Akıl ve aşkın rivayeti: Dr. Gulam Hüseyin İbrahimi Dinani ile söyleşi (2)

Akıl ve aşkın rivayeti: Dr. Gulam Hüseyin İbrahimi Dinani ile söyleşi (2)
Corbin irfan ve tasavvuftan söz ediyordu. Bu durumda zikir ve mürşidin de olması gerekirdi ve bu eserlerinde vardı. Ben ona şunu sordum: Siz tasavvufa hâkimsiniz, mürşidi de gerekli görüyorsunuz; sizin mürşidiniz kim peki? Ben bunu özel sormuştum ancak baktım ki herkes kulak kesilmiş.

 

 

 

Monazereh.ir

 

 

 

Keyhan-ı Ferhengi: İmam Musa Sadr'la olan tanışıklığınızdan da bize bahseder misiniz?

 

Daha önce de söylediğim gibi ben Lume Şerhi'nin 1. cildini ve Kavanin'in bir bölümünü İsfahan'da okudum. Kum'a geldiğim zaman Lume Şerhi'nin 2. cildini ve Kavanin'in diğer bölümünü İmam Musa Sadr'ın yanında okudum, onun öğrencisi oldum. Daha sonra Sayın Musa Sadr, Lübnan'a gitti ve artık irtibatımız kalmadı. Ama bazen İran'a geldiğinde onunla görüşüyordum.

 

Meşhed Firdevsi Üniversitesinde ders verdiğim dönemde bir defasında araştırma için Mısır'a, Fas'a ve Londra'ya gittim. Bir ay Mısır'da kaldım. Orada Kahire'deki El-Ezher Üniversitesinde yapılan ve Sayın Musa Sadr'ın da katıldığı bir kongrede tesadüfen ben de bulundum ve orada onunla görüştüm. İki gün de birlikte olduk. O zaman Sayın Sadr perişan bir haldeydi ve “tehlikedeyim” diyordu. Daha sonra ben Londra'ya gittim ve onun kaybolduğu haberini aldım. Hala da kayıptır.

 

Dr. Dakani: Nazari irfandaki hocalarınız kimlerdi?

 

Nazari irfanda benim belirli bir hocam yoktu. Ama üniversitede Hekim Şirazi'yi keşfettim. Onun üniversitede çok fazla bir faydası olmuyordu; çünkü derslerini doktora öğrencileri anlayamıyor ve dinlemiyordu. O, geliyor, bir şeyler anlatıp gidiyordu. Ben onun büyük bir adam olduğunu ve çok bilgili olduğunu biliyordum. Bu yüzden onunla kişisel ilişki kurdum. Onu bazen Merevi Medresesindeki odama davet ediyordum. Oraya geliyor ve bana özel dersler veriyordu. Hekim Şirazi birkaç gün de hankahta [dergah] ders veriyordu. Ben, Keşfi Bey ile birlikte hankaha gidiyordum. Orada ondan Nususi'yi okuyorduk. Aslında benim irfan üstadım oydu. Saf irfanı onun yanında okudum; ama felsefe ve irfan üstadım Allame Tabatabai'ydi.   

 

Dr: Dakani: Hekim Şirazi'nin galiba özel irfani halleri de vardı değil mi?

 

Evet, o ehl-i tarik idi. O sürekli ibadet halindeydi, benim bildiğim kadarıyla çoğunlukla oruçluydu; hatta eğer abartı olmazsa diyebilirim ki her gün oruçluydu.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Üstat o dönemde Şeyh Receb Ali Hayyat'ı (Hayyat: terzi) da gördünüz mü?

 

Evet, ben Şeyh'i defalarca gördüm; fakat onun öğrencilerinden biri değildim. Şeyh çok büyük bir adamdı, maneviyatın tecessüm etmiş şekliydi.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Onunla tanışmanız nasıl oldu?

 

Çok meraklı biriydim. Uğramadığım yer kalmazdı. Keşfi Bey ile birlikte Şeyh Recep Ali'yi görmeye gitmiştik. Şeyh vefat ettikten sonra bir müddet unutulmuştu; fakat şimdi görüyorum ki onu görmemiş olanlar onun hakkında kitap yazıyorlar.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Üstat, Tahran'da Allame Tabatabai ve Henry Corbin'le olan özel oturumlarınızdan bahseder misiniz?

