktım. Allah'ın Kitab'ı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im' nebevi buyruğunda geçen itretim olan Ehl-iBeyt'im ifadeleri mahzuf bir fiil ile mansuptur. Yani ‘ihfezu itreti' veya Müslim'in nassında geçtiği gibi ‘uzekkirukumullahe fi ehli beyti'dir.”[4]

 

Biz onların niçin Müslim'deki varyant üzerinde bu kadar ısrar ettiklerini incelemeye çalışıyoruz. Onlar bu varyantı eksene koyup diğer nakilleri buna göre anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlar ve tevilde bulunuyorlar. Önceki programda Sahih-ü Müslim'de geçen hadisi detaylı bir şekilde ele aldık.

 

Azizlerim, bazı internet sitelerine veya konuşmalara ya da televizyon kanallarına ve telif edilmiş olan eserlere müracaat ettiğinizde onların Sahih-ü Müslim'de geçen hadisi temel aldıklarını, geriye kalan diğer varyantları bu hadise göre anlamaya çalıştıklarını görürsünüz.

 

Önceki programda şu üç veya dört noktaya dikkat çekmiştik:

 

İlki üzerinde duracağımız şu konudur: Sahabi de olsa bir şahsın hadisinin kabul edilmesi için hadis zabtının tam oluşu gereklidir. Bunu cerh ve tadil âlimleri açıklamışlardır.

 

Allame İbn Useymin “sahih li-zatihi”yi şöyle tanımlar: “Zaptı tam, adaletli ravinin muttasıl bir senetle rivayet ettiği, şaz olmayan ve mertebece kabule engel bir illeti bulunmayan rivayettir.”[5] Buna göre bir rivayetin sahih li-zatihi olabilmesi için zabt derecelerinin en üst seviyelerinde olması gerekmektedir.

 

Peki, ele aldığımız Sahih-ü Müslim'deki kadri yüce Zeyd b. Erkam'ın rivayetinin zabtı tam mıdır?

 

Sunucu: Zeyd rivayetinde ne diyordu?

 

- Ağzınıza sağlık. O, yaşım ilerledi ve unuttum, diyordu. Öyleyse sahabi de olsa ve ömrünün sonuna kadar adalet sahibi de olsa bu insanın zabtına nasıl tam manasıyla güvenilebilir? Bu metinde zabt unsurunun bulunup bulunmadığı noktasında müşkil var.

 

İlki zabtın tam olarak bulunmayışıdır.

 

Bundan dolayıdır ki rivayette şu ifadeleri okuyoruz: “Ey kardeşimin oğlu! Vallahi yaşım geçti, vaktim ilerledi. Hz. Resûlullah'tan bellediklerimin bir bölümünü unuttum.”[6]

 

Kendisi rivayetin kâmil olmadığını açıkça belirtiyor. Sekaleyn hadisinin mihverini oluşturan nokta konusunda nasıl olur da Müslim'de geçen rivayete dayanılabilir ve diğer rivayetler de bu rivayete göre tevil edilebilir öyleyse?

 

- Öyleyse Müslim'de geçen rivayetin tam olan diğer rivayetlere arz edilmesi gerekmektedir.

 

- Allah hayrınızı versin.

 

İkinci asıl, değerli izleyicilerin dikkat etmesi gereken nokta şurasıdır: Zeyd b. Erkam naklinin başından sonuna kadar ifadelerinden anlaşılan, lâfzen değil manen rivayet olduğudur. Bakınız Zeyd ne diyor? “Binâena­leyh size ne rivayet etmişsem kabul edin, neyi rivayet etmemişsem onu bana teklif etmeyin!” Öyleyse o, geçen programda okuduğumuz Müslim'in rivayetini korkudan dolayı mı ya da başka bir neden yüzünden mi kesiyor, yoksa ravi rivayeti mi unutuyor bilemiyoruz. Belki de hatırladığı bu kadardır. Rivayetin bir bölümünde şu ifadeler geçiyor: “Bir gün Hz. Resûlullah Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su­yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve Allah'a hamdü-sena etti. Öğütlerde bulundu.” Bu ifadeler de sözlerin Hz. Resûlullah'ın sözleri olmadığını, hadisin manen nakledilmiş olduğunu gösteriyor.

