Amerika'nın Mısır'daki B Planı: Eski Rejimi Geri Getirmek

Amerika'nın Mısır'daki B Planı: Eski Rejimi Geri Getirmek
M. D. Nazemroaya'dan Mısır'daki duruma ışık tutan önemli bir analiz...

Amerika'nın Mısır'daki B Planı: Eski Rejimi Geri Getirmek

Mahdi Darius Nazemroaya

Mısır'da seçilmiş olan yol, tehlikeli bir yol. Mısır'da askerî bir darbe yapıldı ve milyonlarca Mısırlı, Müslüman Kardeşler'in yerini kim alıyor ve bu darbe Mısır toplumu açısından ne tür sonuçlara gebe gibi sorular üzerine çokça düşünmeden darbeye alkış tuttu. Darbeyi alkışlayan kalabalıkların içinde yer alan pek çok kişi ülkelerinde yapılan askeri darbeyi bir tür demokratik adım olarak algıladı. Bu insanlar Mısır ordusunun başındaki generallerin kime çalıştığını unutmuş gibiler. İdeolojik olarak Müslüman Kardeşler'e karşı duranlar da askerî müdahaleyi sevinçle karşıladılar. Ama bu kişilerin farkında olmadıkları bir şey var ki, bu askerî darbe son kertede emperyalist güçlere hizmet ediyor. Darbeyi alkışlayan kalabalıklar geçmişteki olumsuz örnekleri göz ardı etmiş gibi görünüyor.      

Müslüman Kardeşler hiçbir zaman Mısır'ı rüşvet yiyenlerden arındırmadı. Bilakis, onlara katıldı. El-Ezher'in (Mübarek tarafından atanan) Baş Müftüsü Ahmed el-Tayyib gibi önemli şahsiyetler Mübarek iktidardayken Müslüman Kardeşler'i eleştirdiler; sonra Mübarek'i topa tuttular ve güç kazandığında Müslüman Kardeşler'in yanında durdular. Son olarak ordu eliyle iktidardan düşürüldüğünde Müslüman Kardeşler'i topa tutmayı tercih ettiler. İtibarsızlaştırılan Müslüman Kardeşler'in yerini ise onlardan çok daha kötü bir grup aldı. Kendilerini nasıl adlandırıyor olurlarsa olsunlar, bu grubun üyeleri hiçbir zaman demokrasiye hizmet etmedi. Grubun hizmet ettiği yegâne şey güçtü. Ordunun Müslüman Kardeşler'in yerine getirdiği kimseler, geçici cumhurbaşkanı ve askerî cuntanın liderleri de buna dâhil olmak üzere ya Müslüman Kardeşler'le ittifak hâlindeydi ya da onlara hizmet ediyordu ve Müslüman Kardeşler'den önce de Hüsnü Mübarek rejimi ile benzer bir ilişki içerisindeydiler.          

Mısır'daki Anti-Demokrat Çizgiye Geri Dönüş

Protestoların aksine ordunun yönetime el koyması Mısır demokrasine vurulmuş bir darbedir. Müslüman Kardeşler'in Mısır kanadındaki yönetim zafiyeti ve riyakârlık göz ardı edilemese de bu kişiler iktidara demokratik seçimler yoluyla getirilmişlerdir. Her ne kadar tüm vatandaşların gösteri ve protesto yapma hakkının korunması ve tüm devlet sistemlerinde, halk nezdinde popüler olmayan hükümetlerin yerine yeni hükümetlerin getirilmesi için çeşitli mekanizmaların yapılandırılması ve bu mekanizmaların korunması bir zorunluluksa da, demokratik seçimler yoluyla iş başına getirilen hükümetlerin katiyen askerî darbelerle devrilmemesi gerekir. Demokratik seçimler sonucu kurulmuş olan bir hükümet keyfi bir biçimde kendi halkını öldürmediği ve yasaları çiğnemediği takdirde, bu hükümeti askerî güçleri araya sokarak devirmeyi meşru kılacak bir gerekçe söz konusu olamaz. Bir şeyleri protesto etmenin eleştirilebilecek hiçbir tarafı yok. Ne var ki söz konusu Washington ve Tel Aviv'e hizmet eden yozlaşmış bir askerî gücün eliyle gerçekleşen bir askerî darbe olduğunda, ortada bir yanlışlık var demektir.       

