Ayetullah Garevî: Kesik Salavatın Mucidi Muâviye’dir

Ayetullah Garevî: Kesik Salavatın Mucidi Muâviye’dir
Salavatta “ve ashabihi” veya “ve sahbihi” ifadesini ekleyenlerin hiçbir ilmî dayanağı yoktur. İddiaları hadislere de dayanmaz. Hadislerde Hz. Peygamber’in birçok kez salavatta Âl’in zikredilmesi gerektiği üzerinde durduğunu görürüz, oysa ashapla ilgili bir beyanı bulunmamaktadır. Bu eklemeyi yapanlar kelimelerin yerini değiştirerek aslında Ehlibeyt’in makamını küçültmek istemişlerdir.

Bir yıldan fazla bir süre Müminlerin Emiri Ali (a.s) ile savaşan Muâviye'nin salâvatta Âl'i (Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ni)  zikretmeye kesinlikle hazır değildi. Bu yüzden de Ahzap suresinin 56'ıncı ayetinde geçen “teslimen” kelimesinin manasını tahrif etti. Muâviye -Müslümanların çoğunluğu gibi- ayette geçen bu sözcüğü “teslim olmak” şeklinde manalandırmadı; ona göre sözcük selam vermek anlamına geliyordu. Cümleye “ve selleme” kelimesini ekleyip “âl” kelimesini çıkararak bu bidatin mucidi oldu. Bu bidat başlangıçta salâvatın iki şekle dönüşmesine sebep oldu: Masum İmamlar (a.s) ve takipçileri salâvatta “âl” kelimesini zikrediyorlardı, Muâviye'nin hilafetine tabi olan Müslümanlar ise “selleme” kelimesini.

Kum İlim Havzası müderrisi Ayetullah Şeyh Hadi Yusufî Garevî, Alulbeyt Haber Ajansı'na verdiği röportajda, “Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti'ne düşman olanlar, hatta onlarla savaşanlar salâvatta onların ismini zikretmek istemediler,” diye konuştu.


Konuşmasında Muâviye b. Ebi Süfyan ve Abdullah b. Zübeyr gibi şahısların uygulamalarına değinen Ayetullah Garevî, “Muâviye, Ahzap suresinin 56'ıncı ayetinde geçen ‘teslimen' kelimesinin manasını tahrif etti. Muâviye ayette geçen bu sözcüğü “teslim olmak” şeklinde manalandırmadı; ona göre sözcük selam vermek anlamına geliyordu. Cümleye “ve selemle” kelimesini ekleyip “âl” kelimesini çıkararak bu bidatin mucidi oldu. Abdullah b. Zübeyr ise, Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ni övmüş olmamak için namazlarda ve hutbelerde salâvat getirilmesi uygulamasını terk etti,” dedi.


İslam kültüründe salâvatın ayrıcalıklı bir yeri olduğunu ifade eden Ayetullah Garevî, Ehlisünnet kaynaklarındaki salâvatta âl sözcüğünü zikretmenin gerekliliğine dair rivayetlere işaretle, “Savaik el Muhrika kitabında Şia'ya ağır eleştiriler yönelten İbn Hacer Heysemî dahi bu rivayetleri tenkit edememiş ve Şia'nın salâvat getirme şeklini kabul etmiştir,” diye konuştu.


Öneminden dolayı Ayetullah Garevî'nin röportajının tam metnini yayımlıyoruz.


Bildiğiniz üzere ebter (kesik) salâvat Müslüman arasında rayiçtir. Öncelikle salâvatın keyfiyetinin önemli olup olmadığını sormak istiyorum. Eğer önemliyse nasıl olmalıdır?

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.


Hz. Peygamber'e (s.a.a) salâvat getirmek İslam kültüründe önemli bir mefhumdur. Salâvatın önemi Yüce Allah'ın Ahzap suresinin 56'ıncı ayetindeki “Kuşkusuz Allah ve melekleri, Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler! Ona salât gönderin ve en güzel şekilde onu selamlayın” (Ahzap, 56) buyruğundan kaynaklanır.


Bu ayet hakkında Ehlisünnet'ten şu mazmunda rivayetler nakledilmiştir: Hz. Peygamber bir topluluğun kendisine salâvat getirdiğini ancak salâvatta âl'i (Ehlibeyt'i) zikretmediklerini duyar. Bu topluluk salâvatı eksik getirir. Hz. Peygamber onlara, “Bana ebter, eksik salâvat getirmeyin,” buyurur. Ebter ıstılahta kuyruğu kesik demektir. “Ya Resulullah! Ebter salâvat nedir?” diye sorulunca, “'Allahumme salli alâ Muhammed' deyip susuyorsunuz; halbuki ‘Allahumme salli alâ Muhammed ve Âl-i Muhammed'” demeniz gerekir,” buyurdu.


Bu rivayetler bütün Ehlisünnetçe kabul edilir mi?


Evet. Üstelik Savaik el Muhrika kitabında Şia'ya ağır eleştiriler yönelten İbn Hacer Haysemî de bu rivayetleri nakleder. Ehlibeyt'in, Âl'in zikredildiği salâvat Şiilerin, özellikle Safeviler döneminde şiarıydı. İbn Hacer Şia'ya karşı reddiye yazmış ancak kitabında bu rivayetleri tenkit edememiş ve Şia'nın salâvat getirme şeklini kabul etmiştir.