 

- Sunucu: Resûlullah'ın sözleri nerede?[7]

 

- Devamla şöyle diyor: “Ardından Hz. Resûlullah (s.a.a.) Allah'ın Kitabına özendirdi ve rağbet ettirdi.” Yine manen nakil.

 

Belirttiğimiz bütün bu hususlar rivayetin lâfzen değil manen rivayet olduğunu gösteriyor. Sahih-ü Müslim'deki Zeyd rivayeti hakkında bunu ben iddia ediyor değilim. Şeyh İbn Teymiyye'ye uyan çağdaş Vehhabi bilginlerden birisi bu rivayete geldiğinde “Ve İtretim” rivayetini zayıf saymak için şöyle der: “Sahih olan Sekaleyn hadisinin ‘ve sünnetim' şeklindeki varyantıdır.” O Müslim'de geçen bu rivayeti naklettikten sonra “Bu rivayetin kriter olma özelliği yoktur. Zira rivayet tam zabt şartından yoksundur. Ayrıca rivayet manen nakledilmiştir” der.

 

Subhanallah! Onlar “ve itretim” şeklindeki varyantı devre dışı bırakmak istediklerinden dillerinden bu ifadeler dökülüyor ve Müslim'de geçen rivayetin ölçüt alınamayacağını iki nedenle ortaya koyuyorlar. İlki tam zabt şartının gerçekleşmeyişi, ikincisi rivayetin manen nakledilmesi.

 

Salih b. Abdülaziz Al-i Şeyh, el-Leali'l-Behiyye adlı eserinde şöyle diyor: “Zira bu hadisin rivayetlerinde ihtisar gerçekleşmiştir. Zeyd b. Erkam geçerli olan bir nedenden veya tam zabt edemeyişini kavradığından Sahih-ü Müslim'de geçen hadisi özetleyerek aktarmış, olduğu gibi rivayet etmemiştir.” [8]

 

Yani yazar rivayetin manen rivayet olduğundan nakıs olduğunu söylüyor. Anlayamıyorum, bir âlim veya âlimlik payesi verilen, hatta Şeyhü'l-İslam olduğu iddia edilen İbn Teymiyye gibi birisi rivayet nakısa, kesiklik, ademü'z-zabt (zabtın bulunmayışı) illetlerine açık olduğu halde sahih olduğunu nasıl söyleyebiliyor? Yani Zeyd'in o zaman diliminde rivayetin tümünü ezberleyemediğini nereden anladı? Eğer bunamadan dolayı ise rivayetin tamamı batıl olur. Eğer resmi ideolojiden ve otoriteden korkuyorsa bu rivayetin hiçbir muteberliği yoktur. Sahih-ü Müslim'de geçen hadisin ilk olarak zabtı bulunmayışı, ikinci olarak da manen rivayet oluşu yüzünden eksik olduğu açıktır.

 

Üçüncü olarak “istifham” (soru sorma) konusu gündeme gelmektedir. Şu anda senetle ilgili bütün tartışmaları göz ardı ederek bütün ilmî ölçütler çerçevesinde rivayetin içeriğinin kabulünün mümkün olup olmadığına yoğunlaşmış durumdayız. Sahih-ü Müslim'de geçen hadisin Gadir-i Hum'da söylendiği noktasında hiçbir kuşku bulunmamaktadır. “Bir gün Hz. Resûlullah Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su­yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı” ifadeleri bunu açıkça göstermektedir. Bizler de Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Gadir-i Hum'da sadece bir kez konakladığını biliyoruz. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Gadir-i Hum'da Hz. Ali'yi vasiyet ettiği noktasında Müslüman bilginler arasında görüş birliği vardır. “Mevla” ve “veli” kelimesini imamet ve velayet anlamında değil de “nusret / yardım” anlamında alsak dahi bir vasiyet gerçekleşmiştir. “Ben kimin mevlasıysam işte şu Ali de onun mevlasıdır” buyruğu Müslim'deki rivayetin neredesinde geçmektedir peki?

