Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (26)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (26)
"Acaba Ehl-i Beyt İmamları bu konu hakkında ne diyorlar?" diye sorulabilir. Bizler şu ana kadar konu hakkındaki Ehl-i Sünnet bilginlerinin açıklamalarını sunduk. Ehl-i Beyt İmamları'ndan -yani Ali, Hasan, Hüseyn, Seccad, Bakır, Rıza vd.- hiçbirisi Peygamber hanımlarının kavramın kapsamına girdiğini söylememiştir. Onların ittifak halindeki açıklamalarına göre kavram kendilerine özgüdür.

31/12/2010

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

İmam Zeynülabidin'in (a.s.) şehadeti münasebetiyle dünya Müslümanlarına taziyetlerimizi bildiriyor ve Allah-u Teala ecrinizi yüceltsin, diyoruz. Sizleri selamların en güzeliyle selamlıyoruz. “Utruhetü'l-Mehdeviyyet” programının yeni bir bölümünde karşınızdayız.  “Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi” konusunun yirmi altıncı bölümündeyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim, geçen haftanın bir özetini sunmanız mümkün mü?

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Sened açısından mütevatir, Müslüman bilginler arasında metin ve içeriği üzerinde ittifak edilmiş olan bu hadisi kavradık. Bu hadis oldukça fazla veriyi ortaya koymaktadır. Hatta bu hadis din ile bağlantılı mearifin bin kapısını kendiliğinden açan rivayetlerden biridir diyebiliriz. Bundan dolayı kimsenin aklına biz bu hadisi sadece bu programla bağlantılı olduğundan dolayı ele alıyoruz türünde bir düşünce gelmesin. Gerçi Mehdilik Meselesine ilişkin bazı konular, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) latif dillerinden dökülen bu mübarek hadisin en önemli neticelerinden ve bağışlarındandır. Önceki programlarda tathir ayetinde ve Sekaleyn hadisinde geçen Ehl-i Beyt kavramından neyin murad edildiğini inceledik. Bunun yanı sıra mübahele ayetini ve diğer bazı konuları da inceledik. Bu hadis çeşitli ortam ve koşullarda söylendiğinden birçok sonuca ulaşabiliyoruz. Bizler Ehl-i Beyt kavramıyla lugavi, örfi ve fıkhi anlamların murad edilmediğini, Hz. Resûl-u Azam'ın (s.a.a.) açıkladığı özel anlamın kastedildiğini söyledik. Ehl-i Beyt'ten muradın beş kişi olduğuna dair çeşitli şahit, karine ve delilleri ortaya koyduk. Ardından Hz. Peygamber'in (s.a.a.) kendisiyle birlikte beş kişiyi oluşturan bu grubu bir tek elbise altına alıp “Allah'ım, işte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir” buyurduğunu aktaran onlarca rivayet okuduk.

 

Daha sonra Ehl-i Beyt'ten muradın bu beş kişi olduğunu ve kavramın Peygamber hanımlarını kapsamadığını açıkça dile getiren bir grup Ehl-i Sünnet bilgininin isimlerini naklettik. Bizler tathir ayetinin tefsiri sadedinde, Peygamber'in hanımları ve müminlerin annelerinden olan Âişe ve Ümm-ü Seleme'nin de Ehl-i Beyt'ten olduğuna dair sahih rivayetler bulunduğunu iddia eden bir ısrarla karşı karşıyayız. Aksine bu rivayetler Ehl-i Beyt'ten muradın beş kişi olduğunu söylemektedir. Sahih olsun veya olmasın hiçbir rivayette tathir ayetinin Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsadığına dair tek bir ifade bile geçmemektedir. Ayrıca biz, bir bölümü sahih bir bölümü de hasen olan hadislerde geçen bir karineye, yani Hz. Peygamber'in birkaç ay Hz. Ali ve Fatıma'nın (a.s.) kapısının önüne gidip durması şeklindeki hadiseye işaret ettik. O (s.a.a.), hanımlarından hiçbirisinin kapısının önüne giderek “Ey Ehl-i Beyt!” diye nida etmemiştir.

 

İnşallah bu akşamki programda bu sahadaki büyük müfessirlerin açıklamalarını sunarak bu bölümü sonlandıracağız. Konuyla ilgili olarak İmam Taberi'nin açıklamalarını aktarmıştık.

 

- Ayetten neyin murad edildiği veya ayetin kimlere uyarlandığı ya da tathir ayetinin nüzul sebebi hakkında büyük müfessirlerin görüşleri nelerdir?

 

- Değerli izleyicilerin büyük bilginler katında kesin olan şu hakikate dikkat etmelerini istiyorum. Eğer herhangi bir ayetin şe'n-i nüzulu (nüzul sebebi) hakkında bir rivayet söz konusuysa ve varid olan rivayetler ayeti bu şe'n'e/duruma özgü kılıyorsa ayetin başkalarını kapsaması mümkün değildir. Ancak bu hakikate delalet eden sahih bir delilin olması durumu istisnadır. Bir ayet özel bir durum hakkında nazil olmuş ve Hz. Peygamber (s.a.a.) de bu ayeti bu özel şe'n'e özgü kılmışsa, acaba ayet başka hususları da kapsayabilir mi, yoksa kapsayamaz mı?

 

El-cevap; bu tür durumlarda ayetin kapsamı noktasında lugata, örfe ya da kullanıma dayanarak görüş ortaya koymak mümkün değildir.