Her halükarda salâvat getirmek Kur'ânî bir emirdir; bizatihi salâvat konusunda ihtilaf yoktur. Sünniler de salâvatın gerekliliğine dair çok sayıda rivayet nakletmişlerdir. Hz. Muhammed'e ve Âl'ine salâvat da tartışmasız bir konudur.


Salâvat konusunda Hüccetülislam Seyyid Haşim Medeni'nin yazdığı es-Salatu'l-Butra adında bir kitap Dünya Ehlibeyt Kurumu tarafından yayımlanmıştır ve oldukça faydalı bir kitaptır.


Ehlisünnet kitaplarında da salâvatta Ehlibeyt'in zikredildiğini söylediniz. Peki, salâvattan Âl kelimesi nasıl çıkarıldı ve Ehlisünnet arasında rayiç olan salâvatta Âl kelimesinin yerini “ve selleme” kelimesi nasıl aldı?


Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ne düşmanlık besleyenler âl kelimesinin gerekliği konusunda tartışmaya giremeyince kelimenin muhtevasını tartışmaya başladılar. Kelimenin On İki İmamı işaret ettiğine inanan Şia'nın aksine Haşimoğullarına, Akiloğullarına, Abbasoğullarına hatta Abbasî halifelerine delalet ettiğini öne sürdüler. Hatta kimileri kelimenin anlamını daha da genişleterek ümmet anlamına geldiğini, yani Hz. Peygamber'e tabi olan herkesi kapsadığını iddia ettiler.


Aslında bu konudaki tasarruflar Muâviye zamanında ve ondan sonra Abdullah b. Zübeyr zamanında başladı. Bir yıldan fazla bir süre Müminlerin Emiri Ali (a.s) ile savaşan Muâviye'nin salâvatta Âl'i (Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ni) zikretmeye kesinlikle hazır değildi. Bu yüzden de Ahzap suresinin 56'ıncı ayetinde geçen “teslimen” kelimesinin manasını tahrif etti. Muâviye -Müslümanların çoğunluğu gibi- ayette geçen bu sözcüğü “teslim olmak” şeklinde manalandırmadı; ona göre sözcük selam vermek anlamına geliyordu. Cümleye “ve selemle” kelimesini ekleyip “âl” kelimesini çıkararak bu bidatin mucidi oldu. Bu bidat başlangıçta salâvatın iki şekle dönüşmesine sebep oldu: Masum İmamlar (a.s) ve takipçileri salâvatta “âl” kelimesini zikrediyorlardı, Muâviye'nin hilafetine tabi olan Müslümanlar ise “sellem” kelimesini.


Zübeyr oğullarının rolü neydi?


Abdullah b. Zübeyr, Muâviye ve Yezid'in dahi yapmadığı bir şey yaptı! Haşimoğullarından, bilhassa Muhammed b. Hanefiyye ve taraftarlarından biat almak isteyen Abdullah b. Zübeyr onlara baskı uygulamak niyetindeydi. Bu yüzden de namazlarda ve hutbelerde salâvat getirilmesi âdetini terk etti. Kendisine itiraz edilince, “Peygamber iyi bir aileye (Âl) sahip değil; onlara salâvat getirecek olursam kendilerini bir şey sanır, övünç duyarlar. Ben onların boş bir gurura kapılmalarını istemiyorum,” der.


Kur'ân'ın emrine rağmen salâvatı terk edenlerin salâvatın devamı olan Ehlibeyt'le mücadele etmesi çok doğal bir şeydir!


Şia kaynaklarında bulunan bazı mesur (Hz. Peygamber'den ve Masum İmamlar'dan nakledilen) dualarda ve ziyaretnamelerde “ve selleme” ibaresiyle karşılaşıyoruz. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?


“Sallallahu aleyhi ve sellem” ifadesi Şii kaynaklarda bulunmamaktadır. Bununla birlikte “sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem” ifadesiyle kimi dualarda karşılaşırız; ancak bu ifade Şia'nın ananesini yansıtmaz. Ender olarak karşılaştığımız bu ifade şüphelidir ve genellikle muahhar el yazması nüshalarda karşımıza çıkar. Orijinal nüshaya ve orijinal baskıya bakarsanız bu ifadeyi göremezsiniz.


“Ve selleme” ifadesi Şii kaynaklara nasıl girmiştir?


Araştırmalar Zeydîleri işaret etmektedir. Zeydî Şiiler, İmam Zeynelabidin'e (a.s) kadar Masum İmamlar'a tabi oldular. Sonraki dönemde Masum İmamlar onları kendilerinden uzaklaştırmadılar. Zeydiler fıkıhta yüzde yirmi Şii, yüzde seksen Hanefi'dir.  Şii olduklarından salâvatta “ve Âl” ifadesini, Ebu Hanife'ye tabi olduklarından “ve selleme” ifadesini kullandılar ve ikisinin arasını buldular.


Bazı salâvatlarda ashabın da zikredildiğini görüyoruz. Bu konuda Hz. Peygamber'in bir beyanı var mıdır?


Hayır. Salâvatta “ve ashabihi” veya “ve sahbihi” ifadesini ekleyenlerin hiçbir ilmî dayanağı yoktur. İddiaları hadislere de dayanmaz. Hadislerde Hz. Peygamber'in birçok kez salâvatta Âl'in zikredilmesi gerektiği üzerinde durduğunu görürüz, oysa ashapla ilgili bir beyanı bulunmamaktadır. Bu eklemeyi yapanlar kelimelerin yerini değiştirerek aslında Ehlibeyt'in makamını küçültmek istemişlerdir.


medyasafak.com