Kahire'de işler dönüp dolanıp aynı noktaya geldi. Kahire'deki hükümetin ordunun kontrolüne girmesi, Mısır'ın yozlaşmış askerî liderlerinin Müslüman Kardeşler'in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi'nin zaferiyle sonuçlanan 2013 seçimlerinden beri istediği bir durumdu aslında. Mısırlı askerler ile Müslüman Kardeşler arasındaki güç mücadelesi o günden bugüne devam etmektedir.   

2012 seçimlerini kazanmak beklentisinde olan Mısırlı askerler cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtmak üzere ilkin, Mübarek'in eski bakanlarından (ve Mübarek iktidarındaki son başbakan) olan bir general olan Ahmed Şefik'i öne çıkardılar. Şefik her ne kadar Mübarek'e tam anlamıyla sadık olmasa da, kendisine ve orduya imtiyazlar tanıyan eski rejimin beraberinde getirdiği siyasi düzeni destekliyordu. Şefik seçimi kaybettiğinde, Mursi'nin cumhurbaşkanı ilan edilmesi gecikti, zira seçimin ardından ordu seçim sonuçlarını kabul etmeyerek askerî bir darbe yapmak seçeneğini değerlendirdi.        

Mısır ordusunu idare eden Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi 2012 seçimlerinden sonra askerî bir darbe yapmanın Mısır halkının pek hoşuna gitmeyeceğini ve Mısır'daki askerî idareye karşı topyekûn bir başkaldırıya sebebiyet verebileceğini fark etti. Üstelik bir darbe olması durumunda daha düşük rütbeli askerler ile subayların çoğunun Mısır ordusunun yozlaşmış üst kademelerinden gelen emirlere itaat etmeye devam etmeleri düşük bir ihtimaldi. Bu nedenle darbe planları iptal edildi. Mısır ordusundaki üst düzey askerler darbe yapmak yerine Mısır parlamentosunu lağvetmek ve kendi yazdıkları bir anayasayı kabul ettirmek yoluyla Mısır'ın sivil hükümetini kendilerine boyun eğdirmek ve ordunun ülkedeki nüfuzunu korumak yoluna gittiler. Askerî anayasa, cumhurbaşkanlığı kurumunu ve Mısır'daki sivil hükümeti askerî idarenin altına sokuyordu. Mursi ise bir süre bekledikten ve Hamas'ı sakinleştirmek için ABD ve Katar'la birlikte çalıştıktan sonra 2012 yılının Haziran ayında Mısır parlamentosunu yeniden açacak ve sonrasında cumhurbaşkanının ve sivil hükümetin yetkilerini sınırlandıran askerî anayasayı hükümsüz kılacaktı. Daha sonra ise Mursi, Mısır ordusunun başında bulunan Mareşal Tantavi'ye ve ordunun ikinci en güçlü generali olan Anan'a istifa etme emri verecekti. Zira bu iki kişi ne demokrasi ne de adalet yanlısıydı.        

Mursi Hükümeti Gerçekten de bir Müslüman Kardeşler Hükümeti miydi?

Ayağı kaydırılmadan önce Müslüman Kardeşler Mısır'da pek çok yapısal kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı ve pek çok yanlış karara imza attı. Müslüman Kardeşler'in seçimden zaferle çıkmasından beri Mısır'da süregiden bir güç mücadelesi vardı ve Özgürlük ve Adalet Partisi, beceriksizce Mısır üzerindeki siyasi nüfuzunu pekiştirmeye gayret etti. Müslüman Kardeşler'in Mısır'daki farklı güç gruplarını kendi çatısı altına toplama çabası, aleyhtarlarıyla, yolsuzluk yapanlarla ve eski rejime sadık kalanlarla dolu pek çok devlet kurum ve kuruluşuyla bir araya gelerek beraber çalışması gerektiği anlamına geliyordu. Özgürlük ve Adalet Partisi Mısır devletini yavaş yavaş Mübarek taraftarlarından ve eski rejimin önde gelen isimlerinden arındırmaya çalıştı, ancak Mursi bir yandan bu süreç devam ederken bir yandan da bu kişilerle iş birliği yapmak zorunda kalmıştı. Bu durum hükümetin temelini daha da zayıflattı.      

