“Allah’ın Kitabı ve Sünnetim” Hadisinin Sened ve Metin Yönünden Kritiği

“Allah’ın Kitabı ve Sünnetim” Hadisinin Sened ve Metin Yönünden Kritiği
Yazar Ehl-i Beyt (a.s.)’ın faziletleriyle ilgili hadislerin benzerlerinin üretilmesinin Ehl-i Beyt muhaliflerinin temel yöntemlerinden olduğunu belirterek, buna örnek olarak da Sakaleyn hadisinde yapılan tahrifi göstermektedir. Buna göre, hadis metnindeki "itretim (soyum) kelimesi "sünnetim" olarak değiştirilmiştir.

 

Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” Hadisinin Sened ve Metin Yönünden Kritiği*

 

 

Ali Ekber Mehdipur**

 

Çev. Ozan Kemal Sarıalioğlu

 

 

Özet: Yazar Ehl-i Beyt (a.s.)'ın faziletleriyle ilgili hadislerin benzerlerinin üretilmesinin Ehl-i Beyt muhaliflerinin temel yöntemlerinden olduğunu belirterek, buna örnek olarak da Sakaleyn hadisinde yapılan tahrifi göstermektedir. Buna göre, hadis metnindeki "itretim (soyum) kelimesi "sünnetim" olarak değiştirilmiştir. Yazar bu değiştirilmiş metnin izini ikinci hicri asırdan onuncu asra kadarki kaynaklardan sürmekte ve hepsini sened ve içerik yönünden tahlil edip güvenilir olmadıkları sonucuna vararak sahih rivayetin "Allah'ın Kitabı ve İtretim" olduğunu belirtmektedir.

 

Anahtar Kelimeler: İmamet nasları, Sakaleyn Hadisi, Hadis ilmi, Ehl-i Sünnet âlimleri, İmamet

 

Giriş

 

Ehl-i Beyt (a.s.) muhalifleri tarafından tarih boyunca yaygın olarak kullanılan yöntemlerden biri de Ehl-i Beyt'in fazilet ve menkıbelerinin benzerlerini diğerleri için de ortaya koymaktı. İsmet ve Fazilet Hanedanı hakkında Hz. Peygamber (s.a.a.)'den nakledilen her faziletin benzerlerini üretmek için ilmî atölyeler hemen faaliyete koyulmuş; Ehl-i Beyt düşmanlarının, özellikle de Emevîlerin tam desteğiyle yaygınlaştırılıp hadis kitaplarına sokularak revaç bulmaları ve böylelikle de gerçek menâkıb ve faziletlerin karşısında arz-ı endam etmeleri sağlanmıştır.

 

Meşhur, müstefiz ve mütevatir olarak nakledilen “الْحَسَنَ وَ الْحُسَينَ سَيِّدا شَبابِ اَهْلِ الّجَنَّةِ / Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir” hadisi karşısında, uydurma “Falanca ve filanca cennet ehlinin yaşlılarının efendileridir” sözünün pazara sürülmesini buna örnek verebiliriz.

 

Hadislere bu türden benzerler üretme meselesi dikkat çekici ve faydalı bir konu olup başlıbaşına birkaç cilt eser yazılmasını gerektirecek önemde bir bahistir. Ehl-i Beyt'in faziletiyle ilgili olarak nakledilen neredeyse tüm hadislerin karşısında, muhaliflerinden biri için de benzer bir hadisin uydurulduğu dikkat çekmektedir.

 

Sakaleyn hadis-i şerifi de bu afetten masun kalmamış; meşhur, müstefiz ve mütevatir olan “Allah'ın Kitabı ve İtretim” rivayeti karşısında “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki değiştirilmiş versiyonu dolaşıma sürülmüştür. Bu makalede bu hadisin senet ve içerik yönünden incelenmesi konu edinilmektedir.

 

 

Birinci Bölüm: Sakaleyn Hadisinin Şâzz ve Nâdir Rivayetinin Kaynakları

 

Şâzz ve nâdir olan “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayetini içeren ilk kaynak Mâlik bin Enes'e ait olan el-Muvattâ kitabıdır. Bu hadis sonraları zayıf, meçhul ve itibarsız bir isnadla Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer almıştır. Bunu ayrıntılarıyla inceleyip kritiğini yapacağız.

 

Şimdi bu şâz ve nadir olan naklin kaynaklarını inceleyelim:

 

 

I. Malik bin Enes (ö. h. 179)

 

Sakaleyn hadisini bu şâz ve nadir rivayetle ilk nakleden kişi, Mâlikî mezhebinin imamı olan Mâlik bin Enes'tir. O, Muvattâ kitabında hiçbir sened zikretmeksizin şöyle yazıyor:

 

Bana, Resûlullah (s.a.a.)'in şöyle buyurduğu ulaştı:

 

تركت فيكم أمرين لن تضلوا ما تمسكتم بهما:كتاب الله وسنة نبيه (Aranızda iki şey bıraktım, bu ikisine sarıldıkça sapıtmayacaksınız. Allah'ın Kitabı ve Sünnetim.)[1]

 

Mâlik, el-Muvattâ kitabını kırk yılda telif etmiş ve bu süre içinde eserini defalarca gözden geçirerek zayıf ve temelsiz hadisleri imkân dahilinde eserinden ayıklamıştır. Bu nedenle eserine  “düzenlenmiş, kolaylaştırılmış” anlamına gelen “Muvattâ” ismini koymuştur. Mâlik, ilk olarak kitabına 9000 hadis koymuş, her göz attığında bir kısmını dışarıda bırakmak suretiyle neticede bu sayıyı 700'e kadar indirmiştir.[2]

 

Muhammed Hasan Şeybânî'nin nüshası esasınca tahkik edilen ve üç kez Hindistan'da, iki kez de Kahire'de basılan nüshada, yukarıdaki hadise rastlanmamaktadır. Bu durum, Mâlik'in son tahkikatı neticesinde bu rivayeti kitabından çıkardığı anlamına gelmektedir.

 

İbn Hazm şöyle yazmıştır:

 

Ben el-Muvattâ'nın tüm hadislerini saydım, toplam olarak 500 küsür müsned hadis, 300 küsür de mürsel hadis vardı. Kitaptaki 70'i aşkın hadisle Mâlik'in kendisi de amel etmemiştir. Bu hadislerde fukahânın çoğunluğu tarafından zayıf addedilmelerine yol açacak bir zaaf bulunmaktadır.[3]

 

Bununla birlikte Fuad Abdülbâkî tarafından edisyon kritiği yapılan Yahya bin Yahya bin Kesir Mahmudî nüshasında bu hadis geçmektedir.

 

 

Hadisin İncelenmesi:

 

Bu hadisi güvenilir sayıp delil gösterme imkânı hiçbir şekilde mevcut değildir. Zira:

 

Evvelen: Senedi bulunmamaktadır.

 

Saniyen: Mâlik'in kendisi bu rivayeti kitabının son nüshalarından çıkarmıştır.

