ABD, İran ve Hizbullah üzerindeki baskısını artırıyor ama sonuçların çok etkili olması beklenmiyor

ABD, İran ve Hizbullah üzerindeki baskısını artırıyor ama sonuçların çok etkili olması beklenmiyor
Washington'un Lübnan Hizbullahı komutanı Ali Musa Dakduk’u Amerika'ya götürmek yönündeki arzusunu dile getirdiğinde Hizbullah ABD yönetimine -Irak liderleri aracılığıyla- bir mesaj göndermiş; Dakduk’u Irak dışına çıkarmanın, başta Irak olmak üzere Ortadoğu’daki her ABD’li asker ve subayın rehine olarak alınabileceği anlamına geldiğini belirtmişti.

 

 

Elijah J. Magnier

 

 

https://elijahjm.wordpress.com

 

 

14 Ekim 2017

 

 

ABD, İran'ın nükleer anlaşmasından çekilmeye ilişkin somut herhangi bir adım atmaksızın, İran'la olan gerginlik seviyesini yükseltti. Trump'ın bu konuda İran'a yönelik sözlü tacizlerinin yanı sıra bu ülkeyi herhangi bir uygulamaya gitmeksizin düşmanca önlemler almakla tehdit etmesi şeklindeki bir tutumla kendini sınırlaması beklenmektedir. Bunun temel nedeni ABD ile AB arasında çatlak oluşmasından kaçınmak istemesidir. Nükleer anlaşma yalnızca iki taraflı (ABD ve İran) bir anlaşma olmadığından, tek başına ABD'nin çekilmesi teorik olarak anlaşmanın son bulması için yeterli değildir. Bununla birlikte, ABD'nin çekilmesi halinde İran'ın bunu yaratacağı tüm sonuçlarla birlikte anlaşmanın bir bütün olarak feshedilmiş sayması muhtemeldir. Bu durumda, ABD İran'a karşı saldırgan sözlü hücumlarını sürdürmekte; bu da mevcut ABD Başkanının orta ve uzun vadede ne tür kararlar alabileceğini tahmin etmekte zorlanan Avrupalıların kafasını daha da karıştırmakta ve endişelendirmektedir.

 

Ayrıca, hedef sadece İran değil, aynı zamanda Ortadoğu'daki ana müttefiki ve askeri kolu olan Lübnan Hizbullahı'dır. Nitekim Hizbullah içindeki en yüksek askeri birim olan Askeri Konsey'in iki üyesi Hacı Fuad Şükür ve Hacı Talal Hamiye'nin yargılanmasını sağlayacak bilgileri sunanlara ABD'nin 12 milyon Dolar ödül vereceği ilan edilmiştir. ABD anılan iki Hizbullah yetkilisinin güncel fotoğraflarını temin eden istihbarat kaynaklarının ortaya çıkmasını engellemek için söz konusu ödül ilanında bu kişilerin eski fotoğraflarını kullanmıştır. Burada cevaplanması gereken temel soru şudur: Bu ödül teklifinden hangi ülke ve nasıl istifade edecektir?

 

Öte yandan, İran, artık Donald Trump'ın nükleer anlaşma ile ilgili olarak ne yapacağıyla pek ilgilenmemektedir. İran yönetimi, 30 yılı aşkın süredir ABD'nin uygulamakta olduğu ambargo ve yaptırımlara karşı koyabilmek için, ambargo sırasında özellikle Umman, Dubai ve Abu Dabi'de yüzlerce ticari şirket kurmuştu. Yanı sıra mal ve teknoloji ithalatını serbest piyasadan ve daha yüksek fiyatlarla da olsa altın ve petrol karşılığında gerçekleştirmeyi uzun yıllar boyunca başardı.

 

Aslında nükleer anlaşma (yabancı mal ve teknolojilere) aç olan İran pazarını bugün dışarıya açmış ve Avrupa pazarlarına bağlamıştır. AB ise -özellikle yaşlı kıtanın 2008'den beri mali kriz yaşadığı göz önüne alındığında- nükleer anlaşmanın tüm imzacıları arasında ABD'nin Başkanı Trump'ın tek başına ve tek taraflı olarak "anlaşmanın ruhunun ihlal edildiğini” düşünmesi nedeniyle bunu şimdi kaybetmekte isteksiz görünüyor. Tabii ABD İran'ın füze programının durdurulmasını ve Hizbullah'a silah sevkiyatına son verilmesini isterdi. Bu aynı zamanda Suudi Arabistan'ı ve İsrail'i de memnun ederdi. Ancak, bu konular (ABD hariç ve İran dahil olmak üzere) imzacı ülkeler tarafından anlaşmanın kapsamı dışında ve anlaşmayla ilgisiz konular olarak değerlendirilmektedir.