Aslına bakılırsa Müslüman Kardeşler'in 2012 yılında kendisini içerisinde bulduğu durum, Hamas'ın 2006'da Filistin'de yapılan seçimlerden zaferle çıkmasının ardından karşılaştığı durumla pek çok açıdan benzerlik gösteriyordu. ABD ve müttefikleri Hamas'ı oluşturduğu Filistin hükümeti içerisinde el-Fetih'in bakanlarını kilit mevkilerde tutmaya zorlamıştı. Benzer şekilde Müslüman Kardeşler de elinde tuttuğu gücü yitirmek ve uluslararası arenada tecrit edilmek istemediği için bu tarz seçimler yapmak zorunda kaldı. İki durum arasındaki temel farklılık Müslüman Kardeşler'in ABD'ye boyun eğmek ve eski rejimin kendisine meydan okumayan unsurlarıyla iş birliği yapmak konusunda çok istekli görünmesiydi. Belki de Müslüman Kardeşler'in bu tutumu askerî bir darbe korkusundan kaynaklanıyordu. Nedeni her ne olursa olsun sonuç olarak Müslüman Kardeşler, iktidarını, karşı devrimcilerle ve suçlularla paylaşmayı tercih etti.        

Mursi'nin oluşturduğu kabine eski rejimin devam etmesini olanaklı kılıyordu. Mursi'nin bir numaralı diplomatı olan Dışişleri Bakanı Muhammed Kamil Amr, Mareşal Tantavi döneminde bakanlık koltuğunda oturmuş ve Mübarek'in atamasıyla ABD ve Suudi Arabistan elçisi olarak kilit mevkilerde görev almıştı. Mursi'nin kabinesinde Müslüman Kardeşler'in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi'nden az sayıda üyeye yer verilirken, İç İşleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Süveyş Kanalı'nın idaresi gibi kilit mevkilere Mübarek'in Mısır'ın askerî ve polis teşkilatlarına atadığı isimler getirildi. Mübarek döneminde Askerî İstihbarat Teşkilatı'nın başında olan ve ABD ve İsrail'le yakın iş birliği içerisinde olan Abdülfettah el-Sisi ise Mursi tarafından Mısır ordusunun başına getirildi ve Mısır'ın yeni savunma bakanı oldu. İronik olmakla beraber hiç de şaşırtıcı olmayan şu ki, Amerikalı meslektaşı Charles Hagel'le konuyu uzun uzun istişare ettikten sonra 3 Haziran 2013 tarihinde Mursi'nin tutuklanarak görevinden alınmasını emreden kişi el-Sisi'nin ta kendisi oldu.          

Müslüman Kardeşler ve Obama Hükümeti: Formaliteden bir İttifak mı?

Müslüman Kardeşler'in ABD ve İsrail'le iş birliği yapması, Mısır'da yapılan protesto gösterilerinin büyük bir bölümünde şiddetli bir Amerikan ve İsrail karşıtlığının görülmesine neden oldu. Bu karşıtlığın altında yatan neden ise Obama Hükümeti'nin Mısır'da oynadığı rol ve Müslüman Kardeşler ile yaptığı ittifaktı. Karşıtlığa kısmen de olsa zemin hazırlayan bir başka neden ise ABD ve İsrail'le ittifak hâlinde olanlar da dâhil olmak üzere Mursi aleyhtarlarının Mursi'yi bu ülkelerin bir kuklası olarak göstermek suretiyle halktaki Amerikan ve İsrail karşıtlığını beslemeleriydi. Hakikatte hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Müslüman Kardeşler birbirlerini kendi çıkarları uğruna manipüle etmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler, Obama Hükümeti'ni iktidara gelmek için kullanmaya çalışırken, Obama Hükümeti de Müslüman Kardeşler'i Amerika'nın Suriye'ye karşı yürüttüğü savaşta ve Gazze'deki Hamas hükümetini İran'ın ve Direniş Bloğu'ndaki müttefiklerinin yörüngesinden çıkararak kullandı. Daha geniş bir açıdan bakıldığında görünen o ki, Müslüman Kardeşler bir örgüt olarak kısmen bilerek kısmen de farkında olmadan ABD'ye, İsrail'e ve Arap petrol-şeyhliklerine, amacı Sünnileri ve Şiileri birbirine düşürmek olan hizipçi projede satranç tahtasını bölgesel olarak yeniden düzenleme girişiminde bulunma fırsatını verdi.    

Müslüman Kardeşler, Özgürlük ve Adalet Partisi'nin Mısır ordusuna ve eski rejimin kalıntılarına karşı verdiği mücadele sebebiyle destek için Amerika Birleşik Devletleri'ne yönelerek verdiği hiçbir sözü tutmamayı yeğledi. Kimileri bunu “Şeytan”la ittifak yapmak olarak tanımlayabilir. Fakat dış politika düzleminde, Müslüman Kardeşler yapmayı vadettiklerini aslında yapmadı. Örneğin İsrail'in Gazze halkı üzerindeki ablukasına son vermedi, İsrail'le olan bağlarını koparmadı ve İran'la yeniden ilişki kurmadı. Müslüman Kardeşler'in ABD ile yaptığı iş birliği Washington'a Mısır'daki tarafları birbirlerine düşürme ve Obama Hükümeti'ne birden fazla seçeneğe yatırım yaparak başarısızlık olasılığını en aza indirme imkânını tanıdı.          