 

Dayanılacak yegane şey Hz. Nebiyy-i Ekrem'den (s.a.a.) sadır olan nass-ı nebevidir. Yani önceki programlarda geçtiği gibi tathir ayetinin söz konusu beş kişiye özgü olduğunu kabul ettiğimizde hiç kimsenin lugata veya örfe ya da örfi ve fıkhi kullanıma dayanarak “sözcük daha farklı anlamlara geliyor” deme hakkı bulunmamaktadır. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) fiili ve kavli sünneti gereğince kavram bu beş kişi dışında başka hiçbir kimseyi kapsamamaktadır. Tathir ayetinin veya ayetin bu bölümünün şen-i nüzulu hakkında müfessirlerin yaptıkları açıklamaları ilerde ele alacağız.

 

Değerli izleyiciler konuya İmam Taberi'nin açıklamalarıyla başladığımızı hatırlayacaklardır. İmam Taberi'nin ayetin tefsiri hakkında iki görüş bulunduğuna dair açıklamalarını dile getirdik. Taberi iki görüşe de işaret etmiştir. Ben açıklamalarına dayandığımız kimsenin tefsir sahasındaki en önemli simalardan birisi olduğu iyice kavransın diye onun bu alandaki makamını açıklamak istiyorum.

 

Ebu Cafer et-Taberi'ye ait olan Tefsirü't-Taberi'nin giriş bölümünde onun hakkında kullanılan ifadelere bakınız:

 

Bilginlerin Onu Övüşleri

 

İbn Cerir et-Taberi, yaratışsal ve ahlaki güzellikleri kendisinde toplamıştır. Kendisini Rabbani âlimlerden kılan şeyleri barındırıyor olması…

 

Hafız Ebubekir Hatiyb el-Bağdadi onun hakkında şöyle der: İbn-i Cerir büyük ilim adamlarından birisiydi. Sözü gereğince hüküm verilir, onun görüşüne başvurulurdu.

 

İbn Huzeyme, Ebubekir İbn Baluveyh'den Taberi'nin tefsirini ödünç alıp geri verdiği birkaç sene içinde baştan sonra mütalaa ettikten sonra şöyle demiştir: “Yeryüzünde İbn Cerir'den daha alim biri bulunduğunu zannetmiyorum.”[1]

 

Bu alıntılar Müslüman bilginlerin İbn Cerir et-Taberi'nin şahsiyetine yönelik açıklamalarıdır. Şu ifadeler ise İbn Teymiyye'nin bağlılarına, yani Vehhabilere ve o meşrepte olanlara aittir: “Günümüzde mevcut olan tefsirlerin en sahihi Muhammed İbn Cerir et-Taberi'nin tefsiridir. Bu tefsir selefin açıklamalarını sabit olan isnad zincirleriyle zikreder. Tefsirde hiçbir şekilde bidate dayalı bir görüş bulunmamaktadır. Taberi; Mukatil ve Kelbi gibi itham edilen kimselerden alıntı yapmaz.”[2]

 

Yani İbn Teymiyye, Taberi'nin tefsirini bu sahadaki en önemli eser kabul etmektedir.

 

Bu açıklamalar ışığında ayet-i kerime Tefsirü't-Taberi'de nasıl ele alınmış bir bakalım.

 

"Tevil ehli, Ehl-i Beyt kavramından neyin murad edildiği konusunda görüş ayrılığına düşmüştür. Kimileri bu kavramla Hz. Resûlullah (s.a.a.), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hasan ve Hüseyn'in (a.s.) kastedildiğini söylerler. Bu görüşte olanlar Ebu Said el-Hudri, Safiyye Bint Şeybe, Enes İbn Malik, Ümm-ü Seleme, Amir İbn Sa'd...

 

Amir İbn Sa'd'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) bu ayet-i kerime nazil olunca O (s.a.a.) Ali, Fatıma ve iki oğlunu ellerinden tutarak elbisesinin altına aldı ve şöyle buyurdu: Rabbim, işte şunlar benim ehlim ve Ehl-i Beyt'imdir.”[3]

 

Biz rivayeti aktaran bu isimlere önceki programlarda özetle işaret ettik. Değerli izleyicilere konuyu şöylece özetlemek istiyorum. Taberi'nin naklettiği bu görüşe delalet eden hadislere, ravilerine ve bu rivayetlerin isnadlarına müracaat ettiğimizde; Âişe'nin rivayetinin sahih bir isnadla nakledildiğini görürüz. Bu haberi, önceki programlarda da geçtiği üzere Müslim Sahih'inde tahriç etmiştir. Ümm-ü Seleme'den aktarılan rivayetlerin bir bölümü sahih isnad zincirine sahiptir. Bunlar Tirmizi'nin Sünen, Ahmed İbn Hanbel'in Müsned, Hakim'in el-Müstedrek adlı eserlerinde geçmektedir. Tirmizi, Hakim, Zehebi ve Allame Albani bu rivayetlerin sahih olduğunu belirtmiştir.

 

Öyleyse ayetin bu beş kişiye özgü olduğunu ispat eden bu hadisler ve nasslar içinde isnad yönünden sahih ve hasen olan onlarca rivayet söz konusudur.

 

Taberi devamla şöyle der: "Diğerleri de şöyle demiştir: Bu kavramla ve ayetin bu bölümüyle Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hanımları kastedilmiştir.