 

- Sunucu: İbn Teymiyye'ye varıncaya kadar herkes rivayetin baş bölümü noktasında icma olduğunu söylemiştir.

 

- “Ben kimin mevlasıysam işte şu Ali de onun mevlasıdır” buyruğunun delaleti noktasında bizimle farklı noktalarda durmaktalar. Onlar rivayetin imamete delalet etmediğini söylüyorlar. Bu ayrı bir konu. Ancak Hz. Resûlullah'ın Gadir-i Hum'da söylediği şey noktasında kuşku bulunmayan bu cümle nereye gitti? Bu nokta da rivayetin tam değil eksik olduğunu ortaya koyuyor. Diğer bir ifadeyle rivayetle oynanmıştır.

 

İnsan güvenilir olmalı. Ben İmam Müslim'i itham etmiyorum. Ancak bu rivayetle ya İmam Müslim oynamış veya ondan sonra gelenler! Bana “Seyyidim bu yargınızın delili nedir?” diye sorulabilir. Bakınız çağdaş bilginlerden Allame Albanî  Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde şöyle diyor: “‘Ben kimin mevlası isem Ali da onun mevlasıdır.  Allah'ım onu veli kabul edenin velisi ol, ona düşmanlık yapana da düşman ol...' Zeyd'den aktarılan bu hadisin beş tane kanalı vardır. Hz. Resûlullah Veda Haccından dönerken Gadir-i Hum denen bir vadide mola verdi. Hutbe irad ederken kendisi için güneşin hararetinden korunması amacıyla bir göl­gelik yapıldı. Hutbesinde bize şöyle dedi: ‘Sanırım yakında ben Rabbimin huzuruna davet edileceğim. Ben de bu davete icabet edeceğim. Ben size biri diğerinden daha büyük olan iki ağır emanet bıraktım.  Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im. Benden sonra bana nasıl halef olacağınıza bir bakınız. Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır. Hz. Resûlullah daha sonra şöyle buyurdu: Doğrusu Allah benim mevlamdır. Ben de bütün mü'minlerin velisiyim. Sonra Ali'nin elinden tutarak ‘Ben kimin mevlası isem, şu (Ali) de onun mevlasıdır. Allah'ım onu veli kabul edenin velisi ol, ona düşmanlık yapana da düşman ol' buyurdu. Bu rivayet Buharî ve Müslim'in şartına göre sahihtir.

 

Ben derim ki; Zehebî bu hadis hakkında yargısını belirtmeyip susmuştur.”[9]

 

Demek ki Sekaleyn hadisi hakkında Zeyd'den nakledilen beş rivayet vardır. Hepsinde “Allah'ım onu veli kabul edenin velisi ol” ifadeleri geçmektedir. Bu durumda hadisin bu şekli kuşku götürmez kesin şeylerden oluyor. Öyleyse Sahih-ü Müslim'deki bu bölüm niçin unutulmuş? Bu soru tüm zaman ve mekânı kapsayan tarih boyunca sorulan bir sorudur. Bu tür rivayetlerle ne oldu da oynandı? Bazen gerçekle oynanır ve hakikat örtbas edilebilir. Ancak bazen de oynama olduğu çok açık belli olur. Burada da aynı durum söz konusudur. Zira Zeyd b. Erkam bu metni nakletmiştir ve bu metnin beş tane de kanalı bulunmaktadır. Hâkim ve Albanî'nin belirttiği gibi rivayet sahihtir. Ancak Ümeyyeci din anlayışının yüzünü en güzel gösteren rivayetlerden birisidir bu. Zira İbn Teymiyye Ali'ye (a.s.) buğz eden birisidir. Değilse Ali'nin bu faziletini niçin devre dışı bırakmaya çalışıyor? Değerli izleyiciler bunu kesinlikle bilsinler ki bu tür bir davranışı ancak İbn Teymiyye, bağlıları ve modern dönemdeki mukallidleri olan Vehhabiler gerçekleştirebilir. Yoksa Müslüman bilginler Zeyd b. Erkam'dan aktarılan metnin Sahih-ü Müslim'deki değil de diğer kaynaklarda geçen rivayet olduğunu açıkça dile getirmişlerdir.