Aslına bakılırsa Müslüman Kardeşler'in evdeki hesabı çarşıya uymadı. Bu süreçte Mursi hem güvenilmez hem de akılsız olduğunu gösterdi. Washington öteden beri Mısır Ordusu'nu Müslüman Kardeşler'den üstün tutmuştur. Çoğu Arap ordusu gibi Mısır Ordusu da kendi halkını baskı altında tutan ve ezen bir polis gücü olarak kullanılmıştır. Öte yandan Mısır ordusu Müslüman Kardeşler'den farklı olarak ABD'nin Mısır'daki çıkarlarını, İsrail'in güvenliğini ve ABD'nin hem stratejik hem de ticari açıdan çok büyük bir önemi haiz olan Süveyş Kanalı üzerindeki kontrolünü korumak konusunda çok daha fazla garanti verir. Dahası Müslüman Kardeşler'in kendi gündemi vardı; ABD'ye tabi olarak hareket etme ihtimali düşüktü ve Washington da bunun farkındaydı.   

Devrim mi Karşı Devrim mi?

Tarihte bu darbenin benzerleri çok vahim tecrübeler olmuştur. Mısır'daki olayların benzerleri Türkiye'de yaşanmış ve ordu ne zaman sivil bir hükümeti beğenmese onu ele geçirmeyi tercih etmiştir. Mısır ordusu da benzer şekilde anayasayı askıya almak için eline geçen fırsatı kaçırmamıştır. Bu ordu artık Mısır'daki veto hakkı da buna dâhil olmak üzere bütün bir siyasi süreci kontrol etme gücünü ele geçirmiştir. Bu askerî darbe yalnızca demokrasinin temel ilkelerine aykırı ve demokrasi karşıtı bir edim değildir. Aynı zamanda, eski rejimin yeniden iktidarı ele geçirmesi anlamına gelmektedir. Şunun altını çizmek gerekir ki, Mısır'daki eski rejim temeli itibariyle kilit sektörlerde bir avuç sivil figürle eşgüdüm içerisinde olan bir dizi general ve amiral tarafından idare edilen askerî bir rejimdi.    

Mısır'da her şey gerçekten de başladığı noktaya geri döndü. Mısır'daki yargı organı yeniden ordu ve eski rejimle birlik oldu. Mübarek döneminde Başsavcı olan ve 2012 yılının Kasım ayında görevinden alınan Abdülmecid Mahmud yeniden aynı göreve getirildi. Mısır Parlementosu bir kez daha Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi tarafından feshedildi. Cumhurbaşkanı Mursi ve çok sayıda Müslüman Kardeşler mensubu ordu ve polis güçleri tarafından barışa düşman oldukları gerekçesiyle tutuklandılar.     

Mübarek tarafından atanan bir hâkim olan ve Cumhurbaşkanı Mursi'nin Mısır Yüksek Anayasa Mahkemesi Başkanlığına getirmek zorunda kaldığı Adli Mansur şimdi de Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi tarafından geçici cumhurbaşkanı olarak atandı. Mansur aslında askerî cuntanın, vitrinde bir sivilin durması için seçtiği bir kişi sadece. Ayrıca altının çizilmesi gereken bir diğer husus da şu ki, Mübarek döneminde atanan hâkim ve savcıların çoğu gibi Mısır Yüksek Anayasa Mahkemesi üyeleri de Müslüman Kardeşler'e karşı mücadele etmek için Mısır ordusuyla iş birliği yaptılar ve Mısır parlamentosunu lağvetmeye çalıştılar.     