 

Bu görüşte olanlar:

 

Bize Esbağ İbn Alkame der ki; İkrime ‘Ey Ehl-i Beyt!...' ayetinin özellikle peygamberin hanımları hakkında nazil ol­duğunu sokakta bağırarak söylerdi."[4]

 

Bu, İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan aktardığımız rivayetin ta kendisidir. Bu rivayet hakkında detaylı açıklamalarda bulunmuştuk. Ayetin şen-i nüzulu ile ilgili rivayetler konusunda görünen manzara şudur: Rivayetlerin bir bölümü ayetin beş kişiye, diğer bölümüyse Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarına özgü olduğunu göstermektedir. Bazıları şöyle diyebilir: Ayetin hem Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını ve hem de bu beş kişiyi kapsadığı şeklindeki bir üçüncü görüşten niçin söz etmiyorsunuz?

 

El-cevap; üçüncü görüş hakkında rivayet bağlamında hiçbir hadis nakledilmiş değildir. Böyle bir görüşü ortaya koyabilmek için öncelikle Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) beyanını araştırmamız gerekmektedir. ‘‘Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının” (59/el-Haşir/7), İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için” (16/en-Nahl/44), “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (53/en-Necm/3-4)

 

Bizler eksene Peygamber'in (s.a.a.) buyruklarını almışız. Aynı şekilde Taberi gibi büyük bir âlim de ayetin tefsiri hakkında sadece iki görüşe işaret etmiştir. Bir üçüncü görüşten söz etmemiştir. Zira Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek buyruklarında üçüncü görüşün bir dayanağı bulunmamaktadır. Gerçi kimi sahabe veya tabiilerin ya da bazı müfessirlerin içtihadları vardır. Bu içtihad, içtihad eden kimse için kanıttır. Yoksa bizim nazarımızda hiçbir kıymeti bulunmamaktadır.

 

İkinci eser İmam İbn Cevzi'nin (h. 597) Zadü'l-Mesir adlı tefsiridir.

 

O bu tefsirinde şöyle der: “Ehl-i Beyt kavramından neyin murad edildiği hakkında üç görüş vardır. Bu görüşlerden birine göre bununla murad edilenler Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarıdır. Zira onlar Hz. Resûlullah'ın evindeydiler. Bu görüş İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. İkrime de bu görüşü açıkça dile getirmiş ve savunmuştur.

 

İkinci görüşe göreyse tathir ayeti ve Ehl-i Beyt kavramı Hz. Resûlullah'a (s.a.a.), Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyn'e (a.s.) özgüdür.

 

Ebu Said el-Hudri bu görüştedir. Enes, Âişe ve Ümm-ü Seleme'den de bu bağlamda rivayetler aktarılmıştır.

 

Üçüncü görüş; Ehl-i Beyt Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ehli ve hanımlarıdır. Dahhak bu görüştedir. Ayrıca Zeccac'tan da bu görüş aktarılmıştır.”[5]

 

İmam Taberi ayetin tefsiri hakkında iki görüşe işaret etmişti. İlk görüşün dayanağının sözcüğün lugavi, örfi ve fıkhi anlamı olduğunu açıklamıştık. Ancak tathir ayetiyle ilgili olarak aktarılan hadislerde Hz. Peygamber (s.a.a.) bu anlamı göz önüne almamış ve devre dışı bırakmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a.), sözcüğe ıstılahî (terimsel) bir anlam vermiş ve bu anlamda kullanmıştır. İlk görüşe ilişkin İbn Abbas'tan aktarılan rivayeti ve İkrime'nin sözlerini okumuştuk. Senedinin durumu ortaya konulmuştu.

   

Pasaja göre dört büyük sahabi ayetin bu beş kişiye özgü olduğunu kabul etmektedir.

 

Son görüşse bir içtihaddır. Sizler de biliyorsunuz ki içtihad doğru da olabilir, yanlış da.

 

Ayrıca İbnü'l-Cevzi bu meseleye Keşfü'l-Müşkil adlı eserinde de değinmektedir.

 

O şöyle der: “Ehl-i Beyt'in anlamının tefsiri hakkında üç görüş bulunmaktadır.”[6] Zadü'l-Mesir'de işaret ettiğimiz ifadelerin aynısı burada da geçer.

 

Bu ayeti ele alan başka bir tefsir de Maverdi'nin (h. 450) en-Nüket ve'l-Uyun adlı eseridir. Biz olabildiğince kadim müfessirlerin görüşlerine başvuruyoruz.

 

O şöyle diyor: “Tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramı hakkında üç görüş bulunmaktadır.

 

İlk görüş; kavramla Hz. Ali, Fatıma ve Hasaneyn (a.s.) kastedilmiştir. Ebu Said el-Hudri, Enes İbn Malik, Âişe ve Ümm-ü Seleme bu görüştedir.

 

İkinci görüş; özel olarak Hz. Peygamber'in hanımları kastedilmiştir. İbn Abbas ve İkrime bu görüştedir.

 

Üçüncü görüş; Hem Hz. Peygamber'in itretini, hem de hanımlarını kapsamaktadır. Tahavî bu görüştedir.”[7]

 

Bu açıklamalar ışığında şunu anlıyoruz ki Taberî üçüncü görüşü zikretmemiştir. Zira üçüncü görüşün bir dayanağı bulunmamaktadır.