 

O yıllarda ben çoğunlukla otobüs bileti alır ve Allame ile birlikte Tahran'a gelirdim. Bazen de Sayın Sanii Zencani bizimle birlikte olurdu. Son yıllarda düzenli olarak Kum'dan Tahran'a gelirdim.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Tahran'daki toplantılar nerede olurdu?

 

Benim Tahran'da odası olan bir arkadaşım vardı, oraya giderdim. Allame de damadı Menakıbi Bey'in evine giderdi. Toplantılarımız Sayın Zulmecd Tabatabai'nin evinde olurdu. Perşembe ve Cuma akşam saatlerinde toplantı başlardı ve daha sonra da arkadaşlar gelirdi.

 

Keyhan-ı Ferhengi: O özel toplantıya kimler katılırdı?

 

Hatırladığım kadarıyla Allame ile Henry Corbin'in Tahran'daki toplantısına Sayın Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, Dr. Daryush Shayegan (Yaralı Bilinç kitabının müellifi; Medya Şafak), Muhammed Tecvidi Nakkaş ve Hubuti Bey katılırdı.

 

Merhum Üstat Mutahhari ve Sayın Dr. Müctehidi de bazen toplantılara gelirdi. Sayın Dr. Sipehbodi de toplantının çevirmenliğini yapardı. O, iyi bir Fransızca uzmanıydı.

 

Dr. Dakani: Sayın Dr. Daveri de toplantılara katılır mıydı?

 

Hayır, Sayın Dr. Daveri yoktu, biz yaklaşık olarak 10 kişiydik.

 

Dr. Dakani: Üstat galiba Corbin iyi Farsça konuşamıyordu değil mi?

 

Corbin Farsça anlıyordu ama zor konuşuyordu.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Toplantının içeriğinden bahseder misiniz?

 

Çok dolu bir toplantıydı. Ben bazen Corbin'e yakın oturduğum zaman ona Farsça bir şeyler sorardım o da anlar ve cevap verirdi. Tabi toplantının resmi dili Fransızcaydı. Galiba toplantının en genç ferdi de bendim.

 

Dr. Dakani: Üstat, bir defasında Henry Corbin'e “zikir” ile ilgili bir soru sormuşsunuz, ondan biraz bahseder misiniz?

 

Bildiğiniz gibi Allame Tabatabai, adaba çok dikkat eden biriydi, fazladan söz söylemezdi. Sözleri de toplantıda söz konusu ettiği resmi sözleriydi. Corbin de tam bir Batılıydı; yani son derece resmiydi. Meseleler, son derece önemli meselelerdi. Ama bazen insan özel meseleleri de sormak istiyordu. Bildiğiniz gibi Batılılar, özel hayatlarına dair soru sorulmasından hoşlanmazlar. Bunu bir küstahlık ya da edepsizlik olarak telakki ederler. Allame Tabatabai de kesinlikle ona özel meselelerle ilgili soru sormazdı. Ama ben bazen Corbin'e özel meseleleri sorardım, Allame'nin de bundan rahatsız olmadığını görüyordum. Bu tür soruların sorulmasından yanaydı; ancak kendisi sormuyordu. Sizin bahsini ettiğiniz şey benim ona sorduğum bu tür özel sorulardan biriydi.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Lütfen Corbin'e sorduğunuz bu soruyu açıklar mısınız?

 

Corbin irfan ve tasavvuftan söz ediyordu. Bu durumda zikir ve mürşidin de olması gerekirdi ve bu eserlerinde vardı. Ben ona şunu sordum: Siz tasavvufa hâkimsiniz, mürşidi de gerekli görüyorsunuz; sizin mürşidiniz kim peki? Ben bunu özel sormuştum ancak baktım ki herkes kulak kesilmiş. O, rind bir adamdı, “Ben Üveysi'yim” diye cevap verdi. Bununla “Ben kendim için mürşidi gerekli görmüyorum” demek istemişti. Çünkü Üveysiler belirli bir mürşidi gerekli görmeyen tek fırkadır.

 

Dr. Dakani: Gerçekten de çok rindane bir cevap!