 

Üçüncü olarak: Suyutî bu hadisi uydurma rivayetlerden sayar.[4]

 

Dördüncü neden: El-Muvattâ kitabını müsned (isnadlı) hale getiren İbn Abdülberr bu rivayet için, içinde hiçbir şekilde itimada şayan olmayan Kesir bin Abdullah bin Amr'ın yer aldığı bir isnad bulmuştur. Altıncı hadisin zımnında bu kişinin durumunu inceleyeceğiz.

 

Beşincisi: Bu hadiste Kur'an ve Sünnet'e sarılmaya vurgu yapılmıştır, oysa Hz. Peygamber (s.a.a.)'in sünneti, onuncu hadisin ardından kısaca göstereceğimiz gibi bizzat Hazret'in hilafet iddiacıları tarafından ihlal edilmiştir.

 

 

II. İbn Hişâm (ö. h. 213)

 

İbn Hişâm, Siretü'n-Nebeviyye isimli kitabının Resûl-i Ekrem (s.a.a.)'in hutbesi bölümünde şöyle nakleder:

 

وقد تركت فيكم ما ان اعتصمتم به فلن تضلوا ابدا امرا بینا، کتاب الله و سنت نبیه (Ve şüphesiz aranızda sarılmanız durumunda asla sapmayacağınız apaçık bir şey bıraktım, Allah'ın Kitabı ve Elçisinin Sünneti.”[5]

 

Bu hadis de istinad ve itimada uygun değildir. Zira:

 

- Senedi yoktur.

 

- Bu metinde de Kur'an ve Sünnete sarılmaya vurgu yapılmıştır ki Sünnet, halifeler tarafından ihlal edilmiştir.

 

 

III. Dârakutnî (ö. h. 385)

 

Sakaleyn hadisini “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklinde senedli olarak nakleden ilk kaynak Sünen-i Dârakutnî kitabıdır.

 

Dârakutnî kitabında Ebû Bekir Şafiî'nin Ebû Hureyre'den naklettiği isnad silsilesiye Resûl-i Ekrem (s.a.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

 

خلفت فیکم شیئین لن تضلوا بعدهما: کتاب الله وسنتی ولن یتفرقا حتی یردا علی الحوض (Aranızda iki şeyi halife bıraktım, Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im, bunlar Havuz'da bana varıncaya dek birbirlerinden ayrılmazlar.)[6]

 

Üçüncü hadisin senedinin incelenmesi:

 

Bu metni de kaynak göstermek mümkün değildir. Zira:

 

Senedinde “Sâlih bin Mûsâ” bulunmaktadır ve ricâl ulemasından Vahidî onu tevsîk etmemiştir.

 

Diğer ricâl ulemasının onun hakkındaki görüşleri:

 

1. Cûzcânî: Hadisi zayıftır.

 

2. Ebû Hâtim: Hadisi zayıftır. Şiddetle münkerdir ve pek çok münker rivayet naklederek güvenilir kişilere nispet etmiştir.[7]

 

3. Buhârî: Münkerü'l-hadistir.[8]

 

4. İbn Maîn: Değersizdir. Sika değildir ve hadisi yazılmaz.

 

5. Nesâî: Zayıftır ve hadisi metruktur.

 

6. İbn Adî: Bunca hadis nakletmesine rağmen kimse ona tabi olmamıştır.

 

7. Tirmizî: İlim ehlinin bir kısmı aleyhinde bazı şeyler söylemiştir.

 

8. Ahmed bin Hanbel: Onu tanımıyorum.

 

9. Akîlî: Hiçbir hadisine güven olmaz.

 

10. İbn Hibbân: Güvenilir kimselerden, güvenilir kimselerin rivayetlerine benzemeyen şeyler nakletmektedir. Sözleriyle delil getirmek caiz değildir.

 

11. Ebû Naîm: Metruktur. Münker rivayetleri nakletmektedir.[9]

 

12. Zehebî: Zayıftır.[10] Sözleriyle delil getirmek mümkün değildir.[11]

 

 

IV. Hâkim Nîşâbûrî (ö. 405)

 

Hâkim Nîşâbûrî el-Müstedrek ale's-Sahiheyn kitabında bu şâzz ve nâdir rivayeti iki tarikle nakletmiştir:

 

I) İbn Abbas'a varan isnad silsilesiyle Hz. Peygamber (s.a.a.)'in Veda Haccı'ndaki hutbesinin bir bölümü olarak:

 

یا ایها الناس! انی قد ترکت فیکم ما ان اعتصمتم به فلن تضلوا ابدا: کتاب الله و سنة نبیه (Ey insanlar! Ey insanlar! Şüphesiz ki ben aranızda sarılmanız durumunda asla sapıtmayacağınız şeyi bıraktım: Allah'ın Kitabı ve Nebisinin Sünnetini.)[12]

 

Metnin İncelenmesi:

 

Bu metin de güvenilir değildir. Şöyle ki:

 

Senedinde İsmâil bin Ebî Uveys vardır ki, İbn Hacer Askalânî onun hakkında şöyle yazar:

 

1. İbn Ebî Heyseme: O doğru sözlüdür, fakat aklı azdır, hadisten anlamaz ve nakledilme yolunu bilmez.

 

2. Muâviye bin Sâlih: O ve babasının ikisi de zayıftır.

 

3. İbn Maîn: O ve babası hadis çalmaktaydılar. Beş para etmez.

 

4. Yahyâ: Hadisi karıştırır ve yalan söylerdi. Değeri yoktur.

 

5. Ebû Hâtim: Doğru sözlü fakat aklı karışıktı.

 

6. Nesâî: Zayıf ve güvenilmezdi.

 

7. İbn Adî: Dayısı Mâlik'ten acayip hadisler nakletmiş ve kimse onu takip etmemiştir.

 

8. Akîlî onu zayıf saymıştır.

 

9. Dûlâbî de onu zayıflardan saymıştır.

 

10. Darakutnî hadislerini sahih saymamıştır.

 

11. Halîlî İrşad kitabında:  O bir tacirden 20 dirhem rüşvet almış ve 50 dirhemlik gömleğini emire 100 dirheme satmıştır.

 

12. İsmâîlî Medhel kitabında: O kadar hafif akıllıydı ki, ismini bile anmak istemiyorum.

 

13. İbn Hazm Muhallâ'da: O hadis uydurmaktaydı.

 

14. Seleme bin Şebîb: Bana şöyle demişti: Medine ehlinin birbiriyle ihtilaf ettiği yerde ben onlar için hadis uyduruyordum!

