ABD niçin savaşsız duramıyor? (1)

ABD niçin savaşsız duramıyor? (1)
En azından teorik olarak zenginler ve Amerika’nın güçlüleri sözde serbest teşebbüsün büyük savunucularıydılar ve devletin ekonomiye herhangi bir şekilde müdahalesine karşıydılar. Fakat savaş sırasında Amerikan devletinin ekonomiyi yönetip finanse etmesine hiçbir itirazları olmadı, zira serbest teşebbüsün bu büyük ölçekli ihlali olmaksızın bu yıllarda elde ettikleri kollektif kârları toplamaları mümkün olmazdı.

 

 

Jacques R. Pauwels

 

 

Global Research

 

 

 

Global Research notu: Bu keskin makale 30 Nisan 2003 tarihinde, Irak Savaşı henüz başlamışken tarihçi ve siyasetbilimci Dr. Jacques Pauwels tarafından kaleme alındı.

 

Makale genel olarak George W. Bush'un başkanlığını ele alıyor.

 

Doğru zamanlı bir soru: Başkan Trump niçin savaşa ve 1,2 trilyon dolarlık nükleer savaş programına ihtiyaç duyuyor?

 

Kuzey Kore, İran, Rusya ve Çin karşısındaki savaş planları Pentagon'un masasında durmaya devam ediyor.

 

Kore, Vietnam, Kamboçya, Irak, Libya, Suriye, Yemen…

 

ABD niçin yarım yüzyıldan fazla süredir savaş halinde? Ve biz bu yıllara niçin “savaş sonrası dönem” diyoruz?

 

Ve Amerikalılar ABD'nin savaş gündemini neden destekliyor?

 

 

*     *     *

 

Savaşlar insan hayatının ve kaynakların korkunç bir israfıdır ve bu nedenle pek çok insan ilkesel olarak savaş karşıtıdır. Fakat ABD Başkanı savaşa âşık gözüküyor. Niçin? Pek çok yorumcu cevabı psikolojik faktörlerde aramıştır. Bazıları George W. Bush'un, babasının Körfez Savaşında başlayıp bazı karanlık nedenler yüzünden tamamlamadığı işi bitirmek istediği fikrindeler. Diğerleri de Küçük Bush'un kendisine Beyaz Saray'da ikinci bir dönem kazandıracak, muzaffer çıkacağı kısa bir savaş umduğuna inanıyorlar.

 

Ben, ABD Başkanının davranışını açıklamak için başka bir yere bakmamız gerektiğine inanıyorum.

 

Bush'un savaşa düşkün olmasında psikolojik durumunun ya çok az etkisi var, ya da hiç yok; asıl rolü oynayan Amerikan ekonomik sistemidir. Bu sistem -Amerikan usulü kapitalizm- öncelikli olarak ve en çok, Bush “para hanedanı” gibi Amerikalı zenginleri daha da zenginleştirme işlevi görür. Bununla birlikte bu sistemin, sıcak ya da soğuk savaşlar olmaksızın zengin Amerikalıların doğuştan gelen hakları saydığı görülebilecek en büyük kârları üretmesi mümkün olmazdı.

 

Amerikan kapitalizminin en kuvvetli tarafı aynı zamanda en büyük zayıflığıdır da, adını vermek gerekirse aşırı üretkenliğidir bu. Kapitalizm adını verdiğimiz uluslararası ekonomik sistemin tarihsel gelişiminde birkaç faktörün üretim artışında muazzam etkisi olmuştur. Mesela 18. yüzyılın başında İngiltere'de başlayan üretim sürecinin mekanizasyonu. 20. yüzyılın başlarında ise Amerikalı sanayiciler montaj hattı gibi yeni tekniklerle işin otomatizasyonuna çok önemli katkılar sundular. Bu ikincisi Henry Ford'un keşfiydi ve bu teknikler bu nedenle genel olarak “Fordizm” adıyla anılır oldular. Büyük Amerikan işletmelerinin üretim verimliliği dikkate değer oranda arttı.