 

Evet, rindane cevap verdi. Corbin filozoftu, aynı zamanda da rind bir adamdı. Ben küstahlığımı biraz daha ileri götürüp şöyle dedim: Peki siz Üveysi'siniz, bunu kabul ettim. Fakat biliyorsunuz ki Üveysiler de zikir ehlidir. Sizin özel zikrinizin ne olduğunu sorabilir miyim? Corbin gülümsedi ve “Ben sabahtan akşama kadar ‘kale'l- Bakır, kale's-Sadık' (“İmam Bakır dedi ki, İmam Sadık (a.s.) dedi ki”; Ehlibeyt hadisleriyle meşgul olduğunu, bunun da zikir sayılacağını kastediyor; MŞ) okuyorum. Bunlar da benim zikrim” dedi. Corbin, ‘kale'l- Bakır, kale's-Sadık'ı aynen bu lafızla söyledi.

 

Dr. Dakani: Üstat, merhum Hüseyni Tehrani bir yerde “Corbin Sahife-yi Seccâdiyye (İmam Zeynelâbidîn'den (a.s.) nakledilen dua kitabı, çev.) okur ve ağlardı” diye yazmıştı. Siz de onda böylesi bir hal gördünüz mü?

 

Ben Sahife'yi okuduğunu görmedim, ama uzak bir ihtimal değil. Corbin, bazen toplantılarda bizim âlimlerimizden irfani bir mesele naklederken o kadar vecde gelirdi ki adeta sarhoşluk benzeri bir hale girerdi. Tabi böylesi bir adamın ağlaması da, o hallere girmesi de mümkün.  

 

Dr. Dakani: Üstat, siz Batı felsefesini de iyi tanıyorsunuz. Acaba Batı'da da Alleme Tabatabai ile Henry Corbin'in Tahran ve Kum'daki toplantıları gibi toplantılar düzenleniyor mu?

 

O toplantılar elbette önemliydi. Ama ben o toplantılara gitmeden önce talebelik dönemimde çok meraklıydım. Tercümeler okurdum ve az çok Batı felsefesine aşinaydım. Daha sonra üniversiteye gittim ve orada artık resmi ders olarak Batı felsefesini okudum. Biz Batı felsefesi okumak zorundaydık ve doğal olarak orada Batı felsefesi hocaları ile tanıştım ve irtibat kurdum.

 

Dr. Dakani: Batı felsefesi hocalarınız kimlerdi? Mesela Aryanpur da hocalarınız arasında mıydı?

 

Ben Aryanpur'u çok da filozof olarak görmüyordum. Ama benim hocamdı. Onun derslerine giderdim evet. Seyyid Hüseyin Nasr ve Dr. Shayegan benim arkadaşlarımdı ve onların eserlerini biliyordum.

 

Dr. Dakani: Üstat buyurduğunuz gibi edebiyat vadisinden felsefe vadisine sürüklendiniz. Merhum Allame Tabatabai de edebiyatla çok ilgiliydi. Bundan biraz bahseder misiniz?

 

Evet dediğiniz gibi merhum Allame Tabatabai edebiyatla da ilgiliydi. Anadili Türkçe olmasına rağmen güzel Farsça şiir yazardı. Arap edebiyatında da benzersizdi. Şimdi başka türlü şeyler söyleyenler gerçekten insafsızlık ediyorlar. Ben Allame Tabatabai döneminin âlimleri arasında fıkıh, usul ve felsefeyle uğraşanlar içerisinde edebiyatı Allame Tabatabai gibi olan çok az kişi tanıyorum. Allame, Arap edebiyatında çok güçlüydü.

 

Dr. Dakani: Bunu şimdiye kadar hiç kimse söylememişti.     

   

Allame'nin Farsça şiirleri, onun ne kadar zevk sahibi bir kişi olduğunu ve ne kadar güzel şiirler yazdığını gösteriyor.

 

Dr. Dakani: Üstat siz de şiir yazdınız mı?