 

15. Berkânî: Nesâî bu hadiseyi (hadis uydurduğunu itiraf etmesi) öğrendiğinde artık ondan hadis nakletmemiş ve “Ona güvenilmez” demişti.[13]

 

Hâkim yukardaki metni rivayet ettikten sonra şöyle yazıyor: “Bu hutbede sünnete sarılmanın söz edilmiş olması şaşırtıcıdır.” Sonra da bu şaşkınlığını gidermek için şunu söyler:

 

“Ben bu hadis için Ebû Hureyre'nin rivayetinden bir şahid buldum, (ki bu Hâkim'in ikinci nakli sayılıyor) şöyle ki:

 

II) Ebû Bekr bin İshâk kendi silsilesiyle Ebû Hureyre aracılığıyla Hz. Peygamber (s.a.a.)'in şöyle dediğini nakleder:

 

انى قد ترکت فیکم شیئین لن تضلّوا بعدهما: کتاب الله و سنتى ولن یفترقا حتى یردا علىَّ الحوض (Doğrusu ben aranızda iki şey bırakıyorum, onlardan sonra sapmazsınız: Allah'ın Kitabı ve sünnetim ve bana havuzda ulaşana kadar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır.)[14]

 

Bu şahid de önceki metnin garabetini ortadan kaldırmamaktadır, zira:

 

Bu metnin senedinde tüm ricâl ulemâsının zayıflığında ittifak ettiği Sâlih bin Mûsâ bulunmaktadır. Biz üçüncü hadisin zeylinde (Dârakutnî hadisi) bunlardan on ikisinin görüşlerine yer verdik.

 

 

V. Beyhakî (ö. 458)

 

Ebû Bekir Beyhakî, Sakaleyn hadisinin bu şaz ve nadir rivayetini Sünen'indeki iki tarikle nakletmektedir:

 

1. İbn Ebî Uveys tarikiyle İbn Abbas'tan Hz. Peygamber'in şöyle dediği naklediliyor:

 

یا ایها الناس! انی قد ترکت فیکم ما ان اعتصمتم به فلن تضلوا ابدا، کتاب الله و سنة نبیه   (Ey insanlar! Aranızda iki şey bırakıyorum, ona sarılırsanız asla sapmazsınız, Allah'ın Kitabı ve Nebisinin Sünnetini.)[15]

 

2. Sâlih bin Mûsâ tarikiyle Ebû Hureyre'den Hz. Peygamber (s.a.a.)'in şöyle dediğini nakleder:

 

انی قد خلفت فیکم ما لن تضلوا بعدهما، ما اخذتم بهما، او عملتم بهما: کتاب الله و سنتی، و لن تفرقا حتی یردا علیّ الحوض  (Doğrusu ben iki şey halife kıldım size, onları tutar ve amel ederseniz sapmazsınız, Allah'ın Kitabı ve sünnetim; havuzda bana varıncaya dek ayrılmazlar.)[16]

 

Bu iki metnin incelenmesi:

 

Bu iki metin de güvenilir ve istinada kabil değildir:

 

İlk metinde İbn Ebî Üveys yer almaktadır ki ricâl ulemâsının onun hakkındaki sözlerini dördüncü hadisin zeylinde (Müstedrek hadisi) aktarmıştık.

 

İkinci metnin senedinde yer alan Sâlih bin Mûsâ'nın zayıflık ve değersizliğinden üçüncü hadisin zeylinde (Dârakutnî hadisi) söz etmiştik.

 

Rivayet muhteva açısından da güvenilir değildir, zira Beyhakî'nin kendisinin Ebû Hayyân Teymî tarikiyle naklettiği hadisin sahih ve yaygın şekliyle (Allah'ın Kitab'ı ve Ehl-i Beyt'im) uyumlu değildir.

 

 

VI. İbn Abdülberr (ö. 463)

 

El-İstîâb kitabının müellifi İbn Abdülberr, Muvattâ'nın isnadlarını toplama işine girişmiş ve et-Temhîd limâ fi'l-Muvattâ mine'l-Meânî ve'l-Esânîd adlı kapsamlı eserini telif etmek suretiyle Muvattâ'daki tüm mürsel hadisleri, birkaçı istisna olmak üzere müstened (isnadlı) kılmıştır. Mesela, makalenin başında Mâlik'ten naklettiğimiz şâzz ve nâdir kıraat için Kesir bin Abdullah Kurtubî tarikiyle bir sened bulmuştur.[17]

 

Metnin senedi hakkında:

 

Bu metin ve sened de delil göstermeye uygun değildir:

 

Evvelen: Senedinde bütün ricâl âlimlerinin zayıflığında ittifak ettikleri Kesîr bin Abdullah Kurtubî mevcuttur. İşte Hilafet Ekolü'nün ricâl sahasındaki büyüklerinin onun hakkındaki sözleri:

 

1. Ahmed bin Hanbel: Münkerü'l-hadistir, değersizdir.

 

2. Ahmed bin Hanbel, Ebû Hesyeme'ye “Ondan rivayette bulunma” demiştir.

 

3. İbn Maîn: Hadiste zayıftır, değeri yoktur.

 

4. Ebû Dâvûd: O yalancılardan idi.

 

5. Şâfiî: O yalancılardan biriydi.

 

6. Ebû Zürae: Hadiste zayıf idi.

 

7. Ebû Hatem: Sağlam değildi.

 

8. Nesâî: Metruku'l-hadis idi ve güvenilir değildi.

 

9. Dârakutnî: Metruku'l-hadisti.

 

10. Babası ve dedesinden, sadece şaşkınlık belirtmek amacıyla olmasının dışında kitapta nakli caiz olmayan uyduruk rivayetler nakletmiştir.

 

11. Matref: Ashabımızdan kimse ondan hadis nakletmezdi.

 

12. İbn Abdülberr: Zayıflığında herkes ittifak etmiştir.[18]

 

Saniyen; İbn Hacer'in nakline göre Kesîr bin Abdullah'ın zayıflığında icma vardır.[19]

 

VII. Kâdî İyâz (ö. 554)

 

Kâdî İyâz olarak meşhur olan İyâz bin Mûsâ Yahsubî, el-İlma' isimli kitabında bu rivayeti Ebû Saîd Hudrî'ye varan şaz ve nadir bir silsileyle Hz. Peygamber (s.a.a.)'den rivayet etmiştir.[20]

 

Metnin Senedinin İncelenmesi:

 

Bu metin de itimad edilmeye ve delil göstermeye layık değildir, zira isnadındaki bazı râviler zayıftır. Bunlardan sadece birine, Seyf bin Ömer'e değinelim. İbn Hacer Askalânî Ehl-i Sünnet'in bazı ricâl ulemasının onun hakkındaki sözlerini şu şekilde nakletmiştir:

 

1. İbn Maîn: Hadisi zayıftır.

 

2. Merre: Onda kayda değer birşey yoktur.

 

3. Ebû Hatîm: Hadisi alınmaz.

 

4. Ebû Dâvûd: Değersizdir.

 

5. Nesâî: Zayıftır.

 

6. Dârakutnî: Zayıf ve metruktur.

 

7. İbn Adî: Bazı hadisleri meşhur olmakla birlikte hepsi münkerdir. Kimse ona tabi olmamıştır.

 

8. İbn Hibbân: Zındıklıkla itham edilmiştir. Hadis uydurur ve bunları büyüklere nispet ederdi.