Mısır ordusu, eski bir diplomat ve siyasi manipülasyonlara son derece açık bir kurum olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) eski Başkanı olan Muhammed el-Baradey'e geçici başbakanlık koltuğunu teklif etti. El-Baradey, sözde Arap Baharı'nın başlarında ABD'nin dış politika sahasındaki çıkarlarına hizmet eden ve Carnegie Vakfı, Ford Vakfı ve George Soros'un Açıp Toplum Enstitüsü'yle bağlantılı bir kuruluş olan Uluslararası Kriz Grubu'nun desteğiyle seçimlere girmek üzere Mısır'a döndü. El-Baradey her ne zaman Mısır ordusu darbe ilan etse bunu sevinçle karşılamıştı. 2011'de askerî darbeye destek olan el-Baradey, 2013 yılında bu kez şahsî çıkarları için bir kez daha darbeyi destekledi. Ordu, seçim sandığı yoluyla arzu ettiği mevkie gelemeyen el-Baradey'e demokratik olmayan yollardan hükümette bir koltuk vermeyi önerdi.          

Müslüman Kardeşler'i destekleyenlerin çoğu kendilerine karşı hak etmedikleri bir medya savaşı açıldığının altını çiziyorlar. Katar menşeli El-Cezire'nin Mısır şubesi olan ve âdeta Müslüman Kardeşler'in sözcülüğünü yapan el Cezire Mübaşir'in  yayın hayatına Mısır ordusu tarafından son verildi. Gerek bu durum, gerekse Mursi'nin ekarte edilmesi Katar'ın bölgesel çıkarlarının da tesirsiz hâle getirilmekte olduğunu gösteriyor. Görünen o ki Adli Mansur'u hiç vakit kaybetmeden tebrik eden Suudi Arabistan bu durumdan hayli memnun. Bu memnuniyet, Mısır'da bulunan Suud destekli Nur Partisi'nin neden Müslüman Kardeşler'e ihanet ettiğini de açıklıyor.          Müslüman Kardeşler'e bağlı olan ya da onlara destek veren diğer medya kuruluşlarının yaptığı yayınlara sansür uygulandı ve bu kurumlar da çeşitli saldırılara maruz kaldı. Mısır'daki özel medya kuruluşlarının çoğu Müslüman Kardeşler aleyhtarıydı. Baş Müftü Ahmed el-Tayyib gibi medyada görünen pek çok kişi Mübarek iktidardayken onun diktatörce uygulamalarına destek veriyorlardı. Fakat Mübarek iktidarı kaybettiği zaman onun aleyhinde konuşmaya başladılar. Fakat şunun altı özellikle çizilmeli ki Müslüman Kardeşler taraftarlarına uygulanan medya sansüründen hiçbir suretle demokratik bir tutum olarak bahsedilmesi mümkün değildir.      

Askerî darbeyi demokrasi namına desteklediklerini iddia edenler de demokrasi taraftarları değiller. Bu fırsatçıların çoğu bir zamanlar Mübarek'in dalkavuklarıydılar. Örneğin Mısır'ın sözde muhalefet lideri olan Amr Musa, Hüsnü Mübarek'in gözdelerindendi ve senelerce onun kabinesinde dış işleri bakanlığı yapmıştı. Musa, ahlaki açıdan iflas etmiş olan, işe yaramaz Arap Ligi'nin genel sekreteri olduğunda dahi bir kez olsun ne Mübarek'i ne de onun diktatörlüğünü sorgulamaya cesaret edebildi.   

Mısır'ın Girdiği Koma ABD İmparatorluğu'nun Aleyhine Geri Tepecek

Medyada çıkan haber ve yorumlarda aksini söylense de Müslüman Kardeşler hiçbir zaman ne Mısır'a ne de hükümete gerçek manada egemen olabildiler. Müslüman Kardeşler en baştan beri gücünü eski rejimin güç odaklarıyla ve “Washington ile Tel Aviv'in adamlarıyla” paylaşmak zorunda kalmıştı. Hükümetin ve devlet kurumlarının farklı kollarında eski rejim süresince kilit mevkilerde bulunan kişiler yerlerinde kaldılar. Hatta Cumhurbaşkanı Mursi'nin kabinesinde dahi eski rejimden bakanlar yer aldı. Müslüman Kardeşler aleyhtarları, şeriat yasaları konusundaki tartışmaları büyük ölçüde manipüle ederek Müslüman olmayan ülkelerdeki kamuoyunun algısına oynadılar ve Mısırlı Hıristiyanlar ile sosyalist akımları Mursi'ye karşı ayaklandırmaya çalıştılar. Mısır'ın karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntılar ise bir yandan eski rejimin mirasıydı, bir yandan da Mısırlı elitler ile askerî liderlerin açgözlülüğü, küresel ekonomik kriz ve Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği'nin vahşi kapitalizm yoluyla Mısır'ı savunmasız bırakmasının bir sonucuydu. Mursi'yi Mısır'ın yaşadığı ekonomik sıkıntılardan ve işsizlik sorunundan dolayı suçlayanlar bunu kendi çıkarlarını düşünerek yaptılar. Bu suçlamalar haksız suçlamalardı zira her ne kadar Mursi yönetimi beceriksizliği nedeniyle sorunları gidermeyi başaramadıysa da sorunu ortaya çıkaran bu yönetim değildi. Mursi 2011'de yabancı ülkeler ile yerli ve yabancı bankalar, spekülatörler, yatırımcılar ve çok uluslu şirketlerin yaptığı yağma sonucu büyük bir ekonomik sarsıntı geçiren ve hâlihazırda batmakta olan bir geminin kaptanlığını yapıyordu yalnızca.            