 

- Sunucu: Müslim bu hakikatle oynayan ikinci şahıstır. Buharî ise bu rivayeti hiç zikretmemekle gerçekte ilk oynayan kişi olmuştur.

 

- Evet, Buharî rivayeti hiç zikretmemekle kendisini bu sorundan temelden kurtarmıştır!

 

- Sekaleyn hadisinin sahih olan metni nedir?

 

- İlmî ölçütler çerçevesinde Müslim'de geçen rivayetin kabul edilemeyeceği ortaya konuldu. Ben öyle düşünüyorum ki o sahih naklin kendi rivayet ettiği varyant olduğunu söylemek istemiştir. Öyleyse bu tür sorulara cevap vermesi gerekmektedir. Ancak Sahih-ü Müslim'deki lafızların en sahih nakil olduğunu söyleyebilecek insaflı bir kişinin olabileceğini düşünemiyorum.

 

Peki öyleyse Sekaleyn hadisinin muteber ve sahih metni hangisidir?

 

Sekaleyn hadisinin muteber ve sahih metni Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinin naklettiği metindir. Ben defalarca Ehl-i Sünnet ile İbn Teymiyye'nin birbirinden farklı olduğunu belirttim. Bazıları bana bu ayrımı hangi ölçüte dayanarak yaptığımı soruyorlar.

 

El-cevap: İşte bu yol ayrımlarından biridir. Diğer metinleri devre dışı bırakıp sadece bu metnin sahih oluşunda neden ısrar ediyor İbn Teymiyye? Hâlbuki büyük hadis bilginlerinden İmam Tahavî diğer metnin sahih metinlerden olduğunu belirtiyor. Tahavî, bir imamdır, muhaddis, müfessir ve fakihtir. Bakınız İmam Tahavî Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eserinde ne diyor:

 

“Bize Ahmed b. Şuayb (en-Nesaî) rivayet etti… Bize Habib b. Ebu Sabit, Ebu't-Tufayl'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiğine göre Zeyd şöyle demiştir: Hz. Resûlullah Veda Haccından dönerken Gadir-i Hum denen bir vadide mola verdi. Hutbe irad ederken kendisi için güneşin hararetinden korunması amacıyla bir göl­gelik yapıldı. Hutbesinde bize şöyle dedi: ‘Zannediyorum ki yakında Rabbimin huzuruna davet edileceğim. Ben de bu davete icabet edeceğim. Ben size biri diğerinden daha büyük olan iki ağır emanet bıraktım.  Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im. Benden sonra bana nasıl halef olacağınıza bir bakın. Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır.'

 

Sonrasında Gadir-i Hum'daki hutbesinde şöyle buyurdu: Doğrusu Allah benim mevlamdır. Ben de bütün mü'minlerin velisiyim. Sonra Ali'nin elinden tutarak ‘Ben kimin mevlası isem, şu (Ali) de onun mevlasıdır. Allah'ım ona dost olan dost; düşman olana düşman ol. ' buyurdu.

 

Ravi Ebu Tufeyl diyor ki, Zeyd'e ‘Bunu Hz. Resûlullah'tan duydun mu?' diye sordum, O, ‘Ne diyorsun? Gölgeliklerde olan her şahıs iki gözüyle onu gördü ve iki kulağıyla (bu sözleri) duydu' dedi. Bu hadis isnad açısından sahihtir. İsnad zincirinde bulunan ravilerden hiçbirisi olumsuz eleştiriye uğramamıştır.”[10]

 

İmam Tahavî, Sünenü'n-Nesaî müellifinin öğrencilerindendir. Rivayet, Müslim'de geçen haberin ravisi olan Zeyd'dendir. Müslim'de yaşının ilerlediği, bellediklerinin bir bölümünü unuttuğunu ifade eden Zeyd'in bu sözleri Tahavî'nin rivayetinde geçmemektedir. Albanî, bu rivayetin Şeyhayn'ın şartına uygun olduğunu belirtiyor.