 

Evet ben gençken şiir yazardım. Hatta bir edebiyat derneği bile kurmuştuk. Allame Tabatabai'ye kim haber vermişti bilmiyorum ama o benim şiir yazdığımı öğrenmişti. Elbette bu da Allame Tabatabai'nin öğrencileriyle ne kadar ilgili olduğunu gösteriyordu. Çünkü ben ona şiir yazdığımı söylememiştim. Allame bir gün bana “Duydum ki şiir yazıyormuşsun” dedi. “Evet, bazen şiir yazma suçu işliyorum” dedim. Güldü ve “İstemez yazma” dedi. Ben, “Baş üstüne; ama neden artık şiir yazmamam gerektiğini buyuruyorsunuz?” dedim. Dedi ki “Siz felsefe okuyorsunuz, eğer şiir yazarsanız zihniniz hayalci olur. Şu an felsefe okuduğunuza göre zihninizi hayalci yapmayın.” Üstadın bu sözleri bir daha şiir yazmamama sebep oldu. Tabi Allame Tabatabai'nin yöntemi bir eğitimci yöntemiydi.

 

Dr. Dakani: Üstat, siz şiir ile felsefe ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

 

Şiirin yaratıcı bir tahayyül istediğinden şüphe yok. Fakat ben şiirin felsefeyle derin, hatta ayrılmaz bir ilişkisi olduğuna inanıyorum. Şiirin derinliğinde felsefe vardır. Belki de felsefenin derinliğinde de şiir vardır. Ama bazı yerlerde de şiirle felsefe birbiriyle mesafelidir. Eğitim ve öğretim alanında, eğer birisi kuru bir filozof olmak istiyorsa bence bir müddet şiirden uzak durmalıdır, ta ki böylece istidlalinin ölçüleri güç kazanabilsin. Mantık ve istidlalinin ölçüleri güçlendiği zaman, serbest kalıp özgürleştiğinde nihayetinde şiir ve felsefe birbirine ulaşıyor. Birbiriyle uzlaşıyor ve daha çok aynı dili konuşuyor. Fakat eğitim ve öğretim yönteminde Allame'nin buyurduğunu ben de kabul ediyorum. Eğer insan “şairimsi” olursa istidlal temelleri çok güçlenemiyor. İnsan şiiri ve istidlali birbirine karıştırıyor ki bu da bir ölçüde afettir.

 

Dr. Dakani: Bir yerde de Allame Tabatabai, Sayın Hüseyni Tehrani ile tartışıyor ve “Hüseyni Bey, biz de çok şiir biliriz” diyor. Bu ona yönelik bir iğnelemedir.

 

Evet Allame çok şiir okumuştu, kendisi de şiir yazmıştı. Fakat o şiir okuyup şiir yazdığında tam bir filozoftu. Tabi onun gençliğini bilmiyorum.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Allame Tabatabai, ders ya da sohbetlerinde irfan üstadı Seyyid Ali Gazi'den bahseder miydi? Duyduğumuza göre onun merhum Gazi'ye büyük bir sevgisi vardı. Saygı açısından onunla diğerleri arasında fark gözetirdi.

 

Evet, Allame bazen hocası Gazi'den nakiller yapardı. Ona karşı çok büyük bir sevgisi ve saygısı vardı. Merhum Allame, bize Seyyid Gazi'nin sözlerinden ve hallerinden çokça bahsederdi.

 

Dr. Dakani: Üstat Sunhani anlatmıştı; Allame son dönemlerinde öyle bir hale girmişti ki adeta başka bir âlemdeydi, yüzüne berzah âleminin kapıları açılmıştı sanki.

 

Bu hali sadece son dönemiyle ilgili değildi. Bu onun her zamanki ruhsal haliydi. Evet mükaşefe halleri vardı ama bunları hiçbir zaman açığa vurmazdı.

 

Dr. Dakani: Siz, ondan hiçbir şey hissetmediniz mi?

 

Evet tabi ki çoğu zaman hissederdik. Bazen bize bir konuyu “Ben bu şekilde görüyorum veya bu şekilde gördüm” şeklinde söylerdi. Ama mükaşefede gördüm demezdi. Asla bu tür şeyleri açıklamazdı. Öyle bir şekilde söylerdi ki onu bir kitapta okumuş ya da bir yerde görmüş sanırdınız. Fakat bazı konuların onun şuhûdî keşfi olduğunu anlıyorduk, ama Allame onu “keşif” olduğu anlaşılmayacak bir şekilde tabir ederdi. Bu tür şeylere çok riayet ederdi.