Müslüman Kardeşler'in yönetimini sabote etmek için sürekli olarak çaba sarf edildiği inkâr edilemez bir gerçektir. Ne var ki bu durum, Müslüman Kardeşler'in beceriksiz bir yönetim olmasını ve pek çok yolsuzluğa karışmasını meşru kılmaz. Clinton Vakfı'nın ev sahipliği yaptığı Clinton Küresel Girişimi gibi etkinliklere katılarak uluslararası saygınlık kazanma çabaları, Müslüman Kardeşler'in düşüşünü daha da hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı. İran'la olan bağlarını yeniden kuvvetlendirmek konusundaki tereddütleri ve Suriye, Hizbullah ve onların Filistinli müttefiklerine karşı besledikleri düşmanca duygular, gitgide daha az dosta ve destekçiye sahip olmalarına neden oldu. Öte yandan görünen o ki Müslüman Kardeşler; ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Katar tarafından Hamas'ın yatıştırılması ve Gazze'de bulunan Filistinliler ile Direniş Bloğu arasındaki bağları koparmak maksadıyla kullanılmaya bile isteye razı da oldular. Müslüman Kardeşler, Gazze ablukasını sürdürerek Filistinlilere gündelik ihtiyaçlarını ulaştırmada kullanılan tünelleri yok etmeye devam ettiler. Belki de korkmuşlardı ya da fazlaca söz hakları yoktu, fakat durum her ne olursa olsun sonuç olarak bu tutumları Mısır'ın ordu, güvenlik ve istihbarat aygıtlarının İsrail'le iş birliği yapmaya devam etmesine müsaade etti. Filistinliler Müslüman Kardeşler'in gözetimi altında Mısır'da ortadan kaybolarak kendilerini İsrail hapishanelerinde buldular. Mursi hükümeti ayrıca Libya'dan kaçarak Mısır'a sığınan Cemahiriye destekçilerini affetme kararından da geri döndü.

Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail öteden beri Mısır'ı felç olmuş, acınası bir hâlde kendi içine dönmesini istemiştir. Washington öteden beri Mısır'ın, ABD desteği olmaksızın ne siyasi ne de ekonomik bir istikrara kavuşabilen, bağımlı bir devlet olarak kalması için çaba göstermektedir. İşte bu nedenle Washington Mısırlıları bölerek ve yorgun düşürerek Mısır'ı etkisiz hâle getirmek için ülkedeki durumun gitgide daha kötüye gitmesine olur verdi. Ne var ki Mursi'ye karşı yapılan darbe bir hortlak gibi ABD'ye dadanacaktır. Washington Mısır'da olup bitenlerin etkilerini bizzat hissedecektir. Mursi'nin düşüşü Amerika'nın bütün müttefiklerine olumsuz bir mesaj göndermiştir. Arap dünyasındaki diğer tüm yozlaşmış yönetimler, Washington ya da Tel Aviv'le yaptıkları ittifakların kendilerini korumayacağının her zamankinden çok farkındalar. Farkına vardıkları bir diğer gerçek de şu ki, ayakta kalanlar İranlılarla ve Ruslarla ittifak kuranlar.           

Satraplarının (valilerinin) güvenliğini sağlayamayan bir imparatorluk er ya da geç emri altındaki kimselerin ihanetini tecrübe edecektir. Suriye'deki rejimi değiştirme projesinin başarısızlığa düştüğü şu günlerde Amerika'nın Orta Doğu'nun geri kalan ülkelerindeki vadesi de dolmak üzere. Örneğin Suudi kraliyet ailesi, Müslüman Kardeşler ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan gibi Washington'un başarısına yatırım yapanlar, kendilerini Orta Doğu'daki bölgesel denklemin kaybeden tarafında bulmaya mahkûmlar…

Çev: Leyla Kader

medyasafak.com