 

9. Hâkim: Zındıklıkla itham edilmiştir ve rivayetleri itibarsızdır.[21]

 

 

VIII. İbn Haldûn (ö. h. 808)

 

Abdurrahman bin Haldûn, Mukaddime'sinde Hz. Peygamber (s.a.a.)'e şu hadisi nispet etmiştir:

 

ترکت فیکم امرین، لن تضلوا ما تمسکتم بهما، کتاب الله و سنتی (Aranızda iki şey bıraktım, onlara sarılırsanız asla sapmazsınız, Allah'ın Kitabı ve sünnetim.)[22]

 

Bu rivayete de güvenilemez, zira:

 

Evvelen: Senedi yoktur.

 

Saniyen: İbn Haldûn bu meydanın ehli değildir ve hadis sahasındaki sözlerinin muhaddisler nezdinde bir değeri yoktur. Bu alandaki hatalarına başka bir örnek de Mehdilik hakkındaki hadisleri reddetmesidir.[23] Ehl-i Sünnet'in büyüklerinden biri onun bu temelsiz sözlerine âlimane bir şekilde cevap vermiştir.[24]

 

İbn Haldûn tarihsel konulardaki şöhretine rağmen şöyle yazmaktadır:

 

On İki İmam Şîîleri Hz. Mehdî'nin Hille'deki evinin serdabına girip orada kaybolduğuna inanmaktadır.

 

Ardından bu konudaki pek çok efsaneyi Şîîlere nispet eder.[25]

 

İbn Haldûn, Ehl-i Beyt karşısındaki şaşırtıcı taassubu yüzünden Sıffîn Savaşı'nı anlatırken Muâviye yanlısı bir tavır takınmış, halifeliği hakkında ümmetin icması olduğunu iddia etmiş ve İmam Ali (a.s.) için böyle bir icmanın bulunmadığını söyleyebilmiştir.[26]

 

Kerbelâ faciasında da Yezîd ashabını müçtehid sayarak haklı bulmuş ve İmam Hüseyin (a.s.)'a hata nispet etmiştir.[27]

 

 

IX. Suyûtî (ö. h. 911)

 

Celâleddin Suyûtî Hesâis kitabında Beyhakî'den Hz. Peygamber (s.a.a.)'in Veda Haccı'nda şöyle dediğini nakletmiştir:

 

اسمعوا قولی، فانی قد ترکت فیکم ما ان اعتصمتم به لن تضلوا: کتاب الله و سنتی (Sözümü işitin, şüphesiz ki ben aranızda sarılmanız halinde asla sapıtmayacağınız bir şey bıraktım...)[28]

 

Beyhakî'nin tarikinin zayıflığını dördüncü hadisin zeylinde inceledik ve ilk hadisin zeylinde de Suyûtî'nin bu rivayeti uydurma hadislerden saydığını hatırlatmıştık.[29]

 

10. Muttekî Hindî (ö. h. 975)

 

Alâeddîn Hüsâmeddin Hindî, Kenzü'l-Ummâl kitabında sakaleyn hadisinin şâzz ve nâdir rivayetini iki kadim kaynaktan nakletmiştir:

 

1. Ebû Bekir Şâfiî'nin Ğaylâniyyât kitabından[30]

 

2. Ebû Nasr Seczî'nin el-İbâne'sinden.[31]

 

Bahsi geçen iki metnin incelenmesi:

 

Bu iki metnin hiçbiri itimada ve delil göstermeye layık değildir:

 

Birinci metnin zayıflık nedenleri:

 

Evvelen: Hicrî 354 yılında vefat eden Ebû Bekir Şâfiî tarafından kaleme alınmış olan el-Ğaylaniyyât min Eczâi'l-Ehâdis kitabı elimize ulaşmamıştır ve Muttekî Hindî de onun senedini nakletmemiştir.

 

Saniyen; eğer senedi Dârakutnî'nin Sünen'inde Ebû Bekir Şâfiî'den naklettiği gibiyse, onun tarikinde de üçüncü hadisin zeylinde zayıflığını gösterdiğimiz Sâlih bin Mûsâ yer almaktadır.

 

İkinci metin de güvenilir değildir, zira:

 

Evvelen: Aynı dönemde yaşayan iki kardeşin de lakabı Seczî ve künyesi Ebû Nasr idi; Abdullah bin Saîd bin Hâtim (ö. h. 469), diğeri de Ubeydullah bin Saîd bin Hâtim (ö. h. 444). Biz Muttekî Hindî'nin Ebû Nasr Seczî derken hangisini kastettiğini bilmiyoruz.

 

Saniyen; her iki kardeşin de İbâne isimli kitabı bulunmaktaydı: Abdullah bin Saîd bin Hâtim'in el-İbâne fi'r-Reddi alâ'r-Râfiîn'i, Ubeydullah bin Saîd bin Hatem'in el-İbânetü'l-Kübrâ fî Meseleti'l-Kurân[32] ve biz İbâne kitabının bunlardan hangisi olduğunu bilmiyoruz.

 

Ve salisen; bu kitapların hiçbiri elimize ulaşmamıştır ve Muttekî Hindî de bizim için bunların senedini nakletmemiştir.

 

Dördüncü olarak: Muttekî Hindî'nin nakline göre; İbâne kitabının müellifi bizzat bu hadise dipnot düşmüş ve bu rivayetten yana duyduğu şaşkınlığı belirtmiştir.[33]

 

Beşinci nokta: Muttekî Hindî Kenzü'l-Ummâl kitabında Sakaleyn hadisini onlarca kaynaktan nakletmiştir ve hepsinde de “Allah'ın Kitabı ve İtretim” ve “Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beytim” ifadeleri geçtiğinden bu nakil bu rivayetlerle uyuşmamaktadır.[34]

 

 

İkinci Kısım: “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” Rivayetinin İncelenmesi

 

Şâzz ve nâdir olan “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” hadisinin kaynaklarının incelenmesinde bazı noktalara ulaşıyoruz, ezcümle:

 

1.Allah'ın Kitabı ve SünnetimSahiheyn'de (Buhârî ve Müslîm) geçmemektedir, fakat “Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beytim” rivayeti Sahîh-i Müslîm'de mevcuttur.[35]

 

2.Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayeti dört Sünen kitabının hiçbirinde bulunmamasına rağmen “Allah'ın Kitabı ve İtretim olan Ehl-i Beytim” hadisi Tirmizî'nin Sünen'inde mevcuttur.[36]

 

3.Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayeti Muvattâ gibi hadis kaynaklarında senedsiz olarak yer almışken[37], “Allah'ın Kitabı ve İtretim” meşhur rivayeti sahihlerde, sünen, müsned ve mucemlerde ve diğer kaynaklarda sahih senetlerle rivayet edilmiştir. Bunlardan birkaçına işaret ettik.