 

Fakat bazen de öyle bir şekilde anlatırdı ki bu “görme”nin bir kitapta “görme” olmadığı anlaşılabilirdi. Biz üslubundan onun bir keşif ve şuhûd olduğunu anlardık.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Üstat, burada bir miktar keşf ve şuhûd bahsine girdik. İzin verirseniz bu irfani keşf ve şuhûd bahsine devam edelim.

 

İzin verirseniz bu konuyu ve diğer sorularınızı bir başka oturuma bırakalım. Benim öğleden sonra başka bir toplantıya katılmam gerekiyor. Dolayısıyla burada size veda edeyim. Benimle ilgili diğer sorularınızı İsmaili Bey'e sorabilirsiniz.

 

Keyhan-ı Ferhengi: Sayın İsmaili, Biz Tahran Üniversitesinde Sayın Dr. Dinani ile sohbet ederken üstat, arkadaşlarının onun eserleri ve düşünceleri hakkında kendisinin huzurunda değil, gıyabında konuşmasını istedi. Lütfen siz de Üstat Dinani ile tanışıklığınızla başlayın. Tanışıklığınız nerede ve nasıl başladı?

 

Muhammed Cevad İsmaili: Bismillahirrahmanirrahim, öncelikle benim Sayın Dr. Dinani ile tanışmam yüz yüze değil bir televizyon programı aracılığıyla oldu. 1995 yılında yeni diploma [lise] almıştım. “Felsefe Eleştirisi” adlı bir televizyon programına tanık oldum. Bu programda, Allame Tabatabai Üniversitesinde düzenlenen bir felsefe sempozyumu ile ilgili haberler veriliyordu. Felsefe hocaları, çeşitli filozofların felsefi bahislerini eleştiren konuşmalar yapıyordu. Sayın Dr. Dinani de bu sempozyumda Molla Sadra'nın görüşlerini eleştiren bir konuşma yaptı.

 

Açıkça görülüyor ki siz üniversiteye girip felsefe tahsili yapmadan önce de bu tür konularla ilgiliymişsiniz. Acaba o dönemde de felsefi meselelerle ilgili okumalar yapıyor muydunuz?

 

Evet ben [liseden] diploma almadan önce de felsefeyle ilgiliydim. Kendim için bazı derslere başlamıştım. Elbette felsefi meselelere derin bir aşinalığım yoktu. Ama Molla Sadra'nın İslam dünyasında büyük bir felsefi şahsiyet olduğunu biliyordum. Birinin gelip onun fikirlerini eleştirmesi bana ilginç geldi. Sonuç itibariyle büyüklerin görüş ve eserlerini eleştiren birilerine sahip olmak hoşuma gitmişti.

 

Bu eleştiri daha sonra bir yerde yayımlandı mı?

 

Evet, üstat Dinani'nin eleştirisi daha sonra onun makalelerinin derlenmesi şeklinde Nişayiş-i Feylesof [Filozofun Yakarışı] adı atında yayımlandı.

 

O şartlar altında Üstat Dinani'nin Molla Sadra'nın görüşlerine yönelik eleştirilerini nasıl buldunuz?

 

Üstat Dinani'nin eleştirisi genel olarak gönülden ve içsel bir eleştiriydi. Elbette üstadın bazı konuları aynı zamanda dışsal da bir eleştiriydi. Ama genel anlamda benim için çok ilginçti. Gerçi dediğim gibi o dönemde felsefi meselelere ciddi bir aşinalığım yoktu, örneğin tartışma ve çekişmelerin ne üzerinde olduğunu tam bilmiyordum. Daha sonra üniversiteye girdim, felsefe bölümünde tahsilime devam ettim. Bu bölümdeki hocalarımın listesinde Sayın Dr. Dinani'nin isminin de yer alıyor olması benim için çok ilginçti. Bundan memnun oldum, üstadın televizyondaki eleştirisi zihnimde canlandı.

 

Tahran Üniversitesinde mi?

 

Hayır, Meşhed Rezevi Üniversitesinde.

 

O dönemde üstat Dinani Meşhed'de mi ikamet ediyordu?         

 

Hayır, üstat misafirdi; Tahran'dan Meşhed'e geliyordu.