 

- Öyle anlaşılıyor ki Resûlullah (s.a.a.) bu hutbeyi yüksek bir tonla irad etmiştir.

 

- Bundan dolayıdır ki Hz. Emirü'l-Müminin, Rahbe'de insanlardan tanıklıkta bulunmalarını istediğinde 30 kişi kalkıp buna şahitlik etmişti.

 

Tahavî'nin hadisin sahihliğine ilişkin düştüğü notun bir istisnası vardır: İbn Teymiyye. Ali'nin bu makamının ona ve emsallerine ağır geldiği ve sıkıntı verdiği bir vakıadır. O, bu sıkıntıdan dolayı Minhacü's-Sünnet adlı eserinde Gadir-i Hum'da ne Ali ne de başka birisi için imametin sabit olduğunu açıkça dile getiriyor. Ona göre Gadir-i Hum'un önceki bilgileri tekrarlamaktan başka hiçbir önemi bulunmamaktadır ve Gadir hutbesi hiçbir yeni emir getirmemiştir.

 

Peki, İbn Teymiyye bu bağlamda ne tür bir operasyona girişiyor? İbn Teymiyye için yegâne çıkış yolu İmam Tahavî'nin aktardığı bu tür hadislerin kriterlik ve kanıtlılık özelliklerini ortadan kaldırmaktır. 

 

Değerli izleyiciler konunun açıklığa kavuşabilmesi için geliniz birkaç pasaj okuyalım. Zira bazıları bana “Seyyidim bu adamı ve bağlılarını niçin böyle itham ediyorsun?” diyorlar. Gerçekten bazı kanallara çıkıp da hiçbir şey bilmeden konuşmaları yüzünden hallerine çok acıyorum. Onlar İbn Teymiyye'nin ifadelerini tekrarlayıp duruyorlar.

 

İbn Teymiyye çok iyi biliyor ki İmam Tahavî'nin ilmî payesini teslim etse sadece Gadir-i Hum'da geçen “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” nassını kabul etmekle kalmayacak, iş daha ileri boyutlara varacaktır. Zira Tahavî ayrıca güneşin Ali (a.s) için yeniden çıkıp batması rivayetini de sahih kabul etmektedir.

 

- Bu O'nun için tam bir depremdir…

 

- Ali'nin (a.s.) bu tür bir menkıbe ve fazilete sahip olması nasıl mümkün olabilir? Ben minber ehline isnad zincirini bilmeyen bu kitaplara başvurmamalarını öğütlüyorum. Bakınız işte Ehl-i Sünnet'in imamlarından Tahavî Hz. Ali için güneşin geri döndürülmesi hadisini rivayet etmektedir:

 

Hz. Resûlullah'tan aktarılan güneşin batışından sonra Allah-u Teâlâ tarafından iade edilmesini ifade eden rivayetlerle bunun zıddını vehmeden rivayetlerin müşkilliğinin beyanı babı

 

Esma bint Umeys'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek başı Hz. Ali'nin kucağındayken kendisine vahiy geldi. İmam Ali ikindi namazını güneş batıncaya kadar kılamamıştı. Hz. Resûlullah (s.a.a.)  şöyle buyurdu: “Ey Ali, ikindi namazını kıldın mı?” İmam Ali “Hayır, kılmadım ey Allah'ın resûlü” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) “Allah'ım, o şüphesiz senin ve resûlünün hizmetindeydi. Güneşi ona geri çevir” dedi. Esma binti Umeys, gördükleriyle ilgili şunları söylemiştir: “Güneşin o halini gördüm. Battıktan sonra tekrar doğdu.”[11]

 

Tahavî'nin eseri zaten müşkil olan rivayetlerin açıklanması üzerinedir. O güneşin iade edildiğini ifade eden rivayetlerle bunu olumsuzlayan rivayetlerin arasını bulmak istiyor. Hz. Resûlullah'ın başı O'nun kucağında olması nedeniyle İmam Ali edebinden namazı kılamamıştı.