 

Mesela, daha 1920'lerde Mişigan'daki otomobil fabrikalarında her gün sayısız montaj hattı tekerleği dönüyordu. Fakat tüm bu arabaları kim alacaktı? O dönemdeki Amerikalıların çoğunun bu türden alışverişler yapmak için yeterli paraları yoktu. Diğer sanayi ürünleri de benzer bir şekilde pazarları doldurdu ve sonuç her geçen gün artan ekonomik arz ile bunun gerisinde kalan talebin yarattığı kronik bir uyumsuzluğun doğuşuydu. Böylece genelde “Büyük Depresyon” olarak bilinen ekonomik kriz başgösterdi. Bu, temelde aşırı üretimden kaynaklanmış bir krizdi. Ambarlar satılmamış mallar, fabrikalar işten atılmış işçilerle doluydu. İşsizlik patlarken Amerikan halkının satın alma gücü dibe vurmuş ve bu da krizi daha beter hale getirmişti.

 

Amerika'daki Büyük Depresyon'un sadece İkinci Dünya Savaşı'nda ve onun sayesinde sonlandığı inkâr edilemez. (Başkan Roosevelt'in en büyük hayranları bile onun fazlaca reklamı yapılmış “New Deal” politikalarının bunda çok az etkisi olduğunu ya da hiç rol oynamadığını kabul ediyorlar.) Avrupa'da başlayıp ABD'nin 1942'ye kadar aktif bir şekilde dahil olmadığı savaş Amerikan sanayisine sınırsız ölçüde harp malzemesi üretme fırsatı verdiğinde, ekonomik talep de dikkat çekici ölçüde arttı. 1940-1945 yılları arasında Amerikan devleti bu malzemelere 185 milyar dolar sarf etti ve askeri harcamalar 1939-1945 arasında gayri safi milli hasılanın %1,5'undan  %40'ına ulaştı. Amerikan sanayisi ayrıca Britanya ve hatta Sovyetlere kiralama yoluyla muazzam miktarda teçhizat sağlamıştı. (Bu arada Ford, GM ve ITT gibi Amerikan şirketlerinin Almanya'daki ortakları Naziler için her türlü uçak, tank ve diğer savaş oyuncakları üretiyorlardı. Bu durum Pearl Harbor'dan sonra da devam etti fakat bu başka bir öyküdür.) Büyük Depresyon'un ana problemi -arz ile talep arasındaki eşitsizlik- böylece çözülmüş oldu, zira devlet askeri siparişler yoluyla ekonomik talebe para pompalıyordu.

 

Ortalama Amerikalının korktuğu gibi olmadı; Washington'un askeri harcamaları tam istihdam yaratmakla kalmamış ücretler de her zamankinden çok daha fazla artmıştı. İkinci Dünya Savaşı esnasında Büyük Depresyon'un eşlik ettiği yaygın sefalet son buldu ve Amerikan halkının çoğu umulmadık bir refah seviyesi elde etti. Bununla birlikte savaş dönemi ekonomik yükselişinin en büyük kazananları ülkenin sıradışı kârlar elde eden iş adamları ve tekelleriydi.

 

Tarihçi Stuart D. Brandes'in yazdığına göre Amerika'nın en büyük 2000 firmasının 1942 ve 1945 yılları arasındaki net kârları 1936-1939 yılları arasındaki rakamlardan %40 daha fazlaydı. Kârların bu kadar artması, tarihçinin açıklamasına göre devletin milyarlarca dolarlık askeri malzeme üretimi emrini verirken fiyat kontrolünü başaramaması ve kârın vergilendirmesini -eğer hiç değilse- çok az yapmasıydı. Bu durum genelde Amerikan iş dünyasına, fakat özelde görece çok sınırlı bir elit olan “büyük iş” ya da “şirket Amerikası” olarak bilinen büyük şirketlere yaradı. Savaş sırasında 60'dan daha az firma kârlı ordu ve devlet siparişlerinin toplamda %75'ini aldı. Ford, IBM vs. gibi büyük firmalar kendilerini “savaş domuzları” olarak ifşa ettiler diye yazıyor Brandes. Bu durum devletin askeri harcamarını oburca tüketmelerinden kaynaklanıyordu. Örneğin IBM savaş siparişleri sayesinde 1940 ve 1945 arasındaki askeri satışlarını 46 milyondan 140 milyon dolara çıkarmıştı.