 

İzzüddin İbn Abdülaziz İbn Abdüsselam ed-Dımeşkî'nin (h.450) Tefsirü'l-Kur'an adlı eserinde de aynı durum göze çarpmaktadır. Bu tefsir Maverdi'nin tefsirinin ihtisarıdır. Eserin tahkik ve talikini Doktor Abdullah İbn İbrahim İbn Abdullah el-Vuheybi yapmıştır. Tefsirin ibareleri üzerinde durmayacağız. Ben, müfessirin Maverdi'nin tefsirine bir not düşmemesi nedeniyle onun da aynı görüşte olduğu sonucunu elde ettiğimden dolayı eseri zikrettim.

 

Bu noktaya işaret eden bir başka kaynak Ebül-Muzaffer es-Semanî'nin (h. 489) Tefsirü'l-Kur'an adlı eseridir. O ayetin tefsiri hakkında şöyle der: “Ayetin tefsiri hakkında çeşitli görüşler vardır. Said'den rivayet edildiğine  göre ….ayet Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımları hakkında nazil olmuştur. İkrime bu görüştedir.

 

Ebu Said el-Hudri, Ümm-ü Seleme, Mücahid ve Katade'nin de aralarında bulunduğu Tabiundan sayı itibariyle büyük bir grup ise tathir ayetiyle Hz. Peygamber'in itretinin kastedildiği görüşündedir.”[8]

 

Yani İmam Semanî'ye göre mesele açıktır. Diğer bir ifadeyle Ehl-i Beyt-i Nebi kavramının tatbik edilebileceği yegane kişiler Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyn'dir (a.s.). Bu kavram ile mutlak surette kadınlar kastedilmemektedir. Nitekim Ebu Said el-Hudri, Enes İbn Malik, Âişe ve Ümm-ü Seleme gibi sahabenin büyükleri de bu görüştedir.

 

Ardından Ümm-ü Seleme şöyle rivayet etmiştir diyerek rivayetlere geçer.

 

Değerli izleyicilerin şu noktaya dikkat etmeleri gerekiyor. Ben müfessirlere ait bu açıklamaları okuduğumdan, söz konusu bilginlerin bu görüşü benimsediklerini söylediğim düşünülmesin. Asla, belki de onlar birinci veya üçüncü görüşü benimsemişlerdir. Ben bu bilginlerin açıklamalarını sunup değerlendirmeyi okuyucuya bırakıyorum.  Meseleyi tahkik ve insaf ehline, hakikati talep edenlerin yargısına bırakmak istiyorum. Herhangi bir kanıta dayanmaksızın, tathir ayeti sadece Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarına özgüdür veya beş kişilik grup ile hanımlarını birlikte kapsamaktadır şeklinde görüş beyan eden kişiye deriz ki, eğer doğru sözlülerden iseniz delilinizi getirin.

 

İmam Semanî'nin açıklamalarında şu bilgiler geçmektedir: “Üçüncü görüşe göre ayet herkesi kapsamaktadır ve âmmdır. Bu, görüşler içinde en güzel olanıdır.”[9]

 

Üçüncü görüşe göre ayet, Peygamber'in (s.a.a.) hanımları ile söz konusu beş kişiyi birlikte kapsamaktadır. Ancak bunun görüşlerin en güzeli olduğuna dair herhangi bir delil bilmiyorum. Bu yargının kanıtı nedir? Bu görüşe ilişkin Dahhak'ın bu fikirde olmasından başka hiçbir delil bulunmamaktadır. Risaletin kaynağı olup konuşması mutlak vahiy olan, heva ve hevesinden söz söylemeyen Zat'tan bu yönde sadır olmuş nebevi bir nass bulunmamaktadır. Biz O'nun emirlerine tutunup O'na itaat etmekle emrolunmuşuz. “Allah'a itaat edin ve Resûl'e (s.a.a.) itaat edin”, “Bu ikisine tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacaksınız”.

 

Eğer Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.)  sahih bir rivayetle bir kez olsun Ümm-ü Seleme'yi de abasının altına aldığı belirtilmiş olsaydı, kavramın bu beş kişiyi kapsadığı gibi Ümm-ü Seleme'yi de, Âişe'yi de kapsadığını da söylerdik. Rivayetler Âişe'nin abanın altına girdiğine delalet etseydi kuşkusuz onun da kavramın kapsamına girdiğini belirtirdik. Ancak bu durumda geriye kalan hanımları ayetin kapsamına girmemiş olurdu. Eğer Ümm-ü Seleme'yi abasının altına almış olsaydı da aynı şeyi söylerdik. Ne var ki böyle bir durum hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir. Bu Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine tutunma anlamına gelmektedir…

 

Azizler, sahih ve açık sünnet karşısında doğru tavır bu olmalıdır. “Allah'ın Kitab'ı ve Hz. Resûlullah'ın sünneti" ifadesini bizler de kullanmaktayız. İşte bu sünnet "Benden sonra Kitab'a ve İtret'e sımsıkı sarılmalısınız" diyor. "Aranızda iki ağır şey / iki halife bırakıyorum" diyor. Hz. Resûlullah'ın iki halifesi kimlerdir? Kitab ve İtret. "Kitab ve Sünnet'im" diyen hadisleri nereye koyuyorsunuz sorusunun cevabı ise, evet, işte Sünnet budur, şeklindedir. Emirü'l-Müminin (a.s.) "Resûl'ünün Sünnet'i" buyuruyor. Sünnet'in misdakı nerede? O, Hz. Resûlullah'ın bize örnek gösterdiği İtret'ten başkası değildir.