 

4.Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” nakli sahîh ya da hasen senetle hiçbir kaynakta yer almamıştır (senetleri zayıf ve bâtıldır). Burada sadece birkaç görüşe işaret ediyoruz:

 

a) Dârakutnî'nin senedinde ricâl ulemâsının zayıf, metruku'l-hadis, gayr-i muvassak ve güvenilmez buldukları Sâlih bin Mûsâ yer almaktadır.[38]

 

b) Hâkim'in senedinde de ricâl ulemasının zayıf, şaşkın ve hafif akıllı, hadis hırsızı, rüşvetçi ve yalancı, karıştırıcı ve hadis uydurduğunu itiraf eden biri olarak tanımladıkları İsmâîl bin Ebî Üveys yer almaktadır.[39]

 

c) Abdülberr'in senedinde hadisçilerin zayıf, yalancı, münkerü'l-hadis, metruku'l-hadis, sağlam ve güvenilir olmayan şeklinde nitelendirdikleri Abdullah bin Amr Kurtûbî vardır ve İbn Abdülberr bu kişinin zayıflığında ittifak olduğunu söyler.[40]

 

d) Kâdî İyâz'ın senedinde bulunan Seyf bin Ömer de ricâl uzmanlarınca zayıf, metruku'l-hadis, münkerü'l-hadis, hadis uydurukçusu ve itibarsız addedilmiş ve küfür ve zındıklıkla itham edilmiştir.[41]

 

5. Ürdünlü çağdaş âlim Hasan bin Ali Sekkâf Şefî şöyle yazıyor:

 

“Ehl-i Beyt'im” yerine “Sünnet'im” lafzını içeren rivayet, sened açısından bâtıldır.[42]

 

Öte yandan Ehl-i Sünnet büyüklerinden onlarca kişi “Allah'ın Kitabı ve İtretim” hadisinin sıhhatini doğrulamıştır. Ezcümle:

 

Hâkim Nîşâbûrî (ö. h. 405) Müstedrek'te (c. 3, s. 109); Hâfız İbn Kesîr (ö. h. 774) Bidâye'de (c. 5, s. 209); Hâfız Ali bin Ebî Bekr Heysemî (ö. h. 807) Mecme'de (c. 9, s. 164); Hâfız ibn Hacer Askalânî (ö. h. 852) Metâlib-u Âliyye'de (c. 4, s. 65); Celâleddîn Suyûtî (ö. h. 911) Câmiu's-Sağîr'de (s. 157); İbn Hacer Mekkî (ö. h. 974) Savâik'te (s. 150), Allâme Münâvî (ö. h. 1030) Feyzü'l-Kadîr'de.

 

6. Bu Ürdünlü âlim başka bir kitabında apaçık bir şekilde şöyle der:

 

Halkın diline yerleşen ve hatiplerin minberlerde büyük coşkuyla naklettikleri  “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” hadisi uyduruktur ve Emevîler ve tâbileri tarafından insanları “Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beytim” hadisinden uzaklaştırılmak amacıyla uydurulmuştur.[43]

 

O, önceki sözlerinin devamında şöyle der:

 

Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” hadisi hiç şüphesiz ki uydurmadır ve bu işte Emevîlerin ellerinin olduğuna da şüphe yoktur.[44]

 

8. Eğer “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayetinin sahîh bir senedi olduğunu varsaysak bile Hz. Peygamber'in sünnetini kimden öğreneceğimiz sorusu baki kalmaktadır. Sünneti, evin içindekileri herkesten daha iyi bilecek olan Ehl-i Beyt'ten, hakkında tathir ve ismet ayetinin nazil olduğu, bi'setten yıllar öncesinde ve sonrasında Hz. Peygamber'in yanında olan ve  O'nu gölge gibi takip ederek O'nunla birlikte namaz kılan Emîrü'l-Müminîn (a.s.)'dan öğrenmeli değil miyiz? Yoksa sünneti Hz. Peygamber'in huzurunda iki üç seneden fazla bulunmamasına rağmen yüzlerce hadis nakleden ve bu hadisleri uydurmak için Muâviye'den yüz binlerce dirhem rüşvet alan Ebû Hureyre'den mi almalıyız?

 

9. Resûl-i Ekrem (s.a.a.) Sakaleyn hadisinde “Havuzda bana varıncaya dek birbirlerinden ayrılmazlar” cümlesiyle Kur'an ve İtretin kıyamet gününe dek birbirinden ayrılmayacağını katî suretle haber vermiştir. Fakat “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayetini kabul etmemiz durumunda bir sorunla karşılaşmaktayız, zira daha ilk günlerden itibaren sünnetin yazılmasına karşı çıkıldığını ve bunun yaklaşık bir asır boyunca sürdüğünü biliyoruz. Üstelik bu konuda pek çok hadis uydurularak Hz. Peygamber (s.a.a.)'e nispet edilmiştir. Ezcümle:

 

لا تَكْتُبُوا عَنِّي شَيْئًا الّا الْقُرْآنِ فَمَنْ كَتَبَ عَنِّي شَيْئًا الّا الْقُرْآنِ فَلْيَمْحُهُ. و حدّثوا عن بنی إسرائیل و لا حرج / Benden Kur'an'dan başka bir şey yazmayın. Kim benden Kur'an'dan başka birşey yazmışsa onu yok etsin. İsrailoğullarından nakletmenizde ise sakınca yoktur.”[45]

 

Bu türden hadisler uydurmakla hem sünnet-i nebevînin naklinin önünü almış oldular, hem de İsrâiliyyâtın yaygınlaştırılması için yolu açtılar.

 

Abdullah bin Mes'ûd, Ebû'd-Derdâ ve Ebû Mes'ûd Ensârî hadis nakletme suçundan hapsedildiler[46] ve halifenin emriyle bütün yazılı hadisler ateşe verildi.[47] Bu hadis yasağı Ömer bin Abdülaziz'in dönemine kadar sürmüştür.

 

10. Pek çok Ehl-i Sünnet büyüğü ve Şîa ulemâsının tamamı Sakaleyn hadisinden Ehl-i Beyt'in imametinin dünyanın sonuna dek süreceği neticesini çıkarmıştır. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.a.) bu mütevâtir hadisle Kur'an ve İtretin kıyamet gününe kadar birbirinden ayrılmayacağına haber vermektedir. Bu nedenle her hangi bir zaman diliminde Hz. Peygamber'in itretinden itaat edilip sarılınması gerekli bir kişinin mevcut olmaması durumu söz konusu olamaz. Zira Kur'an-ı Kerim Hz. Peygamber (s.a.a.)'in sözlerini kesin ve inkâr edilemez saymıştır.

 

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى / O hevâdan konuşmaz, o apaçık bir vahiydir.[48]

 

Kur'an-ı Kerim Hz. Peygamber (s.a.a.)'in sözlerinin doğruluğuna kefil olmuştur, fakat “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayetini kabul edersek O'nun sözleri için emin bir kaynaktan yoksun kalmış oluruz, zira Resûl-i Ekrem (s.a.a.)'in irtihalinin ilk günlerinden itibaren sünneti çiğnenmiş, hatta nakledilip yazılması dahi şiddetle engellenmiştir.