 

Amerika'nın büyük şirketleri Fordist yöntemi üretimi azami hale getirmek için sonuna kadar sömürdüler, fakat bu bile Amerikan devletinin savaş zamanı ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyordu. Daha fazla teçhizat gerekiyordu ve bunların üretilebilmesi için Amerika yeni fabrikalara ve hatta daha etkili teknolojiye ihtiyaç duymaya başladı. Bu yeni varlıkların keşfi gecikmedi ve bu sayede de ülkenin tüm üretim tesislerinin toplam değeri 1939 ve 1945 arasında 40 milyardan 66 milyar dolara yükseldi. Fakat tüm bu yeni yatırımların arkasında özel sektör yoktu, 30'lardaki aşırı üretim tecrübeleri nedeniyle Amerikalı işadamları bu görevi çok riskli bulmuşlardı. Bu nedenle devlet 2000'den fazla savunma tabanlı projeye 17 milyar dolar yatırarak bu işi üslenmiş oldu. Nominal ücretin karşılığı olarak da özel sermayeli bu şirketlerin ürettiklerini tekrar devlete satarak kâr etmeleri için bu yeni fabrikaları kiralamalarına izin verildi. Dahası, savaş bittiğinde ve Washington bu yatırımlardan vazgeçmek istediğinde ülkenin büyük şirketleri hepsini gerçek değerlerinin yarısına, bazen de üçte bir fiyatına satın aldılar.

 

Amerika savaşı nasıl finanse etti, Washington GM, ITT ve diğer savaş malzemesi üreticisi şirketlerin yüklü faturalarını nasıl ödedi? Cevap, kısmen vergilendirme -yaklaşık %45- fakat daha çok borç -aşağı yukarı %55- yoluyla olduğudur. Bunun sonucu olarak kamu borcu dramatik biçimde arttı, 1939'da 3 milyar dolar olan borç 1945'te 45 milyardan daha az değildi. Teorik olarak Amerika'nın büyük şirketlerinin savaş sırasında edindikleri muazzam kârların vergilendirilmesi yoluyla borcun azalması ya da tamamen ortadan kalkması gerekiyordu, fakat gerçek durum farklıydı.

 

Daha önce değinildiği üzere Amerikan devleti manidar bir şekilde şirket Amerikası'nın dev kârlarını vergilendirmeyi başaramadı, kamu borcunun artmasına neden oldu ve borçlarının faizlerini doğrudan ve dolaylı vergilerle ödedi. Özellikle Ekim 1942'deki regresif vergi yasası ile bu borçlar süper zenginler ve şirketlere değil de işçilere ve diğer düşük ücretli Amerikalılara ödetildi. Amerikalı tarihçi Sean Dennis Cashman'ın gözlemlediği gibi “Savaşı finanse etmenin yükü toplumun yoksul üyelerinin sırtına yüklendi.”

 

Bununla birlikte savaşla meşgul edilen ve tam istihdam ile yüksek ücretlerin parıltısından gözleri kamaşmış Amerikan halkı bunun farkına varamadı. Öte yandan zengin Amerikalılar savaşın kendilerine ve şirketlerine harika bir şekilde nasıl para kazandırdığının çok iyi farkındaydılar. Washington savaşı finanse etmek için ihtiyaç duyduğu parayı da “tesadüfen” zengin işadamlarından, banker ve sigortacılardan ve diğer büyük yatırıcımlardan ödünç alıyordu. Böylece şirket Amerikası ünlü savaş tahvillerinin satın alınmasından elde edilen yüksek faizlerin de aslan payını kapmış oluyordu. En azından teorik olarak zenginler ve Amerika'nın güçlüleri sözde serbest teşebbüsün büyük savunucularıydılar ve devletin ekonomiye herhangi bir şekilde müdahalesine karşıydılar. Fakat savaş sırasında Amerikan devletinin ekonomiyi yönetip finanse etmesine hiçbir itirazları olmadı, zira serbest teşebbüsün bu büyük ölçekli ihlali olmaksızın bu yıllarda elde ettikleri kollektif kârları toplamaları mümkün olmazdı.