 

Anlayamıyorum, İmam Sem'anî bu görüşün en güzel görüş olduğuna nasıl vardı? "Bizler şu nedenlerden dolayı şu görüşü seçiyoruz diyenler" konusunu ele almıyoruz. Ben onların görüşlerini şu an bir yana bırakıyorum. Hak ve hakikati araştıran insaf sahibi birisi bu mesele bağlamında ortaya konulan görüşlerin delillerini elde etmeli ki kendisi ile Rabbi arasındaki bu konuda doğru hükmedebilsin. Ben şu noktaya işaret etmek istiyorum. Tesis ettiğimiz diyaloga dayalı metodun semeresi burada kendisini göstermektedir. Bizlerin diğer kanallarda gördüğünüz metodu -bir şahsın başka bir veya iki kişinin karşısında oturması- seçmeyişimizin nedeni var. Bu beraberinde şu sıkıntıları getirmektedir:

 

İlkin; konu birlikteliğinin sağlanamaması. Bu türden bir diyalogda tek bir konu yoktur. Her dakika bir konudan başka bir konuya geçilmektedir. Bunun sonucu olarak da şahıs karşı tarafın neyi soracağını bilememektedir. Bundan dolayı da irticalî (doğaçlama, hazırlanmadan) olarak cevap vermektedir. Dolayısıyla karşı tarafı susturacak delili ortaya koyabilecek bir yeterliliğe ulaşamamakta, hasmını en güzel suretle değil de cidalle susturmaya çalışmakta, bunun sonucunda da tartışma husumete dönüşmektedir. Sizler de genellikle bu tür programlarda işin küfür, itham, tekzib ve tekfirlere kadar vardığını görmektesiniz. Bu tür konulardaki ilmi ve sağlıklı metot bizim tesis ettiğimiz metottur.

 

Şu an ele aldığımız konu bellidir ve bu konu Ehl-i Beyt'in kimler olduğu sorusudur. Bizler terimsel, rivayetsel ve tefsirsel açıdan kavramın bu beş kişiyi ifade ettiğini açıkladık. Öyleyse onlar da televizyon kanallarına çıksınlar ve Seyyid Haydari'nin dile getirdiği bu hususların doğru olmadığını açıklasınlar. Uygulanacak olan metot budur. "Seyyid Kemal Haydari vahdet-i vücud görüşüne veya şu fikre sahiptir" diyerek sağa sola yalpalamasınlar. Vahdet-i vücudun ne anlama geldiğini kavrayabilmek için biraz inceleme yaparsanız bunun sizin zannettiğiniz hastalıklı manaya gelmediğini fark edeceksiniz. Vahdet-i vücudun o hastalıklı anlamını hangi akıllı kimse kabul edebilir ki? Yaratıcı ile yaratılanın aynı olduğunu kim söyleyebilir? Her şeyden önce vahdet-i vücudun kavranabilmesi için İbn Arabi'nin bütün külliyatının bilinmesi gerekmektedir. Şeyh İbn Arabi'nin sadece el-Futuhatü'l-Mekkiye adlı eseri 50 cilttir. Sen sadece küçük bir bölümünü ele alıyorsun ve eleştirmeye kalkışıyorsun. Bu ilmî sorumluluk bilinci değildir. Biz aynı metodu Şeyh İbn Teymiyye hakkında uygulayacak olsak bunu kabul edebilir misiniz? Onun sadece bir ifadesini ele alıp bütün eserlerini bir tarafa bırakarak yargıya varsak kabul eder misiniz? Bize, niçin ibarenin öncesini ve sonrasını okumuyorsunuz demez misiniz?

 

Bizler bu metodun ilmî bir metot olduğunu söylüyoruz. Bizler akideyle ilgili televizyon programımızda tecsim (Allah'ı maddi varlıklara benzetme) konusunu ele alıyoruz. Geliniz Şeyh İbn Teymiyye'nin açıklamalarından alıntıladığımız pasajları inceleyelim ve sizler de "Hayır, gerçek anlamı bu değildir. Yazdıklarının öncesi ve sonrası bulunmaktadır. Başka eserlerinde bu anlamla çatışan ifadeler vardır" deyiniz. İşte ilmî metod budur. Yoksa bir programda yüzlerce meseleye değinmek, programın her dakikasında başka konuya atlamak yararlı değildir. Bu, konuyu anlatan kişinin ilim ehlinden olmadığını ortaya çıkarmaktadır. Yoksa bu şahıs ilim ehlinden olmuş olsaydı, görüşünü açıklamak için şartlar da elverseydi bir iki saatlik oturum düzenlerdi.  Şu an Sekaleyn hadisinde uyguladığımız metot gibi. Tam yirmi altı program düzenledik. Ben öyle zannediyorum ki izleyiciler de bizi takip ediyorlar.

 

Bu meseleye işaret eden müfessirlerden biri de Mealimü't-Tenzil'in yazarı İmam Beğavi'dir. O (h. 516) bu eserinde şöyle der: 

 

"Ehl-i Beyt'ten murad Hz. Peygamber'in hanımlarıdır. Zira onlar Hazret-i Resûlullah'ın (s.a.a.) evinde idiler. Bu Said İbn Cübeyr'in rivayetidir.