 

 

Üçüncü Bölüm: Emir Sahiplerinin Hz. Peygamber (s.a.a.)'in Kat'î Sünnetine Olan Muhalefetlerinin Örnekleri

 

 

1. Hacc-ı Temettü': Hacc-ı Temettü'nün Kur'anî bir kaynağı vardır ve Hz. Peygamber (s.a.a.)'in Veda Haccı'ndaki kesin sünnetidir. Fakat ikinci halife "Allah Peygamberine dilediği şeyin iznini vermiştir, siz kendinizi koruyun ve umreyi sadece hacca mahsus ayların dışında gerçekleştirin[49] demiştir.

 

2. Geçici Evlilik: Mut'a nikâhının da Kur'an'da kaynağı vardır, fakat Halife Ömer "Her kim mut'a yaparsa onu taşa tutarım" demiştir.[50]

 

O apaçık şöyle diyor:

 

"Resûlullah (s.a.a.) döneminde iki mut'a helaldi. Ben ikisini de yasaklıyorum ve yapanı da cezalandırırım. Hacc-ı Temettü' (Hac ayında umre ziyareti gerçekleştirmek) ve kadınların mut'ası (geçici evlilik).”[51]

 

3. Bir Mecliste Üç Talak: Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminin kat'î sünneti bir mecliste üç talakın tek bir talak sayılmasıydı. Fakat ikinci halife bunu üç talak saymıştır.[52]

 

4. Teyemmüm ve Namazı Terk Etmek: Kur'an-ı Kerim'de teyemmüm apaçık bir şekilde geçmektedir ve Hz. Peygamber'in kesin sünnetlerindendir. Halife Ömer'e “Bazen bir iki ay boyunca su bulamadığımız oluyor, ne yapalım?” diye sorduklarında ise "Ben su bulamadığımda namaz kılmıyorum" cevabını vermişti.[53]

 

5. Yolculukta Namazı Tam Kılmak: Yolcunun namazını seferi kılması Kur'an'da geçmektedir. Mina'da ve başka yerlerde seferdeyken dört rekâtlı namazları iki rekât kılmak Hz. Peygamber'in kat'î sünnetlerindendi. Halife Osman ise bu namazları dört rekât olarak kılmıştır.[54]

 

6. İçki İçmek: İçkinin haramlığı Kur'an-ı Kerim'de sarih bir şekilde belirtilmiştir ve bu hüküm İslam'ın zaruriyyât-ı dinîyyesinden sayılmaktadır. Fakat Muâviye aleni bir şekilde sofrasına şarap koyar, bunu açık bir şekilde içer ve yanındakilere de sunardı.[55]

 

7. Gayri Meşru Çocukları Haneye Geçirmek: Hz. Peygamber (s.a.a.)'in müekked sünneti, çocuğu hangi evde doğduysa ona ait saymak ve zina eden kişiye had uygulamaktı. Fakat Muâviye tek bir şarap satıcısının şahitliğiyle Ziyâd bin Ebîhi'yi Ebû Süfyân'a mülhak etmiştir.[56]

 

8. Hz. Peygamber (s.a.a.)'e Düşmanlık: Hz. Peygamber (s.a.a.)'in vurguladığı sünnetlerinden biri, halkı Emîrü'l-Müminîn (a.s.)'a sevgi ve muhabbetine davet etmek ve onları İmam'a karşı kötü söz söylemekten alıkoymak idi. Resûl-i Ekrem (s.a.a.) apaçık bir şekilde " من سبّ علیّاً فقد سبٌنی /Kim Ali'ye söverse bana sövmüştür" buyurmuştur.[57]

 

Fakat Muâviye'nin emriyle 1000 ay süresince[58] ve yetmiş binden fazla minberde apaçık bir şekilde İmam Ali'ye (a.s.) küfredip lanet edilmiştir.[59] Muâviye, Muğire'ye "Ali'ye apaçık bir şekilde küfret ve aleni şekilde hakaret et" demişti.[60]

 

9. Mekke ve Medine'ye Saldırı: Yezîd bin Muâviye alenen şarap içiyordu, Müslîm bin Ukbe komutasındaki 12.000 kişilik bir orduyu Medine halkını katletmesi için bu şehre gönderdi. O da üç gece gündüz Medine halkını katliama uğrattı, ardından Mekke halkını mancınıkla vurdu ve ateşi Kâbe'ye sıçrayarak Kâbe'nin astarı tutuştu.[61] Bütün bu cinayetlerini hilafet tahtına yaslanarak gerçekleştirmişti ve kendisini nebevî sünnetin koruyucusu saymaktaydı. Hatta öyle ki, Abdullah bin Ömer ona itaatten yüz çevirenin cahiliyye ölümü ile öleceğini söylemiştir.[62]

 

10. Kâbe'nin Damında İçki İçilmesi: Velîd bin Yezîd bin Abdülmelik -ki İbn Hacer Askalânî tarafından Hz. Peygamber'in sözünü ettiği 12 imamın 12.si sayılıyordu[63]-  hiçbir günahı işlemekten geri kalmadı. Bunlar arasında Kâbe'nin damına çıkarak şarap içmek için Mekke'ye gitmek de vardı![64]

 

Bütün bunlar Resûl-i Ekrem (s.a.a.)'in irtihalinden hemen sonra sünnet-i nebevînin hilafet makamındaki kişiler tarafından çiğnenerek unutulmaya yüz tuttuğunu gösteriyor. Üstelik hilafetin gaspı ve Fedek arazisinin müsaderesi gibi aslî meselelere değinmedik bile.

 

Bu nedenle, eğer “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” rivayeti sahîh ise bunun mantıksal sonucu “Bunlar havuzda bana kavuşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar” cümlesiyle tenakuz hâsıl olmasıdır.

 

 

Dördüncü Bölüm: “Allah'ın Kitabı ve İtretim” Hadisinin Önemli Sonuçlarından Biri

 

Bizlerin, Hz. Veliyy-i Asr İmam Mehdi'nin (a.f.) gaybet asrında sağ olduğuna kesin delillerimizden biri de Sakaleyn hadisinin bu kısmıdır. Zira Allah'ın Hücceti'nin bir gün bile yeryüzünde olmaması durumunda, Hz. Peygamber'in bu buyruğu gerçek dışı olacaktır.

 

Bu çok önemli nokta bazı Ehl-i Sünnet büyüklerinin sözlerinden de elde edilebilir. Bu konuda iki Ehl-i Sünnet büyüğünün sözlerini aktarmakla yetinelim.

 

1. İbn Hacer Heytemî (ö. h. 974) Sakaleyn hadisini naklettikten sonra tahlilinde şöyle yazıyor:

 

Ehl-i Beyt'e sarılmakla ilgili vârid olan hadislerde kıyamet gününe kadar Ehl-i Beyt'ten kendisine sarılmaya layık bir şahsiyetin mevcud olacağına işaret vardır. Zira Kur'an-ı Kerim de böyledir. Bu nedenle Kur'an ve Ehl-i Beyt yeryüzü halkı için emandırlar ve bu anlamdaki hadise de işaret edeceğiz.