 

İkinci Dünya Savaşı esnasında büyük şirketlerin zengin sahipleri ve üst düzey yöneticileri çok önemli bir ders öğrendiler: bir savaş sırasında kazanılacak çok ama çok para vardır. Başka bir deyişle kârların maksimize edilmesi zorlu hedefine -kapitalist Amerikan ekonomisinin temel amacı- savaş sırasında barışta olduğundan çok daha hızlı bir şekilde varılabilir. Bununla birlikte bunun için hayırsever devletin işbirliği şarttır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bile zengin ve kudretli Amerika bunun çok iyi farkındaydı. Aynı şekilde onların Beyaz Saray'daki bugünkü adamları (2003, George W. Bush), zengin aile efradının çıkarlarını gözetmek için Beyaz Saray'a paraşütle indirilen “para hanedanının” asil çocuğu da bunun çok iyi farkındadır.

 

1945 yılının baharında muazzam kârların menbaı olan savaşın yakında son bulacağı anlaşılmıştı. Sonrasında ne olacaktı? Ekonomistler arasındaki pek çok şom ağızlı, Amerika'nın politika ve sanayi liderlerini rahatsız edecek senaryolar uydurdu. Savaş sırasında sadece Washington'un askeri teçhizat satışları nedeniyle ekonomik talep restore edilmiş ve bu durum tam istihdam ve beklenmedik kârlar doğurmuştu. Barışın geri gelmesiyle arz ile talep arasındaki uyumsuzluk hayaletinin Amerika'yı çarpma tehdidi tekrar başgöstermişti, hatta bunun doğuracağı kriz “kirli otuzların” Büyük Depresyon'undan bile daha ağır olabilirdi. Çünkü daha önce değindiğimiz gibi ülkenin savaş sırasındaki üretim kapasitesi dikkate değer oranda artmıştı. Milyonlarca savaş gazisinin ülkeye dönüp iş aramalarıyla işçilerin atılmasının birlikte yaratacağı işsizlik ve satın alma gücündeki azalma talep açığını daha da kötüleştirecekti. Amerika'nın zengin ve güçlülerinin perspektifinden bakıldığında istikbaldeki işsizlik değildi sorun, asıl problem dev kârların altın çağının son bulmasıydı. Böylesi bir felaket engellenmeliydi, ama nasıl?

 

Devletin askeri harcamaları yüksek kârların kaynağıydı. Bu kârların sürmesi için -Almanya ve Japonya yenildiğinden- acilen yeni düşmanlar ve yeni savaş tehditleri gerekiyordu. Ne mutlu ki Sovyetler Birliği mevcuttu, bu ülke Stalingrad ve başka yerlerde Amerikalılar lehine kestaneleri ateşten almış çok faydalı bir müttefik olmakla birlikte sahibi olduğu komünist idealleri ve pratiği ABD'nin yeni öcüsüne dönüştürülmesini çok kolaylaştırıyordu. Pek çok Amerikalı tarihçi bugün, 1945'teki Sovyetler Birliği'nin üstün ABD için ekonomik ve askeri açıdan bir tehdit arz etmediğini ve Washington'un da aslında Sovyetleri tehdit olarak görmediğini kabul etmektedir. Bu tarihçiler ayrıca Moskova'nın da savaş sonrası dönemde Washington ile yakın çalışmaya çok istekli olduğunu belirtiyorlar.

 

 

Devam edecek… 

 

 

Çeviri: Medya Şafak