 

Ebu Said el-Hudri ve Mücahid'in de aralarında bulunduğu Tabiun'dan bir grup kavramdan murad edilenlerin Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyn olduğu görüşündedir."[10]

 

Said İbn Cübeyr'in rivayetinin sorunlu olduğunu belirtmiştik.

 

Bu noktaya işaret eden bir başka kaynak ise Hazin lakabıyla şöhret bulan Alaüddin'in (h. 725) Lübabü't-Tevil fi Mealimi't-Tenzil adlı eseridir. Yukarıda geçen açıklamaya olduğu gibi işaret eder ve mesele hakkında mevcut olan görüşleri nakleder.[11]

 

Ben konuyla ilgili özetle dile getirmek istediklerim, Hafız Semhudî ve İbn Hacer el-Heytemi'den nakledeceğim pasajlarda geçmektedir.

 

Bakınız Hafız es-Semhudi (h. 911) Cevahirü'l-Ikdeyn adlı eserinde ne diyor: "Ebu Bekir en-Nekkaş tefsirinde şöyle der: Tefsir ehlinin çoğunluğu ayetin Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) hakkında nazil olduğu görüşünde icma etmiştir."[12]

 

Hz. Peygamber (s.a.a.), "Ehl-i Beyt" kavramı bazı hanımlarını veya bütün hanımlarını kapsıyor düşüncesi dile getirilmesin diye ayetin şen-i nüzulunun Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) olduğunu göstermişse, kavramın kapsamına başkaları girmesin diye sadece bunları örtü altına almışsa, Hz. Ali'nin kapısının önüne gidip aylarca beklemişse,  Ali ve Hz. Fatıma'nın (a.s.) yaşadığı evin kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatmışsa artık başka delil aramanın ne anlamı kalmaktadır? Hz. Peygamber'in bazı hanımlarının veya hepsinin kavramın kapsamına girdiğinin delili nerededir!?

 

Yarın âlimleriniz televizyon kanallarına çıkıp "Âişe ve Ümm-ü Seleme'nin ya da Peygamber hanımlarının kavramın kapsamına girdiğine dair delilimiz budur" diyebilirler. İşte amaçladığımız diyaloga dayalı inceleme budur. Bu durumda değerli izleyiciler de diledikleri görüşü benimserler.

 

İbn Hacer el-Heytemi (h.973), es-Savaikü'l-Muhrika adlı eserinde şöyle der: "Ehl-i Beyt hakkında Varid olan Ayetler

 

İlk ayet ‘İnnema yuridullahu li-yüzhibe …' (33/el-Ahzab/33) müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ayet Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn hakkındadır."[13]

 

"Acaba Ehl-i Beyt İmamları bu konu hakkında ne diyorlar?" diye sorulabilir. Bizler şu ana kadar konu hakkındaki Ehl-i Sünnet bilginlerinin açıklamalarını sunduk. Ehl-i Beyt İmamları'ndan -yani Ali, Hasan, Hüseyn, Seccad, Bakır, Rıza vd.- hiçbirisi Peygamber hanımlarının kavramın kapsamına girdiğini söylememiştir. Onların ittifak halindeki açıklamalarına göre kavram kendilerine özgüdür.

 

Öyleyse bizim nazarımızda icma gerçekleşiyor. Hz. Peygamber (s.a.a.) "Ümmetim hata ve dalalet üzere birleşmez" demektedir.

 

Şevkani ise, Neylü'l-Evtar kitabında şöyle yazıyor: "Denilmiştir ki; Hz. Fatıma, Ali, Hasaneyn ve evlâdı hakkındadır. Ehl-i Beyt'in hepsi bu görüştedir."[14]

 

İlerde Ehl-i Beyt kavramının bu beş kişi için kullanıldığı gibi silsilenin geriye kalan şahsiyetlerini de kapsadığı ortaya konulacaktır. Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn sahabenin büyüklerindendir. Onlar hakkında nakledilen hadisler Resûlullah'ın (s.a.a.) sahabesinden hiçbiri hakkında varid olmamıştır.

 

Sizler değil misiniz ilk halifenin ikinci halifeyi tayin etmesinin meşru olduğunu söyleyen? İkinci halifenin şurayı belirlediğini söyleyen siz değil misiniz? Bunun sahabenin sünneti olduğunu dile getiriyorsunuz. Şimdi bu dört büyük sahabeye şunu sormamız gerekmektedir: "Ey Resûl'un (s.a.a.) elbisesiyle kendisini örttüğü kimseler! Tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına sizden başka giren var mı? Hz. Resûlullah (s.a.a) başkalarının da bu ayetin kapsamına girdiği konusunda sizden bir ahid aldı mı?"

 

Bu bölüm bu 12 kişiden kasıt kimdir sorusunun cevabı mıdır? El-cevap; bu dört kişi bize "Benden sonra halifeler 12 kişidir" hadisinde geçen on iki halifeyi açıklamaktadırlar. Bunlardan dört kişi Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) belirlemesiyle bilinenlerdir. Hz. Fatıma (a.s.) halifelerin kapsamına girmemektedir. Üç tanesi ise Sekaleyn ve Kisa hadisiyle tayin edilenlerdir.