 

Bunun diğer şâhidi de daha önce arzettiğimiz hadistir: “Ümmetimin her taifesinde Ehl-i Beyt'imden adil şahsiyetler olacaktır.”

 

Ehl-i Beyt arasında tâbi olmaya en layık kişi, onların imamı ve âlimi olan Ali b. Ebî Tâlib'dir (a.s.) ki, önceki sayfalarda onun sınırsız ilminden ve dakik istinbatlarından söz etmiştik.[65]

 

2. Muhammed Abdurraûf Münâvî (ö. h. 1030), Suyûtî'nin Câmiu's-Sağîr adlı eserinin şerhinde Sakaleyn hadisini ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Biz bunun bir kısmına işaretle yetinelim:

 

İtret'ten kasıt, Allah'ın her türlü kiri kendilerinden giderdiği “Ashab-ı Kisa'dan (Âl-i Aba) ibarettir... Onların sevgi ve saygısını vacip kılmış ve hiç kimseyi de bunda mazur saymamıştır...

 

Kitab ve İtret'in birbirini gerektirmesi Kevser havuzunda o hazrete kavuştukları güne kadar devam edecektir. Ve Hz. Peygamber'in bu beyanı Kur'an ve İtretin birbirinden ayrılamayacağına işaret, hatta bunun tasrihidir.

 

Bu hadisten anlaşıldığına göre kıyamet gününe kadar her zaman yeryüzünde tayyib ve tahir olan İtret'ten temessük ve ittibaya layık birisi bulunmak zorundadır, tıpkı Kur'an gibi. Onlar yeryüzü halkı için emandırlar, zira onların yeryüzünde olmaması halinde dünya halkının tamamı yok olur.[66]

 

 

 

Kaynakça:

 

Askalânî, İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, Beyrut, Dâru'l-İhyâ, h. 1412

--------------------, Metâlibü'l-Âliye, Beyrut, Dârü'l-Marife

--------------------, Fethü'l-Bârî, Beyrut, Dârü'l-Marife

İbn Abdülberr, Ebu Ömer, et-Temhîd limâ fi'l-Muvattâ mine'l-Meânî ve'l-Esânîd, Mağrib, Vezarât-u Evkâf, h. 1387

İbn Cevzî, Sibt, Tezkiretü'l-Havâss, Kum, Mecme-i Cihân-i Ehl-i Beyt, h. 1426

İbn Enes, Mâlik, Muvattâ, thk., Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Beyrut, Dârü'l-İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, h. 1370

--------------------, Muvattâ, Sunuş: Abdülvehhâb Abdüllatif, Kahire, Mektebetü'l-İlmiyye, h. 1399.

İbn Haldûn, Abdurrahman, el-Mukaddime, Beyrut, Dârü'l-Fikr

İbn Hanbel, Ahmed, el-Müsned

İbn Heyyât, Halife, et-Târih, Beyrut, Dârü'l-Fikr

İbn Hişâm, Abdülmelik, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, Dârü'l-Celil

İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, Mektebetü'l-Me'ârif, h. 1409

İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ

Belâzurî, Ensâbü'l-Eşrâf, Beyrut, Dârü'l-Fikr

Beyhakî, Ebû Bekr, es-Sünenü'l-Kübrâ, Beyrut, Dârü'l-Fikr

Buhârî, Muhammed bin İsmâîl, Târihü'l-Kebîr, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1407

--------------------, el-Câmiu's-Sahîh

Dârakutnî, Ali bin Ömer, es-Sünen, Kahire, h. 1386

Diyarbekrî, Târihü'l-Hamsîn, Beyrut, Dâr-ı Sâdr

Heytemî, Nûreddin, Mecmeu'z-Zevâid

Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemü'l-Müellifîn, Beyrut, Dârü'l-İhyâ, h. 1376

Mekkî, İbn Hacer, es-Savâiku'l-Muhrikâ

Muttekî Hindî, Alâeddin, Kenzü'l-Ummâl, Beyrut, Müessetü'r-Risâle, h. 1409

Münâvî, Abdürrauf, Feyzü'l-Kadîr, Beyrut, h. 1422

Nesâî, es-Sünen

Nîşâbûrî, Ebû Abdullah, el-Müstedrek ale's-Sahiheyn, Beyrut, Dârü'l-Fikr, h. 1398

Nîşâbûrî, Müslîm bin Haccâc, es-Sahîh

Razî, İbn Ebî Hatem, el-Cerh ve't-Ta'dil, Beyrut, Dârü'l-İhyâ, Haydarâbâd, h. 1371

Sekkâf, Hüseyn bin Ali, Salâtu'n-Nebi

--------------------, Sahih-i Şerhi'l-Akideti't-Tahâviyye, Amman, Dârü'l-İmâmi'n-Nevevî, h. 1416

Suyûtî, Celâleddîn, el-Hesâisü'l-Kübrâ, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1417

--------------------, el-Leâli'l-Mesnûa, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1417

--------------------, el-Câmiu's-Sağîr, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1427

Tahavî, Müşkilü'l-Âsâr.

Tirmizî, el-Câmiu's-Sahîh

Zehebî, Şemseddîn, Mizânü'l-İtidâl, Beyrut, Dârü'l-Fikr, h. 1382

--------------------, Seyr-ü A'lâmu'n-Nubelâ Beyrut, Er-Risâle, h. 1412

--------------------, Tezkiretü'l-Huffâz

--------------------, Târihü'l-İslam, Beyrut, Dârü'l-Kütübi'l-Arabî, h. 1410

Zemahşerî, Cârullah, Râbiu'l-Ebrâr

Yahsubî, Ayaz bin Mûsâ, el-İlmâ' fî Zabti'r-Rivâyet-i ve Takyidi's-Simâ, Kahire, Dârü't-Turâs, h. 1379

 

 

Dipnotlar:

 

 

* Sefine Dergisi, S. 26, Bahar 1389.

** Muhakkik, Kum İlim Havzası.

[1] İbn Enes, Mâlik, Muvattâ, c. 2, s. 899, thk: Muhammed Fuad Abdülbâkî.

[2] İbn Enes, Mâlik, Muvattâ, Sunuş: Abdülvehhâb Abdüllatif, Kahire, Mektebetü'l-İlmiyye, h. 1399, s.12.

[3] a.g.e., s. 19, İbn Hazm'ın Merâtibü'l-Diyâne kitabından naklen.

[4] Suyûtî, Celâleddîn, el-Leâli'l-Mesnûa, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1417, c. 1, s. 86.

[5] İbn Hişâm, Abdülmelik, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, Dârü'l-Celil, c. 6, s. 10.

[6] Dârakutnî, Ali bin Ömer, es-Sünen, Kahire, h. 1386, c. 4, s. 245.