 

Eserin tahkikini Ümeyyeci din anlayışına bağlı ve İbn Teymiyye'nin tabilerinden olan Şuayb el-Arnavut yapmıştır. Bakın o bu hadis hakkında “İsnadı zayıftır” diyor.[12] Ancak biz şu anda Allame Arnavut ile değil de Tahavî ile istidlalde bulunmak istediğimizden onun bu değerlendirmesine girmiyoruz.

 

Tahavî ardından ikinci bir rivayet aktarır. Rivayet şöyledir:

 

Esma bint Umeys'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Bir gün Peygamberimiz Nehba'da öğle namazını kıldı, sonra da Ali'yi (a.s.) bir ihtiyacı için gönderdi. Ali (a.s.) geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.a.) ikindi namazını kılmıştı. Peygamber (s.a.a.) başını Hz. Ali'nin kucağına koydu, güneş batana kadar o şekilde kaldı. Hz. Ali, güneş batıncaya kadar hareketsiz olarak bekledi. Böylece Ali (a.s.) ikindi namazını kılamadı.”[13]

 

Ebu Cafer et-Tahavî der ki: “Birisi, siz Ebu Hureyre kanalıyla Peygamber'den (s.a.a.) ‘Güneş, Yuşa b. Nun hariç hiç kimse için hapsedilmemiştir' rivayetini aktardığınız halde nasıl bu rivayeti kabul edersiniz, derse cevap şöyledir: Bu hadis her ne kadar bize karşı kullanılıyorsa da… Güneşin sadece Yuşa için hapsedildiği doğrudur… Yukarıda geçen iki olay arasında çelişki yoktur. Zira birisinde güneşin batışının engellenmesi söz konusuyken diğerinde güneşin battıktan sonra geri döndürülmesi gerçekleşmiştir.”[14]

 

İbn Teymiyye bu tür bir hadisi sahih sayan Tahavî'ye karşı kalbinde kin duymaktadır. Bundan dolayıdır ki Minhacü's-Sünnet adlı eserinde bu hadisi değerlendirirken İmam Tahavî'ye de çatmadan edemez. Konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Bakınız Allame Arnavut Şerh-ü Müşkili'l-Asar'a düştüğü notta ne diyor: “Şeyhü'l-İslam güneşin geri döndürülmesi hadisini sahih olarak kabul eden Tahavî'yi isnad hakkında mahir olmamakla suçlar.”[15] Yani ona göre Tahavî, Ali'nin (a.s.) menkıbe ve faziletini kabul ettiği, O'nu diğer sahabelerden ayırdığı müddetçe uzman ve mahir bir kişi sayılmaz.

 

Arnavut'un bu sözleri mesnetsiz değildir. İbn Teymiyye Minhacü's-Sünne'de şöyle der: “Tahavî'nin ilim ehli gibi hadis tenkidi gerçekleştirebilme âdeti bulunmamaktadır.”[16]

 

- Yani Tahavî ilim ehlinden değildir.

 

- Evet, ona göre basit bir insandır, aslında cahildir.

 

O devamında şöyle der: “Bundan dolayıdır ki Tahavî Şerhü'l-Meani'l-Asar adlı eserinde ihtilaflı hadisleri rivayet eder. O bu ihtilaflı hadisler arasında tercihte bulunurken genellikle kıyas ederek seçim yapar. Yoksa hiçbir uzmanlığa sahip değildir. Tercih ettiklerinin birçoğu da isnad yönünden eleştiriye uğramıştır ve sabit değildir. O, çokça hadis rivayet etse, fakih ve âlim olsa da ehl-i ilim gibi isnad bilgisine sahip değildir.”[17]

 

İbn Teymiyye'ye göre Tahavî imam ve büyük bir bilgin olmasına rağmen isnad konusunda sıradan, basit bir kişidir, ümmidir.

 

- Kendi kendisiyle çelişiyor…

 

- Hayır, o, bir kişi fıkıhta ve ilimde iyi olabilir ancak isnad ve cerh-tadil ilmi sahasında zayıftır, demeye çalışıyor. İbn Teymiyye'nin Tahavî ile probleminin ardında güneşin Ali (a.s.) için geri iade edilmesi ve Gadir-i Hum hadislerini aktarması ve tathir ayetinin bu beş kişiye özgü olduğunu söylemesi yatıyor.