 

Bakınız İmam Şevkani ne diyor: "Ehl-i Beyt'in hepsi bu görüştedir. Bu konuda onlar Sahih-i Müslim'de ve diğer hadis mecmualarında geçen Kisa hadisiyle istidlal etmişlerdir. Bir de ‘Allah'ım, işte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir' şeklindeki Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) buyruğuna işaret etmişlerdir."[15]

 

Bir diğer kaynak Allame Yemani'nin el-Avasım ve'l-Kavasım fi'z-Zebbi An Sünneti Ebi'l-Kasım adlı eseridir. O şöyle demektedir: "Bu, Ehl-i Beyt mezhebinin ve Şia'nın zahir görüşüdür. Zira onlar Hz. Peygamber'in hanımlarını ‘İnnema yuridullahu li-yüzhibe…' ayetinin kapsamından çıkarmışlardır. Zira bu konuda hadisler aktarılmıştır."[16]

 

Ancak ibarede bir eksiklik söz konusudur. Zira Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarının ayetin kapsamından Ehl-i Beyt ve Şiiler tarafından çıkartıldığını ifade etmektedir. Halbuki bunu yapan Şiiler değil bizzat Hz. Resûl-u Azam'ın (s.a.a.) kendisidir.

 

- Sunucu: Suudi Arabistan'dan Halid kardeş hatta...

 

- Selamun aleyküm, Kisa hadisini Vehhabiler kabul ediyorlar. Sizler de onların açıklamalarını zikrettiniz.

 

- Kardeş diyor ki Vehhabiler Kisa hadisini ve Ehl-i Beyt'ten kastın bu beş kişi olduğunu kabul etmektedirler. Ben sözü uzatmak istemiyorum. Evet şu televizyon kanallarına çıkanlar size hakikati açıklamıyorlar.

 

Bakınız Allame Abdullah İbn Abdurrahman el-Cibrin et-Talikatü'z-Zekiyye adlı eserinde Kisa hadisiyle ilgili aktardığımız rivayetler hakkında neler diyor: "Ayet-i kerime müminlerin annelerine hitap eden ayetten sonra gelmiştir. Ehl-i Beyt ifadesi ‘ya ehle'l-buyutat/ey evlerin halkı' anlamındadır. Ehl-i Beyt kavramı hakkında doğru olan görüş şudur; Hz. Peygamber'in hanımları, kızları ve kızlarının çocukları da ehl-i beytindendir. Rafızilerin ve benzerlerinin dillendirdiği ayetin Hz. Ali (a.s.) ve zürriyetine özgü olduğu görüşü bir delile dayanmamaktadır."[17]

 

Ey yazar, "ey evler halkı" ifadesini nereden getirdin? Bu görüşün Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hadisine itiraz değil midir? Bu görüşün Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) fiiline ve sözüne ve Müslüman bilginlerin görüşlerine reddiye anlamına gelmez mi? Yazar yukarıda belirttiğimiz hiçbir aslı bulunmayan üçüncü görüşün doğru olduğunu söylüyor. Vehhabilerle uyuşmayan aynı görüşü paylaşmayan herkesi Rafızilerin benzerleri olarak kabul ediyor. Bu ifadeler hakkında aldatma ve yalan ifadesini kullanmak istemiyorum! Ona göre Şiilerin görüşlerinin güya hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Cehalet ancak bu kadar olabilir!

 

Şöyle devam ediyor: "Onlardan rivayet edenlere göre, Hz. Resûlullah (s.a.a.) ayet-i kerime nazil olunca Hz. Fatıma, Hz. Ali ve Hasaneyn'i çağırmış, onların üzerine abasını atmış sonra da ‘Allah'ım, işte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan kiri gider' demiştir. Bu nakil sahih değildir. Sahih olan hanımlarının da Ehl-i Beyt'ten olduğudur. Her halükarda Hz. Peygamber'in (s.a.a.)  Ehl-i Beyti hanımları ve akrabalarıdır."[18]

 

Bütün Müslüman bilginlerin naklettiği bu hadisler sahih değilmiş! İşte allameniz bu kadar, bilgisi de bu!

 

Bir de Amidi'nin el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam adlı eserine bakalım. Esere talik düşen Abdürrezzak Afifi Vehhabi bir bilgindir.

 

"Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: İşte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir.

 

Muallik bu rivayete şöyle not düşer: Bu ve benzeri rivayetlerin ravileri ya Rafızidirler, ya itham edilen Şii. Ya da zayıftırlar. Bu rivayetler sahih olsa dahi en fazla şuna delalet edebilirler: O beş kişi de Ehl-i Beyt'tendir."[19]

 

Defalarca söyledik, Vehhabiler ve İbn Teymiyye bağlıları ne söylediklerini kulakları duymayan insanlardır. Yani bu kişiye göre Ehl-i Beyt kavramı beş şahsa özgü değildir. Sadece onların bir bölümüdür. Bu ifadelerinin delili nedir bilemiyorum.

 

- Kuveyt'ten Halil kardeş hatta

 

-Selamün Aleyküm. Ben şu hususu dile getirmek istiyorum. Ümmü'l-Müminin Âişe, Cemel Savaşı'nda İmam Ali'ye karşı savaştığından dolayı ayetin kapsamına girmiyor. Bizler hakkın ne olduğunu, kimin hataya düştüğünü ve hatanın ise rics olduğunu biliyoruz. Bu da Âişe'nin bu hadisin kapsamına girmediğinin delilidir. 

 

- Aleyküm selam, ben, amacımın Sünnileri Şiileştirmek olmadığını defalarca dile getirdim. Ben hakikatin tanınıp bilinmesini amaçlıyorum. Kimilerinin "Ehl-i Beyt Medresesi bilginleri mesnetsiz konuşuyorlar" iddiasını çürütüp, bu okulun bilginlerinin konuşmalarının tamamının delile dayandığını ortaya koymak arzusundayım.