 

Suudi Arabistan yetkilileri yakın tarihte Washington'u ziyaret etmiş ve ABD'nin Hizbullah'ın yıkıma uğratılması ve İran'ın Ortadoğu'daki etkisinin sınırlandırılması konularında yardımı sürdüğü müddetçe sınırsız mali destekte bulunmayı teklif etmiştir. Aslında, Hizbullah, Suriye'de bir rejim değişikliğini destekleyen uluslararası güçlerin ve bölgesel ülkelerin oyununu bozmaktan sorumlu tutulmaktadır. Bu itibarla, birçok taraf İran'ın güçlü kolu olan Hizbullah'ın tamamen kesildiğini görmek istemekte, zira bunun İran'ı silahsız bir dev haline dönüştüreceğini düşünmektedir.

 

Ayrıca, Suudi Arabistan Kralı Salman, Moskova ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e IŞİD, El-Kaide ve Hizbullah gibi Suriye'de faaliyet gösteren tüm grupların terörist olarak kabul edildiğini ve tasfiye edilmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Kral'ın Rus ürünlerine yatırım konusundaki cömert mali teklifine rağmen Putin'in buna cevabı çok net olmuştur: Meşru hükümetin talebiyle Suriye'de bulunan ve savaşan ülke ve grupların hiçbirisi terörist olarak değerlendirilemez. Böylece ‘Hizbullah'ın başı” Rus başkentindeki görüşme masasında yer almamıştır!

 

ABD ödülleri konusuna gelince, Hizbullah'ın birinci, ikinci ve üçüncü kademe askeri yöneticileri, Suriye ve Irak'ta IŞİD ve El-Kaide'ye karşı yürütülen ve Örgütün de dahil olduğu “teröre karşı savaşın” gerekleri doğrultusunda Beyrut, Şam, Tahran ve Bağdat arasında serbestçe hareket etmektedir.

 

Hiçbir yetkili –ne Lübnan ne de ABD yetkilileri- bunun Ortadoğu'daki askerlerini veya çıkarlarını olumsuz yönde etkilemesi şeklindeki doğrudan sonuçlarını göze almaksızın herhangi bir Hizbullah yöneticisini tutuklamaya cesaret edemeyecektir. Zira adam kaçırmanın (veya yakalamanın, tutsak almanın) karşı tarafça duraksama olmaksızın reddedileceği ve benzer şekilde bir mukabeleyle karşılaşacağı beklenmektedir.

 

Bu konudaki en son "olay" -Başkan Barack Obama döneminde Bağdat, tüm ABD kuvvetlerinin Irak'tan geri çekilmesini istediği sırada- Washington'un Lübnan Hizbullahı komutanı Ali Musa Dakduk'u Amerika'ya götürmek yönündeki arzusunu dile getirdiğinde meydana gelmişti. Bunun üzerine Hizbullah ABD yönetimine -Irak liderleri aracılığıyla- bir mesaj göndermiş; Dakduk'u Irak dışına çıkarmanın, başta Irak olmak üzere Ortadoğu'daki her ABD'li asker ve subayın rehine olarak alınabileceği anlamına geldiğini belirtmişti.

 

Sonuçta bu, Washington'u olaya göz yummak ve etkileyici bir şekilde planlanan ve Kerbela'da 5 Amerikan askeri ve subayının ölümüne yol açan bir operasyona katılmış bulunan Hizbullah subayının kaderine karar verilmesini Iraklılara bırakmaya sevk etmişti. Dakduk 2007 Ocağında Mukteda El-Sadr'ın direniş grubu Asaeb El-Hak ile birlikte bizzat ABD'nin Iraklı bir bakana bağışta bulunduğu kurşungeçirmez siyah arabaları kullanmıştı. Dakduk'un araçta olması, konvoyun binada bulunan Amerikan kuvvetlerinin kuşkusunu uyandırmaksızın hükümet binasına girilmesini kolaylaştırmıştı.

 

Hizbullah, esas olarak Lübnan Ordusuyla birlikte çalışan pek çok Amerikan askeri ve subayının Lübnan'da serbestçe dolaştığının farkındadır. Böylece, Örgüt, kendisinin gerektiğinde mütekabiliyet çerçevesinde cevap verme gücünün olduğunu ve adamlarını hiçbir karşılık vermeksizin başkalarının elinde tutuklu bırakmayacağını ABD'nin bildiğinin farkındadır. Bu nedenle rahat bir konumdadır. Sonuçta, Hizbullah kendi yöneticilerinin suikast girişimleri açısından değil ama kaçırılma bakımından güvende olduklarını düşünmektedir.