 

Meşhed'de hangi dersleri veriyordu?   

 

O, bir hoca olarak yüksek lisans ve doktora düzeyinde İslam felsefesi tarihi, kelam, irfan ve İslam felsefesi dersleri veriyordu ve bu iş için her ay birkaç defa Meşhed'e geliyordu.

 

Meşhed Rezevi Üniversitesinde siz ilk dönemde mi üstat Dinani'den ders aldınız?           

 

Resmi olarak hayır. Ama sahip olduğum ilgiden dolayı daha ilk dönemde üstadın derslerine gittim ve daha sonra da resmi olarak İslam felsefesi tarihi, kelam ve İslam felsefesinde onun öğrencisi oldum.

 

Lütfen bize Üstat Dinani'nin öğretim tarzından biraz bahseder misiniz?

 

Üstat Dinani'nin öğretim tarzı, diyalektiğe dayalı bir tarzdır. Yani önce meseleleri söz konusu eder. O mesele hakkında bir mukaddime yapar. Sorular yöneltir ve sınıf ortamını soru cevap şekline getirir. Örneğin “İbn Tufeyl” ve “Hayy bin Yakzan”ı söz konusu eder. Sonra “dil olmaksızın düşünce olur mu olmaz mı?”, “Dil ile düşünce arasında hangi ilişkiler vardır?” sorularını söz konusu eder. Sınıftaki öğrenciler çoğunlukla kaçınılmaz olarak tartışmaya olumlu veya olumsuz görüş belirterek katılır ve görüşlerini dile getirir. Biri, “dilin asıl olduğunu” diğeri “düşüncenin asıl olduğunu” söyler. Sınıf tartışmaya koyulur. Üstadın kendisi de bir tavır alır. Sonuçta çabası bu bölümün öğrencilerine İslam felsefesinde hangi bahislerin ciddi bir mesele olduğunu öğretmektir. Bu yüzden bir öğrenci hiçbir sorusu olmadan sınıfa gelebilir; ama sınıfa geldikten sonra zihninde felsefi sorular yaratılır. O soru hakkında merak duyar, daha fazla konuyu bilmek ister ve okuyup araştırır. Felsefi meseleleri diriltmek, onları tarihin tozunun toprağının altından çıkarmak Üstat Dinani'nin ders verme özelliklerinden biridir.

 

Bu yöntem daha çok felsefi meselelerde işe yarar; üstat diğer derslerinde nasıl davranıyor?

 

Bakınız biz Üstat Dinani ile “metin okuma” dersi de yaptık, Hace Nasıruddin Tusi'nin Şerhu Tecridi'l İtikad ve İbn Sina'ya yazdığı Talikat'ını da okuduk. Onlarda da üstadın yöntemi metni okuyup geçelim şeklinde değildi. Örneğin “Eş'arilik” meselesi gündeme geldiğinde konuyu o düşüncenin söz konusu edildiği döneme götürürdü. Üstat orada bir Eş'ari tavrıyla Eş'ariliği açıklardı. Önce meseleyi tahlil eder, daha sonra onların muhaliflerinin görüşlerini söz konusu ederdi. Üstat Dinani, kelami meseleleri toplumsal, siyasi ve tarihi arka planı ve zemini ile açıklardı. Böylece öğrenci açısından o meselenin geçmişte hangi zemin ve ortamda ortaya çıktığı açık hale gelmiş olurdu. Biz biliyoruz ki bir kelami, felsefi, irfani nazariye, boşlukta ortaya çıkmıyordu. Onların bir arka planı vardı ve diğer düşünürler o meselelere özel bir açıdan bakıyorlardı.

 

Üstat Dinani'nin öğrencileriyle ilişki tarzından ve aynı şekilde üstadın ahlaki özelliklerinden de bahseder misiniz?