 

Son olarak izleyicilere ve dinleyicilere şunu ifade etmek istiyorum; bu programın yegane amacı hakikati ortaya koymaktır. İnsaf sahibi dünya Müslümanlarının; İmâmiyye Şiası'nın İmamet inancını, düşünmeden ve mesnetsiz bir şekilde kendiliğinden ortaya koymadıklarını, bu inancın Resûlullah'a (s.a.a.) dayandığını anlamaları isteniyor. Bu programlarla Şiilerin delillere sahip olduklarını görecekler. Bizler diğer görüşlere ve o görüşlerin taraftarlarına saygı göstermekteyiz. Onlar da Ehl-i Beyt Medresesinin inançlarının dayanaklarını anlamaya çalışsınlar.

 

İnşallah gelecek programda, tathir ayetinin Âişe, Hafsa, Ümm-ü Seleme ve geriye kalan Peygamber hanımlarını kapsamasının niçin mümkün olmadığını kesin bir şekilde ortaya koyacak olan Kur'anî ve içeriksel karineleri açıklamaya çalışacağım.

 

- Sizlere teşekkürlerimi sunuyorum saygıdeğer Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkür ediyorum değerli izleyiciler. Bir sonraki programda görüşmek üzere, es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuh.

 

 

 



[1] Ebu Cafer et-Taberi, Camiü'l-Beyan an Tevili Ayi'l-Kur'an, c. 1, s. 14 Tahkik Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, Darü Alemi'l-Kütüb,  1. Basım, 1424.

[2] Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye, Mecmuetü'l-Fetava, c. 13, s. 380, Yayına Hazırlayanlar Hamid Cezzar ve Envar el-Baz.

[3] Camiü'l-Beyan An Tevili Ayi'l-Kur'an, c. 19, s. 101-8

[4] Age, s. 108

[5] Ebu Abdurrahman bin Ebi'l Hasan olan İbnü'l Cevzî, Zadü'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, c. 6, s. 381, el-Mektebü'l-İslamiyy.

[6] İbnü'l Cevzî,  Keşfü'l-Müşkil min Hadisi's-Sahihayn, c. 4, s. 418, Tahkik Doktor Ali Hüseyn el-Bevvab, Darü'l-Vatan, 1418, 1. Basım.

[7] Ebü'l-Hasen Ali bin Muhammed el-Maverdi el-Basrî, en-Nüket ve'l-Uyun, c. 4, s. 401, Talik Seyyid Abdülmaksud İbn Abdürrahim, Müessesetü'l-Kütübi's-Sekafiyye, 1428, Beyrut.

[8] Şeyhü'l-İslam Ebü'l-Muzaffer es-Semani el-Mervezi eş-Şafii, Tefsirü'l-Kur'an c. 4, s. 281,  Tahkik Ebu Temim Yasir İbn İbrahim Ebu Bilal, Darü'l-Vatan, 1. Basım, 1418.

[9] Age, agy.

[10] İmam Ebu Muhammed  Hüseyn İbn Mesud el-Beğavi, Mealimü't-Tenzil, c. 3, s. 561-2, Tahkik ve Tahriç Muhammed Abdullah en-Nemr, Osman Cuma, Süleyman Müslim, Darü Tayyibe, 3. Basım, 1431

[11] Alaüddin Ali İbn Muhammed el-Hazin, Lübabü't-Tevil fi Meani't-Tenzil, c.3, s. 425, Zabt ve tashih Abdüsselam Muhammed Ali Şahin, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut.

[12] Semhudi, Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celiyy ve'n-Nesebi'n-Nebeviyy, s. 234, Dirase ve Talik Mustafa Abdülkadir  Ata, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye,

[13] Şihabüddin Ahmed İbn Muhammed İbn Ali İbn Hacer el-Heytemi, Es-Savaikü'l-Muhrika, Ala Ehli'r-Rafdi'd-Dalal ve'z-Zındıka, c. 2, s. 438, Tahkik Kamil Muhammed Harrat ve Abdurrahman İbn Abdullah et-Türki, Müessesetü'r-Risale.

[14] Muhammed İbn Ali eş-Şevkani, Neylü'l-Evtar Min Esrari Münteka'l-Ehyar, c. 4, s. 375, Takdim, tahkik ve talik Muhammed Subhiİbn Hasan Hallak, Dar-ü İbni'l-Cevzi.

[15] Age, agy. Tahkik ve Talik Allame Şuayb el-Arnavut, 1. Basım, 1429. 

[16] Allame Muhammed İbn İbrahim el- Yemani, el-Avasım ve'l-Kavasım fi'z-Zebbi An Sünneti Ebi'l-Kasım, c. 3, s. 519

[17] Şeyh Allame Abdullah İbn Abdurrahman el-Cibrin, et-Talikatü'z-Zekiyye Ala'l-Akideti'l-Vasıtiyye, c. 2, s. 223, Gözden Geçiren Ebu Enis Ali İbn Hüseyin Ebu Luz, Darü'l-Vatan, 1. Basım, 1419, Rıyad. 

[18] Age, agy.

[19] Ali İbn Muhammed el-Amidi, el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam, c.1, s. 323, Talik Allame Şeyh Abdürrezzak Afifi, Dar-ü İbni'l-Cevzi

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

medyasafak.com