 

Tahavî tathir ayetinin tefsirinde şöyle diyor: “Tilavet edilen bu ayette Ehl-i Beyt'ten murad sadece ve sadece Hz. Resûlullah, Hz. Ali, Fatıma ve Hasaneyn'dir. Kavram bunların dışındaki kimseyi içermemektedir.”[18]

 

Artık İmam Tahavî'nin niçin eleştiriye uğradığını kavramış bulunuyoruz. Bundan dolayıdır ki İbn Teymiyye ekolünün en önemli fertlerinden birisi olan Şuayb el-Arnavut, Tahavî'nin eleştirilmesi konusu hakkında İbn Teymiyye'ye olanca gücüyle itiraz ederek şöyle der: “Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye'nin varmış olduğu bu katı hükmün aynısının ilim ehlinden kimseden sadır olduğunu işitmedim. İmam Tahavî nasıl olur da isnad sahasında ehl-i ilim gibi mahir olmamakla itham edilebilir? Haklarında şehadette bulunulan imamlar Tahavî'yi eşsiz bir şekilde tenkidi bilen bir kişi olarak nitelendirmişlerdir. Tahavî onlara göre hadiste hafız, hadislerin geliş kanallarını bilen, sened ve metin sahasında uzman, gizli illetleri müdrik, hadisleri ölçmede ve tercihte eşsiz bir bilgindir…

 

Güneşin iade edilmesi rivayetini sahih olarak kabul eden sadece İmam Tahavî de değildir. Bu konuda önceki ve sonraki dönem bilginlerinden birçoğu onunla aynı görüşü paylaşmaktadır.”[19]

 

Azizlerim pasaja göre güneşin geri döndürülmesini hem kadim hem de modern dönem ulemasından birçoğu kabul etmektedir. Ancak Ehl-i Beyt'e ve Ali'ye özel bir hınçları, nefretleri ve düşmanlıkları olan Şeyh İbn Teymiyye ve bağlılarının nezdinde bu durum İmam Tahavî'nin eleştirilmesine vesile olmaktadır.

 

– İşte bundan dolayıdır ki sahabe “Biz münafıkları Ali'ye olan düşmanlıklarından tanırdık” diyorlardı.

 

- Kadim ve son dönem ulemasının nezdinde sabit ve kesin makamlardan olan bu hakikati inkâr edişlerinin arka planı sanırım anlaşıldı.

 

- Vakti geçirmeyelim. Seyyidim ele aldığımız konuyu tamamlamamız mümkün mü? İsterseniz bir diğer soruya geçelim.

 

- Tamamlayayım. Şu önemli sonuca ulaşıyoruz: Sekaleyn hadisinin metinlerini ele aldığımızda Müslim'de rivayet edilen versiyonun dayanak olarak alınmasının mümkün olmadığını anlıyoruz. Gerçi başka bir sorun ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Tahavî'nin rivayet ettiği hadiste Habib b. Ebu Sabit bulunmaktadır. Bu şahıs hakkında ileri geri konuşulmuş, zemmedildiği ya da müdellis olduğu söylenmiştir. Rivayete müracaat ettiğimizde şöyle geçiyor: “Bize Habib b. Ebu Sabit rivayet ettiği…” Rivayetin isnad zincirini zayıf olarak kabul edenler bu şahsı delil göstermektedirler.

 

Acuri'nin eş-Şerîat adlı eserine ve düşülen tahkike bakalım. İlk rivayeti nakleder: “Habib b. Ebu Sabit'ten rivayet edildiğine göre… Gadir-i Hum'da konakladı… Hadisin isnadı müdellis olan Habib b. Ebu Sabit yüzünden zayıftır.”[20]

 

Bu konuyu detaylı bir şekilde ele almak istemiyorum. Sadece bir noktaya değinip konuyu tamamlayacağım. Dün geceki programımızı izleyenler İbn Teymiyye ve bağlılarının “Allah Âdemi Rahman'ın suretinde yarattı” hadisinin isnad zincirinin sahih oluşu noktasındaki ısrarlarını hatırlayacaklardır. Geliniz o rivayetin isnad zincirine bir bakalım. Rivayeti Doktor Süleyman b. Muhammed ed-Debici'nin Ehadisü'l-Akide adlı eserinden aktaracağım. “Yüzden sakının. Zira Âdemoğlu Rahman sureti üzere yaratılmıştır.”