 

Üstadın sınıflarda söz konusu ettiği tartışmalar, öğrencilerin o kadar ilgisini çekerdi ki tartışma çoğunlukla sınıfın dışında da devam ederdi. Hatta bazen üstat kendi odasına gittiğinde bile tartışma saatlerce devam ederdi. Bakınız bazı hocaların hocalık hakimiyeti yalnızca sınıflarında geçerlidir ve onlar sınıf dışında öğrencileriyle ilişki kurmak istemezler. Onlara sınıf dışında bir soru sorulduğunda ya cevap vermemeye veya mümkün olan en kısa cümleyle cevap vermeye çalışırlar; ya da örneğin bir kitaba yönlendirirler. Ama Üstat Dinani, öğretimde kendisine adeta özel bir misyon biçmiştir. O, soruların sadece sınıfla sınırlı olmadığına inanmaktadır. Ona göre soru her zaman insanla birliktedir. Hatta başka bölümlerin öğrencilerinin örneğin tıp ya da mühendislik gibi alanların öğrencilerinin sorularını, düşüncel veya inançsal meselelerini gelip Üstat Dinani'ye sorduklarına ve cevaplarını aldıklarına defalarca tanık olduk.    

 

Üstat Dinani'nin öğrencilere yol gösterme tarzı nasıldır?

 

Bu da son derece ilginçtir. Üstadın diğer bölümlerin öğrencilerinin ders dışında sordukları sorulara verdiği cevap, sadece bir talimat şeklinde değildir. Üstat Dinani, fikri açıdan en bunalımlı durumda olan kişiler için de önce meseleyi tahlil etmeye, bu duruma nelerin sebep olduğunu anlatmaya çalışıyor. Dolayısıyla benzer sorunlara sabit bir cevap vermiyor. Şunu söyleyebilirim ki üstadın meselelere bakışı bilinç verici ve canlı bir bakıştır. Yani bu mesele niçin ortaya çıkmıştır? Bu tahlil insana bu sorundan nasıl kurtulacağı konusunda bilinç kazandırmaktadır.   

 

Genel olarak üstadın bir düşünsel olgu olarak felsefeye bakışı nasıldır?

 

Üstat felsefeye bir süreç, bir seyir veya diyalektik olarak bakıyor. O felsefeye bir kitap, belirli bir sınırı olan bir dizi mesele olarak bakmaz. O felsefeyi bir süreç ve hareket olarak görüyor, statik olmayan bir süreç olarak… Tıpkı insanın kendine ve hayatına bakışının sabit olmaması gibi.

 

Sayın İsmaili, biz sizin üstat Dinani'nin bazı eserlerinin düzenlenmesinde ve yayına hazırlanmasında yardımcı olduğunuzu duyduk. Bu konudan biraz bahseder misiniz?

 

Tabi ben bu işi başlangıçta bir öğrenci grubu içerisinde yapıyordum. Öğrenciler üstadın eserlerinin yayımlanmasını istiyorlardı. Daha sonra o da kabul etti. Önce Meşhed'de bir araştırma grubu kuruldu. Üstadın makaleleri ilk kez Niyayiş-i Feylesof adıyla Meşhed Üniversitesinde yayımlandı. Üstadın eserleriyle ilgili yaptığım ikinci iş, Defter-i Akl ve Ayet-i Aşk [Akıl Defteri ve Aşk Ayeti] (Bu kitabın ilk cildi İnsan Yayınlarınca Türkçeye çevrilmiştir; MŞ) adlı kitabının ikinci cildinin yayına hazırlanmasına yardım etmekti.

 

Galiba bu eserin henüz basılmamış olan üçüncü cildi de var. Siz bu üçüncü cildin yayına hazırlanmasında da üstada yardım ediyor musunuz?

     

Evet bu eser, üstat tarafından yazıldıktan sonra tashih, redaksiyon ve yayına hazırlık için bana geliyor. Şu an birinci aşama tamamlandı, ikinci aşamaya geçildi. Meşahir-i Muasır-ı İran [İran'ın Çağdaş Ünlüleri] adlı bir kitap dizisi de baskı aşamasında. Bu kitabın her cildinde üstatlardan birinin düşünceleri ve eserleri tanıtılıp inceleniyor. Bunlar “Çehreha-yı Mandegar” [Kalıcı Simalar] merasiminde tanıtılan üstatlardır. Ben bu kitap dizisinin birinde Üstat Dinani ile görüşleri ve düşünceleri konusunda bir söyleşi yaptım. Üstadın seçme makaleleri de baskı aşamasında.

 

 

Devam edecek…  

 

 

 

Çeviri: Hüseyin Mahir

 

 

www.medyasafak.net