[7] Razî, İbn Ebî Hatem, el-Cerh ve't-Ta'dil, Beyrut, Dârü'l-İhyâ, Haydarâbâd, h. 1371, c. 4, s. 415.

[8] Buharî, el-Câmiu's-Sahîh, c. 4, s. 291.

[9] Askalânî, İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, Beyrut, Dâru'l-İhyâ, h. 1412, c. 2, s. 540.

[10] Zehebî, Şemseddîn, Mizânü'l-İtidâl, Beyrut, Dârü'l-Fikr, h. 1382, c. 2, s. 302.

[11] Zehebî, Şemsüddin, Seyr-ü A'lâmu'n-Nubelâ Beyrut, Er-Risâle, h. 1412, c. 8, s. 180.

[12] Nîşâbûrî, Ebû Abdullah, el-Müstedrek ale's-Sahiheyn, Beyrut, Dârü'l-Fikr, c. 1,  s. 93.

[13] Askalânî, İbn Hacer, Fethü'l-Bârî, Beyrut, Dârü'l-Marife, c. 1, s. 197.

[14] Nîşâbûrî, Ebû Abdullah, a.g.e., Beyrut, Dârü'l-Fikr, c. 1, s. 93.

[15] Beyhakî, Ebû Bekr, es-Sünenü'l-Kübrâ, Beyrut, Dârü'l-Fikr, c. 10, s. 114.

[16] a.g.e.

[17] İbn Abdülberr, Ebu Ömer, et-Temhîd limâ fi'l-Muvattâ mine'l-Meânî ve'l-Esânîd, Mağrib, Vezarât-u Evkâf, h. 1387, c. 24, s. 331.

[18] Askalânî, İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, Beyrut, Dâru'l-İhyâ, h. 1412, c. 4, s. 583.

[19] a.g.e., s. 584.

[20] Yahsubî, Ayaz bin Musa, el-İlmâ' fî Zabti'r-Rivâyet-i ve Takyidi's-Semâ, Kahire, Darü't-Turas, h. 1379, s. 8-9.

[21] Askalânî, İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, Beyrut, Dâru'l-İhyâ, h. 1412, c. 2, s. 470.

[22] İbn Haldûn, Abdurrahman, el-Mukaddime, Beyrut, Dârü'l-Fikr, s. 543.

[23] a.g.e., s. 311-312.

[24] Ahmed bin Muhammed bin Sıddık Hezremî/ö. h. 1380, İbrâzu'l-Vehmi'l-Meknûn min Kelâm-i İbn-i Haldûn, Dimeşk, 1347.

[25] a.g.e., s. 199.

[26] a.g.e., s. 218.

[27] a.g.e., s. 218.

[28] Suyûtî, Celâleddîn, el-Hesâisü'l-Kübrâ, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1417, c. 2, s. 65.

[29] Suyûtî, Celâleddîn, el-Leâli'l-Mesnûa, Beyrut, Dârü'l-Kütübü'l-İlmiyye, h. 1417, c. 1, s. 84.

[30] Muttekî Hindî, Alâeddin, Kenzü'l-Ummâl, Beyrut, Müessetü'r-Risâle, h. 1409, c. 1, s. 173.

[31]  a.g.e., s. 187.

[32] Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemü'l-Müellifîn, Beyrut, Dârü'l-İhyâ, h. 1376, c. 6, s. 59, 239.

[33] Muttekî Hindî, Alâeddin, a.g.e., c. 1, s. 188.

[34] a.g.e., s. 172-188.

[35] Nîşâbûrî, Müslîm bin Haccâc, es-Sahîh, c. 4, s. 1873.

[36] Tirmizî, el-Câmiu's-Sahîh, c. 5, s. 442.

[37] İbn Enes, Mâlik, Muvattâ, thk., Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Beyrut, Dârü'l-İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, h. 1370, c. 2, s. 899.

[38] Askalânî, İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, Beyrut, Dâru'l-İhyâ, h. 1412, c. 2, s. 540.

[39] a.g.e., s. 197.

[40] a.g.e., c. 4, s. 583.

[41] a.g.e., c. 2, s. 470.

[42] Sekkâf, Hüseyn bin Ali, Sahih-i Şerhi'l-Akideti't-Tahâviyye, Amman, Dârü'l-İmâmi'n-Nevevî, h. 1416, s. 289),

[43] a.g.e., s. 654.

[44] Sekkâf, Hüseyn bin Ali, Salâtu'n-Nebî, s. 290.

[45] Muttekî Hindî, a.g.e., c. 1, s. 199.

[46] Zehebî, Şemseddîn, Târihü'l-İslam, Beyrut, Dârü'l-Kütübi'l-Arabî, h. 1410, c. 1, s. 7.

[47] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, c. 5, s. 188.

[48] Necm Sûresi, 3-4.

[49] Tahavî, Müşkilü'l-Âsâr, c. 6, s. 146.

[50] Beyhakî, Ebû Bekr, es-Sünenü'l-Kübrâ, Beyrut, Dârü'l-Fikr, c. 7, s. 204.

[51] Tahavî, a.g.e., c. 2, s. 146.

[52] Nîşâbûrî, Müslîm bin Haccâc, es-Sahîh, c. 2, s. 1099.

[53] Nesâî, es-Sünen, c. 1, s. 168.

[54] Nîşâbûrî, Müslîm bin Haccâc, a.g.e., c. 1, s. 482.

[55] İbn Hanbel, Ahmed, el-Müsned, c. 9, s. 6.

[56] Buhârî, Muhammed bin İsmâîl, el-Câmiu's-Sahîh, c. 3, s. 70.

[57] Nîşâbûrî, Ebû Abdullah, a.g.e., c. 3, s. 130.

[58] İbn Cevzî, Sibt, Tezkiretü'l-Havâss, Kum, Mecme-i Cihân-i Ehl-i Beyt, h. 1426, c. 1, s. 360.

[59] Zemahşerî, Cârullah, Râbiu'l-Ebrâr, c. 2, s. 186.

[60] Belâzurî, Ensâbü'l-Eşrâf, Beyrut, Dârü'l-Fikr, c. 5, s. 30.

[61] Zehebî, Şemseddîn, Târihü'l-İslam, Beyrut, Dârü'l-Kütübi'l-Arabî, h. 1410, c. 5, s. 25.

[62] İbn Heyyât, Halife, et-Târih, Beyrut, Dârü'l-Fikr, s. 25.

[63] Askalânî, İbn Hacer, Fethü'l-Bârî, Beyrut, Dârü'l-Marife, c. 13, s. 214.

[64] Diyarbekrî, Târihü'l-Hamsîn, Beyrut, Dâr-ı Sâdr, c. 2, s. 320.

[65] Mekkî, İbn Hacer, es-Savâiku'l-Muhrikâ, s. 151.

[66]  Münâvî, Abdürrauf, Feyzü'l-Kadîr, Beyrut, h. 1422, c. 3, s. 20.

 

medyasafak.com