 

“Ben derim ki bu hadis iki kanaldan rivayet edilmiştir. Biri muttasıl, diğeri mürsel. Muttasıl olan isnad zinciri şudur:  Ameş'ten, o Habib b. Ebu Sabit'ten, o Ata b. Ebu Rebah'tan, o da İbn Ömer'den…

 

Bu rivayeti sahih olarak kabul edenler arasında İshak b. Rahuveyh, Ahmed, Hâkim, İbn Teymiyye, Zehebî ve İbn Hacer bulunmaktadır.”[21]

 

Görüldüğü gibi bu şahısların Habib ile sorunları yoktur. Bu problem onun ancak Ali'nin faziletini aktarması halinde geçerlidir.

 

Azizlerim, “Âdemoğlu…” hadisini aktaran Habib'te bir müşkil yok, ancak Sekaleyn hadisini ve “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” rivayetini aktaran Habib'te sorun var…

 

Defalarca söyledim, İbn Teymiyye ve Vehhabiler, Ehl-i Sünnet imamlarından ve bilginlerinden tümüyle farklılık göstermektedirler. Kırmızıçizgileri ve vazgeçilmezleri Ali ile bağlantılı olan bütün rivayetlerin zayıf sayılmasıdır. Eğer konu Hz. Ali ile değil de tecsim ile ilgiliyse bu rivayeti sahih kabul ederler.

 

- Teşekkürler Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler, görüşmek üzere. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

medyasafak.com

 

 

 

 



[1] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye fi Nakdi Kelami'ş-Şiati ve'l-Kaderiyye, c. 4, s. 255 Tahkik Doktor Muhammed Reşad Salim, Darü'l-Fazilet

[2] Age, agy.

[3] Metinde zikredilmeyen ancak anlam açısından bulunan fiildir. çev

[4] Müsnedü'l-İmam Ahmed, c. 17, s. 175

[5] Mustalahü'l-Hadis, s.13

[6] Müslim, Sahih-ü Müslim, c. 4, s. 226, 2408 numaralı hadis. Darü'l-Hayr,

[7] Yani Zeyd, Resulullah'ın Allah'ı övdüğünü ve bazı öğütlerde bulunduğunu söyleyip Hz. Resûlullah'ın hangi sözlerle Allah'ı övdüğünü ve ne tür öğütlerde bulunduğunu söylemiyor. çev.

[8] Şeyh Salih b. Abdülaziz b. Muhammed b. İbrahim Alı'ş-Şeyh, el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye, c. 2, s. 461, Tahkik Adil İbn Muhammed Mürsi Rıfai, Darü'l-Asıme, 1. Basım, 1430

[9] Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şey' min Fıkhıha ve Fevaidiha, c.4 s.330, 1750. Hadisin zeyli.

[10] Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame et-Tahavî, Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c. 5, s. 18, Tahkik, tahriç ve talik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale, 1427, Beyrut, 2. Basım   

[11] Ebu Cafer et-Tahavî, Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c. 3, s. 92, Tahkik Şuayb el-Arnavut   

[12] Age, agy.

[13] Age, agy.

[14] Age, s.96

[15] Age, c.1, s.68

[16] Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 494

[17] Age, agy.

[18] Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c. 2, s. 245

[19] Age, c.1, s. 68

[20] Ebubekir Muhammed b. el-Hüseyn el-Acuri, c.5, s. 2221, Kitabü'ş-Şeriat, Tahkik Doktor Abdullah ed-Demici, Darü'l-Vatan

[21] Süleyman b. Muhammed ed-Debici, Ehadisü'l-Akide el-Mütevehhimü li-İşkaliha fi's-Sahihayn, s.126