 

İki Hizbullah komutanı hakkında ABD'nin ödül ilanı, ABD'nin başta İsrail ve Suudi Arabistan olmak üzere Ortadoğu'daki müttefiklerini hedeflemekte ve "hepimiz Hizbullah'ın varlığına ve operasyon kapasitesine karşı aynı gemideyiz" mesajı vererek onları memnun etmeyi amaçlamaktadır. Gerçekten bu örnek de, Washington'un Hizbullah'ı ve İran'ı Ortadoğu'da sınırlamak için fiili olmaktan ziyade siyasi önlemler almak konusunda daha ciddi olduğunu göstermektedir. Gerek İran gerek Hizbullah ABD'yi ve onun yakın ortakları İsrail ve Suudi Arabistan'ı düşmanları olarak değerlendirilmektedir.

 

Tel Aviv de Washington gibi tehditlerle dolu bir söylemi benimsemekte, Hizbullah'a karşı "yakınlarda gerçekleşecek bir savaştan" bahsetmekte, ancak anlatıyı daha da ileri götürmemekte ve savaş tamtamları çalmak dışında savaşa yönelik herhangi bir somut adım atmamaktadır.

 

Uzak bir ihtimal olan İsrail ve Hizbullah arasında bir savaş halinde, hiç şüphesiz İsrail iddia ettiği gibi Lübnan'ı "Taş Devrine" geri döndürmek için yıkıcı bir askeri kapasiteye sahiptir. Bununla birlikte, bu durum, Lübnanlıların 1975'teki iç savaşta ve iki İsrail savaşında (1982'de ve 2006'da) zaten yaşamış oldukları bir deneyimdir. Bu savaşlarda İsrail çok sayıda saldırı düzenlemiş, Lübnan altyapısını tahrip etmiş ve binlerce sivil ve yüzlerce Hizbullah militanını katletmiştir.

 

Bununla birlikte, yine hiç şüphe yoktur ki, bir kısmı çok yüksek isabet özelliğine sahip on binlerce roket ve füzesiyle Hizbullah da İsrail'e benzeri bir "Taş Devri" senaryosunu yaşatabilecektir.  Ancak, İsrail halkı böylesine sert ve acımasız bir senaryoya alışkın değildir. Zira Hizbullah füzeleri altyapıyı (köprüleri, nüfusun yoğunlaşma noktalarını, çarşıları, su, elektrik ve kimya tesislerini ve daha birçok noktaları), limanları, havaalanlarını, askeri kurumları, kışlaları ve sivillerin evlerini vuracaktır.

 

İsrail'in siyasi ve askeri liderlerinin naif olmadığı ve sunulan teklif ne kadar yüksek bir teklif olursa olsun, kendi güvenliklerini (Hizbullah'ı yok etmek için Suudi Arabistan tarafından sunulan) ekonomik ve mali destek ile değiş tokuş etmeyecekleri açıktır. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin çoğunluğuyla aleni diplomatik ilişki kurabilmek için kendi güvenliğini ve halkının esenliğini feda etmeyecektir. İsrailli komutanlar, Hizbullah'ın Suriye ve Irak'ta edindikleri emsalsiz askeri tecrübenin bilincinde oldukları gibi uzun mesafeli hassas isabet özellikli füzeleri için Lübnan-İsrail sınırında yeni yer altı sığınaklarını kullanmakta olduğunun da tamamıyla farkındadır.

 

Bununla birlikte, İsrail ve ABD, geçmişte eski Hizbullah Genel Sekreteri Seyid Abbas El Musevi'ye, Seyid Hasan Nasrallah'ın Yardımcısı İmad Muğniye'ye ve daha alt pozisyonlardaki Hüseyin El-Lakkis, Semir Kuntar, Cihad Muğniye ve diğerlerine karşı yaptıkları gibi, Hizbullah yöneticilerine darbe vurmaya yönelik güvenlik ve istihbarat saldırıları yürütebilecek imkânlara sahiptir.

 

Hizbullah ile İsrail arasındaki "hesap" hâlâ açıktır! Lübnanlı örgüt kesinlikle İsrail'e karşı benzer istihbarat darbeleri gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak, yetersiz planlama ve ABD-İsrail istihbaratının Örgütün dış operasyon birimindeki bir görevli aracılığıyla Hizbullah güvenliğini yarması sonucunda birçok girişim akamete uğradı.

 

Fakat Hizbullah ile İsrail arasındaki dehşet dengesi yine de devam etmektedir: Hizbullah bugün Suriye'de kendisini daha rahat hissetmekte ve İsrail'e ve bölgedeki müttefiklerine karşı savaşa daha fazla kaynak ayırma imkânına sahip bulunmaktadır.

 

Sonuç olarak, Amerikan baskısı hiç kimsenin onu daha da ileri götüremeyeceği sınırlar içerisinde kalmaktadır. Hâlihazırda savaş sanatında ve siyaset alanında eğitim görmüş, Ortadoğu ve uluslararası arenalarda temel bir oyuncu haline gelmiş olan Hizbullah gibi bir hasıma meydan okumak isteyen hiçbir ülke ya da kuruluş bulunmamaktadır.

 

 

Çeviri: Emir Aşnas

 

www.medyasafak.net